10 Ekim 2016 Pazartesi

İşçiye Pasaport

Bir önceki yazımızda bu tarihe kadar olan köylünün durumunu kısaca ele almıştık. 1861 yılı Rusya'da serfliğin-köleliğin kalktığı tarihti. Bu yazımızda, kırdan-köyden kentte geçiş ve işçileşme süreçlerini ve neler yaşandığını kısaca özetlemeye çalışacağız.
1861 yılına gelindiğinde feodal Rus İmparatorluğunda 80 milyon nüfusun sadece %7’si kentlerde yaşıyordu. %10 da bir kısım tarımsal olmayan işlerle uğraşırken, geriye kalan köy toplumuydu.
1825’te sayısı beş bini aşmayan küçük atölyelerde çalışan yaklaşık iki-yüz bin işçi-köylü vardı. Yine bu yıllarda sayısı on binleri bulan sanayi kuruluşları yaklaşık 1850 yıllarında yüzde yüz artarak 21 bini geçmişti. Çalışan iş gücü ise 800 bini buluyordu.
Bu yıllarda üretilen malın pazardaki ekonomik değeri 160 milyon rubleden %6,5 büyümeyle bir milyar rubleye çıkmıştı. Bu gelişme sonucunda, 1900 yıllara gelindiğinde, fabrikadaki işçilerin sayısı 1,6 milyonu buldu. Fabrika dışında taşıma, inşaat alanlarında çalışan işçi sayısıyla birlikte toplam işgücü yaklaşık 3,3 milyona yaklaşmıştı.
Burada dikkati çeken husus, fabrikalarda çalışan işçi sayısının çok fazla olmasıydı. Fabrika sayısı az ama çalışanı fazlaydı ve toplam fabrikaların en az üçte birinde 500 kişi çalışıyordu.
Sanayisi gelişmiş Almanya’da bu durum tam tersiydi. Çok sayıda işçi çalıştıran fabrikalar toplamda %14’lük bir potansiyele sahipti. Bu Rusya’da %35’ti. Bütün Rus sanayi işçisinin yaklaşık dörtte biri 1000 kişilik fabrikalarda çalışıyordu; bu oran Almanya'da ancak %18’i buluyordu. Rusya’da bu fabrikalarda Almanya ve İngiltere'nin en gelişmiş makineleri vardı.
İmparatorluk geri kalmış olmasına rağmen imalat, maden, taşıma, inşaat ve ticaret alanlarında toplam 3,3 milyonluk küçük sanayi proletaryası, Avrupa'nın sermaye yoğun ileri teknolojisinde çalışıyordu. Yoksul köylüler akın akın Petersburg'a gelmeye başlamış ve diğer şehirlere yeni gelmiş yarı işçi-yarı köylü insanlar çoğu sıkışık, sağlıksız koşullarda çalışmaya ve yaşamlarını kurmaya çalışıyorlardı.
Bu işçiler fabrika çevrelerinde sağlıksız koşullarda oturmaya mecbur kalıyordu. İşçiler işyerinde veya kalabalık koğuşlarda şehirle tüm bağları kesilmiş bir durumda yaşamaya mecburlardı. Her fabrikanın "huzuru" sağlayan fabrika polisleri vardı.
Toplu yerleşim alanları âdeta açık hapishaneyi andırıyordu. Kent yaşamından tümüyle yalıtılmış bu alanlarda, meyhanelere ve insanların toplu halde olduğu yerlere gitmek yasaktı. İşçiler, yemeklerini fabrikanın yemek salonunda yiyor ve ihtiyaçlarını fabrikanın mağazalarında karşılıyordu. Zaman zaman dışarıya çıkmalarına izin verildiğinde çıkanın üstü çok sıkı bir şekilde aranıyor, ne kadar zaman dışarıda kaldıkları takip ediliyordu. Bu durum işçileri canından bezdiriyor ve hiç çıkmama isteği güçleniyordu.
Köylü-işçiler birkaç mevsim böyle çalıştıktan sonra ailesini de getirerek aynı zamanda iş sezonunu uzatma ve yerleşik olmanın fırsatını yakaladı. İçerisi rutubetli ve yaprakları solmuş tropikal bir ormanı andırıyordu. Tavandan sarsan lif demetleri güneş ışığının içeri girmesini engelliyordu. İlerlemek oldukça zordu. Nemli ve odunsu püskülleri iterek kendine yol açmak gerekiyordu.
