23 Mayıs 2015 Cumartesi

Küresel İntifadaya Doğru

“Ey gizlenen, ayağa kalk ve uyar.”
[Müddessir 1-2]
İntifada…
Arapçada ayağa kalkmak anlamına gelen kelime.
Filistin direnişi için ise anlamı çok daha başka.
İntifada… Bir halkın varlık mücadelesi, zalime karşı dik duruş, onuruyla yaşama mücadelesi.
İntifada… Bir savaş stratejisi; son savaş teknolojisiyle üretilen tanklara karşı sapanla mücadele etme taktiği.
İntifada… İnsanlara mücadeleyi, inancı, özgürlüğü, bağımsızlığı, hatırlatan bir öğreti.
Filistin’de yanan bu meşale maalesef ki dünyamızı aydınlatmıyor. Baktığında insanı kör edebilecek bu ışık, maalesef ki gözü kapalı olanlara, gizlenenlere, örtünüp bürünenlere etki etmiyor.
Bu yüzden Allah’ın lafzıyla sesleniyoruz dünyaya:
“Ey gizlenenler, ayağa kalkın ve uyarın.”
Biliyoruz ki biz ayağa kalkmazsak, her yer Filistin olacak. Biz gözümüzdeki örtüleri kaldırmazsak zalimler daha çok azacak. Biz ayağa kalkmazsak, dünyanın şımarık çocuğu İsrail diğer kardeşlerine de örnek olacak.
Bu yüzden İntifada sadece Filistin’de değil, dünyanın bütün coğrafyalarında olmalı.
Filistin’de İntifada.
Türkiye’de direniş.
Kürdistan’da serhildan.
İşte o zaman özgürüz. Zalime karşı hep birlikte mücadele edersek özgürüz. Zalim kim, mazlum kim diye sormadığımız zaman özgürüz.
Bu yüzden İntifada Filistin ile sınırlı kalmamalı. Tüm dünyaya dalga dalga yayılmalı. Herkes eline bir taş alıp tanklara fırlatmalı. Gelen topları tebessümle karşılamalı. Elimizdeki sapan zalime korku olmalı.
Küresel zalimlere karşı küresel mücadele başlatılmalı.
Bu yüzden isteyeceğimiz şey “Küresel intifada” olmalı.
Filistinde’ki direnişten alıp ilhamımızı, tüm dünyaya meydan okumalıyız.
Ütopik gelebilir ama elindeki sapanla tanklara meydan okuyan, İsrail’e kafan tutan çocuklarınki kadar ütopik değil.
Bu küresel intifada sürecinde adımlar doğru seçilmeli.
Önce düşmanın tanımı yapılmalı. Neye karşı mücadele edileceği düşünülmeli.
Bizim düşmanımız mevcut sistem. Salt kapitalizm eleştirisi değil bu yaptığım. Kapitalizmden ulus-devlete, parlamenter sistemden zorunlu askerliğe kadar sistemin her şeyi çürümüş vaziyette. O yüzden hedef olarak sistem seçilmeli. Tüm organlarına karşı bir mücadele başlatılmalı. İlk taşlar sisteme atılmalı.
Öncelikle tüketmeyeceğiz. Kapitalizmi ayakta tutan tüketim toplumunun bir ferdi olmayacağız. Kapitalizmin ürettiği hayali ihtiyaçları değil, kendimize yetecek olanı tüketeceğiz.
Tüketim toplumunun mabedleri olan AVM’lere tapınmaktan vazgeçeceğiz.
Reklâm kültürünü kanıksamış, her duyduğuna her gördüğüne inanan değil, her gördüğünü her duyduğunu sorgulayan kişiler olacağız.
Plazalardaki, fabrikalardaki zincirsiz kölelere bilinç aşılayacağız.
Salatı ikame edeceğiz. (Dayanışmayı geliştireceğiz.)
Goethe’nin dediği gibi, kimse özgür olduğuna inanan biri kadar köle olmaya müsait değildir. Çünkü özgürlüğün en büyük düşmanı halinden memnun kölelerdir. Bu yüzden en başta kendimizin farkına varacağız, hayali ihtiyaçlarımızı belirleyeceğiz, tüketmenin bizi özgür değil bağımlı yaptığına karar vereceğiz, adaleti patrondan beklemeyip kendimiz var edeceğiz.
Bu, kapitalizme attığımız taş olacak.
Köle yaratan sistemin bir diğer organı ulus-devletlerle karşı karşıya geleceğiz.
Yapay sınırları reddedeceğiz.
Tanrı’ya inancı olanlar, “O’nun yarattığı dünyayı biz yapay sınırlarla bölemeyiz” diyecek.
Tanrı’ya inanmayanlar, doğayı bir bütün olarak görecek ve parçalanmasına izin vermeyecek.
Ulus, bayrak, vatan fetişizmini bir kenara bırakarak onların yerine adalet, özgürlük, hakkaniyet kavramlarını ikame edeceğiz.
“Benim milliyetçiliğim iyidir” yaklaşımını bırakıp, her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alacağız. (Din milliyetçiliği ve sınıf milliyetçiliği de dâhil.)
“Ezilen halkların milliyetçiliği meşrudur.” lafını kabul etmeyeceğiz. Kurtuluşun milliyetçilikte değil, dayanışmada olduğunu öğreneceğiz.
Vatan, ulus, bayrak olguları ve bunların yarattığı putları reddedeceğiz. Ulus-devletin bütün tanrılarını rahatsız edeceğiz.
Kapitalizm ve ulus-devlet bize tüm tanklarıyla saldırsa da biz yukarıda bahsettiğim taşları onlara atacağız.
Sistemin en çürük organlarından parlamenter sistem ve temsili demokrasiyi tarihe gömmek için uğraşacağız.
Yeni alternatifler geliştireceğiz.
İsmet Özel’in tabiriyle, gardiyanları seçme özgürlüğünü değil, parmaklıkları kırarak gerçek özgürlüğü yakalayacağız.
Halkın doğrudan yönetime dâhil olduğu site devletlerini tartışacağız. Özerk yönetim modeli üzerinde düşüneceğiz. Sonra Şura sistemiyle istişare ederek ortak yaşamı kuracağız.  Sınırsız ve sınıfsız bir “Dünya Federasyonu’na doğru adım adım ilerleyeceğiz.
Tek düzeliğin, hiyerarşinin, tek tipleşmenin kısacası ulus-devletlerin prototipi olan zorunlu askerliği yok sayacağız.
Fırsat bulduğumuz her yerde eleştireceğiz.
Gücü yeten, vicdani retçi olacak. Gücü yetmeyen, saçmalıklarını her yerde anlatacak.
Halkı askerlikten soğutarak anayasal suç işleyeceğiz. (Tıpkı benim bu yazıda suça teşvik ederek suç işlemem gibi.)
Adalet talebimizi her yerde her zaman, uygun ortam mı değil mi diye bakmadan, çıkarlarını göz önünde tutmadan dile getireceğiz.
Küresel intifada böyle başlayacak. Biz bunu yaparsak zincirlerimizden kurtulacağız. Modern köleliğin sonunu getireceğiz. Adaleti birilerinin tekelinden kurtarıp, kendi ellerimizle tesis edeceğiz.
Malcolm’un dediği gibi; Bir şeyleri değiştirmek istiyorsak biraz gürültü çıkaracağız.
Silahla değil fikirle.
Sopayla değil kalemle.
Bu şekilde sistemin bütün tanrılarını yok edeceğiz, bütün putları yerle bir edeceğiz.
Öncelikle zincirlerimizden kurtulacağız, sonra da kalkıp uyaracağız tüm dünyayı. En önce kendimizi.
Benim bu anlattıklarımı Üstad Ali Şeriati iki paragrafta anlatmış ve kendisinin de dediği gibi bizi rahatsız etmişti.
“Ey dostum! Evrenin yarısını belki de tamamını kontrol altında tutan bir düzenin egemen olduğu bir toplumda yaşıyorum. İnsanlık yeni bir kölelik kalesine sürülüyor. Hem ne kadar fizikî kölelik değilse bile, sizinkinden daha kötü bir kaderimiz var. Düşüncelerimiz, kalplerimiz ve irade özgürlüğümüz köleleştirilmiş. Sosyoloji, bilim, sanat, eğitim, seks özgürlüğü, kazanma özgürlüğü, sömürü sevgisi ve kişi sevgisi adına hedeflere inanma, insanî sorumluluklara inanma ve kendi düşünce ekolüne inanma, hepsi tamamen kalbimizden çekilip alındı. Düzen içinde ne konursa alan boş kalplere çevirdi bizi!
Şimdi, parti, kan, toprak ve düzene karşı düzen adına öylesine bölünüyoruz ki her birimizden daha kolay yararlanabilsin. Onun izleyicileri, yani kendi düşünce ekollerinin peşinden gidenler, birbirlerine karşı savaşa itiliyor. Neden? Bütün dünyanın etkisiyle birbirlerini düşman olarak mı görmek zorundalar. Biri dua için ellerlini açar, diğeri ikisini birden kapatır.[…]
Düşüncelerimiz sürgüne gönderiliyor, kendileri koruyucular oldu…”[1]
Üstadın ruhu şad olsun.
Yukarıda bir kurtuluş reçetesi sundum. Belki doğru belki yanlış. Her reçete her bünyeye aynı etkiyi yapmıyor.
Benimkiler bir öneri. Tüm kalbim ile inandığım bir öneri. Birlik olursak yaparız. Olamazsak, halinden memnun köleler olmaya devam ederiz.
Selam ve Dua ile…
Muhammed Zahid Erdoğan
Dipnot
[1] Ali Şeriati, Medeniyet Modernizm, Yeni Zamanlar Yayınları, 2003.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder