28 Mayıs 2015 Perşembe

Tutarlı Tutarsızlık: Sınıf ve Kimlik Meselesinde Marksist Felsefeye Dair Değiniler

Birçok Marksist'e göre Marksizm bir tutarlılık, saf bir bütünlük teorisidir. O nedenle günümüzdeki bir kısım Marksist yorum, birçok Marksist'in günlük siyasetini tutarsız olmakla, Marksizm'in ilkelerine ihanet etmekle suçlar (Bunun en büyük söylemi sınıf siyaseti yapmama suçlaması bilindiği üzere). Oysa bu, çoğunlukla hatalı bir yaklaşım. Marksizm'in kendisi söylenilenin aksine bir tutarsızlıklar teorisidir. Bu, Marksizm'in kendisini tutarsız yapmaz, dikkat. Marksizm, tutarsızlıklar üzerine konuşan tutarsızlıklar içinde eyleyen bir tutarlılık teorisidir. Hatta daha felsefi bir boyut ekleyecek olursam, Marksizm'i kendi içinde tutarlı bir teori yapan, onun zaten tutarsızlıklar içinde eyleyen bir teori olmasıdır.[1] Çünkü tutarlılık ancak tutarsızlıklar içinde kendini kurabilir (Basit diyalektik ilke). O nedenle bir Marksist’in yaptığı siyasetin alanının, altını çiziyorum, siyasetin kendisinin değil, siyaset yapılan alanın kendisinin Marksizm'in temel ilkesi olan sınıf tutarlılığını yansıtmıyor oluşu Marksist'in değil, siyaset yaptığı alanın tutarsızlığıdır (Yani en genel tanım itibariyle sınıf çelişkisi barındırıyor olmasına rağmen bunun dışında ifadeler kullanıyor olmasıdır). Bu farkı anlamak çok mühim.
Doğrusu, Marksizm’in kendisi Marksizm’in, “tutarlı” bir teorik bütünlük dışında eylemeyen, toplumsal ilişkilerde “tutarlılık”, “net kabuller ve net reddedişler” üzerinden işleyen bir teori olarak algılanmasının kaynaklarını sunar. Ama bu, Marksizm’in metodolojisini hatalı olarak kavramış bir bakış açısının o metodolojiyle Marksizm’i yorumlamasından kaynaklanır. Özellikle Marx’ın ilk “anti-Hegelci” yapıtları, Marx’ın Hegel’e getirdiği eleştiriyi şu şekilde anlamaya müsaittir. Hegel’in “tutarsızlıklarla” dolu bir dünya içinde “çatışan” insanlar arasındaki ilişkiyi “maddi bir tutarlılığa” değil, “manevi bir tutarlılığa” yöneltmiş olması, tutarlılık derken “tin”i kastetmiş olması Marx tarafından eleştirilmiştir. Gerçek hayattaki çoklu çelişkiler “tinsel bir varoluş” sürecinin uzantısı olarak ifade bulur Hegel’de. Oysa Marx bunu reddetmiştir ve yerine tutarsızlıkları “maddi bir varoluş” sürecinin uzantısı olarak açıkladığı “materyalizm” teorisini koymuştur. Bu, Hegel’in ayakları üzerine bastırılması olarak bilinen, bilindik ifadedir. Fakat “ontolojik” bu ters çevirme, bilindiği üzere “epistemolojik” bir ters çevirme olarak da okunur. Fakat özellikle Gramsci’nin Croce üzerine yazdıklarından da yola çıkarak söylenebilir, Marksizm’in kendini bir “diyalektik” teori olarak ifade etmesinden de yola çıkarak söylenebilir ki bu “ontolojik” ters çevirme, “epistemolojik” bir ters çevirme değildir. Yukarıdaki paragrafta anlatılan da aslında budur. Hegel “tinsel bir tutarlılığa” işaret ederken, gerçek hayattaki “tutarsız”, özlerindeki gerçek tutarlılığı görmeyen (“hepimiz tinin uzantısıyız” şeklinde işleyen tutarlılık) “çelişkili” ilişkiler üzerine “konuşmayı” ve onun üzerinden “eylemeyi” reddetmemiştir. Marx’ın Hegel’i ters çevirmesi “bunu da ters çevirdiği” anlamına gelmez. Hegel’deki diyalektik idealizm diyalektik materyalizm olmuştur, ama diyalektik hâlâ sabittir. Dolayısıyla Marksizm, şeyler arasındaki tutarsız, çelişkili ilişkilerin kendisi üzerine eylemeye, karşı çıkan bir “bilgi felsefesi” kurmaz, bunların özünde “maddi süreçler üzerindeki bir tutarlılığa işaret ettiğini” söyleyen bir “varlık felsefesi” kurar. Hegel’in ters çevrilmesinin esas anlamı budur. Dolayısıyla ilk paragrafa geri dönersek, tutarlılık dediğimiz şeyin özünü en basit anlamıyla “şeylerin hepsinin arkasında yatan sınıf çelişkisinin” tutarlılığı olarak yorumlarsak, “sınıf çelişkisinin olmadığı” “esas tutarlılığı görmeyip” “öznel tutarsızlıklar üzerinde” eyleyen-konuşan bir Marksist, esas tutarlılığı, “sınıf çelişkisini” görmüyor değil, aksine “tutarlılığı” olduğu gerçek konuma “varlık” konumuna koyuyordur. Ve aslında yukarıda da söylediğim üzere, tutarlılığın kendisine ancak “tutarsızlığın” içinden ulaşabileceğini biliyordur. Kimlik tutarsızlığı-çelişkisi olarak ifade edilen alanda eyleyen Marksistler esasında “sınıf” tutarlılığın ancak bu alan içinden kurulabileceğinin farkındadır. Nasıl ki Hegel’in Tanrısı kendini “tutarsızlık”, bir “çelişki” olarak parçalamış bir tutarlılık ise, aynısı Marksizm için de geçerlidir.
Fakat bunu haklı bir eleştiri takip edebilir. Söylediğim anlamda “tutarsızlık” alanında eyleyen Marksist “tutarlılık” düşüncesi, bir kere “tutarsızlıklar” alanında eylediğinde “ontolojik” olarak herhangi bir “tutarlılığın” olmadığı yönünde felsefi bir eleştiri getiren post-modern teoriler ile aynı siyaset alanını paylaşmak zorunda kalabilir. Bu paylaşım genelde yapıldığı üzere, Marksistlerin kendi “ontolojik” varlıklarına ihanet etmiş oldukları suçlamasıyla karşılaşabilir. Fakat bir Marksist teorik pozisyon, eğer ki “tutarlılığın” alanının “tutarsızlıkların” alanının dışında olduğunu “biliyor”, tutarlılığın yalnız tutarsızlıklar alanındaki mücadele üzerinde yaratılacağını biliyorsa, bunda bir sakınca yoktur, hatta bunun alternatif bir yolu da yoktur. Burada tasavvufî bir yaklaşım üzerinden örnek verilebilir. Heteredoks Sufi, “tanrının varlığını bilir, onun varlığını kanıtlamak için özel bir çaba sarfetmez.” Tanrıya inanmayanın neden tanrıya inanmadığını sorgulamaz. Çünkü bilir ki tanrıya inanmama hali de tanrısal bütünlüğün bir yansımasıdır. Burada sufinin eylemi inanmayanın inancını değil, sürecin kendisini sorgular. Aynı şeyi Marksist “ontolojik ters çevirme” ile de okuyabiliriz. Ortodoks olmamakla, Marksizm’e ihanet etmiş olmakla suçlanan “kimlikler alanında eyleyen” ama ontolojik düzlemde Marksist olan kitle, tarihsel olarak “Ortodoks” olmasa da felsefi düzlemde esas Ortodokslardır bile denilebilir. Çünkü sınıfın bir “varlık” meselesi olduğunu, tarihin yürütücüsü olduğunu ve bunun tutarsızlıklar alanındaki “inanç” ve “bilinç”lerden bağımsız olarak böyle olduğunu bilirler. Tıpkı sufi gibidirler, “tutarsızlıklar” alanındaki inançta “sınıf” olup olmadığı sorusunu geçerli bir soru olarak dahi kabul etmezler. Şeylerin kendi hakkında ne düşündükleri ile aslında nasıl oldukları arasındaki o “varlık” sorununu aşmışlardır. Bu nedenle sürekli tanrıya inandığını ispat etmek zorunda hisseden “yalancı” dindarlar gibi her yerde tanrıyı zikretmek ihtiyacını hissetmezler, tanrının esasında kanıta ihtiyaç duyarsa tanrı olmayacağını bilen sufi gibi tanrının her çelişkinin içinde olduğunu bilirler ve o nedenle her türlü çelişkinin içinde olarak “süreci” bilmeye çabalarlar.
Fırat Konuşlu
[1] Bu yazı içerisindeki iddiaların detaylı olarak çıkarsanabileceği eserlerin listesi aşağıdadır. Kısa, çerçeve belirten bir yazı olduğunda, detaylı bir referans verme çabasına girişilmemiştir:
Bhaskar, R. (2005). Possibility of naturalism. Psychology Press.
Bhaskar, R. (2008a). A realist theory of science. Taylor & Francis US.
Brown, A., Fleetwood, S., & Roberts, M. (Eds.). (2002). Critical realism and Marxism. Psychology Press.
Spinoza, B. Ethica.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder