18 Ekim 2016 Salı

AKP Şirket Gibi

Kitap çalışmasının nasıl ortaya çıktığını anlatır mısınız?
2012-2014 yılları arasında Kağıthane üzerine ve Türkiye’deki siyasi partilerle ilgili farklı araştırmalarda çalışmıştım. Bu sırada bazı soruların etkisi altındaydım: AKP’nin otoriter yönetim pratikleri daha da görünürleşmiş, neoliberal ekonominin yarattığı tahribatlar daha yakıcı bir hal almaya başlamıştı. Fakat AKP seçim süreçlerini atlatarak, bir şekilde toplumsal desteğini sürdürmeye devam ediyordu. Varolan açıklamaların kendisi de doyurucu cevaplar sunmuyordu. Bu nedenle, gölgede bırakılmış bir alana, yerel toplumsal ilişkilere ve sıradan partili aktörlere bakmanın daha açıklayıcı olabileceğini düşündüm. Sanayi Mahallesi gibi ücretli çalışanların yoğun olduğu, eski gecekondu ve işçi semtinde parti örgütlülüğünün izini sürmeye çalıştım.
Çalışmanızda Sanayi Mahallesi ve çevresinin siyasal-tarihsel arka planını anlatıyorsunuz. Nasıl bir değişim söz konusu?
Kağıthane 1990’lara kadar sol tabanın güçlü olduğu bir semtti. SHP’nin, yerel yönetimleri kazandığı ve yükselişe geçtiği yerlerden biriydi. Fakat beklenmedik biçimde, SHP’li kadroların deneyimsizliği ve politik kültüre hâkim burjuva rekabetçi anlayış nedeniyle Refah Partisi (RP) adayı çıkış yapmayı başarmıştı. RP’li belediye başkanı, o dönem yerel halka hitap ederken sol siyasal jargonu da kullanmıştı. “Halk meclisleri”, “seçtiklerini denetle”, “insan kardeşliği”, “hak”, “özgürlük” gibi söylemler bunun örnekleri arasındadır. Fakat sosyal demokrat kadrolar, Kağıthane Direnişi gibi eylemlilikler yaratsa da, hızlı biçimde tasfiye edildi. Ayrıca, zamanla RP içindeki liberallerin susturulması da sağ eğilimi belirginleştirdi. AKP’nin kurucu kadroları da bunun öncülüğünü yaptı. AKP döneminde mahallelerdeki sosyal politik atmosfer değişti. Daha önce merdiven altı denilen, tabelası olmayan ve illegal görülen İslami örgütlerin ve ağların büyük çoğunluğu bugün resmi bir çatı altında, vakıf adı altında yerellerde boy gösteriyor. Bunlar olurken muhalif siyasal çevreler, marjinal olarak kodlanıp meşrulukları sorgulanıyor.
Kentsel süreçler açısından nasıl bir değişim yaşandı?
Bu çok çarpıcı. Sanayi Mahallesi adını, oto sanayi sitesine ve fabrikalara yakınlığından dolayı almıştır. 2000’li yıllarda, sanayilerin İstanbul’un çevre bölgelerine taşınmaya başlamasıyla mahallenin çehresi değişti. Sanayi Mahallesi, bugün rezidansların, alışveriş merkezlerinin, büyük giyim mağazalarının arka bahçesi konumundadır. Aynı zamanda kentsel dönüşümü bölük pörçük ve sessiz sedasız yaşayan yerler arasındadır. 2015 yılında belediye meclisinde alınan kararla, Sanayi Mahallesi adının Sultan Selim olarak değiştirilmesi tesadüf değildir. Sanayi ismi, hem sınıfsal profili yansıtan hem de kentsel dönüşüm sürecinde pazarlama açısından demode bir isim olarak görülmektedir. Hem de Sultan Selim daha mezhepçi ve iktidarın kendisini daha rahat sembolize ettiği bir temsile sahiptir.
Kitabınızda, Sanayi’nin yeni müteahhitlerinden bahsediyorsunuz...
AKP döneminde, inşaat lokomotif sektör olarak kodlandı. Daha da önemlisi yeni yerel sermaye grupları yaratıldı. Kağıthane ve Sanayi Mahallesi’nde 2007’den sonra inşaat sektörüne atılanlar ya da faaliyet alanlarını geliştirenler bunun örnekleri arasındadır. Bu kesimler ‘yeşil sermaye’ ya da ‘tarikat sermayesi’nden başka bir grubu işaret ediyor. Esnaflık, mühendislik yapan ya da ticaretle uğraşan farklı meslek ve iş gruplarından gelenler için inşaat yeni bir iş faaliyeti oldu. AKP’nin ilçe yönetimi ya da belediye meclis üyeleri arasındaki bu kişiler, bölgedeki kentsel dönüşüm propagandasını ve faaliyetlerini yürütüyor.
Kitabınızda, “Parti, yerelde siyasetin kapsamını daraltıyor ve onu uzmanlık gerektiren bir iş olarak geniş kesimlerin yapamayacağı bir tanıma ve koşullara bağlıyordu. ‘Millet iradesi’yle ifadesini bulan oy vermek ve temsil siyaseti de bu yüzden biricikti” değerlendirmesinde bulunuyorsunuz. Biraz açar mısınız?
Partinin yerellerdeki gücünü oluşturan, bölge halkına ulaşmasını sağlayan partili aktivistlerin/aracıların nasıl mobilize olduğu sorusu önemli. Bu kesimler, siyasal faaliyetlerini, özgürleştirici bir anlayış ya da pratikle yapmıyorlar. Bir şirket gibi işleyen partide insanların CV’lerine bakılıyor, performansları değerlendiriliyor, yaptıklarını raporlamaları bekleniyor. Bu anlamda, bölge halkına taşıdıkları siyasetin kapsamı da çok dar. İnsanların hayatlarını ilgilendiren yakıcı konular, siyasetin dışına itiliyor. Siyaset, hizmete ve icraata indirgenirken, siyasal katılım da oy verme işlemine indirgeniyor. Çünkü kodladıkları siyaset kravatlı, takım elbiseli büyük adamların uğraşabileceği bir iş, ayrıca dış mihrakların ve çeşitli lobilerin karıştığı komplolarla dönen bir güçler savaşı. Buna göre “Ben sizin yerinize ve adınıza oradayım, gerekeni yaparım” deniliyor. Burada siyaset herkese açık olmayan, ekonomik ve kültürel başta olmak üzere sermayeler gerektiren ayrıcalıklı bir alan. Dolayısıyla temsil siyaseti içinde geniş halk kesimleri salt birer seçmene indirgeniyor. Millet iradesi de bu anlamda her şeyin üstünde bir güç olarak kutsanıyor ve aslında tahakküm aracına dönüşüyor.
Kadınların parti çalışmasına katılmaları ve parti içerisindeki konumları hakkında neler diyeceksiniz?
AKP kadınları mobilize etmeyi başaran ve kadın kollarının aktif olduğu bir parti. Parti ağlarıyla ev kadınları, yoksul kadınlar evlerinden çıkıp bambaşka bir dünyaya giriyorlar. Kadınlar kendi hayatlarını kısıtlayan, sınıfsal ve mekânsal sınırlardan sıyrılma fırsatı buluyor. Mahallelerinden çıkıyorlar, milletvekilleriyle tanışıyorlar, farklı konulara dair eğitimler alıyorlar. Parti örgütlülüğüyle, kendi potansiyellerini kullanabilecekleri kanallar ediniyorlar. Mesela bir ev kadını, “Eskiden evdeydim, oturuyordum. Şimdi kendimi daha çok işe yarar hissediyorum” demişti. Kadınlar kendilerine üniversiteli gibi bakıldığını ve toplumda daha saygın konumlara geçtiklerini düşünüyorlar. Fakat parti içindeki iktidar alanı yalnızca erkeklere açık. Karar alma mekanizmalarında, erkekler var ve yerel siyasette onların rekabet ve güç ilişkileri belirleyici oluyor. Kadınlar muhafazakâr aile ve toplum değerleri izin verdiği ölçüde hareket ediyorlar.
Görüştüğünüz gençlerin AKP’ye bakışı nasıldı?
AKP onların gözünde modernist, kravatlı ve markalı bir siyaseti temsil ediyor. Mahalle gençleri için parti, geleceklerini kurgulayabilecekleri sınıfsal kısıtlarını aşıp, “büyük adam” olmalarını sağlayacak bir imkânlar ağı. Partili kimlikleriyle, sembolik düzeyde bile “iktidar”ı temsil etmenin onlara statü kazandırdığı anlaşılıyor.
AKP’ye katılan BBP ve MHP kökenli kişilerle de görüşmeleriniz var. Buna dair tespitiniz nedir?
Parti örgütü içinde MHP, BBP kökenlilerle birlikte SP ve HAS Partililer de vardı. Bu, AKP’nin muhafazakâr, İslamcı, milliyetçi cenahta irili ufaklı farklı siyasal grupları kendisine çektiğini, onlara hitap etmeyi başardığını gösteriyor. AKP’yi pek çok açıdan eleştirseler de partiyi destekliyorlardı. AKP’nin alternatif oluşumlara şans bırakmadığını, Erdoğan liderliğinin de düşman gördükleri cenah karşısında siyasi kıvraklıklara sahip olduğunu düşünüyorlardı.
AKP’nin semtteki Kürtlerle ilişkisine dair, “Partiye ikincil abi konumlarda dâhil olabilen Kürtlerinse, partiye sınıfsal, dinî, mezhepsel ve politik angajmanları sayesinde seçilmiş oldukları anlaşılmaktadır” diyorsunuz, bu tespite nasıl ulaştınız?
Benim çalışmayı yaptığım sırada AKP’nin Kürt sorununa bakışına dair olumlu bir tablo çiziliyordu. Oysa yerellerde, parti tabanının mesafeli bir tutumu vardı. Kağıthane’de hatırı sayılır bir Kürt nüfus vardı. Parti kademelerinin oluşumunda hemşerilik kriterine dikkat edilmesine rağmen parti kadroları arasında Kürtler görünür değildi. Üstelik mahalledeki Kürtlere dair sorularım dahi hoşnutsuzlukla karşılanmıştı. Partililer semtte yaşayan Kürtlerle ilgili sürekli örgüt üyesi ya da onlar ibarelerini kullanmışlardı. Kürt meselesini, terör sorunu olarak ifade etmişlerdi. Kürtlere, politik angajmanlarına göre makul ya da tehlikeli olarak bakılıyordu. Dinî kimliğiyle öne çıkarılan kesimlere “Kürt değil Hanefî olarak bakıyoruz” denilmişti. Partiyle ilişkilenebilen Kürtlerse partide iktidar alanının dışında, tali konumlarda yer alıyorlardı. Mahalle yönetimlerinde birkaç Kürt esnaf vardı. Belediye meclis üyeleri arasında Kürt yoktu, ilçe yönetiminde ise görünür değillerdi.
Kitabınızı şu ifadelerle bitiriyorsunuz: “Gözlerimizi dışarıda ve yukarıda duran bir iktidar anlayışından aşağıya çevirmek, iktidarın güç aldığı toplumsal ilişkilere ve bunların nasıl üretildiğine bakmak başka yereller için de bir öneri olabilir”
AKP ile ilgili iktidar kavrayışımız, hep üst düzey siyaset sınırları arasında kalıyor. Siyasetteki dönüşümün de yukarıdan gerçekleşeceğine dair zımni bir inanca bel bağlamış durumdayız. Oysa AKP’nin hâlâ ayakta kalmasının önemli nedenlerinden biri toplumsal alanda sağladığı desteğin ve değişimin kendisi. Dolayısıyla, iktidarın yeniden üretim dinamiğine yerellerden bakmak önemli görünüyor.
Son olarak ne diyeceksiniz?
AKP, İstanbul için düşünülecekse, yerel ağlarını sıkı tutmaya çalışan, gençlik ve kadın kollarıyla mahalle örgütlülükleri olan bir yapı. Karşımızda örgütlü bir yapı olduğunu görmemiz önemli. Bu açıdan, alerji haline gelmiş “örgütlü olma” kavramlarının yeniden düşünülmesi, alternatif-muhalif siyasal duruş ve hedefler için elzem duruyor.
Şerif Karataş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder