18 Temmuz 2016 Pazartesi

Darbe, Devrim, Perspektif

Darbe, dünya ölçeğinde etkisini günden güne kaybeden mali-finans sermaye fraksiyonunun Türkiye'deki ayağının bir girişimidir. Bu fraksiyon, Türkiye'den evvel son sarsıntıyı bizzat anayurdu İngiltere'nin AB'den çıkmasıyla yaşadı. Küresel sermaye ya da "ulus-üstü" sermaye olarak tanımlayabileceğimiz mali-finans sermayesi yeniden yapılanan, güçlenen ulus devletlerin duvarına toslamaktadır. Ulus devletler; yerel/ulusal sermaye toprak bağımlı sermaye fraksiyonuyla tanımlıdır. Dünyanın ulus devletleri son 20 yıldır küresel sermayeyi etkisizleştirmeye, en ilkel formuna geri döndürmeye çalışmaktadır. Ve geldiğimiz noktada da bu yolda büyük aşama kaydetmektedirler. İki fraksiyon arasında yürüyen kavga yüzyıllar öncesine dayanmakta, belli tarihsel momentlerde de aralarında büyük hesaplaşmalar yaşanmaktadır.
***
Mali-finans sermayesinin kökeni Asur Ticaret Kolonileri Cağı’ndan Fenikelilere, oradan İtalyan site devletleri olarak tarif edilen Venediklilere, Cenevizlilere kadar uzanmaktadır. Tarihsel veriler, mali sermayenin, varlığını güvende hissettiği yerlerde yoğunlaştığını ve buralarda faaliyet içinde olduğunu göstermektedir. Ticari-mali sermaye sınıfının faaliyet yürüttüğü yerlerde hukuksal ve fiziksel güvenlik ihtiyacını devlet karşılamakta, devletin parasal ihtiyaçlarını da mali sermaye sınıfı sağlamaktadır. Devlet ve mali sermaye sınıfı arasında oluşan bu münasebet zamanla organik bir ilişkiye dönüşmüştür. Mali sermaye başlangıçta yalnızca ticaretle tanımlı bir sınıftır. Bu sınıfın işbirliği yaptığı kesimler ise toprak ve ülke bağımlı yerel güç oluşumlardır ve çoğunlukla ticaret yapmazlar. Kapitalizmin gelişme kaydettiği momentlerde bu iki sermaye fraksiyonu arasında büyük sürtüşme ve çatışmalar yaşanmıştır. Mali-finans sermayesi ile tanımlı ticaret burjuvazisi kapitalizm öncesi dönemler dâhil yerel kurumsal iktidarların ve güç odaklarının tahakkümünü sınırlamaya yönelik bir pratik sergilemiş, böylece özgür ticaret merkezlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Ticaret sermayesinin ana sloganı "tüketim için üretim", ulusal sermayelerin sloganı ise "üretim için üretimdir". İlki kapitalizm öncesi ticaret burjuvazisinin karakteri iken ikincisi üretim sermayesinin temel özelliğidir. Bu iki anlayış arasında yüzeyde asla görülmeyen, ancak dipte, derinde cereyan eden bir mücadele yaşanmaktadır. Bu mücadele, belli tarihsel momentlerde büyük boğazlaşmalara ve dünya savaşlarına yol açmıştır.
***
Kapitalizm, genellikle yekvücut bir yapı olarak algılanmakta, temel işleyişinin, mekanizmalarının ve hükmetme biçiminin mutlak bir iç tutarlılığa sahip olduğu sanılmaktadır. Oysa kompleks bir yapı olarak kapitalist sistem zaman zaman birbiriyle entegre olabilen, zaman zaman da amansızca çatışan/çelişen eğilimlere ve fraksiyonlara sahiptir. Bu yanıyla kapitalist sistemin yekvücut, masif bir yapı olduğu algısı oldukça hatalıdır. Bu yöndeki bir önkabul yapının işleyiş mantığını ve mekaniğini anlamayı zorlaştırmakta, yapı ile ilgili net ve berrak bir resim ortaya koymayı ise imkânsız kılmaktadır. Bununla birlikte eksiltili bütün analizler ve tanımlamalar ona karşı mücadele ederken handikaplı bir pratiği koşullamaktadır.
***
Sermaye’nin farklı fraksiyonlarını kapitalizm başlığı altında bütünleyip ve sonuçta ortaya mutlak uyumlu tek bir düşman çıkarmak gayet kolaycı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım Marksistlerin en büyük tarihsel yanlışıdır. Bu yanlışın tarihte neredeyse tek istisnası Lenin'dir. Marks ve Lenin arasında görülen belirgin farklardan biri kapitalistlerarası rekabet yahut sermaye blokları/fraksiyonları arasında gerçeklesen mücadeleye dair yaklaşımlarıdır. Marks ve Engels sermaye blokları arasında derinde seyreden gerilimin ve örtük mücadelenin farkındadır, ancak pratik politikada bu alanlara girmeyi önermez, bir anlamda seyircidirler. Oysa Lenin sermaye bloklarının bütün gerilimlerini, salınımlarını, oluşan fay hatlarını dikkatle izlemiş ve buralara yönelik devrimci politikalar üretmiştir. Bloklar arasında oluşan çatlaklara kama sokarak devrimi olanaklı kılmaya çalışmış ve nihayetinde başarılı da olmuştur. Özünde Marks'a yöneltilen determinizm eleştirisinin kaynağı da bu temele dayanmaktadır.
***
Adına "emperyalistlerarası paylaşım savaşları" dediğimiz olgu sermaye fraksiyonları arasındaki hesaplaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Her iki hesaplaşmanın da temelde iki faili vardır, mali-finans sermayesinin Venedik'ten kovulduktan sonra kendisine yurt olarak seçtiği İngiltere ile ulus devlet'in yeryüzünde en güçlü olduğu ülke Almanya. Sovyetler Birliği bu iki fraksiyon arasında yaşanan kavganın ortasında doğmuştur. Lenin, tarihte Marks'tan bile daha keskin bir politik teorik-politik hamle ile sermaye fraksiyonları arasında yaşanan savaştan sosyalizmin inşasına zemin oluşturabilmiştir. Lenin'in düşman tarafından "Alman ajanı" olarak nitelenmesi mali-finans sermaye bloğunun temsilcisi İngiltere'yi sosyalizmin inşası için daha büyük düşman görmesi ve Almanya'ya dönemsel belli taktik-strateji gereği olumlu yaklaşmasıdır. Leninizm esasında her iki sermaye fraksiyonuna da amansızca düşmandır. Lenin, "sermaye ve üretimin uluslararası dikey örgütlenmesinde ultra-emperyalist bir dünya birliği kuramadan yani tek bir dünya tröstü oluşmadan (süper tekeller, emperyalizm, bir dünya birliğinde birleşmeden) önce yok olur, kapitalizm karşıtına dönüşür" demektedir. Lenin, bu ifadede özünde "küreselleşme" denilen mefhumun tek bir dünya devleti kurma projeksiyonun sınırını belirtmektedir ve bu sınırın da ancak yok edilerek aşılabileceğini söylemektedir.
***
Mali-finans sermayesi yapısal olarak ekonomik büyümeye bağımlıdır. Ekonomik büyümenin olmazsa olmazı ve tetikleyicisi/ lokomotifi durumundaki enerji kaynaklarını "azgelişmiş" ülkelere açmaya çalışmaktadır. Bu nedenle Çin, Hindistan gibi ülkeler mali-finans sermayesi tarafından sıcak para akışı pompalanarak büyütülmektedir. Ulus devletler ve toprak bağımlı sermayelerin bir ülkesi/vatanı vardır, bu yüzden kontrolsüz ekonomik büyümeyi dizginlemeye çalışmakta, dünyanın sınırlı kaynaklarını özellikle petrol, doğal gaz gibi enerji kaynaklarının az gelişmiş ülkelere naklini sınırlamak istemektedir. Afganistan, Irak işgalleri bir anlamda ekonomik büyümesi dizginlenemeyen Çin'in enerji kaynaklarına erişiminin engellenmesini, bir anlamda Çin'in kuşatılmasının bir aşamasını ifade etmektedir. Türkiye ise tarihsel olarak bir denge ülkesi durumundadır. Türkiye'nin jeopolitiği yüzlerce yıldır Küresel Sermaye ile Ulus Devletler arasında yürüyen kavganın en önemli savaş alanıdır. Osmanlı'nın yıkılışı, Türkiye'nin kuruluşu, darbeler ve benzeri süreçler bu kavganın toprağa kazınmış adıdır. Bu bağlamıyla 15 Temmuz esasında halihazırda yapılmış bir darbenin karşı darbe girişimi, mali-finans sermayesinin son çırpınışıdır. Yaşanan hadiseler bakıldığında devlet darbeyi önceden bilmekte, hazırlık yapmakta hatta darbecileri hamle yapması için teşvik etmektedir. Devlet en nihayetinde hadiseyi bir "keriz silkeleme" operasyonuna çevirmeyi başarmıştır. Dolayısıyla algılandığı şekliyle darbeyi yapmaya çalışan, destekleyen NATO/Pentagon değil, NATO'cu komuta kademesi vasıtasıyla bizzat engelleyen NATO ve Pentagon'dur. Ancak darbenin daha başlangıcında engellenmesi yapının diğer bileşenlerinin geri çekilmesine neden olmuş, ittifakı oluşturan diğer unsurların görülmesini engellemiştir. Bu harekatta başından sonuna devlet her şeyin farkında ve her şeye hazırlıklıdır. Yani genel sol'un anladığı biçimde olup biten her şey ne bir tiyatrodur ne de kurgudur. Yalnızca devletin öngördüğü ve başladıktan sonra gayet "başarılı" yönettiği bir girişimdir.
***
Gezi direnişi adı verilen hadiseye bu boyuttan bakma ihtiyacı bulunmaktadır. Gezi sürecinde yaşanan anomalilere, irrasyonel bazı olaylara bu perspektiften bakmak zaruridir. Bu yazının kapsamında detaylarına girmek mümkün değil ancak Gezi'yi ikiye ayırmak gerekiyor. Bunlardan birinin adı "Gezi Direnişi" diğeri "Haziran Direnişi"dir. Gezi hadisesinin bir bölümünde mali-finans sermayesinin önemli bir dahlinin bulunduğu görülmelidir. Zira yıllardır sol, küresel sermayenin bir aparatı olarak iş görmektedir. Solun her türden özgürlük, çok renklilik, çok seslilik, çok cinslilik, bireycilik vb. değerleri küresel sermayenin değerleriyle uyumludur. Kapalı pazarların açılması, paranın ve malların “özgürce” dolaşımı ve batı tipi “tüketim” alışkanlığının yerleşmesi için “katı” dini-milli toplumsal değerler liberal sol değerler enjekte edilerek seyreltilmektedir. Bu yanıyla solun büyük kısmı amelde Fethullahçı ve Sorosçudur.
***
Demokrasi mekaniği bütün kapitalist ülkelerde sermaye ve sermaye fraksiyonlarını gizlemek için işletilmektedir. Bu yolla çıplak sömürü düzeni perdelenir. Belli momentlerde, bu perdeleme faaliyetine ihtiyaç kalmadığı durumlarda ise askıya alınabilirdir. Yani adi demokrasi ve hangi türevi olursa olsun kolaylıkla faşizme ve iç savaşa dönüşebilir bir sahnenin adıdır. Örneğin kapitalizmin amiral gemileri olan Amerika ve Almanya’da demokrasi semboliktir. Yakın geçmişte küresel sermayenin anayurdu olarak adlandırabileceğimiz İngiltere’de kraliçe değil demokrasi semboliktir ya da daha doğru bir ifadeyle göstermeliktir. En nihayetinde bütün olup bitenler çok köklü bir derin devlet pratiği tarafından belirlenmektedir. Türkiye'de ise böyle bir derin devlet geleneği yoktur. Derin devlet yapılanmaları olarak görülenler ise batılı derin devlet mekanizmalarının birer aparatından ibarettir.
***
Somut durumda ise sol ya mikro alanlara kapanmakta ya da yüksek siyaset kompartımanında yol almaktadır. Bu bağlamda sol genel planda, mikro alanlarda mali-finans sermayesinin, yüksek siyaset kompartımanında ise ulus devlet mekanizmasının bir aparatı olarak iş görmektedir. İlkinde demokrasiye bağlanarak evrensellik, özgürlük, feminizm, çok renklilik, bireycilik vb. ideolojiler, ikincisin de ise devletçiliğe bağlanılarak ulusalcılık, faşizm vb. ideolojiler seslendirilmektedir. Her iki yönelimde de sol, attığı bütün adımlarda, sergilediği bütün pratiklerde sermaye fraksiyonlarından birinin adına nefes almakta, onlardan birinin canına can katmaktadır. Günümüzde yaşanan bütün gelişmelerde, alt-üst oluşlarda en büyük eksik Lenin'in perspektifine sahip devrimci politikadır. Zira Marksizm'i içinde bulunduğu cendereden çıkaracak olan bizzat Leninizm pratiğidir. Bu durum 1917 gerçeğinde böyle olmuş, küçük burjuvalaşan Marksizm, Lenin'in yürüttüğü teorik-politik hamlelerle devrimcileştirilmiş ve devamında Ekim Devrimi ortaya çıkarılmıştır.
İrfan Özgül

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder