13 Ekim 2016 Perşembe

16. Türk Devletinin 0.1 Sürümü

Kurucu babalar, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini, İslam’ın devletleştirilmesi (buna laiklik adını verdiler), Kürtlerin bastırılması ve asimilasyonu, Hristiyan azınlıkların tasfiyesi kaideleri üstüne inşa ettiler.
Hristiyan azınlıklar, hızlı işleyen bir süreçte yeni devletin hükümranlık alanından büyük ölçüde tasfiye edildiler. Arda kalan son derece az bir nüfus yoğunluğu da her türlü hakları elinden alınmış olarak etkisizleştirildi.
Yeni devletin ‘Türk’ milleti temelli inşası süreci, ideolojik referanslarını da Türklük efsanelerinde buldu. Bu gelişmenin yanısıra İslam da yeni devletin bir kurumu olarak yukarıdan aşağı biçimlendirildi. Osmanlı bakiyesi İslamî elitler artık iktidarın çeperlerine itilmişlerdi. Ve onlara ve etki alanlarına artık, ancak sosyal uyanışın bastırılması gereken kritik dönemlerde ihtiyaç duyulacaktı. Bu süreçte, politik İslam bir yandan devlet operasyonlarının yan unsuru olarak sosyal uyanışa karşı pozisyon alırken, diğer yandan devlet kadroları ve kurumlarında, siyaset alanında etki alanlarını genişletmeye yönelik olarak -ideolojik vasattan da güç alarak- örgütlendiler.
Kürtler, kendilerine dayatılan çerçeveye yönelik itirazlarını birçok kez isyanlarla ya da legal siyaset alanında yaptıkları çıkışlarla ifade ettiler. Karşılığı şiddet, yok sayılma ve asimilasyon politikaları oldu.
2000’lere gelindiğinde, artık bu terazi bu sıkleti çekemez olmuştu. Kürtler varlıklarının ve siyasî ve kültürel haklarının anayasal bir statüye kavuşturulmasını talep ediyorlar. 1923 çerçevesini zorluyorlar.
Modern(!) İslamî elitler koalisyonu 2002’de toplumsal ideolojik vasatın da yoğun desteği ile eskimiş rejimin bir kısım mağdurlarını da arkasına alacak etkili manevralarla AKP şahsında iktidarı ele geçirdiler.
Yeni Devlet…
17. Türk devletinin inşası sürecini yaşıyoruz. Belki de daha doğru bir deyimle 16. Türk devletinin 0.1 sürümünün inşası sürecini. Eski rejim sahipleri, büyük ölçüde tasfiye edildiler. Kalanlar ise politik İslam’ın ideolojik referansları ve tahakkümü altında Saray iktidarı ile bütünleşmiş görünüyorlar. Saray ise devletin kimi tabularıyla -örneğin Kürt politikasının tasfiyesi ve yok sayılması- temelinde uzlaşmış görünüyor.
Bütün devlet kurumları, eğitim başta olmak üzere yargı, emniyet ve askerî bürokrasi, İslam’ın bir mezhebinin mensupları tarafından yeniden kurgulanıyor. Devlet ideolojisi, fiilen ve resmen adım adım dinselleştiriliyor. Yeni iktidar sahipleri Diyanet İşleri Başkanlığı şahsında devletleştirilen ‘devlet’ İslam’ını devraldı, bu kurumu devletin temel kaidesi haline getirmeye, etki alanını sınırsızlaştırmaya uğraşıyor.
Parlamento alanında MHP yedeklenmiş, CHP tabiatına uygun olarak ‘devlet çıkarları temelinde’ büyük ölçüde paralize edilmiştir. HDP, bütün nefes boruları ve halka seslenme imkânları elinden alınarak köşeye sıkıştırılmış, kadrolarına ve üyelerine yönelik gözaltı ve tutuklama girişimleri ile siyaset alanının dışına itilmeye çalışılmaktadır.
Demokrasi ve özgürlük yanlısı laisist muhalefet hiçbir kural tanınmadan bütün renkleriyle, medyasıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, akademisyenleri, öğretmenleri, memurları, yazarları ve sanatçılarıyla yok edilmek istenmektedir. Medya organlarına işletmelere ve yerel yönetimlere kayyım atanmaktadır. Siyaset alanı çapaklarından arındırılarak tekelleştirilmekte, iktidar dikensiz bir gül bahçesi yaratmak istemektedir.
İktidar sahipleri, bugüne kadar gerek muktedirler arasındaki çatışmalardan doğan, gerekse de etkin muhalif çıkışlardan -Gezi ve Kürt direnişi- oluşan ciddi badireleri başarıyla atlatmış görünüyor.
Saray iktidarını diktatoryal amaçları doğrultusunda konsolide ederken, dev güçler arasındaki uluslararası hegemonya mücadelesinin yarattığı manevra alanını etkin bir pragmatizmle lehine kullanmayı becerebilmektedir. Kimi zaman ABD’yi dikkate alarak Rusya’yı; Rusya’yı hesaba katarak ABD’yi kollamakta ve böylece bu tehlikeli sularda sörf yapmayı -iktidarı için en büyük tehlikenin de emperyal güçlerin arasındaki çatışmaların giderek sertleşmesi olduğunun da altını çizmek gerekir- becerebilmektedir. Dönülmez denilen keskin virajları alabilmekte, bir günün Esed’i daha sonra Esad, ‘öldürmeyi iyi bilen İsrail’i’ dost olabilmektedir. IŞİD’i desteklemekten ‘DAEŞ’e karşı silahlı operasyonlara geçebilmektedir.
İktidar, üretime dayanan ciddi bir sosyal uyanışla da karşılaşmıyor olması ya da o gelişmeyi engelleyici ekonomik, sendikal ve politik anti-demokratik polisiye tedbirleri alıyor olması dolayısıyla da rahat bir durumdadır.
İktidar, dayandığı kadroların yetersizliği, güvenilmez müttefikler, uluslararası camiada giderek büyüyen olumsuz algısı, küçük de olsa bir türlü bastırılamayan aktif ve potansiyel muhalefet odakları dolayısıyla zorluklar içerisindedir aynı zamanda. Ancak rüzgâr hâlâ ondan yana esmektedir, seçmen desteği devam etmektedir ve inisiyatifi büyük ölçüde elinde tutmaktadır. Diktatörlük rejimi büyük ölçüde inşa edilmiştir.
Elde Ne Var?
-Parlamento alanında Bir kısım CHP milletvekilinden ve HDP’den oluşan, etkinliği sınırlanmış sesi duyulamayan bir muhalefet.
-Bastırılamayan Kürt talepleri.
-Büyük baskılarla işinden gücünden atılan ya da atılma tehdidi altındaki akademisyen, sanatçı, gazeteci ve yazarlar.
-Dar bir militan kitlesine, harekete geçirme becerisine sahip sivil toplum örgütleri ve bir kısım sendikalar.
-Yine kitlesel temsiliyeti sınırlı genç aktivistler.
-Yine yoğun baskılar altında sesleri boğulmaya ve kürsüleri elinden alınmaya çalışılan sosyalist parti ve kuruluşlar…
O Zaman Ne Yapılacak?
Öncelikli olarak bu tabloyu önümüze koymak; demokrasi, özgürlük ve laiklik için mücadelenin uzun soluklu olacağını kabul etmek gerekiyor.
Hemen ardından her ne kadar ihtimal dâhilinde olsa bile emperyal güç çatışmaları arenasında bir emperyal odak tarafından bu iktidarın tasfiye edilmesi beklentisinden uzaklaşmak gerekiyor. Birincisi ilkesel olarak, ikincisi bu tür bir tasfiye sürecinin daha anti demokratik süreçleri tetiklemesinin kaçınılmaz olması bakımından…
Üçüncüsü, ekonomik kriz beklentilerine bel bağlamaktan ve “Gezi gelecek dertler bitecek” hayalinden…
Gerisini bilahare tartışalım...
Çok mu karamsar bir yazı oldu?
Cengizhan Güngör

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder