Filistin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Filistin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ekim 2016 Çarşamba

Gazze Duvarlarında Keder ve Öfke

Gazze’de bulunan 12 katlı bir binanın üzerine yirmi metre yüksekliğinde 15 metre genişliğinde bir duvar resmi.
“Kuşatılmış Çocukluk” isimli bu sanat eseri, yaratıcılarına epey ün kazandırmış. Resimde, kefiye takan, yüzünde melankolik bir ifade bulunan bir çocuk var. Çocuk, sanki hapishane hücresindeymiş gibi, iki demir parmaklığı tutuyor elleriyle.
Gazze şehrinin nispeten pahalı bir bölgesindeki Zafir 9 Kulesi üzerine kasten çizilmiş gibi. İsrail’in 2014 saldırısı esnasında savaş uçakları bu kulelerin ikizi olan Zafir 4’ü bombalayıp imha etti. Bu saldırı, sonrasında savaş suçu kabul edildi.
Kimse ölmedi ama ondan fazla insan yaralandı, kırktan fazla ailenin evi harap oldu. 200’den fazla insan evsiz kaldı. Uluslararası Af Örgütü bu operasyonu “askerî gerekçesi olmayan bir operasyon” olarak niteledi.
Resmi çizen dört isimden biri olan 25 yaşındaki Bilal Halid’in dediğine göre, 2015’te çizilen bu “Kuşatılmış Çocukluk” isimli resim, söz konusu ahlâksız yıkıma atıfta bulunuyor.
“Zafir Kulesi, epey kalabalık bir nüfusa sahip bir binanın hedef alındığı savaşta İsrail’in işlediği suçların bir kanıtı. Duvar resmi, bizim için bu gerçeği Gazze dışındaki dünyaya anlatma yolumuz.”
Son on yıl içinde Gazze muazzam bir yıkıma maruz kaldı.
İsrail’in gerçekleştirdiği üç büyük askerî saldırı ve on yıldır süren, malların ve insanların giriş-çıkışına mani olan, şehrin eski haline kavuşmasına mani olan abluka, binlerce insanın ölümüne, on binlercesinin yaralanmasına ve evsiz kalmasına sebep oldu. Psikolojik travma herkesi kuşatmış durumda. Altyapı harap oldu. Öyle ki Birleşmiş Milletler, sahil şeridinin 2020’de yaşanacak bir yer olmaktan çıkacağını söylüyor.
Bu yıkım esnasında medyanın geçtiği haberler hiçbir şeyi düzeltmedi. İnsanların hayal kırıklıklarını, öfkelerini ve acılarını ifade etmek için başka araçlara yüzlerini dönmeleri şaşırtıcı değil.
Duvara Yazı Yazmak
“Kuşatılmış Çocukluk” resminin doğmasına neden olan da Gazze’nin çektiği çilenin başkalarına aktarılmak istenmesi. Halid’e göre, bu resim aynı zamanda sanatçıların asla susturulamayacağına dair bir “mesaj”.
“Gazze kuşatma altında olabilir, ama Filistin’de olan biteni idrak etme ve onları farklı, yaratıcı yollardan dış dünyaya aktarma becerisine sahip sanatçıları var.”
Halid, Aksa Üniversitesi sanat fakültesinden mezun olmuş, Güney Gazze’deki Ferah kasabasında yaşıyor. Sanat faaliyetlerine on yıl önce fotoğraf ve heykel ile başlamış, ama kısa bir süre sonra hat sanatına ve duvar resimlerine geçiş yapmış.
Bilal Halid (Abid Zagut)
Graffiti Filistinli sanatçıların çok eskiden beri başvurduğu, uzun zamandır varlığını koruyan bir yol. İlk çıkış tarihi, 1936’da İngiliz idaresine karşı gerçekleşen ilk Filistin isyanına dayanıyor.
“Devrimci grafitti”nin en ünlüsü, belki de 1936’da İngiliz manda hükümetince gerçekleştirilecek idamdan önce bir tutsağın siyah kömürle Akre Hapishanesi’ndeki hücresinin duvarına yazdığı şu grafitti:
Kardeşim Yusuf’a:
Annene iyi bakasın.
Kızkardeşim, sakın yas tutmayasın.
Kanımı vatanım için feda ediyorum
Bu can senin gözlerin için ey Filistin.
Tutsağın kimliği bilinmiyor, ama birçokları bu şiirin Nabluslu Avad Nabulsi tarafından yazıldığına inanıyor. Dizeleri sonrasında devrimci bir şarkıya dönüştü. “Akre Hapishanesi’nden” isimli bu şarkı nesilden nesle, dilden dile aktarıldı.
61 yaşındaki İmad Kassem’e göre, hücre duvarlarına yazılan bu yazıların bazıları hâlen duruyor. Kassem, yaşadığı yer olan Gazze’de bir sahil kampında devriye atan üç askere düzenlenen saldırıda yer almakla suçlanıp tutuklanmış.
Kassem’in dediğine göre, Nakab Hapishanesi’nde altı ay hücrede kalmış, kendisinden önce gelenlerin yazılarını ve karalamalarını incelemiş.
“O daracık yere girdiğimde, oturup duvarları inceledim. Zamanımın önemli bir bölümünü önceki tutsakların çizdiği resimleri ve yazıları anlamaya çalışarak geçirdim.”
Bazılarının altında imza vardı. Hepsinin tarihi İngiliz mandası zamanına kadar uzanıyordu.
Kassem, böylelikle kendisinden öncekilerle bütünleşme, bir olma imkânı bulmuş. Yerdeki taşlar veya kömürlerle kendisi de bir şeyler çizmiş, aklındakileri duvarlara aktarmış. Birinde yas tutan bir ana, birinde özgürlüğün simgesi, birinde de kırılmış bir zincir var.
“Bir seferinde maskeli bir adam çizdim. Gardiyan görünce onu dilimle silmemi emretti. Reddettim. Bilincimi yitirene dek dayak yedim.”
Bu tür uygulamalar devam edip yayılmış. Gazze’nin her sokak köşesi bu türden duvar yazıları ile veya resimleriyle süslenmiş. Birçoğu açıktan politik, bazıları örgütlerin kendisiyle alakalı. Çoğu Filistin halkının çileli tarihini anlatıyor.
Sanat Politiktir
2014’teki Gazze saldırısı esnasında Halid İsrail hava saldırılarına ait yeni fotoğrafları ve dijital görüntüleri birleştirip kendi grafitti-fotoğraf tarzını geliştirmiş. Bombardıman fotoğraflarına çizimlerini eklemek suretiyle yaşanan yıkıma başka bir anlam kazandırma imkânı bulmuş.
“Bombanın yol açtığı dumanın fotoğrafı savaş süresince tüm sosyal medyayı kapladı. Böylelikle ben özgül bir şeyler denemek istedim. Bitap düşmüş yaşlı bir adam, kefiyeli bir kadın, oyun oynayan bir çocuk, ellerini dua için Allah’a açmış bir genç ve Gazze’nin barış içinde yaşama umudunu ifade etmek bir kalp çizdim.”
Bu çalışma, ilk intifadada sanatçıların sundukları örnekler üzerinden şiddete bir cevap vermeyi amaçlıyor. O yıllarda, 1987-91’de grafitti direnişe ait bir ifade yolu hâline geliyor.
Filistinli örgütler bu yöntemi haberleri aktarmak, duyurularını yapmak ve haklarını dile getirmek için bir araç olarak kullanıyor: hatta öyle ki örgütler “en iyi sanatçı bende” yarışına bile giriyor.
54 yaşında olan Hassan Veli Gazze’de bulunan Cebeliye mülteci kampında yaşıyor. İlk intifada esnasında Veli, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi üyesi. Dostlarının bazıları Gazze’de en faal grafitti sanatçıları.
En çok beğendiği örnekleri hâlâ anımsıyor. Bunlar hâlâ daha Gazze kamplarındaki duvarları süslüyor. Resimlerde en beğenilen öğe Filistin haritası. Bu çizim Siyonist milislerin 1948’de gerçekleştirdikleri etnik temizlik esnasında evlerini terk etmelerine dair bir andaç. Veli, Naci Ali’nin ünlü Hanzala karakterini, örgütlerin amblemlerini ve daha birçok şeyi çizen isim.
“Gruplara ayrışmış olsak da resim çizen, nöbet tutan, halkı koruyan tek güç olmalı, o ordu bizleri artık şaşırtmalı.”
Bilal Halid Kasım 2015’te “Kuşatılmış Çocukluk” eseri üzerinde çalışırken.
Yüzlerini kapayıp kamp sokaklarında hareket ediyorlar. Veli’nin ifadesiyle, İsrail askerleri bu grafitticileri artık daha da ciddiye alıyor. Bu iş artık daha da tehlikeli bir hâl alıyor. Yakalandıkları takdirde sonuçta ya öldürülüyorlar ya da tutuklanıyorlar.
“Her bir çizimin amacı, insanları cesaretlendirmek ve harekete geçirmek. Şehitlerimizi yücelterek, tutsakları anımsayarak adaletsizlik ve tarihimizle ilgili bilinci yayarak direniş ruhunu tetiklemek istiyorduk. İşe de yaradı. En azından İsrailliler sanatçıları ve tasarımcıları kovalamak için çok daha fazla zaman harcamak zorunda kaldılar.”
Nihayetinde halkı sanatçıların karşısına çıkartmak adına İsrail ordusu duvarlarına resim çizilmiş olan evlerde oturan insanları resimleri silmeye zorluyor. Bu, resimlerin onların sinirlerini zıplattığının en açık delili.
Veli, “duvar resimleri, grafitti ya da adına ne derseniz deyin, bu bir direniş sanatıdır.”
Halid bu söze katılarak şunu söylüyor:
“Grafitti bir devrimi tetikleyebilir. Tek bir ifade bile insanları harekete geçirebilir. Tek bir çizim insanları haklarını talep etme noktasında eyleme sokabilir.”
Sarah Algerbavî

30 Haziran 2016 Perşembe

İki Liman Tek Siyaset

Aşdod, Mersin
İki Liman Tek Siyaset
Ey müminler, yolculuğa çıkan ya da savaşa katılan kardeşleri hakkında «Eğer onlar yanımızda olsalardı ölmezler ya da öldürülmezlerdi» diyen kâfirler gibi olmayınız.”
[Ali İmran/156]
Abluka Altında Nefes: Mersin
İsrail’in kuruluşu ve genişlemesi, Filistin topraklarında giriştiği çetin bir terör faaliyeti kadar etrafındaki kuşatmayı yarması ile mümkün olmuştur. İsrail’in çevresindeki Arap devletlerince tanınması fiilen kurulmasından çok sonradır. Sırası ile 48 ve 67 savaşlarını kazanmasına, 70’lerde diplomatik açıdan Arap devletlerini dize getirmesine kadar Ortadoğu’da etkisi giderek azalan bir abluka altındadır.
Kuşatma altında gıda ve temel ihtiyaç malzemelerinin temini Mersin Limanı’ndan sağlanmıştır. Mersin Limanı, özellikle erken dönemde İsrail’in sıkıştığı yerde ona nefes olmuştur.
Mersin Limanı’nın yeniden imarı 1950’lerdedir. Bu yıllar Akdeniz’de başka bir limanın yeniden imarına tanıklık edilmektedir: Aşdod. İsrail kendisini güvende hissetmeye başladığında, Hayfa gibi ilk dönem limanlarına ek olarak daha geniş kapasiteli ve işlevli Aşdod Limanı’nın yapımına girişti.
Gazze’nin Ablukası: Aşdod
Aşdod, İsrail’in temel temin ve yabancı kabul noktalarından oldu. Gazze için gelen ithalat ürünleri de buraya indirilip, aranıp, uygun görülürse geçirilmeye başlandı. Aşdod günümüzde, İsrail için hâkimiyet ve güvenlik; Gazze için bağımlılık ve gelecek kaygısını sembolize ediyor. Bu hali ile Aşdod, Gazze ablukasının merkezi haline geliyor.
Ablukanın kırılması için hareket eden Mavi Marmara gemisi, 2010 Mayıs’ında Gazze’ye varamadan, İsrail terörüne maruz kaldı. İsrail, geminin Gazze’ye değil, Aşdod limanına yanaşması istiyordu. Müdahale sonrası, içindeki şehitler ve yardım malzemeleri ile birlikte gemiyi oraya çekti.
Gözümüzdeki Perdeye Kesik, Kesiğe Yama
2010 Mayıs’ına gelirken, 2010’dan geriye doğru beş yıla kabaca bakacak olursak: Ortadoğu’da emperyalist/siyonist sistemi zorlayacak gelişmeler yaşanıyor, İsrail, Hizbullah’a yeniliyor; Gazze İsrail’in var olmasını tanıyan El-Fetih’i reddediyor, ceremesine katlanıyor, artan ablukaya direniyor; İran bölgede giderek belirleyici oluyordu. Bölge halklarının gözünün önündeki perdenin yırtıldığı yıllardan söz ediyoruz.
Ortadoğu’da halk isyanları bu yıllarda mayalanmaktadır. İsyan’ın Tunus’ta patlaması 2010 yılı Aralık ayındadır. Emperyalist/siyonist sistem ise 2010’a gelirken önlem almakla meşguldür; yırtılan perde yamanmak istemektedir. “Siyah” Obama’nın başkanlığa gelişi; Türkiye’nin bölgede “imajının” parlatılması, Ortadoğu’nun besleme medya kanallarında Türkiye’nin yükseltilmesi, Müslüman Kardeşler’in isyan günlerinde öne çıkarılması bu önlemlerdendir. Halkların işbirlikçi “önderlerin” arkasına takılması, isyanın ve kurtuluşun panzeri olarak düşünülmüştür.
Türkiye’nin bu rolü, elbette geleneksel “tampon” olma rolünü zorlayan hareketler yapmasını zorunlu kılıyordu. “Tampon” Türkiye, 200 yıllık Devlet siyasetinin devamcısıydı: Ortadoğu’da rol alan güçlü devletlerin karşıtlıklarından faydalanarak ayakta duruyor, özellikle de Doğu’dan gelen sosyalizm tehdidini Batı’ya sızdırmamak karşılığında Batı’dan mali destek görüyor; ordusu modernize ediliyor, hukuk sistemi modern ve seküler tutuluyordu. Ortadoğu’da aktör olmaya falan da kalkışmıyordu. Yurtta sulh cihanda sulh budur. Sanki Türkiye için Ortadoğu yoktu, orada değildi.
2010’a doğru Türkiye, Ortadoğu’yu hatırladı. Sonra Davos’ta coştu, Filistin’in hamiliğine soyundu; Arap isyanlarına müdahale etti, taraf tuttu; Gazze ablukasını delmeye çalıştı; hâsılı yönetim kademelerindekilerin popülizmi kullanma tarzıyla da birleşince kendisine verilen rolü abarttı. Burada hatırlatmak isteriz ki halkımızın Filistin konusunda samimi gayret gösterenleri müstesnadır.
Rücu
2010 yılı sonrasında, Arap isyanlarının kimisi maniple edilip yenildi, kimisi bir denge/demokrasi durumuna evirildi, Yemen/Suriye örneğinde kimisi İran ve Rusya’nın etkinliğinin iyiden iyiye artmasına sebep oldu. Bu arada İran kendi üzerindeki ambargoyu kırdı. Neticede bu işler İsrail’in lehine olmadı; yıllar sonra yeniden çevrelendi, nefesi daraldı. İsrail’in kadim güvenlik kaygısı yıllar sonra yeniden realize oldu.
2010 sonrası işler Türkiye açısından da iyi gitmedi. Rusya’nın ve İran’ın bölge politikasında geldiği nokta, örneğin Rusya’nın ve ABD’nin Suriye’de aracısız fiziki teması; İran’ın dünya ticaret sistemine aracısız dahli, Türkiye’nin “tampon” olma özelliğini, yani temel varoluş biçimini anlamsızlaştırma tehlikesi doğurdu.
Tüm bunlardan dolayı, “tamponculuğa” ricat edildi. Tabiri caiz ise, hoplayıp zıplamaktan vazgeçildi. 200 yıllık Devlet politikası devreye sokuldu: Rusya ve İsrail ile aynı günde barışıldı. Rusya’ya karşı İsrail kozu ele alınmaya çalışıldı. Buna karşın Aşdod düzeni teyit edildi.
Tercih
Şimdi bir gemi “yeniden” Mersin Limanı’ndan Aşdod Limanı’na yol almak, İsrail’in kuruluşundaki olduğu gibi daralan nefesi açmak için hazırlanıyor.
Bu hazırlık halklarımıza Gazze’ye nefes olarak takdim ediliyor. Halkların gözünü kaplarken 2010 ve devamında Mavi Marmara, Arap isyanları ile yırtılan perdeler yamanmaya çalışılıyor.
Perdeye kesik atan şehitler sıfatları gibi her şeye şahit oluyor.
Geride kalanlara iki tercih kalıyor: 200 yıllık Devlet politikasına tâbi olup susmak ya da o perdeyi yırtıp atmak.
Tâbi olanlar, bugünlerde “ölmeselerdi” diyorlar.
Devletlerimizin haklı ve aslında bizim olmadıkları gerçeği çırılçıplak önümüze seriliyor.
O gemi, Mersin’den Aşdod’a gittikçe halklarımız üzerindeki zulüm ve sömürü sürecek. Halklarımız haksız/sömürgeci devletlerine başkaldırmadıkça Gazze ablukası da…
Onur Şahinkaya

Kudüs: Mazlumiyetin Tarihi

Bir tarih ekolü olan maduniyet ekolü, kolonyal ve milliyetçi tarih yazımlarının taraflı olduğunu iddia eder. Zira toplum seçkinlerine dâhil olmayanların toplumsal katkıları bu iki tarih yazım ekolünce görmezden gelinmiştir. Madun olanların, yani aşağıda kalanların/ezilmişlerin aşağıdan bir tarihini yapmak, egemen tarih yazımının dışına çıkmayı ve bu bağlamda egemen tarih yazımına da bir direnmeyi ifade eder. Buradan hareketle maduniyet tarihinin bir anlamda mazlumiyet tarihinin, iktidarın her türlü tarih yazımına direnerek ortaya konulmasıdır, denilebilir.
Bu çerçevede Filistin tarihinin, bir maduniyet ve mazlumiyet tarih yazımına ihtiyaç duyduğunu hatırlatmak gerekmektedir. İsrail ile her türlü ticari faaliyetler devam ettirilerek bu tarih yazılamaz. Siyonizmin Müslümanlara saldıran askerleri birlikleriyle protokoller imzalayarak yapılamaz bu. Mavi Marmara vakıasına rağmen İsrail ile güven tazeleme adına koşuşturarak Mavi Marmara'da şehit edilen mazlumların hakkı alınamaz. IŞİD terör örgütünün daha ilk çıktığı yıllarda İsrail ile olan yakınlığına rağmen, bu örgüte destek vererek birçok Cuma namazında Mescid-i Aksâ'da göz yaşartıcı gazlara ve mermilere maruz kalan Müslüman kardeşlerimizin sesi asla duyurulamaz.
Ancak maalesef ülkemizde Filistin meselesi denildiğinde böyle bir tablo ile karşı karşıyayız. Kudüs ve Filistin'de yürütülen kültürel faaliyetler ve bunların televizyonlarda sergilenmesiyle bu vahim tablonun basiret sahibi Müslümanlardan gizlenebileceğini mi zannediyorlar? Filistin davası için, hatta tüm Müslümanlar için Siyonizme başkaldıran Seyyid Hasan Nasrallah'ın faaliyetlerini, mücadelesini, konuşmalarını kamuoyundan saklayarak kalbini ilk kıblesine bağlamış müminleri kandırabileceklerini mi düşünüyorlar? İsrail-Filistin arasındaki anlaşmazlığın giderilebilmesi için, ‘1967 Savaşı öncesi sınırlarına dönülmesi'ni isteyerek neyi kastediyor bu zihniyet? Osmanlı dönemi sınırlarına dönülmesini mi? Elbette hayır! Açıklamalarında Filistin'in başkentinin Doğu Kudüs olması gerektiğini ifade ettiklerine göre, Kudüs'ün bir kısmını Siyonistlere bırakmaya çoktan rızaları bulunmaktadır.[1]
İmam Humeynî, Müslümanlar bu tür oyunlara gelmesin diye Kudüs Günü'nü ilan etti. Mazlumların tarihinin nasıl yazılması gerektiği, direnişin ne şekilde yürütüleceği unutulmasın diye bir hatırlatma gününü hediye etti. Ramazan ayanın yüksek manevi havasında böyle bir günün varlık bulması da ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur. Müslümanların ortak paydası Kur'ân'ın indirildiği ay olan bu kutsal vakitte ulaşılan manevi doyumlar, ümmeti aynı zamanda bir bilinç seviyesine de taşımalıdır. Manevi hazlara eriştiğimizi zannedip Kudüs'ün batısını nasıl verebileceğimizi düşünürüz? Oruç dediğimiz ibadet sadece yeme, içme ve cinsel tutkuların ihtiraslarına karşı kendini tutma değil, bunun da ötesinde zihni tutulmalara karşı kendi bilincini daima açık tutma eylemidir. Bu bilinçten yoksunlukla dolu ramazanlar aç ve susuzluktan öte ne bırakır insanda?
Kudüs günü sadece mazlum bir halk olan Filistinlileri değil, tüm dünya ezilenlerini kucaklayan bir gündür. Zira bugünün dünyasında tüm ezenler emperyal bir işbirliği içerisindedirler. Dolayısıyla milli, coğrafi, etnik ve hatta dinî aidiyetlerin farklılaştırdığı bir güruh olmanın zararlarını, ümmet bilincinin ve cihânşümûl birlikteliğin ortak paydasını ve gücünü ortaya koyan bir gündür Kudüs günü!
Mazlumların onurlu direnişi de ancak bu aşamada güçlü bir safhaya evrilebilir. Birlikteliğin ve bunun yaratacağı niteliğin farkına varılması için bir fırsat olan Kudüs günü, aynı zamanda ezilmişlerin tarihinin yazılacağı zamanlarda bir milat olarak hatırlanacaktır.
Dipnot
[1] Dışişleri bakanlığı resmi sayfasındanbakınız. 23.06.16.

10 Temmuz 2015 Cuma

Bir Filistin Efsanesi: Leyla Halid

Teknolojinin ve iletişimin bugünkü kadar gelişmediği yıllardı. Ülkede ve dünyada olup bitenler radyodan, gazetelerden ve yeni yaygınlaşmaya başlayan siyah-beyaz ekranlardan takip etmeye çalışılırdı.
Şimdiki gibi anında haber alıp vermeye yarayan yüzlerce kanallı tvler-internet- cep telefonu-whatsapp-periscope gibi araç ve programların olmadığı bir dünya vardı. O yıllarda kendilerini ya da davalarını tüm dünyaya duyurmak isteyenler farklı yollar seçerlerdi. Bunların başında da uçak kaçırma eylemleri gelirdi.
Seslerini/davalarını dünyaya duyuramayan kişi ve örgütler uçak kaçırma eylemlerine girişerek, ana haberlere girmeyi ve bu şekilde gündeme gelmeyi bir strateji olarak kabul ediyorlardı.
60'lı yılların sonundan itibaren seslerini duyurmak ve dünyanın ilgisizlik perdesini aralamak için bu yola başvuran örgütler arasında Filistin örgütleri de vardı. İşte bu örgütlerden biri olan Filistin Halk Kurtuluş Örgütü içinde yer alan bir kadın gerilla da, bu uçak kaçırma eylemleri ile tanınmıştı. Bir zamanlar tüm devrimci kadınların idolü olan Leyla Halid...
Yaser Arafat'la birlikte Filistin'in sesini ve davasını dünyaya duyurmaya çalışan bir sembol isimdir Leyla Halid...
Başında puşi, yüzünde bir acı ama umut dolu bir gülümseme, elinde makineli tüfek, gencecik güzel yüzünde mücadelenin ruhunu simgeleyen Leyla Halid'in o en çok bilinen fotoğrafı hafızalarımızdadır.
1944 yılında Hayfa'da doğan Halid, dört yaşındayken İsrail devleti Der Yasin katliamını yapar. Bunun üzerine aile mülteci durumuna düşer ve Lübnan'ın Sur şehrine mülteci olarak gider. Tüm yaşamı yurt özlemiyle şekillenmiş olan Leyla Halid"in ailesinin ekonomik durumu çok kötü değildir. Ağabey ve ablası, Beyrut Amerikan Üniversitesi'ne gider ve Arap Ulusal Hareketi’nin mücadelesine katılırlar, Filistin kurtuluş mücadelesi böylece Halid ailesinin evinin içine aktif olarak girer. Arap Ulusal Hareketi, 1967'deki altı gün savaşında Arap güçlerinin İsrail'e yenilgisinin ardından kurulmuştur. Leyla, tıp okumak için aynı okula girecektir ama gerilla olmak için okulu bırakacaktır.
Leyla, Amman'da bir askeri kampta gerilla eğitimi alır. 1969 yılından itibaren uçak kaçırma eylemlerine katılır. 29 Ağustos 1969 günü, FKÖ üyesi Selim ile birlikte, Amerikan TWA uçağını kaçırarak Şam'a indirdi. Dönemin İsrail Amerikan Büyükelçisi İzak Rabin'in de bulunacağını sandıkları, Roma'dan Tel Aviv'e kalkan uçağa, Arap olmalarından dolayı Tel Aviv yerine Atina aktarmasında, ceplerinde silah ve bombalarla binerek uçuş kabinine girmiş, uçağı doğum yeri olan Filistin'in Hayfa kenti üzerinden Suriye'ye uçurarak, Şam'a iniş yaptırdı.
Uçak yere indikten sonra uçuş ekibi ve yolcuları uçaktan boşalttıktan sonra Boeing 707 uçuş kabinini havaya uçurup Suriyeli yetkililere teslim oldular. 45 gün Suriye'de gözaltında tutulduktan sonra, 2 İsrailli pilot karşılığında 31 Filistinli tutuklu ile birlikte serbest bırakıldılar.
Aynı anda 3 farklı yerde gerçekleştirilen ikinci uçak kaçırma eyleminde diğer üç örgüt üyesi ile birlikte İsrail menşeli Amsterdam'dan New York'a uçan 219 sefer sayılı El Al uçağını kaçırmakla görevlendirilmiştir.
Eşzamanlı eylemlerdeki diğer iki hedef ise, Almanya'daki Filistinliler için TWA ve İsviçre'deki Filistinliler için Swissair havayolları uçaklarıdır. 6 Eylül 1970 günü, diğer iki örgüt üyesinin uçağa binememesi nedeniyle, bir bomba ve bir silah taşıyan Nikaragualı Patrick Argüello ile birlikte, üzerinde iki el bombasını kullanarak eylemi gerçekleştirirken, Argüello, o an uçakta bulunan İsrail askeri istihbarat şefinin 12 koruması tarafından başından vurularak öldürülmüş, Halid ise sağ yakalanmıştır. Uçak Londra'ya indikten sonra tutuklanan Halid, 1 ay içerisinde Dubai'de çalışan başka bir Filistinli işçinin kaçırdığı uçak üzerinden yapılan pazarlıklar sayesinde, 1 Ekim 1970 günü serbest kalmıştı.
Son eylemde Nikaragualı arkadaşı Patrick Argüello’nun ölümü O'nu çok üzer. Arkadaşının acısı şu sözlerle anlatmaya çalışır;
"Hayatımda hiç bu kadar ağlamamıştım. Ortağım kafasından vurulmuş bir vaziyette ayaklarımın dibinde yatıyordu. Nikaragualıydı, onun yerine benim ölmem gerekiyordu çünkü Filistinli olan bendim. Gerçi bizim için bütün barış savaşçıları eşitti ama yine de benim yerime o ölmüştü."
Leyla Halid'i efsane yapan öğelerden biri de, eylem yaptığı yılların Batı'da kadın özgürlüğü hareketinin yükselişine denk gelmesidir. Dünyanın bütün öfkeli kadınları onun gücünden esinlendi. Mağdur, ezik Arap kadınlarının arasından çıkmış olması, O’nun hikâyesini daha da güçlü kılıyordu.
Şimdi hâlâ keskin görüşleri olan bir sosyalist olsa da çoktan değişmiş dünya karşısındaki kırgınlığını gizleyemiyor:
"Mücadele yıllarında bile erkeği kadınlarla birlikte savaşmaya ikna etmek yıllarımızı aldı. Ancak onların da kendileri kadar başarılı olduklarını gördükleri zaman kabul ettiler. Bugün de aynı şey söz konusu. Onca yıldan sonra şimdi kadınların evlerine dönmesini bekliyorlar."
Bugün 71 yaşında olan, Ürdün'ün başkenti Amman'da ikamet eden ve Dünya Sosyal Forumlarında yer alan, genç kuşakla hiç bağını koparmayan Leyla Halid şu anda sadece Filistin kurtuluş mücadelesine değil, dünyadaki tüm özgürlük mücadelelerine ilham veren bir figür durumunda...
Terör örgütü IŞİD'le ilgili olarak, “Amerikan-Siyonist örgütlenmesidir” değerlendirmesinde bulunan Halid; IŞİD terör örgütünün dini kullandığını, İslam ile bir ilgisinin olmadığını vurguluyor.

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Gassân Kenefâni

Devrimci gazeteci ve yazar [9 Nisan 1936 Akka – 8 Temmuz 1972 Beyrut]
Gassan Fayiz Kenefâni, Britanya’nın mandası olduğu dönemde, Filistin’de dünyaya gelir. Sünni Müslüman ve avukat olan bir babanın oğlu olan Gassan, 1948 savaşı esnasında ailesiyle birlikte sürgüne gönderilene dek, Fransız misyoner okuluna devam eder. Lübnan’da kısa bir süre kalan ailesi Şam’a yerleşir. Gassan ortaokulu burada bitirir ve 1952’de Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’ndan [UNRWA] eğitim sertifikası alır. Aynı yıl Şam Üniversitesi Arap Edebiyatı Bölümü’ne kaydolur ancak panarabist Arap Milliyetçileri Hareketi’ne katıldığı için 1955’te sürgün edilir. Onu Arap Milliyetçileri Hareketi’ne [MAN] kazandıran isim Dr. George Habeş’tir. İkili 1953 yılında tanışmıştır. Hazırladığı tezin başlığı “Siyonist Edebiyatta Irk ve Din”dir. bu tez sonrasında kaleme aldığı Siyonist Edebiyat Üzerine isimli 1967 tarihli çalışmanın temelini oluşturur.
1955’te Kenefâni Suriye’yi terk edip eğitmenlik yapmak amacıyla Kuveyt’e gider. Ertesi yıl Arap Milliyetçileri Hareketi’nin el-Ra'i[Görüş] isimli gazetesinin editörü olur. Ardından Habeş 1960 yılında kendisini Beyrut’a taşınıp MAN’ın resmî yayın organı olan el-Hürriye’nin [Özgürlük] yayın kuruluna katılması konusunda ikna eder. Kuveyt’te iken Kenefâni birçok kısa hikâye kaleme almış ve Marksizmle ciddi bir biçimde ilgilenmeye başlamıştır.
1962 resmî evraktan mahrum olması sebebiyle yeraltına çekilmek zorunda kalan Kenefâni, ertesi yıl Nasırcı ilerici gazete el-Muharrir’in [Kurtarıcı] yazı işleri müdürü, bu gazetenin uzantısı olan haftalık dergi Filastin’in [Filistin] de editörü olur. 1963’te ilk ve en çok bilinen romanı Güneş’teki Adam yayınlanır. Roman birçok dile çevrilir ve defalarca senaryolaştırılır.
Üretken edebî faaliyeti, yenilikçi tekniklerinden ötürü epey takdir toplayan üslubu, sahip olduğu toplumsal bilinç ve Filistinlilerin içinde yaşadıkları koşullara dair herkesçe rahat anlaşılan görüşleri kendisine 1966 yılında Lübnan Edebiyat Ödülü’nü kazandırır. Ödül, esas olarak kaleme aldığı Sana Kalan Her Şey isimli kısa romanına verilir. Ölümünden sonra ise 1975’te Afrika-Asya Yazarlar Konferansı Lotus Ödülü’ne layık bulunur. Modern Arap romancılığında önemli bir sima olan Kenefâni, aynı zamanda 1966 ve 1968 yıllarında kaleme aldığı, İsrail işgali altında üretilen Filistin Edebiyatı’na ilişkin iki çalışmasında “direniş edebiyatı” kavramını gündeme getirir.
1967’de Kenefâni Nasırcı gazete el-Enver’in [Aydınlanma] yayın kuruluna girer. Gazeteye ek olarak çıkartılan haftalık derginin yazı işleri müdürlüğünü yapar ve dergiye geniş bir okur kitlesine ulaşan, görüşlerini içeren yazılar yazar. Aynı yıl, feshedilen MAN’ın radikal Marksist Filistin kolu olarak ortaya çıkmış bulunan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin [FHKC] kuruluş sürecine dâhil olur.
Politbürosuna seçilen ve örgütün resmî sözcüsü olarak atanan Kenefâni, Temmuz 1969’da FHKC’nin el-Hedef isimli haftalık yayın organında çalışmak amacıyla el-Enver’den istifa eder. Aynı yılın sonunda iki kısa roman daha kaleme alır: Hayfa’ya Dönüş ve Saad’ın Annesi. Bu süreçte üçüncü romana başlar ve bir kısa hikâyesini tamamlar.
Yakın ilişki içerisinde olduğu Habeş ile birlikte Nasırcı panarabizmi terk ederek devrimci Filistin milliyetçiliğine doğru bir dönüşüm içerisine girer. FHKC’nin sözcüsü ve örgütün 1969 tarihli Ağustos Programı’nın yazarı olarak Kenefâni, Filistin mücadelesine dönük derin bağlılığını her fırsatta, sürekli olarak gösterir. 9 Temmuz 1972’de, FHKC’nin yirmi altı kişinin öldüğü, Lod Havalimanı’nda üç Japon Kızıl Ordu mensubu gerillanın saldırısının sorumluluğunu üstlenmesinden birkaç hafta sonra, otuz altı yaşındaki Kenefâni ve küçük yeğeni Mossad’ın arabasına yerleştirdiği bombanın patlaması sonucu ölür. Ölümünden kısa bir süre sonra, tek tarih çalışması olan 1936-1939 Arası Dönemde Filistin’de Devrim isimli, doğduğu ayda başlayan halk ayaklanmasını inceleyen çalışma yayınlanır. Aralarında 1966 tarihinde yazmaya başladığı çalışma dâhil, birçok roman bitme imkânı bulamadan masasının üzerinde kalır.
Ölümü sonrası Kenefâni halk tarafından ölümsüzleştirilir. Doğum günü olan 9 Nisan Filistin’de ulusal bir etkinliğe ilham verir. Filistinliler, o gün Kenefâni’yi ve eserlerini anarlar. Aynı gün İşgal Altındaki Topraklar’da grevlerle ve gösterilerle karşılanır. Suikasttan beri Hedefdergisinin her kapağını o güzel yüzü süsler. Danimarkalı eşi Anni Hoover iki çocuğu ile birlikte Beyrut’ta kalır. Gassan Kenefâni Kültür Vakfı’nın çalışmalarını yürütmektedir.
Her şeyin ötesinde Gassan Kenefâni, kendi döneminin bir ürünüdür. Onun gazeteciliği ve romancılığı, halkının ve kendi neslinin dertlerini ve arzularını başarıyla anlatmaktadır.
Muin Rabbani
Kaynakça
Kanafani, Ghassan. Al-Athar al-Kamila [Toplu Eserler). 7 Cilt. Beyrut: Dar al-Thli'a, 1972.
Siddiq, Muhammad. Man Is a Cause Political Consciousness and the Fiction of Ghassan Kanafani. Seattle: University of Washington Press, 1984.


7 Temmuz 2015 Salı

Fabrikaları Bloke Et

Filistin yanlısı eylemciler, Gazze’ye yönelik insansız hava aracı ile yapılan saldırının birinci yıldönümü adına yapılan gösterilerin bir parçası olarak, Kent’te şehrinde bulunan İsrail silâh fabrikasını kapattı.
Eylemciler Shenstone’daki UAV Engines Limited’a ait fabrikanın çatısına çıktılar. Benzer gösteriler Tamworth’da bulunan Elbit'e ait Elite KL fabrikasında ve Kent, Broadstairs’deki Instro’s Precision isimli Elbit’e ait fabrikada da yapıldı. Bu gösteriler Fabrikaları Bloke Et kampanyasının bir parçası olarak gerçekleştirildi.
Gösterilerin yapıldığı yerler, İsrail’in en büyük silâh şirketi olan Elbit Systems’a ait fabrikalar. Shenstone’daki fabrikadan yapılan açıklamaya göre, “fabrika, muhtelif ebatlarda taktik amaçlı silâhlı ve silâhsız hava araçları, hedef güdümlü insansız hava araçları ve tek misyonlu rampalar için motor üretiyor.”
Uluslararası Af Örgütü’nün iddiasına göre, fabrikada üretilen motorlar 2008’deki Dökme Kurşun Operasyonu esnasında Gazze’deki sivillere yönelik saldırılarda kullanılan insansız hava araçlarına takılmış.
Fabrikaları Bloke Et gününün bir parçası olarak benzer bir işgal eylemi hâlihazırda Avustralya Melbourne’daki bir fabrikada sürüyor.
Gösterilerin meydana geldiği noktada polis fabrikaya girişi kapattı.
Instro's Precision fabrikası kendisini “dünyada askerî ve ticarî elektro-optik sensörler için önde gelen tedarikçilerden biri ve bir sistem entegretörü” olarak tarif ediyor.
Eylem yapan grup, bu fabrikalarda üretilen insansız hava araçlarının İsrail tarafından 2014 Gazze saldırısı esnasında kullanıldığını iddia ediyor. Bu saldırı sonucunda binlerce Filistinli ölmüştü.
Daha öncesinde Broadstairs ve Shenstone’daki fabrikalarda da benzer eylemler yapılmıştı.
Fabrikaları Bloke Eteylemlerini koordine eden gruplardan biri olan Londra Filistin Eylem Grubu’ndan Elly Hassan şu değerlendirmeleri yapıyor:
"Birleşik Krallık hükümeti verilerinin gösterdiği kadarıyla, insansız hava araçlarının motorları burada üretilip İsrail’e ihraç ediliyor. İsrail’in sahibi olduğu bu fabrikalar, İsrail’in ırk ayrımcılığına dayalı zorba rejiminin ve Filistin halkı üzerinde tesis ettiği yerleşimci-sömürgeciliğinin önemli bir parçasıdır.
İsrail, Birleşik Krallık hükümeti gibi hükümetlerin İsrail’e silâh ihracatı imkânı sunmayı sürdürmesi ve bu türden fabrikaların çalışmasına izin verilmesi sebebiyle Gazze’de 2.200 Filistinliyi katledebildi.
Ülkenin her yanından insanlar, Filistin mücadelesiyle, özgürlük, adalet ve eşitlik için dayanışma göstermek amacıyla buraya geliyorlar ve Birleşik Krallık hükümetinden İsrail’e çift yönlü askerî ambargo konulmasını talep ediyorlar.”
Eylemciler, ayrıca Shenstone’daki UAV Engines fabrikasının dışındaki yol boyunca yere yatarak protesto eylemli gerçekleştirdiler.
Polis, gösteriler yapılırken, tedbir amacıyla fabrikaların etrafındaki bölgelerin kapatıldığını teyit etti.
Staffordshire Polis Karakolu’ndan Başkomiser Steve Smith şunları söyledi: “Bu olayda bizim görevimiz barışçıl gösteriye imkân sağlamak ve başkalarına yönelik etkisini en aza indirgemek, göstericilerin, acil müdahale ekiplerinin ve en geniş manada halkın güvenliğini sağlamak.
Tamworth’da çatıya çıkanlar kendi istekleriyle aşağıya indiler ve polis gözetiminde bölgeyi terk ettiler. Polis bölgede kalıp yereldeki işletmelerin ve bölge sakinlerinin güvenliğini tekrar sağladı.
Shenstone’daki Lynn Lane kapalı. Yakındaki şirketlere erişim noktasında trafik akışına izin verildi, bunun için yan yol açıldı, böylelikle bölge sakinlerinin evlerine gitmeleri sağlandı. Halkın en az zararı görmesi için çalışıyoruz, gösterdiği sabır ve işbirliğinden ötürü halka teşekkür ediyoruz.
Aramızda birkaç uzman subay da var. Bunların bir kısmı irtibat subayı ve olayı güvenli bir yoldan çözüme kavuşturmak için çalışıyor.”
Ewan Palmer

30 Haziran 2015 Salı

Üçüncü Özgürlük Filosu

Gayrı meşru İsrail devleti, 2006 yılından beri Gazze Şeridi'ne uyguladığı insanlık dışı ablukayı kırmak için yola çıkan 3. Özgürlük Filosu'na uluslararası sularda müdahale ederek yeni bir korsanlık eylemine imza attı. Geçen yıl, 2.300 Filistinlinin hayatını kaybettiği 52 gün süren barbarca saldırının yıldönümünde Siyonist apartheid rejimi yeni suçları, bugüne kadar işlediği suçlar cezasız kaldığı için işleyebiliyor. Saldırıdan birkaç gün önce Türkiye ile İsrail rejimi arasında, Roma'da, ikili ilişkilerin "normalleştirilmesi" yönünde atılan adımlar endişe verici.
Filistin için İsrail'e Boykot Girişimi olarak, Filistin halkının mücadelesine destek veren herkesi, 3. Özgürlük Filosu'na yapılan saldırıyı protesto etmek, ilişkilerin iyileştirilmesi yönünde atılan yeni adımlara “hayır” demek ve boykot çağrısını yükseltmek için düzenleyeceğimiz basın açıklamasına davet ediyoruz.
Tarih: 1 Temmuz 2015 Çarşamba
Saat: 19.00
Yer:
İstanbul - Galatasaray Lisesi önü / İstiklal Cad.
Ankara - İnsan Hakları Anıtı / Yüksel Cad.
Filistin için İsrail'e Boykot Girişimi

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Küresel İntifadaya Doğru

“Ey gizlenen, ayağa kalk ve uyar.”
[Müddessir 1-2]
İntifada…
Arapçada ayağa kalkmak anlamına gelen kelime.
Filistin direnişi için ise anlamı çok daha başka.
İntifada… Bir halkın varlık mücadelesi, zalime karşı dik duruş, onuruyla yaşama mücadelesi.
İntifada… Bir savaş stratejisi; son savaş teknolojisiyle üretilen tanklara karşı sapanla mücadele etme taktiği.
İntifada… İnsanlara mücadeleyi, inancı, özgürlüğü, bağımsızlığı, hatırlatan bir öğreti.
Filistin’de yanan bu meşale maalesef ki dünyamızı aydınlatmıyor. Baktığında insanı kör edebilecek bu ışık, maalesef ki gözü kapalı olanlara, gizlenenlere, örtünüp bürünenlere etki etmiyor.
Bu yüzden Allah’ın lafzıyla sesleniyoruz dünyaya:
“Ey gizlenenler, ayağa kalkın ve uyarın.”
Biliyoruz ki biz ayağa kalkmazsak, her yer Filistin olacak. Biz gözümüzdeki örtüleri kaldırmazsak zalimler daha çok azacak. Biz ayağa kalkmazsak, dünyanın şımarık çocuğu İsrail diğer kardeşlerine de örnek olacak.
Bu yüzden İntifada sadece Filistin’de değil, dünyanın bütün coğrafyalarında olmalı.
Filistin’de İntifada.
Türkiye’de direniş.
Kürdistan’da serhildan.
İşte o zaman özgürüz. Zalime karşı hep birlikte mücadele edersek özgürüz. Zalim kim, mazlum kim diye sormadığımız zaman özgürüz.
Bu yüzden İntifada Filistin ile sınırlı kalmamalı. Tüm dünyaya dalga dalga yayılmalı. Herkes eline bir taş alıp tanklara fırlatmalı. Gelen topları tebessümle karşılamalı. Elimizdeki sapan zalime korku olmalı.
Küresel zalimlere karşı küresel mücadele başlatılmalı.
Bu yüzden isteyeceğimiz şey “Küresel intifada” olmalı.
Filistinde’ki direnişten alıp ilhamımızı, tüm dünyaya meydan okumalıyız.
Ütopik gelebilir ama elindeki sapanla tanklara meydan okuyan, İsrail’e kafan tutan çocuklarınki kadar ütopik değil.
Bu küresel intifada sürecinde adımlar doğru seçilmeli.
Önce düşmanın tanımı yapılmalı. Neye karşı mücadele edileceği düşünülmeli.
Bizim düşmanımız mevcut sistem. Salt kapitalizm eleştirisi değil bu yaptığım. Kapitalizmden ulus-devlete, parlamenter sistemden zorunlu askerliğe kadar sistemin her şeyi çürümüş vaziyette. O yüzden hedef olarak sistem seçilmeli. Tüm organlarına karşı bir mücadele başlatılmalı. İlk taşlar sisteme atılmalı.
Öncelikle tüketmeyeceğiz. Kapitalizmi ayakta tutan tüketim toplumunun bir ferdi olmayacağız. Kapitalizmin ürettiği hayali ihtiyaçları değil, kendimize yetecek olanı tüketeceğiz.
Tüketim toplumunun mabedleri olan AVM’lere tapınmaktan vazgeçeceğiz.
Reklâm kültürünü kanıksamış, her duyduğuna her gördüğüne inanan değil, her gördüğünü her duyduğunu sorgulayan kişiler olacağız.
Plazalardaki, fabrikalardaki zincirsiz kölelere bilinç aşılayacağız.
Salatı ikame edeceğiz. (Dayanışmayı geliştireceğiz.)
Goethe’nin dediği gibi, kimse özgür olduğuna inanan biri kadar köle olmaya müsait değildir. Çünkü özgürlüğün en büyük düşmanı halinden memnun kölelerdir. Bu yüzden en başta kendimizin farkına varacağız, hayali ihtiyaçlarımızı belirleyeceğiz, tüketmenin bizi özgür değil bağımlı yaptığına karar vereceğiz, adaleti patrondan beklemeyip kendimiz var edeceğiz.
Bu, kapitalizme attığımız taş olacak.
Köle yaratan sistemin bir diğer organı ulus-devletlerle karşı karşıya geleceğiz.
Yapay sınırları reddedeceğiz.
Tanrı’ya inancı olanlar, “O’nun yarattığı dünyayı biz yapay sınırlarla bölemeyiz” diyecek.
Tanrı’ya inanmayanlar, doğayı bir bütün olarak görecek ve parçalanmasına izin vermeyecek.
Ulus, bayrak, vatan fetişizmini bir kenara bırakarak onların yerine adalet, özgürlük, hakkaniyet kavramlarını ikame edeceğiz.
“Benim milliyetçiliğim iyidir” yaklaşımını bırakıp, her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alacağız. (Din milliyetçiliği ve sınıf milliyetçiliği de dâhil.)
“Ezilen halkların milliyetçiliği meşrudur.” lafını kabul etmeyeceğiz. Kurtuluşun milliyetçilikte değil, dayanışmada olduğunu öğreneceğiz.
Vatan, ulus, bayrak olguları ve bunların yarattığı putları reddedeceğiz. Ulus-devletin bütün tanrılarını rahatsız edeceğiz.
Kapitalizm ve ulus-devlet bize tüm tanklarıyla saldırsa da biz yukarıda bahsettiğim taşları onlara atacağız.
Sistemin en çürük organlarından parlamenter sistem ve temsili demokrasiyi tarihe gömmek için uğraşacağız.
Yeni alternatifler geliştireceğiz.
İsmet Özel’in tabiriyle, gardiyanları seçme özgürlüğünü değil, parmaklıkları kırarak gerçek özgürlüğü yakalayacağız.
Halkın doğrudan yönetime dâhil olduğu site devletlerini tartışacağız. Özerk yönetim modeli üzerinde düşüneceğiz. Sonra Şura sistemiyle istişare ederek ortak yaşamı kuracağız.  Sınırsız ve sınıfsız bir “Dünya Federasyonu’na doğru adım adım ilerleyeceğiz.
Tek düzeliğin, hiyerarşinin, tek tipleşmenin kısacası ulus-devletlerin prototipi olan zorunlu askerliği yok sayacağız.
Fırsat bulduğumuz her yerde eleştireceğiz.
Gücü yeten, vicdani retçi olacak. Gücü yetmeyen, saçmalıklarını her yerde anlatacak.
Halkı askerlikten soğutarak anayasal suç işleyeceğiz. (Tıpkı benim bu yazıda suça teşvik ederek suç işlemem gibi.)
Adalet talebimizi her yerde her zaman, uygun ortam mı değil mi diye bakmadan, çıkarlarını göz önünde tutmadan dile getireceğiz.
Küresel intifada böyle başlayacak. Biz bunu yaparsak zincirlerimizden kurtulacağız. Modern köleliğin sonunu getireceğiz. Adaleti birilerinin tekelinden kurtarıp, kendi ellerimizle tesis edeceğiz.
Malcolm’un dediği gibi; Bir şeyleri değiştirmek istiyorsak biraz gürültü çıkaracağız.
Silahla değil fikirle.
Sopayla değil kalemle.
Bu şekilde sistemin bütün tanrılarını yok edeceğiz, bütün putları yerle bir edeceğiz.
Öncelikle zincirlerimizden kurtulacağız, sonra da kalkıp uyaracağız tüm dünyayı. En önce kendimizi.
Benim bu anlattıklarımı Üstad Ali Şeriati iki paragrafta anlatmış ve kendisinin de dediği gibi bizi rahatsız etmişti.
“Ey dostum! Evrenin yarısını belki de tamamını kontrol altında tutan bir düzenin egemen olduğu bir toplumda yaşıyorum. İnsanlık yeni bir kölelik kalesine sürülüyor. Hem ne kadar fizikî kölelik değilse bile, sizinkinden daha kötü bir kaderimiz var. Düşüncelerimiz, kalplerimiz ve irade özgürlüğümüz köleleştirilmiş. Sosyoloji, bilim, sanat, eğitim, seks özgürlüğü, kazanma özgürlüğü, sömürü sevgisi ve kişi sevgisi adına hedeflere inanma, insanî sorumluluklara inanma ve kendi düşünce ekolüne inanma, hepsi tamamen kalbimizden çekilip alındı. Düzen içinde ne konursa alan boş kalplere çevirdi bizi!
Şimdi, parti, kan, toprak ve düzene karşı düzen adına öylesine bölünüyoruz ki her birimizden daha kolay yararlanabilsin. Onun izleyicileri, yani kendi düşünce ekollerinin peşinden gidenler, birbirlerine karşı savaşa itiliyor. Neden? Bütün dünyanın etkisiyle birbirlerini düşman olarak mı görmek zorundalar. Biri dua için ellerlini açar, diğeri ikisini birden kapatır.[…]
Düşüncelerimiz sürgüne gönderiliyor, kendileri koruyucular oldu…”[1]
Üstadın ruhu şad olsun.
Yukarıda bir kurtuluş reçetesi sundum. Belki doğru belki yanlış. Her reçete her bünyeye aynı etkiyi yapmıyor.
Benimkiler bir öneri. Tüm kalbim ile inandığım bir öneri. Birlik olursak yaparız. Olamazsak, halinden memnun köleler olmaya devam ederiz.
Selam ve Dua ile…
Muhammed Zahid Erdoğan
Dipnot
[1] Ali Şeriati, Medeniyet Modernizm, Yeni Zamanlar Yayınları, 2003.