Yerler yapış yapış mide bulandırıcı kalın bir pislik tabakasıyla kaplıydı, iki parça ağaçtan oluşan lif kırma makineleri dört ayak üzerine yerleştirilmişti. Makinelerin şekli, eni de boyu da yaklaşık üç metre olan bir kafese benziyordu. Günün yirmi dört saati orada geçiriliyor, yemek kirli su leğenlerinin arasında yere oturarak yeniyor, uyumak için lif demetlerini yastık yaparak döşeme tahtalarına uzanılıyordu.
Ateşler içinde makinenin yanında uyuya kalmış çocuklar, ters çevrilmiş kovanın üstünde çocuğuna süt veren anneler… Etraf küf kokusundan geçilmezdi. Eğer köylerine dönmüyorsa, bütün bir yıl bu atölyelerden dışarı çıkmazlardı. Kısacası işçiler, makinelerin yanında yer, içer, ürer ve hatta ölürlerdi.
Özellikle küçük ipek, yün fabrikaları ve kumaş baskı işlerinde de durum aynıydı. Bu atölyelerde yerde, sıraların altında yahut tezgâhların üzerinde uyunurdu. Mekiğin ritmik vuruşları, tavana asılı beşiklerde uyuyan bebeklere ninni olurdu.
1890 yılların sonuna kadar işçilere ayni ödeme -Yükümlülüğün malla yerine getirilmesine dayalı ödeme- yapılırdı. Bu ödeme, ücret karşılığı verilen fişlerle fabrikadaki satış mağazasından aldıkları ihtiyaç maddeleri ile gerçekleşiyordu.
Angaryaya alışmış patronlar ödemeleri de düzenli yapmazdı. Angarya feodal toplumda uygulanır, hükümdar, derebeyi, köy ağası insanlardan bir iş talep eder ve yapılırdı. İşçilerin çalışma karnesi olduğunu biliriz. Bu karne, işveren tarafından çalışma hayatına başlayan işçiye verilen, işçilik durumunu gösterir belgedir.
Rusya'da ülke pasaportu uygulanıyordu. Bu uygulamaya göre, hangi köyden geldiğini gösteren arazi haritası ve önceki işinden neden ayrıldığı ve hangi işleri yaptığı tüm detayları gösterirdi. Özel olarak işçiler için düşünülmüş bu "ülke pasaportu" işçileri tamamen patronların insafına bırakırdı.
Bu, 1994 yılı Romanya'da farklı bir şekilde uygulanıyordu. Herhangi bir insan bulunduğu yerden ayrılmak durumunda kaldığında, bunu polise bildirmek ve elinde resmi yazıyla yola çıkardı ve sonradan bu uygulamada kalktı. Çalışma saatlerinde ustabaşılar işçilere çok kötü davranıyor ve havadan sudan bahanelerle işçileri cezalandırıyordu. Sorunlu ve şüpheli bir durumda yöneticiler patronun lehine karar veriyor ve en ufak bir hak aramayı huzursuzluk, yıkıcı, tehlikeli görerek bastırırdı.
Huzursuz işçileri bastırmak ve denetlemek için okuma yazma kursu ve rahiplerin fabrikada sabah ve akşam olmak üzere "haç" çıkarma ve başlarıyla selamladıkları azizlerin "ikonaları" vardı. Fabrikaların daha gelişmiş makineleri kullanmaya başlamasıyla bu süreçte farklılaşmaya başladı. Köyden kente gelen köylü-işçiler geldiği yerin özellikleri ve disipline gelmemesi 'evcilleşmeyen' vasıfsız işçiler olarak görülür ve çeşitli baskılar yapılarak korkutulurdu.
Petersburg, Moskova, İvanoya-Voznesenk, Odesa ve Kiev'de bir dizi tekstil fabrikası otomatik makinelerle dolunca sanayi işletmelerinde vasıflı işçiler öne çıkarken rutin işler de köylü işçilere kaldı. Bu, aynı zamanda çok iyi ücret ve yaşama koşullarına sahip olan vasıflı işçiler aristokrasisini yaratırken, son derece kötü şartlarda çok düşük ücret alan vasıfsız işçiler oluşmaya başladı.
Buna rağmen fabrika işçileri birbirine karşıt iki kampa bölünmedi. Bilinçli seçkin işçiler bütün işçilerin vasıfsızlar kadar vasıflıların da patrona karşı mücadele etme yeteneğini geliştirdi. Bu çok önemli bir tecrübeydi. Bu rolü oynayan seçkin işçiler derin bir sınıf bilincine ve güçlü bir zanaat gururunun öz saygısına sahiptiler ve işçi sınıfının en deneyimli ve en kentleşmiş kesimiydiler.
Genel olarak köylü toplumunda az bulunur olduklarından, bu işçiler işletmeler için son derecede önemliydi. Bu konumları işletme ve idareye karşı bir ağırlık oluştururken, aynı zamanda vasıfsız işçilere güven veriyordu. Rusya standartlarına göre oldukça iyi ücret almalarına rağmen bir hareket olduğunda da oldukça radikal tutum alıyorlardı ve gerçek devrimci düşüncelere diğer proleterlerden daha yatkındılar.
Tüm ayrıcalıklarına üç dört kat fazla ücret almasına, çok iyi koşullarda oturmaları ve yaşamalarına rağmen, bunlar fabrikada birer militan ve bütün işçileri etrafında toplayan çekirdek kadrolardı. Özellikle vasıflı metal işçileri bulundukları yerlerde öncü konumda ve sözcü durumundaydı. Emek hareketinin doğal önderlik konumunda olmaları patronları da endişelendiriyordu. Aynı zamanda politik bilinci arkadaşlarına taşıyan, gelen bildirileri okuyup anlatan konumundaydılar.
Kimi işçiler gelirlerinden önemli bir kısmını kitap almaya harcıyor ve kurduğu kütüphanede karmaşık sorunları kavramak için kafa patlatıp bilincini geliştirirken, zaman zaman öğrencilerden yardım alıyorlardı. İşçiler çalışma grupları kurdular, bu gruplar radikal aydınlardan tamamen bağımsız kuruluyor ve aydınları şüpheli, düşman, yabancı görüyor ve pratik olarak güvenmiyorlardı.
Fabrikalarda sınıfsal karşıtlık ve güvensizlik had safhadaydı. Bu nedenle tüm işçilerin toplu halde bulundukları her yerde "polis muhbirleri" görev başındaydılar. Tek tek izliyor, toplu izliyor ve işçilerin ruh halini patronlarına rapor ediyordu. Bunun farkında olan deneyimli işçiler, haddinden fazla dikkatli olurken, hemen hemen hiç açık vermemeye çalışırlardı. Şunun farkındaydılar: en ufak bir ihmalin sonucu ya hapishane ya da Sibirya'ya sürgün edilmekti.
Aynı yıllar Avrupa'da sendikalar yasal olarak kurulurken, Çarlık Rusya'sında sendikal faaliyet son derece gizli örgütlenmeyle gerçekleşiyordu. Rusya'da reformcu sendikalar kurulabilseydi, işçilerin büyük bir kısmı evcilleşebilir miydi? Fakat ne devlet ne de burjuvazi, yasal sendika ve grev hakkı vermeye hazırdı. Sadece işsiz işçi ve ailelerine yardımlaşma sandığı ve kütüphane dernekleri kurulmasına izin veriliyordu. Köylü işçiler ajitasyon veya greve katılırlarsa, tekrar köylerine "sürgün" ediliyor veya bunlara hapis cezası veriliyordu.
Sözün kısası o günkü koşullarda sanayici ve devlet, işçi sınıfının her hareketini ve bağımsız bir sendika kurma çabasını dahi toplumsal düzeni ve istikrarı bozan siyasal bir komplo olarak görüyordu. Bazen kendiliğinden patlayan isyanlar sonucunda ufak tefek haklar vermek durumunda kalınsa da düzeni sarsma açısından çok önemli değildi.
Tevfik Özkorkmaz
10.10.2016
Kaynak: Devrimci Halk Hareketleri Tarihi: 1905-1917'ye Rus Devrimleri, Murray Bookchin, Dipnot Yayınları, 2013.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder