19 Ekim 2016 Çarşamba

Gazze Duvarlarında Keder ve Öfke

Gazze’de bulunan 12 katlı bir binanın üzerine yirmi metre yüksekliğinde 15 metre genişliğinde bir duvar resmi.
“Kuşatılmış Çocukluk” isimli bu sanat eseri, yaratıcılarına epey ün kazandırmış. Resimde, kefiye takan, yüzünde melankolik bir ifade bulunan bir çocuk var. Çocuk, sanki hapishane hücresindeymiş gibi, iki demir parmaklığı tutuyor elleriyle.
Gazze şehrinin nispeten pahalı bir bölgesindeki Zafir 9 Kulesi üzerine kasten çizilmiş gibi. İsrail’in 2014 saldırısı esnasında savaş uçakları bu kulelerin ikizi olan Zafir 4’ü bombalayıp imha etti. Bu saldırı, sonrasında savaş suçu kabul edildi.
Kimse ölmedi ama ondan fazla insan yaralandı, kırktan fazla ailenin evi harap oldu. 200’den fazla insan evsiz kaldı. Uluslararası Af Örgütü bu operasyonu “askerî gerekçesi olmayan bir operasyon” olarak niteledi.
Resmi çizen dört isimden biri olan 25 yaşındaki Bilal Halid’in dediğine göre, 2015’te çizilen bu “Kuşatılmış Çocukluk” isimli resim, söz konusu ahlâksız yıkıma atıfta bulunuyor.
“Zafir Kulesi, epey kalabalık bir nüfusa sahip bir binanın hedef alındığı savaşta İsrail’in işlediği suçların bir kanıtı. Duvar resmi, bizim için bu gerçeği Gazze dışındaki dünyaya anlatma yolumuz.”
Son on yıl içinde Gazze muazzam bir yıkıma maruz kaldı.
İsrail’in gerçekleştirdiği üç büyük askerî saldırı ve on yıldır süren, malların ve insanların giriş-çıkışına mani olan, şehrin eski haline kavuşmasına mani olan abluka, binlerce insanın ölümüne, on binlercesinin yaralanmasına ve evsiz kalmasına sebep oldu. Psikolojik travma herkesi kuşatmış durumda. Altyapı harap oldu. Öyle ki Birleşmiş Milletler, sahil şeridinin 2020’de yaşanacak bir yer olmaktan çıkacağını söylüyor.
Bu yıkım esnasında medyanın geçtiği haberler hiçbir şeyi düzeltmedi. İnsanların hayal kırıklıklarını, öfkelerini ve acılarını ifade etmek için başka araçlara yüzlerini dönmeleri şaşırtıcı değil.
Duvara Yazı Yazmak
“Kuşatılmış Çocukluk” resminin doğmasına neden olan da Gazze’nin çektiği çilenin başkalarına aktarılmak istenmesi. Halid’e göre, bu resim aynı zamanda sanatçıların asla susturulamayacağına dair bir “mesaj”.
“Gazze kuşatma altında olabilir, ama Filistin’de olan biteni idrak etme ve onları farklı, yaratıcı yollardan dış dünyaya aktarma becerisine sahip sanatçıları var.”
Halid, Aksa Üniversitesi sanat fakültesinden mezun olmuş, Güney Gazze’deki Ferah kasabasında yaşıyor. Sanat faaliyetlerine on yıl önce fotoğraf ve heykel ile başlamış, ama kısa bir süre sonra hat sanatına ve duvar resimlerine geçiş yapmış.
Bilal Halid (Abid Zagut)
Graffiti Filistinli sanatçıların çok eskiden beri başvurduğu, uzun zamandır varlığını koruyan bir yol. İlk çıkış tarihi, 1936’da İngiliz idaresine karşı gerçekleşen ilk Filistin isyanına dayanıyor.
“Devrimci grafitti”nin en ünlüsü, belki de 1936’da İngiliz manda hükümetince gerçekleştirilecek idamdan önce bir tutsağın siyah kömürle Akre Hapishanesi’ndeki hücresinin duvarına yazdığı şu grafitti:
Kardeşim Yusuf’a:
Annene iyi bakasın.
Kızkardeşim, sakın yas tutmayasın.
Kanımı vatanım için feda ediyorum
Bu can senin gözlerin için ey Filistin.
Tutsağın kimliği bilinmiyor, ama birçokları bu şiirin Nabluslu Avad Nabulsi tarafından yazıldığına inanıyor. Dizeleri sonrasında devrimci bir şarkıya dönüştü. “Akre Hapishanesi’nden” isimli bu şarkı nesilden nesle, dilden dile aktarıldı.
61 yaşındaki İmad Kassem’e göre, hücre duvarlarına yazılan bu yazıların bazıları hâlen duruyor. Kassem, yaşadığı yer olan Gazze’de bir sahil kampında devriye atan üç askere düzenlenen saldırıda yer almakla suçlanıp tutuklanmış.
Kassem’in dediğine göre, Nakab Hapishanesi’nde altı ay hücrede kalmış, kendisinden önce gelenlerin yazılarını ve karalamalarını incelemiş.
“O daracık yere girdiğimde, oturup duvarları inceledim. Zamanımın önemli bir bölümünü önceki tutsakların çizdiği resimleri ve yazıları anlamaya çalışarak geçirdim.”
Bazılarının altında imza vardı. Hepsinin tarihi İngiliz mandası zamanına kadar uzanıyordu.
Kassem, böylelikle kendisinden öncekilerle bütünleşme, bir olma imkânı bulmuş. Yerdeki taşlar veya kömürlerle kendisi de bir şeyler çizmiş, aklındakileri duvarlara aktarmış. Birinde yas tutan bir ana, birinde özgürlüğün simgesi, birinde de kırılmış bir zincir var.
“Bir seferinde maskeli bir adam çizdim. Gardiyan görünce onu dilimle silmemi emretti. Reddettim. Bilincimi yitirene dek dayak yedim.”
Bu tür uygulamalar devam edip yayılmış. Gazze’nin her sokak köşesi bu türden duvar yazıları ile veya resimleriyle süslenmiş. Birçoğu açıktan politik, bazıları örgütlerin kendisiyle alakalı. Çoğu Filistin halkının çileli tarihini anlatıyor.
Sanat Politiktir
2014’teki Gazze saldırısı esnasında Halid İsrail hava saldırılarına ait yeni fotoğrafları ve dijital görüntüleri birleştirip kendi grafitti-fotoğraf tarzını geliştirmiş. Bombardıman fotoğraflarına çizimlerini eklemek suretiyle yaşanan yıkıma başka bir anlam kazandırma imkânı bulmuş.
“Bombanın yol açtığı dumanın fotoğrafı savaş süresince tüm sosyal medyayı kapladı. Böylelikle ben özgül bir şeyler denemek istedim. Bitap düşmüş yaşlı bir adam, kefiyeli bir kadın, oyun oynayan bir çocuk, ellerini dua için Allah’a açmış bir genç ve Gazze’nin barış içinde yaşama umudunu ifade etmek bir kalp çizdim.”
Bu çalışma, ilk intifadada sanatçıların sundukları örnekler üzerinden şiddete bir cevap vermeyi amaçlıyor. O yıllarda, 1987-91’de grafitti direnişe ait bir ifade yolu hâline geliyor.
Filistinli örgütler bu yöntemi haberleri aktarmak, duyurularını yapmak ve haklarını dile getirmek için bir araç olarak kullanıyor: hatta öyle ki örgütler “en iyi sanatçı bende” yarışına bile giriyor.
54 yaşında olan Hassan Veli Gazze’de bulunan Cebeliye mülteci kampında yaşıyor. İlk intifada esnasında Veli, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi üyesi. Dostlarının bazıları Gazze’de en faal grafitti sanatçıları.
En çok beğendiği örnekleri hâlâ anımsıyor. Bunlar hâlâ daha Gazze kamplarındaki duvarları süslüyor. Resimlerde en beğenilen öğe Filistin haritası. Bu çizim Siyonist milislerin 1948’de gerçekleştirdikleri etnik temizlik esnasında evlerini terk etmelerine dair bir andaç. Veli, Naci Ali’nin ünlü Hanzala karakterini, örgütlerin amblemlerini ve daha birçok şeyi çizen isim.
“Gruplara ayrışmış olsak da resim çizen, nöbet tutan, halkı koruyan tek güç olmalı, o ordu bizleri artık şaşırtmalı.”
Bilal Halid Kasım 2015’te “Kuşatılmış Çocukluk” eseri üzerinde çalışırken.
Yüzlerini kapayıp kamp sokaklarında hareket ediyorlar. Veli’nin ifadesiyle, İsrail askerleri bu grafitticileri artık daha da ciddiye alıyor. Bu iş artık daha da tehlikeli bir hâl alıyor. Yakalandıkları takdirde sonuçta ya öldürülüyorlar ya da tutuklanıyorlar.
“Her bir çizimin amacı, insanları cesaretlendirmek ve harekete geçirmek. Şehitlerimizi yücelterek, tutsakları anımsayarak adaletsizlik ve tarihimizle ilgili bilinci yayarak direniş ruhunu tetiklemek istiyorduk. İşe de yaradı. En azından İsrailliler sanatçıları ve tasarımcıları kovalamak için çok daha fazla zaman harcamak zorunda kaldılar.”
Nihayetinde halkı sanatçıların karşısına çıkartmak adına İsrail ordusu duvarlarına resim çizilmiş olan evlerde oturan insanları resimleri silmeye zorluyor. Bu, resimlerin onların sinirlerini zıplattığının en açık delili.
Veli, “duvar resimleri, grafitti ya da adına ne derseniz deyin, bu bir direniş sanatıdır.”
Halid bu söze katılarak şunu söylüyor:
“Grafitti bir devrimi tetikleyebilir. Tek bir ifade bile insanları harekete geçirebilir. Tek bir çizim insanları haklarını talep etme noktasında eyleme sokabilir.”
Sarah Algerbavî

18 Ekim 2016 Salı

Rusya ve Doğu Müslümanlarına Çağrı

Yoldaşlar! Kardeşler!
Rusya’da hâlihazırda büyük olaylar cereyan ediyor. Başka ülkeleri parçalamak amacıyla başlatılmış olan o kanlı savaş sona yaklaşıyor. Dünya halklarını soyanların ve köleleştirenlerin düzeni son günlerini yaşıyor. Rus Devrimi’nin indirdiği darbelerle köleliğin ve serfliğin eski dünyası sarsılıyor… Yeni bir dünya, işçilerin ve hür insanların dünyası doğuyor. Bu devrimin başında Halk Komiserleri Sovyeti, Rusya İşçi ve Köylü Hükümeti duruyor.
Tüm Rusya toprağına devrimci işçi, asker ve köylü vekilleri sovyetleri birer tohum gibi ekildi. Ülkede iktidar halkın elinde. Rusya’nın emekçi halkının onurlu barışı elde etmek ve dünyanın tüm mazlum halklarının hürriyet mücadelelerine yardım etmekten başka bir yakıcı arzusu yok.
Bu kutsal görevi dâhilinde Rusya yalnız değil, biliyoruz. Rus Devrimi’nin yaptığı özgürlük çağrısı, Doğu ve Batı’nın tüm işçilerine ulaşıyor. Avrupa’da savaşlardan yorulmuş halklar barış için ellerini bize uzatıyorlar. Batı’nın işçileri ve askerleri sosyalizm bayrağı altında toplanıyor, emperyalizmin kalelerini dövüyor. Yüzlerce yıl Avrupa’nın “aydınlanmış” yağmacılarının zulmüne maruz kalan uzak diyarlardaki Hindistan isyan bayrağını çekiyor, kendi Sovyetlerini örgütlüyor, nefret ettikleri köleliği omuzlarından atıyor, Doğu halkları kurtuluş mücadelesi için biraraya geliyor.
Bu büyük olayların karşısında bizler yüzümüzü sizlere, Rusya’nın ve Doğu’nun emekçi, her şeyden mahrum kalmış Müslümanlarına dönüyoruz.
Rusya Müslümanları, Volga ve Kırım Tatarları, Sibiryalı Sartlar, Türkistanlı Kırgızlar, Transkafkasyalı Türkler ve Tatarlar, Kafkasya’nın Dağıstanlı ve Çeçen halkları, çarlar, Rusya’nın zalimleri tarafından camileri, ibadethaneleri yerle bir edilmiş, inançları ve töreleri ayaklar altına alınmış olan herkes!
İnanç, örf ve âdetleriniz, millî ve kültürel kurumlarınız şuandan itibaren serbest ve dokunulmazdır. Kendi millî hayatınızı tam bir özgürlük içinde düzenleyin. Bu sizin hakkınızdır. Biliniz ki sizin haklarınız, tıpkı tüm Rusya halklarınınki gibi, devrimin ve onun organları olan İşçi, Köylü ve Asker Sovyetleri’nin koruması altındadır.
Bu devrimi ve onun tam yetkili hükümetini müdafaa edin!
Yüzlerce yıl açgözlü Avrupalı hırsızların canlarını, mülklerini, hürriyetlerini ve topraklarını takas edip durduğu Doğu’nun Müslümanları, Farslar, Türkler, Araplar ve Hindular, ülkelerini bölmek için savaş başlatanlarca yağmalanıp duran herkes!
Bizler, devrik Kerenski hükümetinin onayladığı İstanbul’un ele geçirilmesi ile ilgili gizli anlaşmaların hükümsüz olduğunu beyan ediyoruz. Rus Cumhuriyeti ve hükümeti, Sovyet Halk Komiserliği yabancı toprakların ele geçirilmesine karşıdır; İstanbul [Konstantinopol] Müslümanların elinde kalmalıdır.
İran’ın parçalanması ile ilgili anlaşmanın hükümsüz olduğunu beyan ediyoruz. Askerî operasyonlar sona erer ermez askerler İran’dan çekilecek ve İranların kendi kaderlerini özgürce tayin etmeleri güvence altına alınacak.
Türkiye’nin parçalanması ve içinden zorla Ermenistan çıkartılması ile ilgili anlaşmanın hükümsüz olduğunu beyan ediyoruz. Askerî operasyonlar sona erer ermez Ermenilere kendi siyasî kaderlerini özgürce kararlaştırmaları konusunda güvence verilecek.
Rusya ve onun devrimci hükümetinin ellerinde sizi bekleyen kölelik değildir, bilâkis anavatanımızı gasp edilmiş ve yağmalanmış bir sömürgeye çeviren Avrupa emperyalizminin yağmacılarının elinde sizin bulacağınız kölelikten başka bir şey değildir.
Yağmacıları, sizleri köle yapanları ülkenizden söküp atın. Savaş ve yıkım eski dünyanın mevcut yapısını paramparça ediyor, tüm dünya alevler içerisinde, emperyalist yağmacılara karşı yoğun bir öfkeyle kavruluyor, isyana dair her bir kıvılcım güçlü bir devrim ateşini tetikliyor, Yabancı boyunduruğu altında inim inim inleyen, bitap düşmüş Hintli Müslümanlar dahi zalimlerine karşı ayaklanma başlatıyorlar, bugün artık sessiz kalmak imkânsız. O uzun yıllar ülkenizi köleleştirmiş olanları atın artık sırtınızdan, kaybedecek vakit yok! Onların yurtlarınızı soymalarına izin vermeyin. Ülkenizin efendisi siz olun. Kendi hayatınızı kendinizce, dilediğiniz gibi siz kurun. Bu sizin hakkınız, kaderiniz sizin ellerinizde.
Yoldaşlar! Kardeşler!
Onurlu, demokratik bir barış için kararlılıkla ve sebatla mücadele edelim.
Bayraklarımızda dünyanın mazlum halklarının kurtuluşu yazılı.
Rusya Müslümanları!
Doğu’nun Müslümanları!
Yeni dünyanın inşası davamızda desteklerinizi ve duygudaşlık göstermenizi bekliyoruz.
Cugaşvili (Stalin)
Milliyetler Halk Komiseri
V. Ulyanof (Lenin)
Halk Komiserleri Sovyeti Başkanı
Kaynak: USSR, Sixty Years of the Union, 1922-1982 (Moskova: Progress Publishers, 1982), s. 35.
İlk kaynak: Izvestiia, Sayı. 232, 7 Aralık 1917, s. 1-2.

Yeni Hayat

Yeni Hayat, başında Nâzım Yoldaş’ın bulunduğu Türk komünistleri merkez komitesinin ekonomik ve toplumsal meseleleri ele alan yayın organının adıdır. Nâzım Bey, diğer Türk komünistleri ile birlikte, 29 Eylül 1921’de Kemal’in emri ile 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırılmıştır.
Ankara’daki Millet Meclisi hükümeti, partinin “Türk Halk Komünist Partisi” adı altında yeniden kurulmasına izin vermiştir. Partinin merkez komitesi haftalık yeni gazetesini çıkartmaya başlamıştır.
Yeni Hayat gazetesinin ilk sayısında şu yazılar yer almıştır:
“Hedefimiz” (başyazı), Antant Devletleri’nin İstanbul’u 16 Mart’ta İşgal Etmesi”, “18 Mart Paris Komünü”, “Kapitalizmin Dünya Krizi” (Varg’ın makalesinin çevirisi), “Sosyoloji, Fahişelik ve Onunla Mücadele” (Feminist Rus Kollontai’ın makalesinin çevirisi), “Frederic Engels’in Komünist Manifesto Projesi”.
Derginin bu “İçindekiler” kısmı onun yönelimini ele veriyor. Kanaatimizce “Hedefimiz” yazısından da bir alıntı yapmak faydalı olacak:
“Sonuç itibarıyla bir tarafta yaşlanmış hâliyle eski dünya, diğer tarafta da aydınlatan fikirlerin sunduğu yeni bir hayat. Biz hangi taraf için mücadele etmeliyiz?
Her ne kadar zor olsa da yürüteceğimiz çalışmanın konusunu dünyada yaşanan olayların analizi teşkil etmeli. Bu konu da kaçınılmaz olarak ekonomi ve ahlâk alanında tüm korkuları yaşamakta olan Ortadoğu ve yeni Türkiye olmak zorunda. Göreceğiniz üzere, bu yeni sayımızda materyalist öğretileri takdim ediyoruz.
Avrupa ve Amerika’da kapitalist dünyanın felâkete sürüklenmesi kaçınılmazdır. İşte bu yüzden bizler her daim Anadolu, Mezopotamya, Suriye, Mısır ve diğer ülkelerde emperyalizme karşı gerçekleştirilen ayaklanmalara sempatiyle yaklaşıyoruz, onları bu ülkelerin gelişimi için gerekli adil ve hukukî araçlar olarak görüyoruz. Bizim görevimiz, bağımsızlığı hedefleyen bu mücadeleleri desteklemek. Bu olayları ekonomik açıdan, eleştirel düzlemde ele almayı sürdürüyoruz. Yaşanan gelişmeleri halkımızın ufkunu genişletmek amacıyla ve dünya devriminin çıkarları adına Marksist açıdan inceliyoruz. Gazetemiz, sınıftaki yanlış anlamaları ortadan kaldırma, Ortadoğu ve bilhassa Türkiye’deki en büyük yanlışlardan birini giderme konusunda kararlıdır. Bu yanlış, halk adına hareket eden iktisadî örgütlenmelerin yokluğudur.
Yeni Hayat’ın 5 no’lu, 15 Nisan tarihli sayısında ayrıca Cenevre Konferansı’nda Türk komünistleri merkez komitesinin dünya proletaryasına ve komünist partilerine yaptığı çağrıyı da bulmak mümkün.
Novyi Vostok [Yeni Doğu] Cilt I
Revue du Monde Musulman, Aralık 1922, s. 209-10

AKP Şirket Gibi

Kitap çalışmasının nasıl ortaya çıktığını anlatır mısınız?
2012-2014 yılları arasında Kağıthane üzerine ve Türkiye’deki siyasi partilerle ilgili farklı araştırmalarda çalışmıştım. Bu sırada bazı soruların etkisi altındaydım: AKP’nin otoriter yönetim pratikleri daha da görünürleşmiş, neoliberal ekonominin yarattığı tahribatlar daha yakıcı bir hal almaya başlamıştı. Fakat AKP seçim süreçlerini atlatarak, bir şekilde toplumsal desteğini sürdürmeye devam ediyordu. Varolan açıklamaların kendisi de doyurucu cevaplar sunmuyordu. Bu nedenle, gölgede bırakılmış bir alana, yerel toplumsal ilişkilere ve sıradan partili aktörlere bakmanın daha açıklayıcı olabileceğini düşündüm. Sanayi Mahallesi gibi ücretli çalışanların yoğun olduğu, eski gecekondu ve işçi semtinde parti örgütlülüğünün izini sürmeye çalıştım.
Çalışmanızda Sanayi Mahallesi ve çevresinin siyasal-tarihsel arka planını anlatıyorsunuz. Nasıl bir değişim söz konusu?
Kağıthane 1990’lara kadar sol tabanın güçlü olduğu bir semtti. SHP’nin, yerel yönetimleri kazandığı ve yükselişe geçtiği yerlerden biriydi. Fakat beklenmedik biçimde, SHP’li kadroların deneyimsizliği ve politik kültüre hâkim burjuva rekabetçi anlayış nedeniyle Refah Partisi (RP) adayı çıkış yapmayı başarmıştı. RP’li belediye başkanı, o dönem yerel halka hitap ederken sol siyasal jargonu da kullanmıştı. “Halk meclisleri”, “seçtiklerini denetle”, “insan kardeşliği”, “hak”, “özgürlük” gibi söylemler bunun örnekleri arasındadır. Fakat sosyal demokrat kadrolar, Kağıthane Direnişi gibi eylemlilikler yaratsa da, hızlı biçimde tasfiye edildi. Ayrıca, zamanla RP içindeki liberallerin susturulması da sağ eğilimi belirginleştirdi. AKP’nin kurucu kadroları da bunun öncülüğünü yaptı. AKP döneminde mahallelerdeki sosyal politik atmosfer değişti. Daha önce merdiven altı denilen, tabelası olmayan ve illegal görülen İslami örgütlerin ve ağların büyük çoğunluğu bugün resmi bir çatı altında, vakıf adı altında yerellerde boy gösteriyor. Bunlar olurken muhalif siyasal çevreler, marjinal olarak kodlanıp meşrulukları sorgulanıyor.
Kentsel süreçler açısından nasıl bir değişim yaşandı?
Bu çok çarpıcı. Sanayi Mahallesi adını, oto sanayi sitesine ve fabrikalara yakınlığından dolayı almıştır. 2000’li yıllarda, sanayilerin İstanbul’un çevre bölgelerine taşınmaya başlamasıyla mahallenin çehresi değişti. Sanayi Mahallesi, bugün rezidansların, alışveriş merkezlerinin, büyük giyim mağazalarının arka bahçesi konumundadır. Aynı zamanda kentsel dönüşümü bölük pörçük ve sessiz sedasız yaşayan yerler arasındadır. 2015 yılında belediye meclisinde alınan kararla, Sanayi Mahallesi adının Sultan Selim olarak değiştirilmesi tesadüf değildir. Sanayi ismi, hem sınıfsal profili yansıtan hem de kentsel dönüşüm sürecinde pazarlama açısından demode bir isim olarak görülmektedir. Hem de Sultan Selim daha mezhepçi ve iktidarın kendisini daha rahat sembolize ettiği bir temsile sahiptir.
Kitabınızda, Sanayi’nin yeni müteahhitlerinden bahsediyorsunuz...
AKP döneminde, inşaat lokomotif sektör olarak kodlandı. Daha da önemlisi yeni yerel sermaye grupları yaratıldı. Kağıthane ve Sanayi Mahallesi’nde 2007’den sonra inşaat sektörüne atılanlar ya da faaliyet alanlarını geliştirenler bunun örnekleri arasındadır. Bu kesimler ‘yeşil sermaye’ ya da ‘tarikat sermayesi’nden başka bir grubu işaret ediyor. Esnaflık, mühendislik yapan ya da ticaretle uğraşan farklı meslek ve iş gruplarından gelenler için inşaat yeni bir iş faaliyeti oldu. AKP’nin ilçe yönetimi ya da belediye meclis üyeleri arasındaki bu kişiler, bölgedeki kentsel dönüşüm propagandasını ve faaliyetlerini yürütüyor.
Kitabınızda, “Parti, yerelde siyasetin kapsamını daraltıyor ve onu uzmanlık gerektiren bir iş olarak geniş kesimlerin yapamayacağı bir tanıma ve koşullara bağlıyordu. ‘Millet iradesi’yle ifadesini bulan oy vermek ve temsil siyaseti de bu yüzden biricikti” değerlendirmesinde bulunuyorsunuz. Biraz açar mısınız?
Partinin yerellerdeki gücünü oluşturan, bölge halkına ulaşmasını sağlayan partili aktivistlerin/aracıların nasıl mobilize olduğu sorusu önemli. Bu kesimler, siyasal faaliyetlerini, özgürleştirici bir anlayış ya da pratikle yapmıyorlar. Bir şirket gibi işleyen partide insanların CV’lerine bakılıyor, performansları değerlendiriliyor, yaptıklarını raporlamaları bekleniyor. Bu anlamda, bölge halkına taşıdıkları siyasetin kapsamı da çok dar. İnsanların hayatlarını ilgilendiren yakıcı konular, siyasetin dışına itiliyor. Siyaset, hizmete ve icraata indirgenirken, siyasal katılım da oy verme işlemine indirgeniyor. Çünkü kodladıkları siyaset kravatlı, takım elbiseli büyük adamların uğraşabileceği bir iş, ayrıca dış mihrakların ve çeşitli lobilerin karıştığı komplolarla dönen bir güçler savaşı. Buna göre “Ben sizin yerinize ve adınıza oradayım, gerekeni yaparım” deniliyor. Burada siyaset herkese açık olmayan, ekonomik ve kültürel başta olmak üzere sermayeler gerektiren ayrıcalıklı bir alan. Dolayısıyla temsil siyaseti içinde geniş halk kesimleri salt birer seçmene indirgeniyor. Millet iradesi de bu anlamda her şeyin üstünde bir güç olarak kutsanıyor ve aslında tahakküm aracına dönüşüyor.
Kadınların parti çalışmasına katılmaları ve parti içerisindeki konumları hakkında neler diyeceksiniz?
AKP kadınları mobilize etmeyi başaran ve kadın kollarının aktif olduğu bir parti. Parti ağlarıyla ev kadınları, yoksul kadınlar evlerinden çıkıp bambaşka bir dünyaya giriyorlar. Kadınlar kendi hayatlarını kısıtlayan, sınıfsal ve mekânsal sınırlardan sıyrılma fırsatı buluyor. Mahallelerinden çıkıyorlar, milletvekilleriyle tanışıyorlar, farklı konulara dair eğitimler alıyorlar. Parti örgütlülüğüyle, kendi potansiyellerini kullanabilecekleri kanallar ediniyorlar. Mesela bir ev kadını, “Eskiden evdeydim, oturuyordum. Şimdi kendimi daha çok işe yarar hissediyorum” demişti. Kadınlar kendilerine üniversiteli gibi bakıldığını ve toplumda daha saygın konumlara geçtiklerini düşünüyorlar. Fakat parti içindeki iktidar alanı yalnızca erkeklere açık. Karar alma mekanizmalarında, erkekler var ve yerel siyasette onların rekabet ve güç ilişkileri belirleyici oluyor. Kadınlar muhafazakâr aile ve toplum değerleri izin verdiği ölçüde hareket ediyorlar.
Görüştüğünüz gençlerin AKP’ye bakışı nasıldı?
AKP onların gözünde modernist, kravatlı ve markalı bir siyaseti temsil ediyor. Mahalle gençleri için parti, geleceklerini kurgulayabilecekleri sınıfsal kısıtlarını aşıp, “büyük adam” olmalarını sağlayacak bir imkânlar ağı. Partili kimlikleriyle, sembolik düzeyde bile “iktidar”ı temsil etmenin onlara statü kazandırdığı anlaşılıyor.
AKP’ye katılan BBP ve MHP kökenli kişilerle de görüşmeleriniz var. Buna dair tespitiniz nedir?
Parti örgütü içinde MHP, BBP kökenlilerle birlikte SP ve HAS Partililer de vardı. Bu, AKP’nin muhafazakâr, İslamcı, milliyetçi cenahta irili ufaklı farklı siyasal grupları kendisine çektiğini, onlara hitap etmeyi başardığını gösteriyor. AKP’yi pek çok açıdan eleştirseler de partiyi destekliyorlardı. AKP’nin alternatif oluşumlara şans bırakmadığını, Erdoğan liderliğinin de düşman gördükleri cenah karşısında siyasi kıvraklıklara sahip olduğunu düşünüyorlardı.
AKP’nin semtteki Kürtlerle ilişkisine dair, “Partiye ikincil abi konumlarda dâhil olabilen Kürtlerinse, partiye sınıfsal, dinî, mezhepsel ve politik angajmanları sayesinde seçilmiş oldukları anlaşılmaktadır” diyorsunuz, bu tespite nasıl ulaştınız?
Benim çalışmayı yaptığım sırada AKP’nin Kürt sorununa bakışına dair olumlu bir tablo çiziliyordu. Oysa yerellerde, parti tabanının mesafeli bir tutumu vardı. Kağıthane’de hatırı sayılır bir Kürt nüfus vardı. Parti kademelerinin oluşumunda hemşerilik kriterine dikkat edilmesine rağmen parti kadroları arasında Kürtler görünür değildi. Üstelik mahalledeki Kürtlere dair sorularım dahi hoşnutsuzlukla karşılanmıştı. Partililer semtte yaşayan Kürtlerle ilgili sürekli örgüt üyesi ya da onlar ibarelerini kullanmışlardı. Kürt meselesini, terör sorunu olarak ifade etmişlerdi. Kürtlere, politik angajmanlarına göre makul ya da tehlikeli olarak bakılıyordu. Dinî kimliğiyle öne çıkarılan kesimlere “Kürt değil Hanefî olarak bakıyoruz” denilmişti. Partiyle ilişkilenebilen Kürtlerse partide iktidar alanının dışında, tali konumlarda yer alıyorlardı. Mahalle yönetimlerinde birkaç Kürt esnaf vardı. Belediye meclis üyeleri arasında Kürt yoktu, ilçe yönetiminde ise görünür değillerdi.
Kitabınızı şu ifadelerle bitiriyorsunuz: “Gözlerimizi dışarıda ve yukarıda duran bir iktidar anlayışından aşağıya çevirmek, iktidarın güç aldığı toplumsal ilişkilere ve bunların nasıl üretildiğine bakmak başka yereller için de bir öneri olabilir”
AKP ile ilgili iktidar kavrayışımız, hep üst düzey siyaset sınırları arasında kalıyor. Siyasetteki dönüşümün de yukarıdan gerçekleşeceğine dair zımni bir inanca bel bağlamış durumdayız. Oysa AKP’nin hâlâ ayakta kalmasının önemli nedenlerinden biri toplumsal alanda sağladığı desteğin ve değişimin kendisi. Dolayısıyla, iktidarın yeniden üretim dinamiğine yerellerden bakmak önemli görünüyor.
Son olarak ne diyeceksiniz?
AKP, İstanbul için düşünülecekse, yerel ağlarını sıkı tutmaya çalışan, gençlik ve kadın kollarıyla mahalle örgütlülükleri olan bir yapı. Karşımızda örgütlü bir yapı olduğunu görmemiz önemli. Bu açıdan, alerji haline gelmiş “örgütlü olma” kavramlarının yeniden düşünülmesi, alternatif-muhalif siyasal duruş ve hedefler için elzem duruyor.
Şerif Karataş

Çıkar Savaşı

Ortadoğu'da 3. dünya savaşı sürüyor. Adına “terör merör” diyorlar. Aslında korkunç bir paylaşım savaşı var. Üstelik taraflar belli değil. Her an her şekilde değişebiliyor.
Koca koca devletler; kendileri karşı karşıya gelmiyorlar. Arkadan destekledikleri örgütlerle, küçük devletlerle işi bitirmeye çalışıyorlar. Yani maşa kullanıyorlar. Ama her an maşaların arkasındaki ülkeler değişiyor. Değişmeyen tek şey, çıkar.
Ortadoğu'daki savaşa; kimi “din savaşı”, kimi “mezhep savaşı”, kimi “sınır savaşı”, kimi “demokrasi savaşı” diyor.
Yalan!
Savaşın adı çıkar savaşı…
Büyük devletler, küçük devletler, örgütler her biri kendi çıkarına koşuyor. Örgütler devletleri, devletler büyük devletleri, büyük devletler küçük devletleri, örgütleri kullandığını söylüyorlar. Yani kimin eli kimin cebinde belli değil.
Bu ortamda dava denilen bir şey yok. Ha birileri çıkar da “davamız şu” diyorsa hikâyedir.
Ortadoğu'daki petrol yatakları yarın kurusa, bir damla petrol akmasa, doğal gazların arkası gelmese, herkes tası tarağı toplar, çeker gider.
Ortadoğu’nun ırksal, mezhepsel, dinsel, ideolojik yapıları kendi davasında gibi görünüyor. Ama değil.
Bütün bu hengâmede olan çocuklara oluyor. Kadınlara oluyor. Savaşa girmeyen insanlara oluyor. Yani kabak yine garibanın başına patlıyor.
Ortadoğu'da yapılacak iş, savaşı körüklemek değil, herkesi barışa ikna etmek.
Özellikle bölge halklarını, örgütlerini, devletlerini... Nihayetinde yabancılar işgal güçleridir.
Mehmet Çoban

Nazım’a Vera Olmak

Nazım'a Vera olmak, Vera'ya Nazım olmak.
Tahir'e Zühre, Kerem'e Aslı, Mem'e Zin olmak,
Leyla'ya Mecnun, Şirin'e Ferhat, Arzu'ya Kamber olmak.
Söze his, hisse şiir olmak,
Evvela aşka müptela,
Aşka ait olmak
Sevdanın kara sıfatına layık olmak.
Sevdanın kara sıfatıyla karalanmak,
Baştanbaşa aşk olmak,
Aşkta anlam bulmak,
Aşkta sığınak bulmak,
Bütünüyle aşk olmak,
Aşk olmak, aşk olmak...
Nazım'a Vera olmak! Vera’ya Nazım olmak…
Nazım'ın Vera'sı,
Keremin Aslı'sı,
Kafka'nın Milena'sı,
Tahir'in Zühre'si olmak.
Aşka ait,
Aşkta saklı olmak, aşka bulaşmak,
Leyla'nın Mecnun'u,
Zin'in Mem'i,
Arzu'nun Kamber'i olmak,
Sevdaya avaz avaz mazhar olmak,
Aşkın doruklarında aşkı solumak,
His olmak,
Söz olmak,
Şiir olmak,
Aşk olmak, sevda olmak,
Evvela sevdanın kara sıfatına layık olmak.
Özde Nazım’a Vera olmak,
Mem’e Zin olmak,
Kafka’ya Milena olmak.
Fatma Turan

16 Ekim 2016 Pazar

Unutulan Mektup

Daha önceki iki yazımızda [Unutulmuş Köylüler, İşçiye Pasaport] Çarlık Rusya'sını hafızalarda tazeleyerek, dönemin koşullarını anlamaya ve hatırlamaya çalıştık. Aynı süreçte siyasi ortam nasıldı ve Marksistler ne konuşuyor, ne tartışıyordu?
Bu tartışma günümüz bakış açılarını da etkilediği için bu konuyu seçtik. Bu dönem aynı zamanda K. Marks’ın fikirlerinin Rusya'ya ulaşmaya başladığı yıllardı. Kapital’in ilk Rusça çevirisi 1872 yayımlandı ve tartışmalar da yoğunlaşmıştı. O dönem en çok tartışılan konu, Marksın önsözünde yazdığı “Değişmez bir zorunlulukla […] sanayi açısından daha gelişmiş bir ülke, az gelişmiş olana, ancak onun kendi geleceğinin bir resmini sunar."[1] tespitiydi.
Bu çok ciddi tartışmalara neden olmuştu ve bu tespite göre, sosyalist bir topluma ulaşmak için kapitalizmin bir ön aşama olarak zorunlu olduğuydu. Üretim araçlarının hızla gelişmesine bakarak, en az çalışmayla yeterli yaşam araçlarını sunan yeni bir toplum için gerekli olan nesnel temelleri kapitalizmin sunduğunu gösteriyordu. Böyle olması, özellikle Narodnikler açısından tam bir hayal kırıklığıydı. Bu Sosyalist toplumun ahlaki temelleri ve kurumlarını, Rus köylüsünün eşitlikçi ve kolektivist değerinde görmeyen ve yok sayan bir anlayıştı.
Eski bir Narodnik ve Çerny Peredel lideri olan G. Plehanov’un İsviçre'ye 1880 yılında gelmesiyle eski fikirleri de değişmeye başladı. Arkadaşı Vera Zazuliç'le Zemlya i Volya grubuna katıldı. Bu grupla 'şiddet' konusunda farklı düşünerek ayrıştı ve obşçina'nın toprağın paylaşılmasını talep eden Çerny Peredel grubunu kurdu.
K. Marks’ın fikirlerinden etkilenerek 1883 yılında bu grubun adını da değiştirerek Emeğin Kurtuluşu yaptı. Bu değişim sadece adla sınırlı değildi. Program da temel bir değişiklik gerçekleştirdi. Eşit toprak dağıtımını desteklemek yerine, tarımın sanayileşmesi ve devletleştirilmesini savunarak köylülüğü değil, az sayıdaki proleteryanın rolüne vurgu yaptı. Bu değişiklik Plehanov'un bir uçtan bir uca savrulmasıydı.
Bir süre K. Marks’ın Fransa köylüsünü önemsemeyen bakışını mekanik bir indirgemeci anlayışla Rusya koşullarına uygulamaya çalıştı. Sonra Plehanov, Rus köylü sınıfının küçük burjuva ve baştan aşağıya gerici bir sınıf olduğunu ve toptan yok edilmesi gerektiği kanısına vardı. Burada bir kez daha bu kanıya nasıl gelindiğinin devrimci hareketler açısından öneminin altını çizmek gerek.
Tartışmamızın esasını bu değişikliğe neden olan olguları incelemek ve yorumlamak teşkil edecektir. Birinci yazımızda Fransa köylüsünün özel mülkiyetçi olduğunu ve bununla Rus köylüsünün aynı kefeye koymanın yanlış olacağına değinmiştik. Katıksız kolektivist bir köylüyle özel mülkiyetçi köylüyü aynı kefeye koymak, iki farklı karakteri ve kültürü görmemektir. Ayrıca bu küçük bir ayrıntı değil, aksine tartışma da çok önemliydi.
Plehanov; Avrupalı sosyalistler arasında etkisi hızla yayılan ve K. Marks, F. Engels ve K.Kautsky'yle birlikte önde gelen önemli bir Rus teorisyeniydi. Bu durumu II. Enternasyonal'de saygınlık kazanmıştı. Plehanov temel tezini; Marksın o küçük alıntıdaki değerlendirmesine dayandırarak; Rusya’da sosyalist bir toplumun maddi ve kültürel temellerinin geliştirebilmesi için uzunca bir zamana ve kapitalist gelişme aşamasından geçmeye ihtiyaç ve böyle bir aşamanın yaşanması gerektiği olarak belirliyordu. Bu bakış II.Enternasyonal’i fazlasıyla etkilemişti. Bu kadar etkili olmasını sağlayan ise Plehanov ve Kautsky'nin ortak bir bakışa sahip olmasıydı.
Halbuki toplumsal süreçleri ekonomik ve kanunsal kalıplara sokmak hem dogma ve indirgemeci anlayışı geliştirmekte hem de Marksizmi kısırlaştırmaydı. Hal böyle olunca her yeni gelişme ve olguları yok sayarak bu dogmanın içine sokmaya çalışmak kanımca bugünümüze çok büyük bir zarar verdi.
"Plehanov çok sayıda Marksçı düşünceyi katı olduğu kadar basit de olan kaba formüllere indirgemiştir."[2] Yıllar sonra tarihsel bir olayı tekrar tartışmak durumundayız. Bu nedenle en ufak bir yanılsama ve önyargı yaratmamaya ve eldeki verileri objektif koşullarda ele almaya ve sormak istediğimiz soruları daha cesur sormaya ihtiyaç olduğu kanısından hareketle, devam edelim.
Plehanov’un geçmişte savunduğu görüşlere karşı bu kadar acımasızca saldırması doğru değildi, “bunu neden yapıyor?” sorusunu sormak gerekiyordu. 1884 tarihli "Fikir Ayrılıklarımız" adlı broşüründe Rusya'nın sosyalizme ulaşabilmeyi umut edebilmesi için önce kapitalizmin obşçina'yı ortadan kaldırması gerektiği ve öfkesini küçük burjuva ve idealist bulduğu Narodniklere yöneltmesi oldukça düşündürücüydü.
Tarihsel bir vaka da "Mektup" olayıdır. O tarihsel koşullarda bir fikrin daha da gelişmesi ve olgunlaşmasına yardımcı olmak varken, tam tersine dünya devrimci hareketini olumsuz anlamda etkiledi. Bu etkinin hâlâ kalıcı izler bıraktığına inandığım için bu konuyu tekrar gündeme taşıyarak, olayın tüm detaylarını verileriyle ele alarak objektif olmaya çalışacağız.
K.Marks, -ironiktir- söylenenin tam tersinin kastedildiği ifadesiyle, Rus Marksistlerin Rus köylü sınıfını ve obşçinayı küçük gören görüşlere katılmıyordu. Marks, Rusya'daki taraftarların Narodonik nefretini de paylaşmıyordu. Avrupa'daki kapitalizmin gelişmesi hakkındaki tahminlerinin mekanik olarak Rusya'ya uygulanabileceğine kesinlikle inanmıyordu.
Marks ölmeden iki yıl önce 1881 yılında Vera Zasuliç'e yazdığı bir mektupta, kapitalizm tam olarak ortaya çıkması için son derece gerekli olan' tarımsal üretimin' kamulaştırılmasının 'radikal bir şekilde' sadece İngiltere'de, bir ölçüde batı ülkelerinde gerçekleştiğini söyler. Mektubun devamında; "Dolayısıyla bu sürecin 'tarihsel kaçınılmazlığı' kesinlikle Batı Avrupa ülkeleriyle sınırlıdır. […] Bu yüzden Kapital’de sunulan çözümleme kırsal komünün -obişçinanın- sürüp süremeyeceği konusunda nedenler göstermez, ama bununla ilgili yaptığım özel çalışma ve özgün kaynaklardan elde ettiğim veriler, bu komünün Rusya'da toplumsal canlanmanın dayanağı olduğuna beni ikna etmiştir, fakat böylesi bir işlev görebilmesi için en başta her taraftan ona hücum eden zararlı etkilerin ortadan kaldırılması gerekir, ancak o zaman onun için gerekli olan içsel gelişmenin normal şartları sağlanmış olur."[3]
Marks'ın daha ayrıntılı açıkladığı bu görüşe göre, toprağın ortak mülkiyetine dayanan yeni toplum özünü oluşturabilir ve obşçina başlangıç noktası olabilir diyor. Bu fikri kabul etmeyen Plehanov ve Kautsky, ısrarla "tarihsel kaçınılmazlığı" İngiltere ve gelişmiş Avrupa ülkeleri için söylenmesine rağmen katı ekonomik şemada ısrar etmiş, hatta bu ısrarlarını tamı tamına 43 yıl sürdürmüşlerdir, tam 43 yıl Marks’ın fikirlerine sansür uygulamışlardır. Rus devriminde bu katı bakışın zararı oldukça net olarak ortaya çıkacak mıydı? Bu soruyu kısaca ele almaya ve tartışmaya devam edelim.
Rus Marksistleri bu şematik aşamacı ve kalkınmacı anlayıştan oldukça etkilendi ve buna göre şekillendiler. Köylülüğe bu önyargılı katı bakış hem var olan obşçinaköy komün potansiyelini doğru ve kendine özgü değerlendirmeyi engelledi hem de işçi sınıfının en yakın temel müttefiklerinden biri olan köylülüğü ve Narodnikleri yok saydı.
Tek bir ülkede yeni bir toplum deneyi daha baştan kendi içinde zaaflarıyla yol almak durumunda bırakıldı? 3 Mart 1918[*] tarihinde Almanlarla Brest-Litovsk Antlaşması imzalandı, buna karşı olan Sol Sosyalist Devrimciler-SR Bolşeviklerle ittifaktan çekildi. Akla devrimin temel gücü köylülüğü temsil eden sol sosyalist devrimcilerin böyle kolayca kaybedilmesi devrim güçlerini zayıflatmış ve yeni toplumun inşa süreçlerinde sosyalist topluma dayanak olan köylülük tam tersi 'küçük burjuva' ve 'yok edilmesi gereken düşman' görülerek çok ciddi bir yanılsama ve hata yapılmıştı.
Zaten bir zaman sonra bu bakış Stalin'in hızlı kollektivizasyon politikasıyla hayata geçirildi ve köylülük bir şekilde ezilerek sanayi toplumu kuruldu.
Tevfik Özkorkmaz
16.10.2016
Dipnotlar
[*] 3 Mart 1918 tarihinde Rusya ile Almanı İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan Krallığı arasında imzalanmıştı. İttifak Devletleri yenilmesi üzerine geçersiz kalmış bir barış antlaşmasıdır.
[1] Devrimci Halk Hareketleri Tarihi / 1905-1917'ye Rus Devrimleri, s. 57, Murray Bookchin. Dipnot Yay.
[2] A.g.e., s. 60.
[3] A.g.e., s. 61.