11 Temmuz 2015 Cumartesi

Bağzı Tartışmalar Üzerine…

Değerlendirme ve tespitlerimize başlamadan önce “zorunlu” bir açıklama yapma ihtiyacı duyduk. Mayıs ayında İştirakî dergisinin blog sayfasında yayınlanan Eskiyen Ne Varsa Atalım başlıklı araştırma-değerlendirme yazımızdan sonra mail adresimize olumlu yönde eleştiriler ve katkılar geldiği gibi, olumsuzlayan eleştiriler de aldık. Bu eleştirilerin her biri bizim açımızdan oldukça değerlidir. Değerlendirmelere dönük yazımız içerisinde de belirttiğimiz üzere, eleştirilere açık olduğumuzu, değişeme dair yanlış değerlendirmelerimiz olabileceğini de peşinen kabul ettik. Bunları karşılıklı eleştiri-özeleştiri tartışmalarıyla sonuçlandırabiliriz.
Fakat bağzı mailler var ki değinmeden yapamayacağız. Bu bağzı maillerin genel olarak ortak vurgusu Kaypakkaya’yı inkâr ettiğimize dönük bilindik, sıradan öfkelenmelerdir. Ne kadar anlatsak da böylesi temelsiz, duygusal tepki ve eleştirilerle karşılaşacağımızı biliyorduk. Açıkçası bunları gayet normal karşılıyoruz.
Bizler Eskiyen Ne Varsa Atalım başlıklı yazımızda Kaypakkaya yoldaşı inkâr etmedik, böyle bir yönelimimiz de olmadı. Sadece Kaypakkaya yoldaşın kendi dönemine ait sosyo-ekonomik yapı tespitinin günümüz açısından güncelliğini yitirdiğini ve buna bağlı olarak devrimin yolu, esas alan, kızıl siyasi iktidarlar meselelerine dair düşüncelerimizi yaptığımız bir çalışmayla yazıya döktük.
Ne bahsini ettiğimiz araştırma/değerlendirme yazısında ne de Haziran ayında Kaypakkaya Partizan ve İştirakî dergisinin internet sitelerinde yayınlanan “7 Haziran Seçimleri ve Devrimci-Demokratik Hareket başlıklı değerlendirme yazılarında Kaypakkaya’yı inkâr etmediğimiz açıktır. Amacımızın Kaypakkaya geleneğine eleştirilerle birlikte katkıda bulunmak olduğu görülmelidir.
Eğer çok merak ediliyorsa; Kaypakkaya yoldaşın Kemalizm, Devlet, Parti, Ulusal Sorun vb. konularda güncelliğini koruduğunu belirtmek isteriz. Bu konulara dair esas korunarak çeşitli katkılar yapılabileceğini de düşünüyoruz.
Velhasıl merak edenler ve tekrar okumak isteyenler 18 Mayıs vesilesiyle yazılan yazıyı, istiraki.blogspot.com.tr linkinden, 7 Haziran genel seçimleri sonrası yayınlanan makaleyi www.kaypakkayahaber.comya da istiraki.blogspot.com.tr linklerinden okuyabilirler.
Bu uzun ve “zorunlu” açıklamayı yaptıktan sonra bu ayki yazımıza geçebiliriz. Yazımızda; egemen kliklerin kendi aralarındaki çatışmaları, buna bağlı olarak devlet meselesi, güncel politika olarak meclis başkanlığı seçimleri ve koalisyon tartışmalarını değerlendireceğiz. Bununla birlikte Türkiye Solu’nun, Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımı ve bu mesele üzerinde birlerine yönelttikleri eleştirilerine değineceğiz.
Yanılsama ve Yine Yanılsama
Ülkemizde hâkim sınıf klikleri arasındaki dalaş TC devletinin kurulduğu günden beri sürekli olarak sürmektedir. Bazı dönemlerde şiddetli çatışmalar, bazı dönemlerde ise geçici “uzlaşmalarla” sürüp gelmektedir. Bu kapışma hali ise gerici-faşist devlet yıkıldığında son bulacaktır. Bu, bir devrim sorunudur ve proletarya önderliğinde gelişen bir devrim sonrası hâkim sınıflar arasındaki çelişme kendiliğinden sona erecektir.
Maalesef ki bir devrim ve proletarya önderliğinde bir iktidar olmadığı için bu klikler arasındaki mücadele de sürmektedir.
7 Haziran seçimlerinde yaralanan AKP, yeni oluşan aritmetik tablo içerisinde koalisyon tartışmalarının belirleyici unsuru olmaya devam etmektedir. AKP ciddi bir darbe alarak tek başına hükümet olma şansını kaybetmiş fakat birinci parti olmayı başarmıştır. Meclis başkanlığı seçimlerini ise MHP’nin HDP’ye olan tavrından dolayı kazanmıştır. MHP’nin kendisi açısından tutarlı olan HDP ile birlikte gözükmeme tavrı meclis başkanlığı seçimlerinde olduğu gibi koalisyon oluşturma sürecinde de AKP’nin işine yaradığı, yarayacağı açıktır. Seçim sonrası süreci, darbelenmiş AKP’nin 7 Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan belirsizlikte inisiyatifi ele geçirdiğini belirterek özetleyebiliriz.
MHP’nin kendi içerisindeki bu tutarlı yaklaşımı, kendini AKP karşıtlığıyla sınırlandıranları hayal kırıklığına uğratmıştır. AKP karşıtlığıyla gözleri karararak, devlet gerçeğini göremeyenlerin böylesi hayal kırıklıklarına uğraması ise oldukça normal ve bir o kadar da trajiktir.
Düzen partilerinin varlığı açısından devletin devamlılığı esastır. Bu, oldukça yalın bir gerçektir. Yanılsamanın ilk etabını devlet ve düzen partilerinin amaç ve işlevlerini unutanlar oluşturmaktadır.
“Yanılsama içerisinde yanılsama” dediğimiz ikinci etap elemanları ise; başta HDP ve ona yedeklenenler ile diğer reformist sol oluşturmaktadır. HDP, AKP karşıtlığı üzerinden çok şeyler bekleyen kendileri değilmiş gibi davranmaktadır. Kitlelere dönük “zaten MHP’den ne bekliyordunuz” anlamına çıkan bir tavır içerisine girmiş olmaları MHP’den bekledikleri umudu kaybetmiş olmalarıyla alakalıdır. CHP-MHP hükümetine destek vereceklerini, devleti hükümetsiz bırakmayacaklarını, istikrardan yana olduklarını kendileri söylememiş gibi, yeni bir hamle yapma girişimleri baştan sona tutarsızlıktır. CHP-MHP koalisyonunu destek tavrına gireceksin, bu olmayınca “AKP-MHP koalisyonu savaş hükümeti olur” diyerek karşı çıkıp AKP-CHP koalisyonuna göz kırpacaksın. Tüm bunları ilkesel siyaset adına dile getirecek kadar da ilkesiz davranacaksın. Kendini AKP karşıtlığıyla sınırlandırmak, diğer düzen partilerine göz kırpmak, pazarlıklar içerisinde, meclis koridorlarında boğulmanın önüne açmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bakın Kaypakkaya yoldaş meseleye dair yaklaşımını nasıl açıklıyor:
“Bir komünist hareket için elbette iki gerici klikten birini tercih etmek söz konusu olamaz. Komünist hareket, ikisini de düşman olarak görür; ikisini de devirmek için mücadele eder; ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için, bunların birbirine göre durumunu iyi tespit eder, en gerici olanı tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendi arasındaki düşmanlık çizgisini sıkı sıkıya muhafaza etmekten de geri kalmaz. Bilir ki, hâkim sınıflar arasındaki bu boğuşma her an halka karşı bir birleşmeye dönüşebileceği gibi, bugün en gerici olan kliğin yerini, yarın diğeri de alabilir. Bu, gericiler arasında durmadan değişen güç dengesine, iktidara hangi kliğin hâkim olduğuna, iktisadi ve siyasi buhranın mevcut olup olmamasına ve benzeri şartlara bağlıdır.” [İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar]
Elbette ki HDP’den Kaypakkaya tavrı beklemiyoruz. Bu alıntıyı HDP’nin yedeği durumuna düşen Kaypakkayacı hareketlere söylüyoruz.
İki Eleştiri: Yedeklenmek ve Sosyal Şovenizm
Sırrı Süreyya Önder’in sosyal medyada paylaşım rekorları kıran TBMM’de yaptığı bir konuşmasını hatırlatmak istiyoruz. HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder TBMM’de yapılan bir görüşmede söz hakkı alarak iktidar ve muhalefetin birbirleri hakkında söylediklerine “ikinizde haklısınız, biz ikinizin de söylediklerine grup olarak katılıyoruz” demişti. Türkiye Solu’nun Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımları üzerinden birbirlerine yönelttikleri eleştiriler değerlendirildiğinde, her iki kesimin birbirlerine yönelik eleştirilerine “ikiniz de haklısınız” diyebiliriz.
Kimdir bu iki kesim: Birincisi; bazı nüanslar taşıyarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin yörüngesindeki, “hep destek, tam destek” diyerek yedeklenen hareketlerdir. İkincisi ise Kürt Özgürlük Hareketi’ne mesafe koymak için türlü bahaneler arayan, Kemalizm’in etkisindeki, sosyal şoven hareketlerdir.
Her iki kesimin de Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımı sakattır. Burada bir tercih yapma zorunluluğumuz ve niyetimiz yoktur.
AKP, ezilen Kürt ulusunun başkaldırısına karşı aldatma ve tasfiye amaçlı bir süreç başlatmış ve hükümet olma durumunu günümüze kadar bu dengeyi sağlayarak sürdürmüştür. Uzun yıllardır çeşitli adlarla sürdürdüğü bu aldatma amaçlı siyaset sayesinde 7 Haziran seçimlerine kadar güçlenerek ilerlemiş ve nihayetinde aldatma, oyalama siyasetine karşı Kürt halkı AKP’yi Kuzey Kürdistan’da sandığa gömerek tepkisini göstermiştir. Her ne kadar AKP eliyle sürdürülen “süreç” onun iktidarda kalmasını sağlamış olsa da sürecin bir tarafı olan Kürt Özgürlük Hareketi’ni de güçlendirmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi bu süreçten güçlenerek çıkmıştır. Türkiye Devrimci Hareketi’nin belirli kesimlerince dile getirilen “teslimiyet” yaşanmamıştır. Zaten böyle bir tespitte bulunmak Kürt Özgürlük Hareketi’ni tanımamaktan ileri gelmektedir. Onun ulusal çıkarları ekseninde sürdürdüğü uzlaşmacı çizgisini teslimiyet olarak okumuştur. Bu, gözünün önünde cereyan eden ulusal bir hareketi anlamamaktan ileri gelmektedir.
Ezilen ulusun haklı, meşru ve demokratik ne kadar talebi varsa sonuna kadar desteklenmesi komünistlerin tavrı olmalıdır. Günümüz gerçeği içerisinde bu hareketle arasına mesafe koymak politik arenada ezilen ulusun uğradığı milli zulme seyirci kalmaktır.
Bu, onun her dediğinin alkışlanması, “hep destek, tam destek” anlamına gelmez. Ortak düşmana karşı bağımsız siyaset yapma hakkını koruyarak, eleştirilerimizle birlikte, mücadelenin çeşitli alanlarında birarada olmayı başarmalıyız. Özgür Gelecek ve Halkın Günlüğü haber sitelerinde çıkan meclis başkanlığı ve koalisyon meselelerine dair yapılan değerlendirmeler kendini düzen partileriyle sınırlandırmıştır. HDP’nin tüm bu süreçteki tavrını görmezden gelmeleri, yurtsever hareketin hassasiyetlerinden dolayı eylemsizlik kararı almanın, yedeklenmekten başka bir adı yoktur.
Ne yedeklenmek, ne de anlamsız mesafeler koymak doğru bir yaklaşımdır. Türkiye solu kendi yapamadığını ve başaramadığı ne kadar şey varsa hep ulusal hareketin yapmasını beklemiş, bu olmayınca da ya ona yedeklenmiş ya da arasına anlamsız mesafeler koymuştur.
Umut Munzur

10 Temmuz 2015 Cuma

Nasrallah'ın Dünya Kudüs Günü Konuşması

Bismillahirrahmanirrahim
Hamd Allah'a mahsustur; Resulüne, Resulün âline ve seçkin ashabına salat ve selam olsun.
Kız ve erkek kardeşlerin hepinize Allahın selamı olsun; hepinizi bu güzel meclisten dolayı kutluyor, oruç ve ibadetlerinizin bu faziletli günlerde kabul edilmesini niyaz ediyorum.
İmam Humeynî'nin ihdas ettiği Kudüs gününü Ramazan ayının son Cuma gününde kutluyoruz; o ümmetin vicdan, cihat, kültür ve düşüncesinde bu konunun kalıcı olmasını istemekteydi. Onun bu kararının ne kadar isabetli olduğunu son zamanlarda yaşadıklarımız göstermektedir.
Siyonist vahşi İsrail'in Gazze’ye yaptıklarından bir yılın geçtiği bu günlerde, Allah'a hamdolsun, İran olsun Moritanya, Suriye, ırak, Filistin, Türkiye gibi Arap ve İslam ülkelerinde bugün İmam’ın davetine icabet edildiğini görmekteyiz. Bu, gerçekten çok önemlidir. Bu göstermektedir ki Kudüs hatırlanmakta ve Müslümanlar meydanlara çıkıp sesini Kudüs meselesi için yükseltmektedir.
Yemen ve Bahreyn kendi mazlumiyetlerine rağmen Kudüs'ü unutmadılar
İki ülkeye özellikle değinmek istemekteyim. Bugün Yemenliler Sana'ya çıkıp Suudi Amerika'nın yaptıklarına rağmen sokaklara döküldüler. On binlerce kişi düşmanın tüm tehdit ve gücüne rağmen Filistin ve Kudüs'ü unutmadılar. Yemenliler, İslam âlemini ve Arapların onları kendi hâllerine bıraktığını gördü. Bununla birlikte bu üzücü durum Yemen halkının "Kudüs, Gazze ve Filistin ile ilgim yoktur" demesine neden olmadı. Onların bu iradesi, ihlâsı takdire şayandır.
İkinci ülke ise Bahreyn'dir. İslam ve Arap âleminin bu konudaki duruşu da görmezlikten gelme şeklinde gerçekleşti. Bahreyn halkının yaptıkları sıradan gösterilerden addedilmeye çalışıldı. Bahreyn halkı bugünü (Kudüs gününü) her beldesinde kutladı ve tıpkı Yemen halkı gibi dinî ve siyasî duruşunu ortaya koydu. Bahreyn yönetiminin, IŞİD'in tehditlerine rağmen sokaklara döküldüler.
Bugünün önemine binaen düşmanımız İsrail hakkında konuşmak ve sonrasında bölgenin ve Lübnan'ın durumuna değinmeye çalışacağım.
İsrail'in stratejik pozisyonu dört yıl öncesine nazaran değişti; artık İslam âleminden korku duymuyor
Gasıp İsrail bugün nerededir? Geçen Haziran ayında İsrail'de bir zirve düzenlendi; burada İsrailli siyasilerden, askerlerden ve diğer dallarda uzman kişilerden insanlar toplanıp bölge hakkındaki bilgilerini paylaştı. Burada İsrail'in stratejik pozisyonunun dört yıl öncesine nazaran değiştiği söylenmelidir. Esefle söylenmelidir ki Siyonist bilirkişiler 1.5-2milyara yakın Müslüman âleminden bir tehdit ve korku duymamaktadır. Bu 1.5-2 milyar Müslüman’ın ne silahları ne de siyasi duruşu İsrail tarafından tehdit olarak görülmemektedir.
İsrail Suriye ve Yemen meselelerinden memnun
Suriye konusunda İsrail önderleri bu husustaki hoşnutluklarını açıkça dile getirmektedirler. Bundan anlaşılan, burada İsrail ve ABD'ye Filistin konusunda boyun eğmeyen bir ülkenin zor duruma düşmüş olduğudur. İsrail, Cuvlan'ın kendi topraklarına ilhak edilmesine ilişkin diplomatik süreç yürütmektedir.
Yemen hususunda da aynı durum vardır. İsrail, Suudlar ile stratejik işbirliği yapmaktadır. Çünkü onların gözünde Yemen özgür olursa, halkı kesinlikle direnişin ekseninin bir cephesi olup İsrail'e tehdit olacaktır. Bu nedenle İsrail bu konuda da memnundur. Kızıl Deniz'den vb. hususlardan kendi siyasî ve askerî emellerini gerçekleştirebilmesi için Yemen halkının bölük pörçük edilmesi gerekmektedir.
İsrail bölgedeki savaşı daha geniş bir alana yaymak istiyor
İsrail bölgede yayılmış olan savaştan memnun olup bu harplerin daha geniş bir alana yayılması için istihbaratını kullanmaktadır. Maalesef Cezayir'de de benzer bir durumla, kavmî olduğu söylenen çatışmaların başladığı bazı çevrelerin haber ajansları tarafından yayılmaya başlandı bile. Sorunun Cezayir'deki Maliki ve Berberîler arasındaki anlaşmazlıklar şeklinde lanse edildiğini gördüm. Bu konuda henüz detaylı bir bilgiye sahip değilim ama yapılmak istenen ortadadır.
İsrail terörist bir devlettir, münafıktır
İsrail'de gerçekleştirilen bu zirvede ortaya çıkan sonuçların hiçbirinde Arap bir devletin bölgedeki terörizmi desteklediğine dair olmadı; bu, dile getirilmedi. Öne sürülen iddialar arasında Mısır-Sina'da Hamas ile irtibatı kesmeye çalıştığını; Suriye'de ise Durzîleri savunduğunu iddia etmektedir. Oysa bu iddiaların hepsi yalandır. Kendisi terörist bir devlettir, münafıktır. Bu devletin kendi tabiatı terör iken nasıl oluyor da başkalarını terörle suçlayabilmektedir?
İsrail'e göre tehdit ve tehlike İran İslam Cumhuriyeti ile birlikte direniş hareketidir
Bir yıl önce Gazze'ye gerçekleştirdiği insanlık dışı askerî saldırısında, birçok kadın ve çocuğu öldürmedi mi? Buna rağmen mi terör karşısında durduğunu söylüyor? Maalesef bazıları "benim İsrail ile ne işim var; ben teröre karşıyım" demektedir. Oysa İsrail bu terörü destekleyen mercidir. Bu düşmanımıza, İsrail'e göre tehdit kimdir o halde? Sadece tek bir düşmanı vardır; İran İslam Cumhuriyeti. Tüm İsrail aklı İslam Cumhuriyeti'nin çeşitli sahalarına yönlendirilmiş bulunmaktadır. İsrail bunlar üzerine, İran dâhilî ve haricî siyaseti ve durumu üzerine kafa yormaktadır. Bunun yanında direniş hareketi de onun için tehlike olarak görülmektedir.
Evet, direniş onun için stratejik bir tehdit olsa da mevcudiyeti itibariyle tehlike değildir henüz. Varlığı itibariyle tehdit olan tek devlet İran olduğundan ABD ve İsrail'in tüm oyunları İran üzerine oynanmaktadır.[1]
Neden milyar dolarlık silah alan Arap ülkeleri değil de İslamî İran İsrail için tehdit oluşturuyor?
Bir kişi, başını iki eli arasına alıp bunu biraz düşünmelidir; 1,5 milyar Müslüman’ın İsrail'e tehdit olmadığını, sadece İran'ın bu şekilde Siyonistler tarafından tehdit kabul edildiğini görmemiz gerekmektedir. Neden Arap ülkeleri milyar dolarlar karşılığında silah almalarına rağmen İsrail'e tehdit teşkil etmiyorlar? Çünkü İsrail, Arap dünyasının Kudüs ve Filistin'i sattığını bilmektedir. Gazze'de ne oldu, insanlara neler yapıldı? Irak ve Suriye'deki savaşa harcanan paranın toplamı, Gazze savaşına harcandı. Onlar Sünni Müslümanlar değil mi? Neden yardım edilmedi? Çünkü Kudüs ve Filistin'i satılacağına dair Üst Arap Aklı karar almıştır.
Terör hareketleri bölgemizdeki direnişi kırmak için ortaya çıkarılmış durumdadır. Soruyoruz, mücadele bayrağını kaldırıp direnen kimdir? İsrail'in varlığını tanıma karşılığında İran'a uranyum zenginleştirme hususunda her türlü kolaylık sağlansa bile, İmam Hamaney böyle bir uzlaşıyı ve kararı asla kabul etmeyecektir. Bu, dinlerinden taviz vermek anlamına gelir. Çünkü İran, direniş cephesini maddî-manevî her sahada desteklemektedir. Bu, birçok insanın takınamadığı bir tavır ve duruştur.
İran'a düşman olmak Filistin davasını boş vermektir
Dolayısıyla İran, gerek İsrail için ve gerek ABD'nin bölgedeki varlığı ve siyasî-ticarî gücü için tehdit konumundadır. Bu Kudüs gününde Hıristiyan, Arap ve Filistin meselesine değer veren herekse seslenmeme izin verin; bu davaya sahiplenmek ancak İran'ın yanında yer almakla mümkündür, İran'a düşman olmak ise, Filistin davasını boş vermektir. İsrail'de bilir, İran için bunun dışında bir söz söyleyecek kimse yoktur.
İran'ın Şiiliği domine ettiği iddiası 'Resmi Arab Aklının' yalan ve uydurmasıdır
İran'ın bölgede Fars, Safavî ve Şiîliği domine ettiğine dair iddialar tamamıyla yalandır. Tüm bunlar Filistin ve Kudüs'ü düşmana vermek isteyen Resmî Arab Aklının yalan ve uydurmalarıdır.
Suriye direniyor ve direnecektir, onu ele geçirmek isteyenler bunu asla başaramayacaklar
Kudüs yolundaki Suriye için ise siyasî bir çözüm gerekmektedir. Karşıt görüşte olan Suriyeliler bile siyasî çözüm istemektedirler. İdlip düştükten sonra “Suriye düştü” dediler, ama beş yıla yakın hepiniz bu tür sözlerin sarf edildiğini, bu şekilde Suriye'nin düşmesi için aylar ve yıllar saydıklarını biliyorsunuz. Dera, Ruveyda, Haseki'de de benzer şeyleri söylediler. Suriye'yi ele geçirmek isteyenlere sesleniyorum; asla alamayacaksınız, Suriye direniyor ve direnecektir.
İran ile olan Kudüs iledir; Suriye ve Yemen düşerse Filistin ve Kudüs düşer
Kim İran ile ise Kudüs iledir; bizler önceden de ve bundan sonrada İran ileyiz. Aynı şekilde Suriye ileyiz. Suriye'de güneş altında yüzümüzü gizlemeden savaşıyoruz. Orada şehit olan her bireyimizin cenaze merasimi, Lübnan'da törenle yapılmaktadır. Bizler Kalamun, Halep, Haseki'den ve aynı şekilde Yemen'den geçen yolun Kudüs'e ulaştığını söylüyoruz. Buralar düşerse Filistin ve Kudüs de düşer.
Hizbullah olarak şunu ilan ediyoruz: Yemen'e yapılanlara karşıyız. Suudiler bu saldırıdaki temel amaçlarını ortaya koysun ve bunlardan hangilerinin gerçekleştiğini göstersin. Hezimet üzerine hezimetten başkasını gösteremezsiniz. Suudiler, Yemen harbinin netice vermeyeceğini bilmelidirler. Yapılanlar ancak dökülen kanları arttıracaktır. Suudilerin yaptığını uçak sahibi her ülke yapar; askerî ve siyasî bir operasyondan ziyade intikam hareketi gerçekleştirilmekte, Yemenliler öldürülmek istenmektedir.
Kuveyt'teki tekfirci saldırı karşısında Şia ve Sünni âlimler çok güzel bir örnek sergilediler
Kuveyt'te de İmam Sadık (a.s.) Mescidi'ne gerçekleştirilen terör saldırısı karşısında Kuveyt meclisi, askerî ve medyasının yanı sıra Şia ve Sünni âlimler bu konuda çok güzel bir örnek sergilerdiler. Bunun Arap ülkelerinde çoğalmasını istiyoruz. Benzer bir vahşi saldırı karşısında, bu tür bir duruş sergilenmeli ve yardımlaşıp ortak hareket etme üzere tavır alınmalıdır. Kuveyt toplumundan hiçbir kesimden bu terör saldırısına sessiz kalan olmadı; askerî, siyasî ve medya vb. her kesimden insanlar karşı çıktı bu işe. Çünkü bilinmektedir ki bugün ona, yarın Kuveyt'in diğer kesimlerine tehdit yayılacaktır. Bu bilinçle onlar çıkarılmak istenen mezhepsel kargaşayı devletin vahdetine dönüştürdüler. Bahreyn'de ise aksi söz konusudur. Bahreyn mescitlerine yapılanlardan sonra siyasî erkin insanî ve ahlakî olarak gerçekleşenlere karşı durması; devletin terör ile yüz yüze olup yeni bir sahifenin beraber açılabileceğini söylemesi; Şeyh Ali Selman ile görüşülmesi gerekirken tam tersine Bahreynli hürriyetperverlerin özgürlükleri kısıtlanmaktadır. Ama Bahreyn halkı bunlara rağmen susmayacaktır.
Lübnan ile bitirelim. Bu konuda sadece kısa bir şeyler söylemek istiyorum; çünkü henüz gerekli açıklamaları yapacak zaman geçmiş değildir. Haftalar önce hükümet konusunda ve siyasî anlamda sorun söz konusuydu. Mişel Aun'u desteklediğimiz belliydi. Söz konusu sorunlar hakkında insanların işi ciddi almasını ve iyice düşünmesi gerektiğini belirttik. Ama bazı siyasî çevreler tarafından meseleye dair yanlış bir okuma yapıldı. Hizbullah Suriye ile meşgul olduğundan Mişel Aun'u es geçelim. Bu yanlış bir tavırdı. Bu raddeye varmak zorunda değildik.
Öncelikle bakanlar kurulunun teşkili gerekmekteydi. İmad Avn'ın çevresindekilerin[2] onu bıraktığı söylendi ve ortaya mevcut sorunlar çıktı. İlk olarak halkın Mişel Aun lehine tezahüratına Hizbullah'ın katılamaması eleştirildi. Katılmamamızın sebebi bunun sağlıklı olmayacağından kaynaklanmaktadır. Kendisinin de böyle bir isteği de olmadı zaten. O, bu merhalede Hizbullah'ın üstlendiği sorumluluğun farkında olmalıdır.
Ayrıntılara çok girmek istemiyorum. Birkaç kısa başlıkta meseleyi izah etmeye çalışacağım.
1. İlk olarak cumhurbaşkanı seçimi meselesi ilkesel olarak bazı şartlara bağlanması gerekmektedir.
2. Bakanlar meclisinin işler konuma getirilmesi gerekmektedir ki cumhurbaşkanı seçimleri sağlıklı yapılsın. İmad Avn ve onun yanındakilerden kimse ne hükümetin işleyişini durdurmak ve ne de bu hükümeti düşürmek istemez. Zaten coğrafyamızın durumu bu konuda tehlike arz etmektedir. Çalışmalar ortak yapılmalıdır. İnsanların ve ülkenin maslahatı için bu güven oluşturulmalıdır.
3. Bizim bakanlar meclisine dair görüşümüz gayet bellidir. Cumhurbaşkanlığı hususunda başkalarıyla aynı görüşe sahip olmadığımızdan, en azından ortak bir payda olabilecek şeyi, vekiller meclisinin açılması ve çalışması gerektiğini söylemekteyiz. Bu durumun çözümü için bir çalışma yapılmalıdır.
4. Mesele başka yönlere çekilmektedir. Hür Vatan Partisi hususunda Müstakbel Partisi konuyu başka yerlere taşımaktadır. Müstakbel Partisi Mişel Aun'u istememektedir; zorlama işler netice vermez. Bizler hiçbir müttefikimizi bırakmayız ve bırakmayacağız. Her iki parti arasında görüşmeler olmalı, meclis açılmalıdır.
Lübnan her zamankinden daha fazla siyasî bir istikrara muhtaçtır. Dalgalar içindeki bir bölgede gemideyiz; burada müesseselerimizin ve devletimizin selameti için beraber olmalıyız.
Tüm bu olanlar ve tecrübelerden Filistin, Hıristiyan ve Müslümanların müesseselerini barındıran Kudüs'ün yanında ne kalmaktadır? Tüm tarihî ve siyasî tecrübeler göstermektedir ki Filistin halkının direniş haricinde bir yolu bulunmamaktadır.
Hizbullah olarak bizler, bu Dünya Kudüs Günü'nde İmam Humeynî'ye verdiğimiz sözde duracağımızı ve Kudüs'e ulaşacağımızı bildiriyoruz.
Hepinizi Allah'ın selamı ile selamlıyorum...
Hasan Nasrallah


[1] Seyyid Hasan Nasrallah'ın buradaki kastı, Direniş'in varlığının da İran İslam Cumhuriyeti'ne bağlı olması bağlamında ele alınırsa ne dediği ortaya çıkmaktadır. İsrail ancak, İran'ı zayıflattığı oranda Direniş'i de zayıflatıp ortadan kaldırabilecektir.
[2] Seyyid Hasan Nasrallah'ın buradaki kastı Hizbullah'tır.

Bir Filistin Efsanesi: Leyla Halid

Teknolojinin ve iletişimin bugünkü kadar gelişmediği yıllardı. Ülkede ve dünyada olup bitenler radyodan, gazetelerden ve yeni yaygınlaşmaya başlayan siyah-beyaz ekranlardan takip etmeye çalışılırdı.
Şimdiki gibi anında haber alıp vermeye yarayan yüzlerce kanallı tvler-internet- cep telefonu-whatsapp-periscope gibi araç ve programların olmadığı bir dünya vardı. O yıllarda kendilerini ya da davalarını tüm dünyaya duyurmak isteyenler farklı yollar seçerlerdi. Bunların başında da uçak kaçırma eylemleri gelirdi.
Seslerini/davalarını dünyaya duyuramayan kişi ve örgütler uçak kaçırma eylemlerine girişerek, ana haberlere girmeyi ve bu şekilde gündeme gelmeyi bir strateji olarak kabul ediyorlardı.
60'lı yılların sonundan itibaren seslerini duyurmak ve dünyanın ilgisizlik perdesini aralamak için bu yola başvuran örgütler arasında Filistin örgütleri de vardı. İşte bu örgütlerden biri olan Filistin Halk Kurtuluş Örgütü içinde yer alan bir kadın gerilla da, bu uçak kaçırma eylemleri ile tanınmıştı. Bir zamanlar tüm devrimci kadınların idolü olan Leyla Halid...
Yaser Arafat'la birlikte Filistin'in sesini ve davasını dünyaya duyurmaya çalışan bir sembol isimdir Leyla Halid...
Başında puşi, yüzünde bir acı ama umut dolu bir gülümseme, elinde makineli tüfek, gencecik güzel yüzünde mücadelenin ruhunu simgeleyen Leyla Halid'in o en çok bilinen fotoğrafı hafızalarımızdadır.
1944 yılında Hayfa'da doğan Halid, dört yaşındayken İsrail devleti Der Yasin katliamını yapar. Bunun üzerine aile mülteci durumuna düşer ve Lübnan'ın Sur şehrine mülteci olarak gider. Tüm yaşamı yurt özlemiyle şekillenmiş olan Leyla Halid"in ailesinin ekonomik durumu çok kötü değildir. Ağabey ve ablası, Beyrut Amerikan Üniversitesi'ne gider ve Arap Ulusal Hareketi’nin mücadelesine katılırlar, Filistin kurtuluş mücadelesi böylece Halid ailesinin evinin içine aktif olarak girer. Arap Ulusal Hareketi, 1967'deki altı gün savaşında Arap güçlerinin İsrail'e yenilgisinin ardından kurulmuştur. Leyla, tıp okumak için aynı okula girecektir ama gerilla olmak için okulu bırakacaktır.
Leyla, Amman'da bir askeri kampta gerilla eğitimi alır. 1969 yılından itibaren uçak kaçırma eylemlerine katılır. 29 Ağustos 1969 günü, FKÖ üyesi Selim ile birlikte, Amerikan TWA uçağını kaçırarak Şam'a indirdi. Dönemin İsrail Amerikan Büyükelçisi İzak Rabin'in de bulunacağını sandıkları, Roma'dan Tel Aviv'e kalkan uçağa, Arap olmalarından dolayı Tel Aviv yerine Atina aktarmasında, ceplerinde silah ve bombalarla binerek uçuş kabinine girmiş, uçağı doğum yeri olan Filistin'in Hayfa kenti üzerinden Suriye'ye uçurarak, Şam'a iniş yaptırdı.
Uçak yere indikten sonra uçuş ekibi ve yolcuları uçaktan boşalttıktan sonra Boeing 707 uçuş kabinini havaya uçurup Suriyeli yetkililere teslim oldular. 45 gün Suriye'de gözaltında tutulduktan sonra, 2 İsrailli pilot karşılığında 31 Filistinli tutuklu ile birlikte serbest bırakıldılar.
Aynı anda 3 farklı yerde gerçekleştirilen ikinci uçak kaçırma eyleminde diğer üç örgüt üyesi ile birlikte İsrail menşeli Amsterdam'dan New York'a uçan 219 sefer sayılı El Al uçağını kaçırmakla görevlendirilmiştir.
Eşzamanlı eylemlerdeki diğer iki hedef ise, Almanya'daki Filistinliler için TWA ve İsviçre'deki Filistinliler için Swissair havayolları uçaklarıdır. 6 Eylül 1970 günü, diğer iki örgüt üyesinin uçağa binememesi nedeniyle, bir bomba ve bir silah taşıyan Nikaragualı Patrick Argüello ile birlikte, üzerinde iki el bombasını kullanarak eylemi gerçekleştirirken, Argüello, o an uçakta bulunan İsrail askeri istihbarat şefinin 12 koruması tarafından başından vurularak öldürülmüş, Halid ise sağ yakalanmıştır. Uçak Londra'ya indikten sonra tutuklanan Halid, 1 ay içerisinde Dubai'de çalışan başka bir Filistinli işçinin kaçırdığı uçak üzerinden yapılan pazarlıklar sayesinde, 1 Ekim 1970 günü serbest kalmıştı.
Son eylemde Nikaragualı arkadaşı Patrick Argüello’nun ölümü O'nu çok üzer. Arkadaşının acısı şu sözlerle anlatmaya çalışır;
"Hayatımda hiç bu kadar ağlamamıştım. Ortağım kafasından vurulmuş bir vaziyette ayaklarımın dibinde yatıyordu. Nikaragualıydı, onun yerine benim ölmem gerekiyordu çünkü Filistinli olan bendim. Gerçi bizim için bütün barış savaşçıları eşitti ama yine de benim yerime o ölmüştü."
Leyla Halid'i efsane yapan öğelerden biri de, eylem yaptığı yılların Batı'da kadın özgürlüğü hareketinin yükselişine denk gelmesidir. Dünyanın bütün öfkeli kadınları onun gücünden esinlendi. Mağdur, ezik Arap kadınlarının arasından çıkmış olması, O’nun hikâyesini daha da güçlü kılıyordu.
Şimdi hâlâ keskin görüşleri olan bir sosyalist olsa da çoktan değişmiş dünya karşısındaki kırgınlığını gizleyemiyor:
"Mücadele yıllarında bile erkeği kadınlarla birlikte savaşmaya ikna etmek yıllarımızı aldı. Ancak onların da kendileri kadar başarılı olduklarını gördükleri zaman kabul ettiler. Bugün de aynı şey söz konusu. Onca yıldan sonra şimdi kadınların evlerine dönmesini bekliyorlar."
Bugün 71 yaşında olan, Ürdün'ün başkenti Amman'da ikamet eden ve Dünya Sosyal Forumlarında yer alan, genç kuşakla hiç bağını koparmayan Leyla Halid şu anda sadece Filistin kurtuluş mücadelesine değil, dünyadaki tüm özgürlük mücadelelerine ilham veren bir figür durumunda...
Terör örgütü IŞİD'le ilgili olarak, “Amerikan-Siyonist örgütlenmesidir” değerlendirmesinde bulunan Halid; IŞİD terör örgütünün dini kullandığını, İslam ile bir ilgisinin olmadığını vurguluyor.

9 Temmuz 2015 Perşembe

Cezayir Kurtuluş Mücadelesinin Özgürlük Savaşçısı: Cemile Buhayrad

20. yüzyılın en önemli kadın özgürlük savaşçılarından ve sembollerinden biri olan Cezayirli Cemile Buhayrad [Djamila Bouhired] hakkında ne yazık ki çok fazla şey bilinmiyor. Kimbilir belki de bilerek ismi bazı çevrelerce unutturulmaya çalışılıyor. O, Cezayir'in Fransız sömürgesi olmaktan kurtulması yolunda verilen mücadelenin en önemli kadın kahramanıdır.
Cemile'nin hikâyesi, 1930'da, Cezayirli bir yöneticinin Fransız temsilcisine hakaret etmesi sonucu Fransa’nın ülkeyi işgal etmesi ile başlar. Cezayirliler cesurca savaşırlar, ancak silâhsız ve sayıca çok azlardır. Takip eden beş yıl içinde ülkenin verimli topraklarına el konulur ve Fransız yerleşimcilere tahsis edilir.
Cemile Buhayrad 1935 yılında Cezayir'de doğdu ve orta-sınıf bir ailenin çocuğu olarak yetişti. Çocukluk ve gençlik yıllarında Cezayir, Fransa işgali altında bulunmaktaydı.
Buhayrad henüz 10 yaşındayken 1945 yılında, Fransa II. Dünya Savaşı'nın sona ermesini fırsat bilerek Setif'te Cezayirlilere karşı büyük bir katliama girişti. Tarihe 'Setif Katliamı' olarak geçen bu kara gün, Cezayir halkının bağımsızlık arzusunu daha da alevlendirdi. Özellikle bu katliamdan sonra çoğunluğu öğrenci kökenli olan Cezayirli gençler Ulusal Kurtuluş Hareketi’ne (FLN) katılmaya başladılar.
Cemile, nadir rastlanan zekâya sahip, atılgan mizaçlı, her türlü haksızlığa isyan eden bir genç kızdır. 'Ömür boyu hapistense idam daha özgürleştirici bir seçenektir. ' diyen Cemile ilkokulda her sabah okutulan 'Annemiz Fransa' marşını 'Annemiz Cezayir' diye okuduğu için okuldan uzaklaştırma aldı. Yaşamındaki ilk önemli kıvılcım buydu. Daha sonra 1954 yılında FLN'e katıldı ve fedailer grubuna girdi.
Devrim süresince Millî Kurtuluş Cephesi komutanı Sadi Yacef'in irtibat ajanı olarak çalıştı. Ayrıca bir ara Cezayir'in başkenti Cezayir'de silahlı eylemlerden de sorumlu olduğuna dair doğrulanmamış birçok rapor da bulunmaktadır.
1954-65 yılları arasında Cezayir devrimi Asya ve Afrika’yı sarsan, 2. Dünya Savaşı sonrası sömürgecilik karşıtı mücadelelerin en güçlülerindendir.
Sömürge rejiminin bütün cephelerine yönelik silahlı eylemleri de kapsayan millî kurtuluş mücadelesi köylüler arasında yaygın destek bulur. Şehirlerde FLN kısa zamanda sağlam bir sempatizan kitle kazanır.
Fransa bu mücadeleye karşı modern ordusunun bütün silahlarını, NATO'dan da takviyelerle, seferber eder. Yedi buçuk yıl süren savaşta 400.000'den fazla asker -hava kuvvetlerinin üçte ikisi ve donanmanın yarısı dâhil- savaşta yer alır.
Uçakların, tankların ve deniz ablukasının yanı sıra Tunus ve Fas sınırlarına elektrikli bariyerler yerleştirilir, asileri tecrit için denizde sualtı tarama ağları kullanılır ve halkın yararlanmasını önlemek için ürünü ve tarım araçlarını yok etme politikasıyla 8.000'den fazla köy imha edilir.
İki buçuk milyon insan savaş sonucunda yerlerinden edilmiş ve bu durum bir milyondan fazla kişinin ölümüne neden olmuştur.
300.000'den fazla yetim ve öksüz çocuk şehirleri doldurmuş, 300.000 Cezayirli kurtuluş mücadelesinin takviye güçleri haline geldikleri Fas ve Tunus'a çekilmiştir.
Cemile Buhayrad Fransa'ya karşı verilen bu direniş mücadelesinin hep en ön saflarında yer alır. Bir baskında yakalanır ve başkentteki Fransız lokantalarına birçok kişinin ölümüne yol açan bombalar yerleştirmekle suçlanır. Ağır işkencelerden sonra yargılanır, suçlu bulunur ve 1957'de ölüm cezasına çarptırılır.
Cemile'nin tutukluluğu esnasında Cezayir'deki yargıç ve savcılardan gizli bir öneri gelir. Cemile onların seçeceği bir yetkili uzman tarafından kontrol edilecek ve sonra aklının başında olmadığına ilişkin verilecek bir raporla resmen deli muamelesi görecek ve hemen salıverilecekti. Cemile her onurlu özgürlük savaşçısı gibi bu iğrenç öneriyi reddeder.
Ancak Cemile'nin, Fransız avukatı, bu gülünç mahkemede alınacak yenilgiyi kabul etmeye razı değildir. Cemile'nin davasındaki ve başka davalardaki rolüyle uluslararası bir ün kazanacak olan Avukat Jacque Verges dünyanın en ücra köşelerine kadar ulaşan bir kampanya başlatır.
Simon De Bouvoir ve Françoise Sagan gibi ünlü Fransız yazarlar da bu kampanyaya destek çıkarlar. Modern feminizmin anası olarak bilinen Fransız filozof ve yazar Simon De Beauvoir 'Kadınlığımın Hikâyesi' adlı otobiyografik eserinde Cemile'nin hikâyesine genişçe yer vermektedir. Hatta Simon De Bouvoir'ın Cemile'nin tutukluluk koşullarıyla ve gördüğü işkencelerle ilgili yazdığı bir yazının Le Monde gazetesinde yayınlanmasının ertesinde, gazete Cezayir'de toplatılır ve 400 bin Frank maddi kaybı olur.
Fakat bir yandan da olumlu tepki mektupları da alır. Bu mektuplarda Cemile'nin bekâretinin işkence uygulayan subaylar tarafından şiş sokularak bozulmuş olması sert bir dille yeriliyor ve onun durumunu kitlelere duyurduğu için Bouvoir'a teşekkür ediliyordu.
Dünya kamuoyunun ezici baskısı altında infaz ertelenir ve 1958'de Cemile Rheims'de bir hapishaneye gönderilir.
Birçok yenilgiden ve her iki taraftan birçok ölümden sonra Evian Anlaşmaları 1962 Mayıs'ında imzalanır ve Cezayir'in bağımsızlığı ilân edilir. Ancak Fransa birkaç ay önceden, henüz anlaşma masasındayken, sayısı binlerle ölçülen Cezayirli tutukluları tedricen serbest bırakmaya başlamıştır.
Cemile serbest bırakılmasından kısa bir süre sonra, Müslüman olup Mansur ismini alan ve 2013 yılında yaşamını yitiren avukatı Jacque Verges ile evlenir ve iki de çocukları olur.
Bağımsızlık sonrası Cezayir Kadın Birliği'nin başkanı olsa da, o günlerde cumhurbaşkanı olan Bin Bella'nın süreci zorlaştırıcı her kararına karşı mücadele etmek zorunda kalır. Birkaç yıl sonra ise politik arenayı terk etme kararı alır. Ev hanımı olarak Paris'te hayatını sürdürür. Arada sırada kamuoyu önüne çıktığında dünya onu millî kurtuluşun sembolü olarak anar.
Fakat bazı kaynaklar Cemile Buhayrad'ın şu an Cezayir'in başkenti Cezayir'de yaşadığını söylemektedir. En son 8 Mart 2014 Dünya kadınlar günü vesilesiyle Gazze'ye gitmek isteyen fakat Mısır'da durdurulup geçişleri engellenen farklı ülkelerden 80 kişilik heyetin içinde yer aldığı da, basında en son çıkan haberler arasındadır.
Özgürlük mücadelesinin Afrika’daki simgesi olan Cemile Buhayrad'ın hayatı 1958 yılında Mısırlı yönetmen Yusuf Şahin tarafından 'Cezayirli Cemile' adıyla sinemaya uyarlanmıştır. Yine Gillo Pontecorvo imzalı 'Cezayir'in Mücadelesi' [The Battle of Algiers) adlı filmde Bouhired Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin üç kadın bombacısından biri olarak betimlenmiştir.

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Gassân Kenefâni

Devrimci gazeteci ve yazar [9 Nisan 1936 Akka – 8 Temmuz 1972 Beyrut]
Gassan Fayiz Kenefâni, Britanya’nın mandası olduğu dönemde, Filistin’de dünyaya gelir. Sünni Müslüman ve avukat olan bir babanın oğlu olan Gassan, 1948 savaşı esnasında ailesiyle birlikte sürgüne gönderilene dek, Fransız misyoner okuluna devam eder. Lübnan’da kısa bir süre kalan ailesi Şam’a yerleşir. Gassan ortaokulu burada bitirir ve 1952’de Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’ndan [UNRWA] eğitim sertifikası alır. Aynı yıl Şam Üniversitesi Arap Edebiyatı Bölümü’ne kaydolur ancak panarabist Arap Milliyetçileri Hareketi’ne katıldığı için 1955’te sürgün edilir. Onu Arap Milliyetçileri Hareketi’ne [MAN] kazandıran isim Dr. George Habeş’tir. İkili 1953 yılında tanışmıştır. Hazırladığı tezin başlığı “Siyonist Edebiyatta Irk ve Din”dir. bu tez sonrasında kaleme aldığı Siyonist Edebiyat Üzerine isimli 1967 tarihli çalışmanın temelini oluşturur.
1955’te Kenefâni Suriye’yi terk edip eğitmenlik yapmak amacıyla Kuveyt’e gider. Ertesi yıl Arap Milliyetçileri Hareketi’nin el-Ra'i[Görüş] isimli gazetesinin editörü olur. Ardından Habeş 1960 yılında kendisini Beyrut’a taşınıp MAN’ın resmî yayın organı olan el-Hürriye’nin [Özgürlük] yayın kuruluna katılması konusunda ikna eder. Kuveyt’te iken Kenefâni birçok kısa hikâye kaleme almış ve Marksizmle ciddi bir biçimde ilgilenmeye başlamıştır.
1962 resmî evraktan mahrum olması sebebiyle yeraltına çekilmek zorunda kalan Kenefâni, ertesi yıl Nasırcı ilerici gazete el-Muharrir’in [Kurtarıcı] yazı işleri müdürü, bu gazetenin uzantısı olan haftalık dergi Filastin’in [Filistin] de editörü olur. 1963’te ilk ve en çok bilinen romanı Güneş’teki Adam yayınlanır. Roman birçok dile çevrilir ve defalarca senaryolaştırılır.
Üretken edebî faaliyeti, yenilikçi tekniklerinden ötürü epey takdir toplayan üslubu, sahip olduğu toplumsal bilinç ve Filistinlilerin içinde yaşadıkları koşullara dair herkesçe rahat anlaşılan görüşleri kendisine 1966 yılında Lübnan Edebiyat Ödülü’nü kazandırır. Ödül, esas olarak kaleme aldığı Sana Kalan Her Şey isimli kısa romanına verilir. Ölümünden sonra ise 1975’te Afrika-Asya Yazarlar Konferansı Lotus Ödülü’ne layık bulunur. Modern Arap romancılığında önemli bir sima olan Kenefâni, aynı zamanda 1966 ve 1968 yıllarında kaleme aldığı, İsrail işgali altında üretilen Filistin Edebiyatı’na ilişkin iki çalışmasında “direniş edebiyatı” kavramını gündeme getirir.
1967’de Kenefâni Nasırcı gazete el-Enver’in [Aydınlanma] yayın kuruluna girer. Gazeteye ek olarak çıkartılan haftalık derginin yazı işleri müdürlüğünü yapar ve dergiye geniş bir okur kitlesine ulaşan, görüşlerini içeren yazılar yazar. Aynı yıl, feshedilen MAN’ın radikal Marksist Filistin kolu olarak ortaya çıkmış bulunan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin [FHKC] kuruluş sürecine dâhil olur.
Politbürosuna seçilen ve örgütün resmî sözcüsü olarak atanan Kenefâni, Temmuz 1969’da FHKC’nin el-Hedef isimli haftalık yayın organında çalışmak amacıyla el-Enver’den istifa eder. Aynı yılın sonunda iki kısa roman daha kaleme alır: Hayfa’ya Dönüş ve Saad’ın Annesi. Bu süreçte üçüncü romana başlar ve bir kısa hikâyesini tamamlar.
Yakın ilişki içerisinde olduğu Habeş ile birlikte Nasırcı panarabizmi terk ederek devrimci Filistin milliyetçiliğine doğru bir dönüşüm içerisine girer. FHKC’nin sözcüsü ve örgütün 1969 tarihli Ağustos Programı’nın yazarı olarak Kenefâni, Filistin mücadelesine dönük derin bağlılığını her fırsatta, sürekli olarak gösterir. 9 Temmuz 1972’de, FHKC’nin yirmi altı kişinin öldüğü, Lod Havalimanı’nda üç Japon Kızıl Ordu mensubu gerillanın saldırısının sorumluluğunu üstlenmesinden birkaç hafta sonra, otuz altı yaşındaki Kenefâni ve küçük yeğeni Mossad’ın arabasına yerleştirdiği bombanın patlaması sonucu ölür. Ölümünden kısa bir süre sonra, tek tarih çalışması olan 1936-1939 Arası Dönemde Filistin’de Devrim isimli, doğduğu ayda başlayan halk ayaklanmasını inceleyen çalışma yayınlanır. Aralarında 1966 tarihinde yazmaya başladığı çalışma dâhil, birçok roman bitme imkânı bulamadan masasının üzerinde kalır.
Ölümü sonrası Kenefâni halk tarafından ölümsüzleştirilir. Doğum günü olan 9 Nisan Filistin’de ulusal bir etkinliğe ilham verir. Filistinliler, o gün Kenefâni’yi ve eserlerini anarlar. Aynı gün İşgal Altındaki Topraklar’da grevlerle ve gösterilerle karşılanır. Suikasttan beri Hedefdergisinin her kapağını o güzel yüzü süsler. Danimarkalı eşi Anni Hoover iki çocuğu ile birlikte Beyrut’ta kalır. Gassan Kenefâni Kültür Vakfı’nın çalışmalarını yürütmektedir.
Her şeyin ötesinde Gassan Kenefâni, kendi döneminin bir ürünüdür. Onun gazeteciliği ve romancılığı, halkının ve kendi neslinin dertlerini ve arzularını başarıyla anlatmaktadır.
Muin Rabbani
Kaynakça
Kanafani, Ghassan. Al-Athar al-Kamila [Toplu Eserler). 7 Cilt. Beyrut: Dar al-Thli'a, 1972.
Siddiq, Muhammad. Man Is a Cause Political Consciousness and the Fiction of Ghassan Kanafani. Seattle: University of Washington Press, 1984.


7 Temmuz 2015 Salı

Artık Bakan Değilim!

Yunan Maliye Bakanı Yanis Varufakis’in İstifa Açıklaması
5 Temmuz referandumu, küçük bir Avrupa ulusunun borç esareti karşısında ayağa kalktığı özgül bir moment olarak tarihteki yerini alacaktır.
Tıpkı demokratik haklar için verilen tüm mücadeleler gibi, Avro Grubu’nun 25 Haziran tarihli ültimatomuna yönelik bu tarihsel itiraz da büyük bir bedel karşılığı gerçekleşti. Bu nedenle o muhteşem hayır oyunun hükümetimize bahşettiği muazzam sermaye, derhal, uygun bir karar için verilecek evet oyuna tahvil edilmeli. Bu karar, elbette borçların yeniden yapılandırılmasını, daha az tasarruf tedbirini, yoksullar lehine gerçekleştirilecek bir yeniden dağıtımı ve gerçek reformları içermeli.
Referandum sonuçlarının ilân edilmesinden kısa bir süre kimi Avro Grubu katılımcılarının, muhtelif “ortaklar”ın beni belirli bir tercihle yüzleştirdiklerini fark ettim, benim grubun toplantılarında “bulunmama”mı istediklerini gördüm. Başbakan bir anlaşmaya varma noktasında böylesi bir fikrin faydalı olacağına hükmetti. Bu sebeple bugün itibarıyla maliye bakanlığından ayrılıyorum.
Dünkü referandum üzerinden Yunan halkının bahşettiği sermayeyi uygun gördüğü biçimiyle kullanması noktasında Aleksis Çipras’a yardım etmenin görevim olduğu kanaatindeyim.
Alacaklıların nefretini üstüme gururla çekeceğim.
Solcular olarak bizler, makamın sunduğu imtiyazları asla umursamadan, müştereken nasıl hareket edeceğimizi biliriz. Başbakan Çipras’ı, yeni maliye bakanını ve hükümetimizi tümüyle destekleyeceğim.
Yunanistan’ın cesur halkını onurlandırmak için ortaya konulan insanüstü gayret, tüm dünya genelinde demokratlara o halkın bahşettiği meşhur oxi [hayır] sonrası, daha yeni başlıyor.
Yanis Varufakis

Fabrikaları Bloke Et

Filistin yanlısı eylemciler, Gazze’ye yönelik insansız hava aracı ile yapılan saldırının birinci yıldönümü adına yapılan gösterilerin bir parçası olarak, Kent’te şehrinde bulunan İsrail silâh fabrikasını kapattı.
Eylemciler Shenstone’daki UAV Engines Limited’a ait fabrikanın çatısına çıktılar. Benzer gösteriler Tamworth’da bulunan Elbit'e ait Elite KL fabrikasında ve Kent, Broadstairs’deki Instro’s Precision isimli Elbit’e ait fabrikada da yapıldı. Bu gösteriler Fabrikaları Bloke Et kampanyasının bir parçası olarak gerçekleştirildi.
Gösterilerin yapıldığı yerler, İsrail’in en büyük silâh şirketi olan Elbit Systems’a ait fabrikalar. Shenstone’daki fabrikadan yapılan açıklamaya göre, “fabrika, muhtelif ebatlarda taktik amaçlı silâhlı ve silâhsız hava araçları, hedef güdümlü insansız hava araçları ve tek misyonlu rampalar için motor üretiyor.”
Uluslararası Af Örgütü’nün iddiasına göre, fabrikada üretilen motorlar 2008’deki Dökme Kurşun Operasyonu esnasında Gazze’deki sivillere yönelik saldırılarda kullanılan insansız hava araçlarına takılmış.
Fabrikaları Bloke Et gününün bir parçası olarak benzer bir işgal eylemi hâlihazırda Avustralya Melbourne’daki bir fabrikada sürüyor.
Gösterilerin meydana geldiği noktada polis fabrikaya girişi kapattı.
Instro's Precision fabrikası kendisini “dünyada askerî ve ticarî elektro-optik sensörler için önde gelen tedarikçilerden biri ve bir sistem entegretörü” olarak tarif ediyor.
Eylem yapan grup, bu fabrikalarda üretilen insansız hava araçlarının İsrail tarafından 2014 Gazze saldırısı esnasında kullanıldığını iddia ediyor. Bu saldırı sonucunda binlerce Filistinli ölmüştü.
Daha öncesinde Broadstairs ve Shenstone’daki fabrikalarda da benzer eylemler yapılmıştı.
Fabrikaları Bloke Eteylemlerini koordine eden gruplardan biri olan Londra Filistin Eylem Grubu’ndan Elly Hassan şu değerlendirmeleri yapıyor:
"Birleşik Krallık hükümeti verilerinin gösterdiği kadarıyla, insansız hava araçlarının motorları burada üretilip İsrail’e ihraç ediliyor. İsrail’in sahibi olduğu bu fabrikalar, İsrail’in ırk ayrımcılığına dayalı zorba rejiminin ve Filistin halkı üzerinde tesis ettiği yerleşimci-sömürgeciliğinin önemli bir parçasıdır.
İsrail, Birleşik Krallık hükümeti gibi hükümetlerin İsrail’e silâh ihracatı imkânı sunmayı sürdürmesi ve bu türden fabrikaların çalışmasına izin verilmesi sebebiyle Gazze’de 2.200 Filistinliyi katledebildi.
Ülkenin her yanından insanlar, Filistin mücadelesiyle, özgürlük, adalet ve eşitlik için dayanışma göstermek amacıyla buraya geliyorlar ve Birleşik Krallık hükümetinden İsrail’e çift yönlü askerî ambargo konulmasını talep ediyorlar.”
Eylemciler, ayrıca Shenstone’daki UAV Engines fabrikasının dışındaki yol boyunca yere yatarak protesto eylemli gerçekleştirdiler.
Polis, gösteriler yapılırken, tedbir amacıyla fabrikaların etrafındaki bölgelerin kapatıldığını teyit etti.
Staffordshire Polis Karakolu’ndan Başkomiser Steve Smith şunları söyledi: “Bu olayda bizim görevimiz barışçıl gösteriye imkân sağlamak ve başkalarına yönelik etkisini en aza indirgemek, göstericilerin, acil müdahale ekiplerinin ve en geniş manada halkın güvenliğini sağlamak.
Tamworth’da çatıya çıkanlar kendi istekleriyle aşağıya indiler ve polis gözetiminde bölgeyi terk ettiler. Polis bölgede kalıp yereldeki işletmelerin ve bölge sakinlerinin güvenliğini tekrar sağladı.
Shenstone’daki Lynn Lane kapalı. Yakındaki şirketlere erişim noktasında trafik akışına izin verildi, bunun için yan yol açıldı, böylelikle bölge sakinlerinin evlerine gitmeleri sağlandı. Halkın en az zararı görmesi için çalışıyoruz, gösterdiği sabır ve işbirliğinden ötürü halka teşekkür ediyoruz.
Aramızda birkaç uzman subay da var. Bunların bir kısmı irtibat subayı ve olayı güvenli bir yoldan çözüme kavuşturmak için çalışıyor.”
Ewan Palmer

6 Temmuz 2015 Pazartesi

İsrail Devleti'nin Dayanışma Hareketine Saldırısı

İki gün önce Boykot-Tecrit-Yaptırım [BDS] kampanyasını yolundan saptırma noktasında Yahudi liberallerin haince oynadıkları rolle ilişkili pratiklerine dair paha biçilmez bilgiler çıktı ortaya. Ynet’te yayınlanan bir makale, İsrail’in Filistin yanlısı kampanyayla bağlantılı stratejisini ifşa ederek, İsrail Hükümeti ile Yahudi Filistin “yanlısı” örgütler arasındaki sıkı bağları açığa çıkardı. Bu bilgilere göre, her iki taraf, söz konusu insanî söyleme dair güveni ortadan kaldırmak için birlikte uyum içerisinde hareket ediyor.
Ynet’te çıkan makaleye göre, Reut Enstitüsü Siyaset ve Strateji Dairesi Başkanı Eran Shayshon[1] İsrail hükümetine bir mesaj göndermiş ve muhalefeti kontrol altına almak için BDS hareketi ile bağlantılı solcu gruplar devşirmenin gerekli olduğunu söylemiş. Shayshon ve Reut Enstitüsü’nün görevi, “BDS hareketinin liderleri arasına kama sokup hareketi bölmek.”
Shayshon’un ifadesiyle, “İsrail için önemli olan, aşırıcılarla geri kalan kesim arasında açık bir ayrım ortaya koymak. Ana hedefse, onları bölmek. Bu da, aşırıcıları doğal sınırlarına çekmek için hükümete karşı ılımlı bir tavır takınanlardan gelen eleştirilere kulak asmaya açık olmak anlamına geliyor. Bu hedefe ulaşma noktasında bizler, hükümet temsilcilerine en geniş zemin dâhilinde hareket etmemiz gerektiği konusunda izahat verdik; bu da, sadece dövüşecek sağcı failler ve gruplar toplamakla kalmayıp, hükümeti eleştiren solcu gruplar da devşirmenin gerekli olduğu anlamına geliyor.”
Söz konusu yaklaşım, Barış İçin Yahudi Sesi’nin [JVP] hareket içerisindeki rolünü açıklığa kavuşturuyor ve kimi önemli Filistin yanlısı seslere [Norman Finkelstein (esasında yumuşak bir siyonisttir –ed.), Alison Weir, Daniel Barenboim, Jacob Cohen ve diğer birçok isme] karşı yürütülen BDS saldırısının gerekçesini izah ediyor.
Bu da, Kudüs’te Hasbara[2] taciri Shayshon’un açık bir dille ifade ettiği, polisliğe dayalı ajandasını yansıtan düşüncesi: “Solcu örgütlere verilen mesaj şu: eleştiri meşrudur ama işbirliği yapacağımız kurumlar ve kullanılacak terminoloji konusunda kimi kırmızıçizgiler mevcuttur.” Bu cümleleri okuduğunuzda, “Yahudi bakış açılarını analiz eden Yahudi Devleti’ne dönük her türden eleştiriyi yasaklayan Mondoweisshaber sitesinin yorum siyasetini değiştiren kimmiş?” sorusunu sorabilirsiniz. Değiştiren, New York’taki Philip Weiss mı yoksa Kudüs’teki Eran Shayshon mu?
Bunun kabul edilmesi güç bir şey olduğunu düşünüyorsanız, elimden geldiğince daha açık ifade edeyim. Shayshon, hükümete verdiği eğitimlerde, liberal Yahudilerin, Blumenthal’ların, JVP’lerin ve Mondoweiss’ların Yahudiler için iyi olduğunu söylüyor. Dolayısıyla artık Max Blumenthal ve Philip Weiss’ın Ben Gurion Havalimanı’na nasıl girip çıkabildiğini anlayabiliriz. Shayshon, bize gerekli cevabı veriyor. Sanırım aynı cevap, Judith Butler ve diğer Yahudi isimlerle sıkı bağlar kurmuş bulunan Ömer Barguti için de geçerli.
Shayshon, stratejisinin istediği kadar başarılı olmadığını kabul ediyor. “Hükümet temsilcileriyle, İsrail dışındaki ve içindeki bir dizi solcu örgütle toplantılar yaptık ama bu toplantıların tek bir semeresi bile olmadı. Dolayısıyla savaş için gerekli etkin ve iyi askerlerden mahrum kaldık.” Artık “müttefik” olarak kabul edilen Yahudilerin arkamızdan İsrail hükümeti ile müzakereler yürüttüklerini ama öte yandan da Filistinlileri umursayıp onların sıkıntılarını dert edindiklerini biliyoruz. Bu, kontrollü muhalefet operasyonu konusunda ders niteliğinde bir çalışma. Her yanımız Orwell’in 1984 romanında partinin ana düşmanı olarak resmedilen Emmanuel Goldstein tipiyle kuşatılmış. Bunda beni şaşırtan bir yan yok. “The Wandering Who” [Avare Kim] isimli kitabımda, siyonizmle ona ait muhayyel Yahudi muhalif arasındaki ideolojik, politik, ruhani ve kültürel sürekliliği ifşa ediyorum zaten. Ama beni şaşırtan, Shayshon’un bizim aramızda dolaşıp İsrail’e yardım eden sayanları ifşa ediyor olması. Ne yaptığını bildiğinden eminim.
Ama ihanet zinciri burada sona ermiyor. Birçoğumuzun değer verdiği bir örgüt olan B’Tselem[3] de kendisini Yahudilere ve onların çıkarlarına adamış bir yapı. Örgütün ABD’deki eski yöneticisi Uri Zaki Ynet’e şunları söylüyor: “ABD’de, bilhassa Irk Ayrımcılığı Haftası’nda, bir İsrailli vatansever olduğumu açıklamak ve boykot faaliyetlerine karşı çıkmak için kimi üniversitelere gittim. Boykota karşı mücadeleye katılmış Amerika’daki Yahudi solcu gruplar gibi benim aldığım bu konum da önemli bir etkiye yol açtı. Ürünlerin boykot edilmesine karşı mücadele etmekle yetinmeyeceğiz, biz tam da egemen İsrail’in o hayırlı adını muhafaza etmek için mücadele edeceğiz, böylelikle sağcı gruplardan daha fazla etkili olacağız.”
İlginç değil mi? Bir İsrailli vatansever olarak Zaki, BDS karşıtı mücadele dâhilinde, İsrail yanlısı Irk Ayrımcılığı Haftası’nda konuşturuluyor, öte yandan Yahudi bir “anti-siyonist” olan Anna Baltzer ise Filistinlilerin geri dönüş haklarını savunduğum için benim aynı hafta içerisinde konuşmama mani oluyor. Söz açılmışken belirteyim, kendisi bu konuda başarısız oldu.
Ynet’e göre, “B’Tselem, Güney Afrikalı jüri üyesi Richard Goldstone’u epey mahcup eden Goldstone Raporu’nu ağır bir dille eleştirdiğinde, sürece önemli bir katkı sunduğunu ispatlamış oldu.”
Mesaj gayet açık. Yahudi ilericiler, kendilerini esas olarak Yahudi çıkarlarına vakfetmişler ve Yahudi devleti de bu çıkarların en başta geleni. Bu gerçeği gizlemek artık mümkün değil. Söz konusu yaklaşım, Filistin dayanışma hareketinin Filistinliler için neden hiçbir başarı elde edemediğini de izah ediyor. Artık BDS’nin İsrail’in dövüşmeyi tercih ettiği bir cephe olduğu çok açık. Hakiki Filistinlilerin geri dönüş hakları ile yüzleşmek yerine, İsrailliler, “BDS hakkı” ile ilgili olarak içeride Yahudice bir savaş yürütmeyi tercih ediyorlar. Her türlü haktan mahrum milyonlarca mültecinin beklentilerinin ve hayatlarının tehlike altında olması dışında, her şey çok gülünç.
Gilad Atzmon
Dipnotlar
[1] Reut Enstitüsü: İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi, Stratejik İşler Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’na danışmanlık hizmeti veren bir kurum.
[2] Hasbara: Tam anlamıyla "açıklama" anlamına gelen İbranice kelime. İsrail ve İsrail yanlısı gruplar tarafından bu terim, İsrail Devleti'nin bakış açışı ve siyasetini savunan iletişim girişimlerini tanımlamak için kullanılır.
[3] İşgal Altındaki Topraklarda İsrail İnsan Hakları Enformasyon Merkezi.