25 Mayıs 2015 Pazartesi

Nasrallah: "Hesabınızı İyi Yapın"

1982'de işgal gerçekleştiğinde Lübnanlılar meseleyi anlamada ve teşhis etmede zorlandılar. Onlardan bazıları meseleyi, İsrail tehlikesi ve Siyonist emelleri doğru bir şekilde idrak etti. Bunun yanı sıra diğer bazı Lübnanlılar başka şekilde düşünmekteydiler. Bunların bazıları İsrail saldırısını desteklemekte, onlara askeri destek vermekte, İsrail ile birlikte Lübnan topraklarının işgali için Siyonistlere yardımda bulunmakta, Siyonistlerin gerçekleştirdiği tutuklamalara yardımcı olmaktaydılar. Oysa bu destekçiler de hakikatte onlardandı. Bu taifenin bir kısmı yaptıkları yardım ve desteği 2000 yılına kadar sürdürmeye devam etmiştir.
Lübnanlıların diğer bir kısmı düşman işgalinde herhangi bir sorun görmemekteydiler. Bir başka kısım ise hiçbir şekilde bu sorunu umursamamaktaydı. Ne zamanının ve ne de meydana gelecek şeylerin tehlikeleri bunları ilgilendirmemekteydi. Bunların ilgilendiği tek şey, kendi şahsi sorunlarıydı.
Dediğim gibi, diğer bir grup insan tehlikenin farkındaydı. Bu farkındalığın gerektirdiği bir iradeyle duruş sergiledi. Bu duruş her sahada bir direniş olarak ortaya çıktı. Bu insanların gerçekleştirdiği hareketin ve duruşlarının doğru olduğunu itiraf etmelerine rağmen onların safında yer almayanlar oldu; zira acizliklerini ve güçsüz olduklarını kabullenmemekteydiler. Bunun karşı görüşünü savunan, zafere iman edenler ise gerçekleşen şeylerin gerçekleşmek zorunda olmadığını, her gerçekleşen şeyin irade sahibi insanlarla değişeceğini bilmekteydiler.
İşte Direniş buradan, bu şekilde doğdu. Başkent Beyrut'tan kasaba ve köylere; Cebel-i Lübnan'a, Sayda'ya, tüm Güney Lübnan'a ve batı taraflarına ve diğer bazı yerlere ulaştı.
İkinci önemli husus şudur: Bu bölünmelerin yanı sıra, Direniş ortaya çıktığından beri Lübnan siyasileri ve medyası da ikiye bölündü. Bunlardan bazıları İsrail'den bir dosttan söz eder gibi bahsetmekteydi. Bunlar, İsrail'in Lübnan halkına ve Lübnan'daki Filistin mülteci kamplarına saldırılarını meşrulaştıran açıklamalar yapmaktaydılar. “Mazlum ve miskin” İsrail'in yaptıkları sadece Direniş'e karşı tedbir almaktı. Onlara göre, Direniş'in operasyonları olmasaydı İsrail'in bu eylemeleri de gerçekleşmeyecekti.
Bu siyasi ve medya grubu, Direniş'in her kararını eleştirmekte, karalamakta, itham etmekte, düşmanın -bizzat Siyonistlerin kendilerinin- bile kabullenmekten çekinmediği Direniş'in bazı özelliklerini itiraf etmekten kaçınmaktaydılar. Bu insanlar, Direniş'in vatanperverliğini itham etmekte, onu İran ve Suriye'nin yardımlarına muhtaç bir dilenci şeklinde tasvir etmekteydiler. Bu güruhun haricinde, Direniş'in zafer kazanacağına inanan ve ona destek olan, hakkını zafere kadar savunan siyasetten ve medyadan insanlar da oldu. 1982 Haziran'ından zaferin gerçekleştiği 2000 Haziran'ına kadar bu şekildeydi.
Değinmek istediğim üçüncü husus da şudur: Direniş, yukarıda tasvir edilen durumda çeşitli kollarıyla ve muhtelif adlarla silahlı bir mücadele vermek üzere ortaya çıktı ve bunu yaptı. Emel Hareketi, Lübnan Direniş Dalgaları adıyla, Hizbullah ve diğer bazı İslamî kuvvetler de İslamî Direniş adıyla, vatanperver çeşitli gruplar Milli Direniş Cephesi adıyla boy gösterdi. Bunların yanında Lübnan'da bulunan çeşitli Filistinli direniş grupları da bu Direniş içerisinde yer aldı. Çeşitli kuvvet ve yapılanmaya sahip bu Direniş, Lübnan gibi küçük bir araziye sahip ülkeye yüz bin askerle saldıran İsrail ordusuna karşı -ki bu orduda on binlerce farklı farklı ordu birlikleri ve hatta Lübnanların bazıları bulunmaktaydı- sadece üç yılda hezimeti tattırdı. Düşmanla anlaşmak için hiçbir kayıt ve şart kabul etmedi, barışa yanaşmadı; bu da zaferin en önemli etkeniydi. 1985'ten beri sınır olarak bilinen tüm sahayı geri aldı.
Direniş bu şekilde zaferin ne şekilde kazanabileceğini ortaya koymasına rağmen siyaset ve medya destekçileri, bu yapılanmayı 2000 yılında bile itham etmeye, karalamaya devam etti. 1985-2000 yılları arasında geçen süre içerisinde Direniş saldırıya maruz kaldı ve birçok operasyon yaptı; şehitler ve gaziler kazandı. 1993'teki Temmuz Savaşı, 1996'daki Nisan Savaşı gibi büyük hadiselerle karşılaştı. Bu şekilde 2000 yılına ulaştık. Hiçbir kaydı ve şartı, anlaşmayı ve ittifakı kabul etmeden direniş zelil İsrail karşısında muzaffer oldu. Bu zafer gerçekten tertemiz bir zafer oldu.
Bu zaferi Allah'ın yardımıyla bazı Lübnanlılar gerçekleştirmiştir. “Bazı” kelimesinin altını bir defa değil üç defa çiziniz: “Bazı” Lübnanlılar… Direniş'e inanan kimseler ona yardım etti. Sadece İran, Suriye, Arap ve İslam ülkelerindeki güzel kardeşlerimizin ve dünya hürlerinin yardımıyla bu zafer gerçekleşti. Bu “bazı” Lübnanlılar; tüm saldırılar, hücumlar, tehcirler ve evlerinin yıkılması vb. olaylara rağmen bu zaferin “bazı” Lübnanlıların değil, başlangıcından itibaren tüm Lübnanlıların olmasını istedi. Direniş 1982 yılında tüm Lübnanlıları, onların malını şerefini, haysiyetini, izzetini savunduğunu ifade etmekteydi. Bu nedenle hiçbir iftira Direniş'i vazgeçiremedi. Direniş, zaferini tüm Lübnanlılara, tüm Araplara ve tüm Müslümanlara ve dünyanın tüm özgürlerine, özellikle de mücahit Filistin halkına armağan etmek istedi.
2000 yılından bu güne gelindiğinde bu zaferin nimetlerinden istifade edenler tüm Lübnanlılar oldu. Bu hakikat değil mi? Bugünkü konuşmam teorik değil, hepsi gerçekleşen olayları tasvir etmektedir. Bu zafer ile Lübnanlıların şerefleri, hürriyetleri, çocukları, esirleri, evleri, Lübnan toprağının küçük bir parçası olan Şib'a, Ğace vb. birkaç yer dışından her yer Lübnanlılara geri döndü. Elbette bu Temmuz, Nisan savaşları ile mümkün oldu ve 2000'deki zaferle de perçinleşti.
Düşman, bizlerin toprağında istediğini yapamayacağına kesin bir şekilde inanmış duruma gelmiştir. Buradan çıktı ve ardından kapıları da kapattı; bununla birlikte sınır ötesinden tehditleri ve düşmanlıkları bitmiş değildir. Dün İyod Barak, 2000 yılındaki girişimlerini savunuyordu. Bizle de irademizle ne yazılması gerekiyorsa onu yazdık, yazıyoruz. Bu Allah azze ve cellenin, tarihin kanunudur. İçinde bulunduğumuz bereketler, bugün ihya etmeye çalıştığımız zaferimizin bereketidir. Bu zafer sadece bir güruha, tabakaya, yapılanmaya değil tüm herkese aittir; zaferin bereketi diğer Arap coğrafyası ve Filistin de dâhil olmak üzere herkese ulaşmıştır.
Bu günün benzerlerinde hatırlatmam gerektiği gibi Direniş, yapılanmış tüm kollarıyla yüksek insani ve ahlaki erdemleri elden bırakmamıştır. Başkalarıyla ilişkilerinde, insani, ahlaki, İslamî bir duruş sergilemiştir. Bu ahlaki erdemlerine rağmen bu direnişi IŞİD ile bir tutanlar bulunmaktadır (Seyyid burada manidar bir tebessümde bulunuyor/Çev.)
Soruyorum; eğer meseleyi ve ortaya çıkaracağı tehlikeyi doğru bir şekilde anlayan bu “bazı” Lübnanlılar bulunmasaydı; direnişi gerçekleştirecek irade, azim ve kararlılık olmasaydı ne olurdu? 1982 yılında gerçekleşen İsrail saldırısı karşısında Direniş hareketi gerçekleşmeseydi, bugün Güney Lübnan nerede olurdu? Eğer Direniş meseleyi doğru bir şekilde tespit etmeyip, bu azim, irade ve sebata sahip olmasaydı durum nasıl olurdu? Başka bir deyişle, 1982'den sonra İsrail saldırısına karşı Direniş hareketi olmasaydı Cebel-i Lübnan, Beyrut, kasabalar, köyler nerede olurdu? Öyle ki İsrail Siyonizmi, sadece Güney Lübnan değil, tüm Kuzey Lübnan'ı da hedef almıştı. Etrafımızdaki coğrafyanın tümü bugün nerede olurdu? Lübnanlıların büyük bir kısmı bugün nerede olurdu? Sizlere bahşedilen ilahî nimetleri idrak edebilmeniz için bu farazi durumlar hakkında düşünmeniz gerekmektedir. Allah, bu nimetiyle Lübnan halkına, Direniş'imize büyük bir nimet vermiş oldu. Bu şekilde onlara izzeti ve onuru verdi. Bugün sınırlarda yaşan halkımızın gözlerinde bile güven ve itminan halini görmektesiniz. İnsanların kalplerine baktığımızda, bu kalplerde düşmana karşı koyabilecek bir direnişin mevcudiyetini, kendilerine uzanan mütecaviz elleri kesebilecek bir gücün varlığına olan inancı müşahede etmekteyiz. Bunun, Sübhan Allah'ın bizlere bahşettiği büyük bir nimet olduğunun bilincindeyiz.
Bu nedenle bugün ve benzeri günler vesilesiyle, bu nimeti tanımalı, onu anlamalı ve Allah'a bu nimetinden dolayı şükranlarımızı sunmalıyız; zira bizler bu nimete gerçekten muhtacız. Elbette bu nimet, az evvel arz ettiğim gibi, yapılan doğru seçim ve meselenin doğru teşhisi sayesinde gerçekleşti. Başlangıçtan itibaren Lübnanlılar, özür dilerim, “bazı” Lübnanlılar ne Arap devletlerinin kendine yardım için bir araya gelmesini ve ne de bu gayeyle bir oluşama gidilmesini bekledi. Ne uluslararası güçlerden bir şey umdu ve ne de Birleşmiş Milletler'den de medet umdu. Ne Amerika'dan, ne Avrupa'dan ve ne de Batı'dan hiçbir yardım istenmedi. Sadece Allah'a tevekkül edip kendi erkek, kadınlarının, çocuklarının, İran ve Suriye'den oluşan dostlarının yapacaklarına ve başaracaklarına güvendi ve direnmeye karar verdi, direndi. Bu durum ilk günlerden itibaren bu şekilde olmuştur. Bu Direniş'in düşmana karşı elde ettiği zaferler ve verdiği şehitler, düşmanın tüm gücüne rağmen onda bir korku yarattı.
Beyefendi ve hanımefendi kardeşlerim! Bugün tarih kendini farklı isimler ile tekrar etmektedir. Bugün tüm coğrafyamızı tehdit eden ve ülkelerimize saldıran tehlike görmekte olduğumuz vahşi, kıyımcı, tekfirci zihniyettir. Bugün 24.05.2015 tarihindeyiz. Bizler bu zihniyet hakkında daha evvel konuşmuş olsaydık abarttığımız ve taraf tuttuğumuz söylenecekti. Bugün meydana gelen olaylar, gerçekleşen hadiseler üzerinden konuşmaktayız. Bu hadiseler de haricî zihniyetiyle gerçekleşen hadiselerdir. Hepimiz bunları Suriye, Irak, Yemen, önceki gün de Suudi Arabistan'ın Katif bölgesinde ve diğer bazı yerlerde beraberce görüp izlemekteyiz. Bizler bu zihniyetin günümüzde en iyi temsilcisi olan IŞİD'e bakacak olursak -tabi ki Nusra, Kaide vb. yapılanmalar da var ama hepsi aynıdır- Müslüman ülkelere giren, yıkım gerçekleştiren, kan döken, öldüren, gasp eden, insanları kesen bir yapıdan söz etmekteyiz. Bugün Suriye'den gelen haberlere bakıldığında 400 kişinin IŞİD tarafından doğrandığını öğrenmekteyiz. Bu zihniyet insanî ve medenî olan her şeye karşı vahşetle karşılık vermektedir.
Bu IŞİD yapılanması bir Arap veya Müslüman bir ülkenin küçük bir yerinde meydana gelip orada kalmış bir oluşum değildir. Gittikçe yayılmaktadır. Suriye, Irak, Sina bölgelerinin geniş bir bölümüne yayıldığı gibi, işgal altındaki Filistin'in sınırında da bulunmakta ve Mısırlılar ile savaşmaktadır. Aynı şekilde Yemen'de, Afganistan'da, Pakistan'da, Libya'da, Kuzey Afrika'da, Nijerya'da da mevcuttur. Dün de Suudi Arabistan-Katif'teki eylemiyle de orada da var olduğunu açıkça göstermiştir. Aynı şekilde başka yerlerdeki varlığını da ilan edebilir; zira birçok yerde bu haricî zihniyetin tabileri bulunmaktadır.
Nusra da bu yapılanmanın Şam cephesini üstlenmiştir. Kaide'nin Şam'da oluşturduğu bu yapıya Ceyşü'l-Feth/Fetih Ordusu denilmeye başlanmıştır. Oysa böyle bir yeni yapı bulunmamaktadır; bu oluşum tam anlamıyla Nusra Cephesi'dir. İsimleri değiştirerek algıları değiştiriyorlar.
Şimdiye dek edindiğimiz tecrübeye dayanarak bizlerin, coğrafyamızın ve Lübnanlıların -çünkü sözümü Lübnan'a getirmek istiyorum- yapmamız gerekenler nelerdir? İlk olarak bugüne dek edindiğimiz tecrübeye dayanarak bu tehlike ve tehdidin anlaşılması gerekmektedir. Esefle söylüyorum ki Suriye, ırak, Lübnan ve coğrafyamızda başını toprağın altına gömüp “bir şey yok; tehlike yok, tehdit yok. Dünya güzel” demeyen kalmadı. Bu haricî zihniyetle savaşa giren olmadı. Maalesef tehlike olduğunu itiraf etmenin ötesinde, bu zihniyet ile ilişkiye geçip onlarla dost ve yandaş olanlar oldu. Tıpkı arz etmeye çalıştığım 1982'de gerçekleşenlerde olduğu gibi.
Beyefendi ve hanımefendi kardeşlerim! Bugün bizler büyük bir tehlike içerisindeyiz. Önceki dönemlerde toprakları işgal etmek için askerler, gruplar gelmekteydi. Bundan gaye de toprağı, yönetimi, serveti, su kaynaklarını, şimdilerde petrolü, doğalgazı, siyasi karar merciyetini ele geçirmekti. Buna rağmen insanların hayat tehlikesi bu denli söz konusu değildi; dinlerinin, mezheplerinin, dünya görüşlerinin, âdetlerinin, kültürlerinin, elbiselerinin, yeme ve içmelerinin farklılığı bulunmakla birlikte işgale rağmen hayatlarını sürdürebilmekteydiler. Bunlar onlar için sorun teşkil etmemekteydi. Bugün öyle bir tehlikeyle yüzleşmiş durumdayız ki tarihte bunun bir başka örneği daha bulunmamaktadır. Lütfen bana inanın! Tarihte bunun bir başka örneği daha bulunmamaktadır! Bu tehlike beşeri değerleri hedef almaktadır. Burada fıkıhtan, telif eserlerden, falancanın yazdığı kitaptan değil; gerçekleşmekte olan hadiseler üzerinden bunu söylemekteyim.
İşte Irak! Gözlerimizin önündeki bir misaldir. IŞİD bu ülkede kendiyle işbirliğinde bulunmayan Ehl-i Sünnet'ten olan Müslümanlara ne yaptı? Hatta kendiyle işbirliği yapan Iraklı çeşitli yapı ve aşiretlerden uydurma halifelerine biat etmeyi reddedenlere neler yaptı? Hepimiz IŞİD'in onlara neler yaptığını ve şu an Musul'da, Ambar'da ve Remadi'de onlara ne yapmakta olduğunu çok iyi bilmekteyiz.
IŞİD, Şii olanlara, Hıristiyan olanlara, Ezidi olanlara; Arap, Türkmen ve Kürt ayırt etmeksizin bu etnik gruplara ne yaptı? Hadise bu şekilde cereyan etmedi mi? Binlerce insan doğrandı ve şu an da bu devam etmektedir. Suriye'de de olay bu şekilde gerçekleşmedi mi? Sünni, Hıristiyan, Alevi, İsmailî, Dürzîlere de aynı şey yapılmadı mı? Değişen ne oldu? Hatta IŞİD ve Nusra arasında bile, aynı oluşumun yapıları, aynı metoda sahip ve aynı ekole tabi olmalarına rağmen akılsızlıklarından ve dini kavrayışlarının kıtlığından dolayı birbiriyle ihtilafa düşüp çarpışmaktadırlar. Kalamun'da buna şahit olduk. Akılları olsaydı birleşip Suriye ordusuna ve Direniş'e karşı karşı birleşip ortak hedefleri için beraber mücadele ederlerdi. Birbirleriyle de savaşınca birbirilerini kesmekteler. Kendi açıklamalarında da yer aldığı üzere, esir aldıkları zaman bu esirleri mahkemeye çıkarmaz ve silahla da öldürmezler; sadece keserek infaz ederler. Onların bilinen sloganı da “doğraya doğraya size geliyoruz”dur.
O halde bizler bugün, öyle bir tehlikenin karşısındayız ki başkalarının mevcudiyetine tahammül göstermemektedir. Daha önceki konuşmalarımda da söylediğim gibi, birilerinin çıkıp “bu Şiilere, Hıristiyanlara ve diğer dini güruhlara karşı meydana gelmiş bir oluşumdur” demesi büyük bir hatadır. Bu asla böyle değildir! Bu tekfirci haricî yapı tüm bölgeyi hedef almıştır ve tüm beldelerin halkları için tehlikelidir. Onlara teslim olan ancak onlar gibi düşünen, onlar gibi yaşamaya rıza gösteren ve onların sözde halifesine silah zoruyla biat edenlerdir.
Gerçekleşen tüm hadiselere rağmen IŞİD, Nusra vb. yapıların hak ve adalet için, diktatör rejimleri devirmek için ve çeşitli şeyler için ortaya çıktığı söylenmektedir. Oysa bu görünen şeyler üzerinde herhangi bir ihtilaf olmadığından bunlar üzerinden bir konum belirlemek gerekmektedir. Herkesin bu tehlikeyi itiraf etmesi gerekmektedir. Bu, Lübnan'daki Direniş için, belirli bir grup veya zümre için, Suriye, Irak, Yemen'deki güçler için bir tehlike olmanın ötesinde herkes için bir tehlikedir. Kimse başını toprağa gömmemelidir. İşte olaylar ve gerçekleşmekte olan hadiseler ve ortaya çıkan rakamlar! Her şey herkesin gözleri önünde gerçekleşmektedir.
Diğer bir husus ise şudur. Bazı insanlar IŞİD ve Nusra'nın yaptıkları karşısında sessiz kaldıkları takdirde, eğer bunlar Allah korusun emellerine ulaşıp galip gelirse, bu sükûtlarının onları kurtaracağını zannetmektedir. Oysa yaşananlar bunun tersini göstermektedir. Aynı şekilde bazı insanlar da siyasi ve medya sahalarında adalet ve özgürlük için ayaklanan yapılar olarak lanse edilen IŞİD ve Nusra'nın kazanması halinde kendilerine de yardım edeceği vehmine kapılmıştır. Oysa yaşananlar aynı şekilde bunun tam tersini göstermektedir. Irak- Musul'da, Selahaddin'de ve Ambar'da IŞİD ile birlikte savaşan bazı cemaatler oldu; IŞİD kazandığında hemen onlardan biat istedi. Bu cemaatler biat etmeyi kabul etmeyince ise onları kesti. Aşiretlerin âlimleri, önde gelenleri, erkek ve kadınlarını ayırt etmeden kesti ve mallarını yağmaladı. Oysa bunlar Irak ordusuna karşı IŞİD’in saflarında savaşmışlardı.
Bölgemizde veya Lübnan'da bunlara şirin görünerek, yaptıklarına ses çıkarmayarak kendi ailesini, cemaatini, aşiretini ve halkını koruyacağını tasavvur edebilir? Böyle bir tasavvur cehalet ve boş bir kuruntudan ibarettir; doğru bir seçim değildir.
IŞİD ve Nusra'nın birbirleri hakkındaki açıklamalarına bakın. Birbirlerini nasıl tanımladıklarına dikkat edin. Bu iki güruh hiçbir muhakemeye başvurmadan birbirlerini kâfir ilan edip kanlarını dökmeyi helal görmektedir. “Kadı” olarak tanıttıkları kişiler ise ne şeraitten ve ne de fıkıhtan bir şey anlamaktadır. Oysa onlar İslam şeraitini tatbik ettiklerini iddia etmektedirler.
Bu nedenle benim onların yaptıklarına karşı suskunlara ve onları destekleyenlere nasihatim şudur: Hesabınızı iyi yapın, zira IŞİD ve Nusra'nın ilk kesecekleri sizler olacaksınız. Tüm muhabbet ve kardeşlik duygularımla söylüyorum; IŞİD ve Nusra'nın Lübnan'daki ilk kurbanları Müstakbel partisinin önderleri ve hamileri olacaktır. Sonrasında hepimiz bu kurbanlar arasına gireceğiz. Ben insanları korkutmak istemiyorum ama birbirimizin ardından gülmemeli, birbirimize karşı samimi olmalıyız.
-Devam edecek-
Çeviri: Hasan Hüseyin Güneş
Kaynak: İntizar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder