Hasan Nasrallah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hasan Nasrallah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Temmuz 2015 Cuma

Nasrallah'ın Dünya Kudüs Günü Konuşması

Bismillahirrahmanirrahim
Hamd Allah'a mahsustur; Resulüne, Resulün âline ve seçkin ashabına salat ve selam olsun.
Kız ve erkek kardeşlerin hepinize Allahın selamı olsun; hepinizi bu güzel meclisten dolayı kutluyor, oruç ve ibadetlerinizin bu faziletli günlerde kabul edilmesini niyaz ediyorum.
İmam Humeynî'nin ihdas ettiği Kudüs gününü Ramazan ayının son Cuma gününde kutluyoruz; o ümmetin vicdan, cihat, kültür ve düşüncesinde bu konunun kalıcı olmasını istemekteydi. Onun bu kararının ne kadar isabetli olduğunu son zamanlarda yaşadıklarımız göstermektedir.
Siyonist vahşi İsrail'in Gazze’ye yaptıklarından bir yılın geçtiği bu günlerde, Allah'a hamdolsun, İran olsun Moritanya, Suriye, ırak, Filistin, Türkiye gibi Arap ve İslam ülkelerinde bugün İmam’ın davetine icabet edildiğini görmekteyiz. Bu, gerçekten çok önemlidir. Bu göstermektedir ki Kudüs hatırlanmakta ve Müslümanlar meydanlara çıkıp sesini Kudüs meselesi için yükseltmektedir.
Yemen ve Bahreyn kendi mazlumiyetlerine rağmen Kudüs'ü unutmadılar
İki ülkeye özellikle değinmek istemekteyim. Bugün Yemenliler Sana'ya çıkıp Suudi Amerika'nın yaptıklarına rağmen sokaklara döküldüler. On binlerce kişi düşmanın tüm tehdit ve gücüne rağmen Filistin ve Kudüs'ü unutmadılar. Yemenliler, İslam âlemini ve Arapların onları kendi hâllerine bıraktığını gördü. Bununla birlikte bu üzücü durum Yemen halkının "Kudüs, Gazze ve Filistin ile ilgim yoktur" demesine neden olmadı. Onların bu iradesi, ihlâsı takdire şayandır.
İkinci ülke ise Bahreyn'dir. İslam ve Arap âleminin bu konudaki duruşu da görmezlikten gelme şeklinde gerçekleşti. Bahreyn halkının yaptıkları sıradan gösterilerden addedilmeye çalışıldı. Bahreyn halkı bugünü (Kudüs gününü) her beldesinde kutladı ve tıpkı Yemen halkı gibi dinî ve siyasî duruşunu ortaya koydu. Bahreyn yönetiminin, IŞİD'in tehditlerine rağmen sokaklara döküldüler.
Bugünün önemine binaen düşmanımız İsrail hakkında konuşmak ve sonrasında bölgenin ve Lübnan'ın durumuna değinmeye çalışacağım.
İsrail'in stratejik pozisyonu dört yıl öncesine nazaran değişti; artık İslam âleminden korku duymuyor
Gasıp İsrail bugün nerededir? Geçen Haziran ayında İsrail'de bir zirve düzenlendi; burada İsrailli siyasilerden, askerlerden ve diğer dallarda uzman kişilerden insanlar toplanıp bölge hakkındaki bilgilerini paylaştı. Burada İsrail'in stratejik pozisyonunun dört yıl öncesine nazaran değiştiği söylenmelidir. Esefle söylenmelidir ki Siyonist bilirkişiler 1.5-2milyara yakın Müslüman âleminden bir tehdit ve korku duymamaktadır. Bu 1.5-2 milyar Müslüman’ın ne silahları ne de siyasi duruşu İsrail tarafından tehdit olarak görülmemektedir.
İsrail Suriye ve Yemen meselelerinden memnun
Suriye konusunda İsrail önderleri bu husustaki hoşnutluklarını açıkça dile getirmektedirler. Bundan anlaşılan, burada İsrail ve ABD'ye Filistin konusunda boyun eğmeyen bir ülkenin zor duruma düşmüş olduğudur. İsrail, Cuvlan'ın kendi topraklarına ilhak edilmesine ilişkin diplomatik süreç yürütmektedir.
Yemen hususunda da aynı durum vardır. İsrail, Suudlar ile stratejik işbirliği yapmaktadır. Çünkü onların gözünde Yemen özgür olursa, halkı kesinlikle direnişin ekseninin bir cephesi olup İsrail'e tehdit olacaktır. Bu nedenle İsrail bu konuda da memnundur. Kızıl Deniz'den vb. hususlardan kendi siyasî ve askerî emellerini gerçekleştirebilmesi için Yemen halkının bölük pörçük edilmesi gerekmektedir.
İsrail bölgedeki savaşı daha geniş bir alana yaymak istiyor
İsrail bölgede yayılmış olan savaştan memnun olup bu harplerin daha geniş bir alana yayılması için istihbaratını kullanmaktadır. Maalesef Cezayir'de de benzer bir durumla, kavmî olduğu söylenen çatışmaların başladığı bazı çevrelerin haber ajansları tarafından yayılmaya başlandı bile. Sorunun Cezayir'deki Maliki ve Berberîler arasındaki anlaşmazlıklar şeklinde lanse edildiğini gördüm. Bu konuda henüz detaylı bir bilgiye sahip değilim ama yapılmak istenen ortadadır.
İsrail terörist bir devlettir, münafıktır
İsrail'de gerçekleştirilen bu zirvede ortaya çıkan sonuçların hiçbirinde Arap bir devletin bölgedeki terörizmi desteklediğine dair olmadı; bu, dile getirilmedi. Öne sürülen iddialar arasında Mısır-Sina'da Hamas ile irtibatı kesmeye çalıştığını; Suriye'de ise Durzîleri savunduğunu iddia etmektedir. Oysa bu iddiaların hepsi yalandır. Kendisi terörist bir devlettir, münafıktır. Bu devletin kendi tabiatı terör iken nasıl oluyor da başkalarını terörle suçlayabilmektedir?
İsrail'e göre tehdit ve tehlike İran İslam Cumhuriyeti ile birlikte direniş hareketidir
Bir yıl önce Gazze'ye gerçekleştirdiği insanlık dışı askerî saldırısında, birçok kadın ve çocuğu öldürmedi mi? Buna rağmen mi terör karşısında durduğunu söylüyor? Maalesef bazıları "benim İsrail ile ne işim var; ben teröre karşıyım" demektedir. Oysa İsrail bu terörü destekleyen mercidir. Bu düşmanımıza, İsrail'e göre tehdit kimdir o halde? Sadece tek bir düşmanı vardır; İran İslam Cumhuriyeti. Tüm İsrail aklı İslam Cumhuriyeti'nin çeşitli sahalarına yönlendirilmiş bulunmaktadır. İsrail bunlar üzerine, İran dâhilî ve haricî siyaseti ve durumu üzerine kafa yormaktadır. Bunun yanında direniş hareketi de onun için tehlike olarak görülmektedir.
Evet, direniş onun için stratejik bir tehdit olsa da mevcudiyeti itibariyle tehlike değildir henüz. Varlığı itibariyle tehdit olan tek devlet İran olduğundan ABD ve İsrail'in tüm oyunları İran üzerine oynanmaktadır.[1]
Neden milyar dolarlık silah alan Arap ülkeleri değil de İslamî İran İsrail için tehdit oluşturuyor?
Bir kişi, başını iki eli arasına alıp bunu biraz düşünmelidir; 1,5 milyar Müslüman’ın İsrail'e tehdit olmadığını, sadece İran'ın bu şekilde Siyonistler tarafından tehdit kabul edildiğini görmemiz gerekmektedir. Neden Arap ülkeleri milyar dolarlar karşılığında silah almalarına rağmen İsrail'e tehdit teşkil etmiyorlar? Çünkü İsrail, Arap dünyasının Kudüs ve Filistin'i sattığını bilmektedir. Gazze'de ne oldu, insanlara neler yapıldı? Irak ve Suriye'deki savaşa harcanan paranın toplamı, Gazze savaşına harcandı. Onlar Sünni Müslümanlar değil mi? Neden yardım edilmedi? Çünkü Kudüs ve Filistin'i satılacağına dair Üst Arap Aklı karar almıştır.
Terör hareketleri bölgemizdeki direnişi kırmak için ortaya çıkarılmış durumdadır. Soruyoruz, mücadele bayrağını kaldırıp direnen kimdir? İsrail'in varlığını tanıma karşılığında İran'a uranyum zenginleştirme hususunda her türlü kolaylık sağlansa bile, İmam Hamaney böyle bir uzlaşıyı ve kararı asla kabul etmeyecektir. Bu, dinlerinden taviz vermek anlamına gelir. Çünkü İran, direniş cephesini maddî-manevî her sahada desteklemektedir. Bu, birçok insanın takınamadığı bir tavır ve duruştur.
İran'a düşman olmak Filistin davasını boş vermektir
Dolayısıyla İran, gerek İsrail için ve gerek ABD'nin bölgedeki varlığı ve siyasî-ticarî gücü için tehdit konumundadır. Bu Kudüs gününde Hıristiyan, Arap ve Filistin meselesine değer veren herekse seslenmeme izin verin; bu davaya sahiplenmek ancak İran'ın yanında yer almakla mümkündür, İran'a düşman olmak ise, Filistin davasını boş vermektir. İsrail'de bilir, İran için bunun dışında bir söz söyleyecek kimse yoktur.
İran'ın Şiiliği domine ettiği iddiası 'Resmi Arab Aklının' yalan ve uydurmasıdır
İran'ın bölgede Fars, Safavî ve Şiîliği domine ettiğine dair iddialar tamamıyla yalandır. Tüm bunlar Filistin ve Kudüs'ü düşmana vermek isteyen Resmî Arab Aklının yalan ve uydurmalarıdır.
Suriye direniyor ve direnecektir, onu ele geçirmek isteyenler bunu asla başaramayacaklar
Kudüs yolundaki Suriye için ise siyasî bir çözüm gerekmektedir. Karşıt görüşte olan Suriyeliler bile siyasî çözüm istemektedirler. İdlip düştükten sonra “Suriye düştü” dediler, ama beş yıla yakın hepiniz bu tür sözlerin sarf edildiğini, bu şekilde Suriye'nin düşmesi için aylar ve yıllar saydıklarını biliyorsunuz. Dera, Ruveyda, Haseki'de de benzer şeyleri söylediler. Suriye'yi ele geçirmek isteyenlere sesleniyorum; asla alamayacaksınız, Suriye direniyor ve direnecektir.
İran ile olan Kudüs iledir; Suriye ve Yemen düşerse Filistin ve Kudüs düşer
Kim İran ile ise Kudüs iledir; bizler önceden de ve bundan sonrada İran ileyiz. Aynı şekilde Suriye ileyiz. Suriye'de güneş altında yüzümüzü gizlemeden savaşıyoruz. Orada şehit olan her bireyimizin cenaze merasimi, Lübnan'da törenle yapılmaktadır. Bizler Kalamun, Halep, Haseki'den ve aynı şekilde Yemen'den geçen yolun Kudüs'e ulaştığını söylüyoruz. Buralar düşerse Filistin ve Kudüs de düşer.
Hizbullah olarak şunu ilan ediyoruz: Yemen'e yapılanlara karşıyız. Suudiler bu saldırıdaki temel amaçlarını ortaya koysun ve bunlardan hangilerinin gerçekleştiğini göstersin. Hezimet üzerine hezimetten başkasını gösteremezsiniz. Suudiler, Yemen harbinin netice vermeyeceğini bilmelidirler. Yapılanlar ancak dökülen kanları arttıracaktır. Suudilerin yaptığını uçak sahibi her ülke yapar; askerî ve siyasî bir operasyondan ziyade intikam hareketi gerçekleştirilmekte, Yemenliler öldürülmek istenmektedir.
Kuveyt'teki tekfirci saldırı karşısında Şia ve Sünni âlimler çok güzel bir örnek sergilediler
Kuveyt'te de İmam Sadık (a.s.) Mescidi'ne gerçekleştirilen terör saldırısı karşısında Kuveyt meclisi, askerî ve medyasının yanı sıra Şia ve Sünni âlimler bu konuda çok güzel bir örnek sergilerdiler. Bunun Arap ülkelerinde çoğalmasını istiyoruz. Benzer bir vahşi saldırı karşısında, bu tür bir duruş sergilenmeli ve yardımlaşıp ortak hareket etme üzere tavır alınmalıdır. Kuveyt toplumundan hiçbir kesimden bu terör saldırısına sessiz kalan olmadı; askerî, siyasî ve medya vb. her kesimden insanlar karşı çıktı bu işe. Çünkü bilinmektedir ki bugün ona, yarın Kuveyt'in diğer kesimlerine tehdit yayılacaktır. Bu bilinçle onlar çıkarılmak istenen mezhepsel kargaşayı devletin vahdetine dönüştürdüler. Bahreyn'de ise aksi söz konusudur. Bahreyn mescitlerine yapılanlardan sonra siyasî erkin insanî ve ahlakî olarak gerçekleşenlere karşı durması; devletin terör ile yüz yüze olup yeni bir sahifenin beraber açılabileceğini söylemesi; Şeyh Ali Selman ile görüşülmesi gerekirken tam tersine Bahreynli hürriyetperverlerin özgürlükleri kısıtlanmaktadır. Ama Bahreyn halkı bunlara rağmen susmayacaktır.
Lübnan ile bitirelim. Bu konuda sadece kısa bir şeyler söylemek istiyorum; çünkü henüz gerekli açıklamaları yapacak zaman geçmiş değildir. Haftalar önce hükümet konusunda ve siyasî anlamda sorun söz konusuydu. Mişel Aun'u desteklediğimiz belliydi. Söz konusu sorunlar hakkında insanların işi ciddi almasını ve iyice düşünmesi gerektiğini belirttik. Ama bazı siyasî çevreler tarafından meseleye dair yanlış bir okuma yapıldı. Hizbullah Suriye ile meşgul olduğundan Mişel Aun'u es geçelim. Bu yanlış bir tavırdı. Bu raddeye varmak zorunda değildik.
Öncelikle bakanlar kurulunun teşkili gerekmekteydi. İmad Avn'ın çevresindekilerin[2] onu bıraktığı söylendi ve ortaya mevcut sorunlar çıktı. İlk olarak halkın Mişel Aun lehine tezahüratına Hizbullah'ın katılamaması eleştirildi. Katılmamamızın sebebi bunun sağlıklı olmayacağından kaynaklanmaktadır. Kendisinin de böyle bir isteği de olmadı zaten. O, bu merhalede Hizbullah'ın üstlendiği sorumluluğun farkında olmalıdır.
Ayrıntılara çok girmek istemiyorum. Birkaç kısa başlıkta meseleyi izah etmeye çalışacağım.
1. İlk olarak cumhurbaşkanı seçimi meselesi ilkesel olarak bazı şartlara bağlanması gerekmektedir.
2. Bakanlar meclisinin işler konuma getirilmesi gerekmektedir ki cumhurbaşkanı seçimleri sağlıklı yapılsın. İmad Avn ve onun yanındakilerden kimse ne hükümetin işleyişini durdurmak ve ne de bu hükümeti düşürmek istemez. Zaten coğrafyamızın durumu bu konuda tehlike arz etmektedir. Çalışmalar ortak yapılmalıdır. İnsanların ve ülkenin maslahatı için bu güven oluşturulmalıdır.
3. Bizim bakanlar meclisine dair görüşümüz gayet bellidir. Cumhurbaşkanlığı hususunda başkalarıyla aynı görüşe sahip olmadığımızdan, en azından ortak bir payda olabilecek şeyi, vekiller meclisinin açılması ve çalışması gerektiğini söylemekteyiz. Bu durumun çözümü için bir çalışma yapılmalıdır.
4. Mesele başka yönlere çekilmektedir. Hür Vatan Partisi hususunda Müstakbel Partisi konuyu başka yerlere taşımaktadır. Müstakbel Partisi Mişel Aun'u istememektedir; zorlama işler netice vermez. Bizler hiçbir müttefikimizi bırakmayız ve bırakmayacağız. Her iki parti arasında görüşmeler olmalı, meclis açılmalıdır.
Lübnan her zamankinden daha fazla siyasî bir istikrara muhtaçtır. Dalgalar içindeki bir bölgede gemideyiz; burada müesseselerimizin ve devletimizin selameti için beraber olmalıyız.
Tüm bu olanlar ve tecrübelerden Filistin, Hıristiyan ve Müslümanların müesseselerini barındıran Kudüs'ün yanında ne kalmaktadır? Tüm tarihî ve siyasî tecrübeler göstermektedir ki Filistin halkının direniş haricinde bir yolu bulunmamaktadır.
Hizbullah olarak bizler, bu Dünya Kudüs Günü'nde İmam Humeynî'ye verdiğimiz sözde duracağımızı ve Kudüs'e ulaşacağımızı bildiriyoruz.
Hepinizi Allah'ın selamı ile selamlıyorum...
Hasan Nasrallah


[1] Seyyid Hasan Nasrallah'ın buradaki kastı, Direniş'in varlığının da İran İslam Cumhuriyeti'ne bağlı olması bağlamında ele alınırsa ne dediği ortaya çıkmaktadır. İsrail ancak, İran'ı zayıflattığı oranda Direniş'i de zayıflatıp ortadan kaldırabilecektir.
[2] Seyyid Hasan Nasrallah'ın buradaki kastı Hizbullah'tır.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Nasrallah: "Her Yerde Hazır ve Nazır Olacağız"

Lübnan Hıristiyanlarına şunu sormak istiyorum: Falan ve filanca önderler ve liderlerin gerçekten sizler için gerçek bir sorumluluk duyacaklarını düşünüyor musunuz? Sizleri katledilmekten, doğranmak ve yağmalanmak kurtarabileceklerini düşünüyor musunuz? Eşlerinizi himaye edebileceklerini ve kiliselerinizi de yıkılmaktan kurtarabileceklerini tahayyül edebiliyor musunuz? Tüm bu olayların ışığında düşündüğünüz zaman bunu yapabileceklerine kanaat getiriyor musunuz? Bu soruyu tüm Lübnanlılara, Suriyelilere, Iraklılara ve tüm Ortadoğululara soruyorum. Dostlarımız ve sevdiklerimiz olan Alevîler, Dürzîler, İsmaililer, Zeydilere, tüm mezhep ve cemaatlere yöneltiyorum bu sorumu. Bunu yapabilme sorumluluğuna sahip olan kimlerdir? Söz ettiğimiz bu insanların sizler için bir sözü, ahdi ve yemini bulunmakta mıdır? Bu soru kalpten kalbe, akıldan akıla yöneltilmiş bir sorudur.
Burada bir mesuliyetten söz etmekteyiz. O halde oturmak ve beklemek vakti değildir; iş yapmak ve eyleme geçmek gerekmektedir. Tercihimiz ne olacak? Susup oturmak mı? Bu asla fayda vermeyecektir. Bazıları ise Amerika'nın himayesinden söz etmekte, bu devletin yaptıklarından, hedeflerinden ve coğrafyamızda gerçekleştirdiği planlarından söz etmemektedir. Körfez'de oyunlar oynayan, paramızı, petrolümüzü, doğal gazımızı sömüren bu devlet, bizleri yıkıp talan eden devlettir. Her şeyi bir kenara bırakın ve Irak'ta meydana gelenlere bir bakın. Birkaç gün sonra IŞİD'in Irak'ı, tüm Musul'un; Selahaddin, Diyale, Kerkük ve Erbil'in bir bölümünün; Ambar'ın büyük bir bölümünün “korunması”, evet “korunması” için işgal edişinin yıl dönümüdür. Bunu gerçekleştirmek için Bağdat'ı tehdit etti. Bu, elbette Amerika Birleşik Devletleri'nin önderliğinde bir yapılanma oluşmasını sağladı. Bakınız, biz burada siyasi ve fikri bir tartışma yapmıyor ve şunu soruyoruz: Amerika Birleşik Devletleri'nin önderliğinde birleşen devletler neler yaptı?
Bugün Sana'ya yapılan saldırılar, Temmuz Savaşı'nda Lübnan'a veya mütemadiyen Gazze'ye yapılanlardan daha ağır değildir. O zaman ne yaptılar? Şimdi Irak'ta ne yaptılar? IŞİD'i ortadan kaldırdılar veya Irak'tan sürdüler mi? Ey kardeşlerim! Herkes biliyor ki IŞİD silahlarıyla, konvoylarıyla, tankları ve askerleriyle bir şehirden diğer bir şehre, bir karargâhından başka bir karargâha çok rahat bir şekilde hareket edebilmektedir. Hatta Irak'tan Suriye'ye ve Suriye'den Irak'a geçiş yapabilmektedir. Tüm bunlar Amerika Birleşik Devletleri'nin gözetimi altında gerçekleşmektedir. Amerika'ya kefil olan herkese Irak'a şöyle bir bakmasını söylemek istiyorum. Birtakım Iraklıların bekledikleri Amerika bunu yaptı. İşte sizi himaye etmesi için beklediğiniz Amerika budur.
Ancak Amerika'nın kendilerini himaye etmesini istemeyen Iraklılar ise halklarıyla, askerleriyle, dini merci makamlarıyla, yüksek gayretleriyle Selahaddin'in büyük bir bölümünü korumayı, bu yayılmayı engellemeyi başardılar. Onlar bunu yapmaya muktedirdirler.
Arap Devletleri Birliği'ne, Ortak Arap Birliği gücüne gelelim. Şunu söyleyebilecek biri var mı soruyorum: “Büyük bir Arap devletleri gücü bulunmaktadır. Bu güç Lübnan'ın himaye edip koruyacaktır.” Gerçekten bu anlayış çok gariptir. İşte IŞİD ve işte Nusra; fikri olarak, medya sahasında -hatta uydu kanallarında- onları besleyen kimlerdir? IŞİD'in kazanması için zılgıt çekmekteler. IŞİD'e resmi ve gayrı resmi yollarla silah ve lojistik destek sağlayanlar kimlerdir? Onlardan petrol satın alanlar kimlerdir? Bunları yapanlardan mı bizleri himaye etmelerini bekliyoruz?
Yapılabilecek bir diğer tercih ve sahih olan seçim ise şudur: Iraklıların, Suriyelilerin, Lübnanlıların, Yemenlilerin ve tüm Ortadoğu halklarının kendilerine gelmeleri, omuz omuza verip birbirlerini desteklemeleri ve gerçek dostların kim olduğunu araştırmaları gerekmektedir. Bu dostların başında İran İslam Cumhuriyeti gelmektedir. Bunu yaptıklarında vahşi tekfirci yapılanmaya hezimeti tattırabilecek güçte olduklarını bilmeliler. Bunlar Amerika ve İsrail'den daha güçlü değildir. Direnişçiler ve Direniş halkı bu coğrafyada hem İsrail ve hem de Amerika'yı hezimete uğratmıştır. Yapılanlar gaflete, hayrete düşmemize neden olmaktadır; bu safhadan çıkmamız ve güçlü olduğumuzu bilmemiz gerekmektedir.
Bizlerin itimadı vatanımıza, askerlerimize ve halkımızadır. Bu bir varoluş savaşadır. Irak'ın ve Irak halkının, Suriye'nin ve Suriye halkının, Lübnan'ın ve Lübnan halkının var oluş savaşı. Savaş, var oluş savaşı olunca diğer savaşlar bunun ardında kalır. Maslahatlar, imtiyazlar, anlaşmalar, demokrasi gibi şeylerin hepsi bu savaşın ardında kalır. Bugün coğrafyamızın durumu bundan ibarettir.
Tüm bunlardan sonra bizler şunu söylemek istiyoruz: İlk olarak, coğrafyadaki herkesin mesuliyetinin bilincinde olmaya ve ona göre davranmaya çağırıyoruz. Suskunluktan ve tereddütten çıkmalıdır. Mesela Lübnan'da 14 Mart Bloğu’nun hesaplarında sorun bulunmaktadır. Suriye'de bir hakikat var; bir tarafta Beşşar Esad ve yanındaki Suriye ordusu, yönetimi ve diğer tarafta ise IŞİD ve Nusra bulunmaktadır. Sizin dostunuz olan Vatan Cemaatleri Birliği, IŞİD ve Nusra'ya karşı bir sorumlukla sizleri koruyacaklarına dair söz veremezler. Bunlar Beşşar Esad yönetiminin mağlup olmasını istemektedirler. Bu nedenle de tüm emelleri ve planları IŞİD ve Nusra'nın kazanmasına yöneliktir. Oysa korkmaları ve çekinmeleri gereken Esad yönetimi değil, IŞİD ve Nusra'dır.
Temmuz Savaşı'nda Lübnan'daki bazı sesler Hizbullah'ın zafer kazanmasından korktuklarını dile getirmekteydiler. Lütfen hatırlayın! O zaman Hizbullah ve Direniş'in diğer gruplarının galibiyetlerinden korktuklarını açıklamaktaydılar. O zaman savaş olduğu için böyle bir yayın aracılığıyla olmasa da şunu söylemiştim: Hizbullah'ın galibiyetinden değil, yenilgisinden korkun! Bugün aynı şekilde onlara şunu söylüyorum: Bu yapıların kazanmasından çekinip korkmalı, diğerlerinin galibiyetinden korkmamalısınız.
Sizlere şunu soruyorum: Suriye yönetimi ve onun yanındakiler kazandığında bizler tüm Lübnanlılar için kefil oluyoruz. Peki, sizler -Allah korusun IŞİD ve Nusra kazanacak olursa- Lübnan halkı için, bırakın Lübnan halkını IŞİD ve Nusra'ya karşı kendiniz için kefil olabilir misiniz? (Seyyid, burada manidar bir tebessümde bulunuyor. -Çev.) Bu soruya vereceğiniz cevap nedir?
İkici olarak; yapılan yanlışlardan bir diğeri de şudur: Lübnan sınırında gerçekleşen bu saldırıların bir grubun (Burada Hizbullah kastediliyor. -Çev.) diğerleri ile savaşı olarak lanse edilmesidir. Buna göre bu grup Lübnan yönetimini savaşa zorladığı söylenmektedir. Bu doğru değildir; bizler kimseyi savaşa zorlamıyoruz. Ama devleti ve siyasileri sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyoruz. Zira bu savaş bir grubun savaşı değildir, halkınızı ve vatanınızı korumaya yönelik yapılması gereken bir savaştır. Bunu üstlenmeli, kendinizi, halkınızı ve vatanınızı savunma sorumluluğundan kaçmamalısınız.
Üçüncü olarak: Kalamun'da gerçekleşen savaş Suriye ordusu, Halk Birlikleri ve Direniş güçlerinin Suriye-Lübnan sınırında tam anlamıyla bir emniyet sağlamasına kadar İnşaallah devam edecektir. (Halk “lebbeyk yâ Nasrallah/emrindeyiz ey Nasrallah” naraları atmaya başlıyor. -Çev.)
Diğer bir taraftan, dördüncü husus olarak, Arsal bölgesine değinmek gerekmektedir. Bu bölge hariç tüm Lübnan sahası silahlı saldırılardan emniyete alınmıştır. Arsal bölgesiyle ilgili bugün açıkça şunu söyleyebilirim: Aynı sözleri daha evvel kullandığım zaman bu bölgeden uçaklar gelmekteydi. Bi'r-i Hasan'da Hermel'de, Güney Lübnan'da kanımız akıtıldığında “Arsal ehli bizim ehlimizdir, halkımızdır. Halkımızın aziz bir bölümüdür” dedik. Bu konuda bizden daha fazla duran olmadı. Onlara bir kötülüğün ulaşmasını, onlara gerekenin dışında bir muamelede bulunulmasını kabullenmedik, kabullenmeyeceğiz de. Burada Hermel'deki halkımızla izzet bulduğumuzu da tescil etmeliyiz. Şunu biliyoruz ki aleyhimize çalışanların bir kısmı Arsal bölgesindendir. Onlarca Lübnanlı genci ve Hermel'den bazı aileleri öldürdüler. Bununla birlikte Arsal halkı Hermel ahalisinin kendilerine muamelesi bakımından emniyet içerisinde kaldı. Zira medeni, insani ve ahlaki yükümlülükler bunu gerektirmektedir. Oysa ki onlar çocuk, kadın öldürülmüş ve erkekleri de doğranmıştı. Bizlerin Arsal halkı hususundaki görüşümüz bu şekildedir. Bu hadiselerin devletin mesuliyeti altında olduğunu ifade ediyorsunuz; elbette bu böyledir;  bizler bunun haricinde bir şey mi söylüyoruz? O halde buyurun!
Mevcut hükümetin iç işleri bakanı şunu söylüyor: “Arsal bölgesi silahlı gruplar tarafından işgal edilmiştir.” Müstakbel Partisi bakanı bu bölgenin işgal edilmiş bir bölge olduğu yönünde bir açıklama yapıyorsa, o halde Lübnan devletinin işgal edilmiş bu bölgeyi kurtarması ve öldürülen ve doğranan halkına yardım etmesi gerekmektedir. Arsal'da IŞİD ve Nusra'nın insanları öldürdüğünü ve daha başka neler yaptığını bilmektesiniz, herkes bilmekte. Mesuliyetinizin gereklerini yapmaya; toprağına ve halkına düşkün bir devlet, bir hükümet olduğunuzu ispat etmeye buyurun! Bakanlar kurulunda bu meselesi tartışmaktan da çekinmeyin. Eğer bu meselenin kurulda tartışmaya değer olmadığını düşünüyorsanız o halde Allah'a tevekküle edin! Bende bulunan sahih bilgilere dayanarak söylüyorum ki IŞİD ve Nusra'nın Arsal'daki faaliyetleri yardım almadan gerçekleştirmesi mümkün değildir. Arsal halkı! Bizler kardeşleriniz olarak her zaman sizlere yardım eli uzatmaya hazırız. Ancak devletin de sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir. Herkese nasihatim şudur: Arsal meselesinin mezhebî ve kavmiyetçi mecralardan çıkarılması gerekmektedir. Bunda sizler için bir maslahat bulunmamaktadır.
Baalbek-Hermel'deki ehlimiz, aileleri ve siyasi önderleri onurlu insanlardır. Bu insanlar kendi köylerinde, topraklarında hiçbir tekfircinin kalmasını göz yummamaktadır. Bu insanlar Arsal ahalisinin güvende olması için de mücadele etmektedir.
Dördüncü olarak: Bizler, bu direniş bayramında Direniş'in, ordunun ve halkın birlikteliğinden mutluluk duyuyoruz. Ülkemizin ordusu ve halk direnişi ve sorumluluk bilinciyle meydana gelen birliktelik, 2000 yılındaki ve 2006 Temmuz'undaki zaferimizin temel sebebidir. Bugün Lübnan'ı İsrail, tekfirci örgütler ve diğer tehditler karşısında himaye eden güç de bu birlikteliktir. Çünkü İsrail karşısında direnip öldürülenler ordu komutan ve erleri, Direniş fertleri ve halkın gönüllüleridir. Şimdiye kadar öldürülenler ve şu anda öldürülenler de ordu komutan ve erleri, Direniş fertleri ve Lübnan halkının gönüllüleridir. Zaferin gerekliliği olan işte bu altın birlikteliktir. Bu birlikteliği Suriye'ye örnek olarak takdim edelim ki, Suriye bunu yapmıştır; bu birlikteliği Irak'a örnek olarak takdim edelim ki, Irak bunu yapmıştır; bu birlikteliği Yemen'e örnek olarak takdim edelim ki 60 günden beri bunu yapmaya devam etmektedir; bu birlikteliği tehlike ve tehdit altında bulunan tüm herkese örnek olarak takdim edelim.
Bugün Irak ordusu yeterli sayıda askere sahip değildir. Halka ve halk direnişine ihtiyaç duymaktayız. Irak halkına, Şii ve Sünni aşiretlere, Kürtlere, Türkmenlere ve her gruptan Irak halkının çocuklarına ihtiyaç duymaktayız. Selahaddin ve Diyala'da IŞİD'i bozguna uğratan bu birliktelik gücü, Musul ve Ambar'da da binlerce IŞİD'i bozguna uğratmaya muktedirdir. Suriye ordusu ve çeşitli isimler ile ortaya çıkan halk savunma güçleri, Suriye'nin bugüne kadar sabır ve sebat ile direnmesine neden olmuştur. Büyük düşman Suudi Amerika, Yemen'e saldırmışsa da gerçekleştirmek istediği hiçbir hedefine ulaşamamıştır. Buradaki başarıyı sağlayan şey anı şekilde Yemen ordu ve halkının birlikteliği ve direniş azmidir. Bu bölgemizdeki diğer halkların da zafere ulaşabilme yoludur. Bizlerin bu birlikteliği gerçekleştirmesi, azmetmesi ve meseleyi doğru teşhis edip sahaya inmesi gerekmektedir.
Beşinci olarak: 1948 yılından, 1967'den günümüze kadar İsrail ile yaşananlar göstermektedir ki, bu devlet, savaşı alanlara yaymakta, bölmektedir. Mısır ile Sina; Ürdün ile çeşitli sınırlarda; Suriye ile Golan'da; Lübnan ile sınır şeridinde; Filistin ile olan savaşta Batı Şeria'da devam etmektedir. Esefle ifade ediyorum ki, İsrail, gerçekten de bu sahalara savaşı bölerek devam ettirmeyi başarmıştır. İsrail'in bu başarısının nedenlerinden biri, bu planını uygulamasıdır.
Bugün bir Lübnanlı olarak ben, Filistin'e yardım etmeye kalkışırsam kanun, demokrasi, devlet kademeleri ve benzeri zorluklarla karşılaşır ve şu söze muhatap olurum: “Senin Filistin ile ne işin var?” Suriye'ye yardım edince de aynı şeyler olmaktadır. Iraklı Filistin'e yardım eli uzatayım derse benzer sözlerle karşılaşmaktadır. Günümüzdeki uygulama bu değil midir? Bunu kimler uyguluyor? Tabii ki İsrail ve onun Arap-İslam dünyasındaki kültürel, siyasal ve medya patronu ortakları. Bu nedenle Filistin 1948'den beri işgal ve yıkımın acısını çekmeye devam etmektedir. Bu öyle bir plan ki Filistin'de bile parçalanmışlığı gerçekleştirmiştir. Öyle ki İsrail'in Gazze, Batı Şeria ve Filistinli mültecilerle ve Kudüs-ü Şerif ile olan hesabı farklı farklıdır. Savaş, İsrail tarafından bu şekilde parçalara ayrılınca bizleri birçok savaşta yenebildi. Bugün en az İsrail tehlikesi kadar tehlikeli olan bu sorun, ilk günden bugüne kadar mevcuttur. “Bırak, Irak'taki sorunu Iraklılar halletsin; ne işimiz olur Suriye ile, sorunlarını kendileri halletsin; Lübnan ile ne işimiz olur, bırakın sorunlarını kendi içlerinde çözsün; Mısırlıları da kendi haline bırakın, sorunlarını çözsünler; Yemendekiler de sorunlarını Yemen'de çözüversin.” Bu düşünce İsrail'in Filistin ile ilgili oluşmasını istediği düşüncenin başka versiyonudur: “Bırakın Filistin'deki sorunu Filistinlilerin kendi çözsün!” Bu katil düşünce, tarihi ve stratejik bir hatadır. Bugün bizler cephelerin birleşmesi gerektiği hususunda çağrıda bulunuyoruz. Bu şekilde bir bölünmüşlükle savaşmak mümkün değildir.
Basit bir örnek vereyim: Bundan birkaç yıl evvel IŞİD ile tek cephe halinde savaşılsaydı bugün ne Selahaddin'e, ne Diyala'ya, ne Kerkük'e, ne Ambar'a saldırıda bulunabilirdi. Ancak tüm dünya IŞİD'in Suriye'de yaptıklarına suskun kalınca zannettik ki geldiği yere dönecek. Hayır! Öyle olmadı çünkü onun belirlenmiş bir programı vardı. Rakka'ya, Deyru'z-Zor'a, tüm Irak-Suriye hududuna yerleşti. Haseki ve Haleb'e ulaştı. Petrolü, doğal gazı ele geçirdi ve satmaya başladı. Silahlar, tanklar, teçhizatlar getirdi, ülke dışından, dünyanın çeşitli yerlerindeki binlerce tekfirci askeri topladı. Bu sistemi Suriye'de oluşturduktan sonra Selahaddin, Diyala vb. yerleri ele geçirdi; Erbil ve Bağdat'ı da tehdit edip Ambar'ın bir kısmını da ilhak etti. Eğer Suriye'deki bu başlangıç engellenebilseydi bugün Irak'a olanlar gerçekleşmeyecekti. Iraklıların IŞİD nedeniyle bir yerden bir yere kadın, çoluk, çocuk, yaşlı, genç demeden eşyalarını ellerinde taşımalarına kim tahammül edebilmektedir? Nerede mesuliyetimiz?
Sadece Ramadi'de gerçekleşenlere mi bakılmalı? Hayır, bir iki yıl evveline gidin. Suriye'deki IŞİD tehlikesine karşı suskun kalan herkes Irak'ta gerçekleşmekte olan hadiselerin sorumluluğunu üstlenmiştir. Bugün Tedmur'da gerçekleşen kıyımlardan da sorumludurlar. Güçleri nispetinde savaşanların ise bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Bu kişiler yapabilecekleri ölçüde üzerilerine düşen görevi yerine getirmiştir. Bu nedenle bu savaşa tek bir cephe olarak bakmamız gerekmektedir.
Muhterem erkek ve kız kardeşlerim! Binaen aleyh, Suriye'deki savaşımız iki yıldan beri belirli safhaları aşmış durumdadır. Bugün bizler bu tehlikeli fikirlerden sıyrılarak Suriyeli kardeşlerimizin yanında savaştık. Suriye ordusunun, halkının, direnişçilerinin yanında savaştık. Şam'da, Halep'te, Humus'ta, Deyru'z-Zor'da, Haseki'de, Kalamun'da, İdlib'te bu tehlikeli anlayıştan sıyrılmak için çarpıştık. Suriye, Irak, Lübnan, Filistin, Remadi, Musul, Baalbek, Kerbela, Şam, Lazkiye, Halep ve coğrafyamızdaki tüm beldelerde bu gayeyle savaştık.
Bu mesuliyetimiz arttıkça bizlerin bölgedeki varlığımız da artacaktır. Bugün, Direşin kutladığımız Direniş Zafer Bayramı'nda şunu vurgulamak istiyorum: Suriye'deki varlığımız bu derin, siyasi, stratejik fikirden, sorunu dakik teşhis emekten ve doğru yerde yer almaktan ortaya çıkmıştır. Bu nedenle şunu gizlemeye gerek duymaksızın açıklıkla söylemek istiyorum: Evet! Bizler Suriye'de bulunuyoruz ve burada var olmaya devam edeceğiz. Hatta sadece Suriye'de değil, her yerde hazır ve nazır bulunacağız. Suriye'de bu savaş gerekliydi ve bizler bunu yüklenebilecek kudretteyiz! Bizler bu savaşın erleriyiz! Bizler Suriye ordusu, halkı ve direnişçileriyle bu savaşın zafere ulaşması için sorumluluğunu paylaşmaktayız.
Altıncı olarak: Suudilere, Yemen'e gerçekleştirilen saldırılardan vazgeçilmesi ve savaşı bitirecek olan kesin siyasi çözüme başvurulması için çağrıda bulunuyorum.
Yedinci olarak: Bahreyn hükümetini de Bahreyn halkına yaptığı zorbalıktan vazgeçmeye çağırıyorum. Bahreyn yönetimi hapiste tutuğu kişileri serbest bırakmalıdır. Yönetim, Şeyh Ali Selman örneğinde gördüğümüz gibi, suçsuz insanları göstermelik mahkemelerle hapse atmaktadır. Yönetim, ulemadan olan bu zatı serbest bırakıp halkıyla barışsın. Çünkü IŞİD hepinizin yanı başındadır. Bu tehlikeyi toplumsal mutabakat olmaksızın önlemeniz mümkün değildir.
Sekizinci olarak: Bölgemizde gerçekleşen her hadiselerde kardeşlerimize yardım ulaştırmamıza rağmen bizler burada, Güney Lübnan'da kalacak ve gözlerimizi asıl düşmandan, asıl savaştan ve vasiyetten ayırmayacağız. Bu cepheyi de başıboş bırakmadık, bırakmayacağız da. Bilindiği gibi bazıları tüm gücümüzü Suriye'ye aktarmamız gerektiğini söylese de bizler her iki cephede de hazır olup savaşmak durumundayız. Bu cepheyi boş bırakıp gaflete düşmeyeceğiz. Bu iki cephe birbirini tamamlayan cephelerdir. Daha doğrusu hedefleri açısından zaten tek bir cephedir. Her türlü teçhizatımızı ve gücümüzü burada da korumaya devam edeceğiz. Yaptığımız diğer işler bizlere bu cepheyi unutturmayacaktır. Siyonistlerin her düşündüğü, her yaptığı bizlerin bilgisi dâhilindedir.
Aziz kardeşlerim! Ey Güney Lübnan halkı! Ey Hasibiyye ve Raşibiyye halkı! Ey tüm Lübnan halkı! Bilin ki bu direniş en yüksek seviyesinde, en güçlü merhalesinde ve gücündedir. Sizlere bu söylediğim şeyleri düşman da Lübnanlıların bildiğinden çok daha iyi bilmektedir. Bu nedenle de korkmakta ve türlü türlü oyunlara başvurmaktadır. Bizleri korkutmayan, duruşumuzu değiştirmeyen planlar uygulamakta ve tehditler savurmaktadır. Bizler, direniş meselesinde bizi sürekli gözetleyen bir düşmanın varlığının bilincindeyiz. Bu düşmanın sadece bizleri değil bölgedeki tüm direniş hareketlerini hedef aldığının her aman hatırlanması gerekmektedir. Sizlere şunu vurgulayarak söylüyorum: Bizler teyakkuzdayız; gerçekten büyük bir ciddiyetle teyakkuzdayız. Bu nedenle de bir an dahi olsa bu düşmana karşı gaflete düşmemekteyiz.
Dokuzuncu olarak: Direniş'in Lübnan'ı ve halkını özgürleştirmek için verdiği savaşta gaziler, şehitler, esirler, hicret vardı. Şimdiki savaş da Lübnan'ın mevcudiyetinin muhafazası içindir ve aynı şekilde gaziler, şehitler, esirler, muhacirlerin varlığını gerektirmektedir. Bu savaş daha büyük, önemli ve tehlikelidir. Zira evin içerisinde vuku bulmuştur. Vatanını, namusunu, şerefini, haysiyetini korumak isteyen varsa, kendilerini bu kurbanların beklemekten başka bir yol olmadığını bilmelidir. Buna binaen, bazı Lübnanlılara şunu söyleyeceğim: Sizlerin de şehitlerimize katılmanız gerekmektedir. Yazıklar olsun sizlere! Utanın! Hep bakıyorsunuz ki burada 30, şurada 40, falan yerde 50, bir başka beldede 100 şehit verilmiş. Bizler şehitlerimizle gurur duyuyor ve iftihar ediyoruz. Şehitlerimizden utanç duymayız. Çünkü bu savaşın evden eve, vadiden vadiye, tepeden tepeye uzanan bir varlık savaşı olduğunu bilmekteyiz. Dolayısıyla kurbanlara, şehitlere ihtiyaç duymaktadır. Kendinizden utanın! Şehitler hususunda bizlere sataşmayın! Bugün sizler burada, bu ayıpladığınız şehitler sayesinde emniyet ve huzur içerisinde yaşayabilmektesiniz. Bu nedenle bu taarruzdan vazgeçin! Bu tavrınız, bizlerin kararı ve sebatında mutlak surette herhangi bir surette değişikliğe neden olmamaktadır.
Bu anlatılanlar ışığında bilinmesi gerekir ki Amerika sefareti ve bazı devletlerin para yardımından istifade edenler 2005'ten beri Hizbullah'ın yenildiğini dile getirmektedirler. Oysa bizler zaferden zafere koşmaktayız. Hizbullah'ın iç sorunları olduğunu söylemekteler. Oysa şunu bilmekteler: Dünyanın hiçbir yerinde lider kadrosuyla-erleriyle, yaşlısıyla-genciyle, büyüğüyle-küçüğüyle, erkeğiyle-kadınıyla bu savaşın olması gerektiğine dair ortak bir karar almış, mutabakat sağlamış bir başka grup bulunmamaktadır. Hizbullah'ın savaşa gençleri sürdüğünü söylemekteler. 15-16 yaşlarındaki çocuklar için gerçekleştirdiğimiz eğitim kampları bulunmaktadır. Kurulan çadırlarda kendilerinin belirli programlara uyum sağlaması vb. gerçekleştirilmektedir. Burada gerçekleşen ferdi bir hadiseden hareketle genellemeler yapmaktadırlar. Gençlerin arasında sorun olması mümkündür. Bunların yanında yetişkin erkeklerimiz, kadınlarımız bulunmamakta mıdır? Yazıklar olsun size!
Dün bazıları dedi ki, “Seyyid seferberlik çağrısı yapacak.” Ben böyle bir çağrıda bulunmayacağım. Evet, seferberliğin ilan edilmesi gereken günlerin gelebileceğini söyledim. Ama eğer Hizbullah'ın karar merci mekanizması böyle bir karar alırsa, on binlerce adamın tüm meydanlara döküleceğini göreceksiniz. (Halk tarafından “Lebbeyke yâ Nasrallah” naraları atılıyor.)
Aziz kardeşlerim bacılarım! Ey Lübnan, Suriye, Filistin halkları; ey bu coğrafyanın tüm evlatları! Eğer sözümüzün sizler yanında bir değeri varsa Direniş Zaferi Bayramı'nı kutladığımız bu günde sizlere şunu söylemek istiyorum: Benim sözlerime düşman bile itimat etmekteyken, (Seyyid burada manidar bir tebessümde bulunuyor. -Çev.) dost kisvesine bürünmüş olan düşmanlarımız tereddütler taşımaktadır. Âdetim olduğu üzere pek yemin eden biri değilim. Ancak, ben Yüce Allah'ın adına yemin ederek sizlere şunu söylüyorum; 1982'de Direniş'in azmi, iradesi, sebatı, kararlılığı ve emre itaati, düşmana karşı olan tutumu ne idiyse bugün, 24.05.2015'te de aynen aynı özelliklere sahiptir. (Halk tarafından “Lebbeyke yâ Nasrallah” naraları atılıyor.) 1985'ten beri var olan Direniş, Direniş halkı, Direniş'in tercihi ve seçimi -ki bu etkenler zaferin belirleyici etkenleridir- 2000'e ve 2006'ya kadar, Suriye'deki zaferimize kadar devam etmiştir. Dört yıl evvel Suriye'nin iki üç ay içerisinde düşmesini bekliyorlardı, ama bu ülke ayakta kaldı; işte bu var oluş tam bir zaferdir. Halen direnmekte ve savaşmaktadır. Sizlere bu altın birlikteliğin zaferi getireceğini söylüyorum. Direniş Zaferi ve Özgürlük Bayramı'nda zaferi hatırlamalıyız. Allah'a tevekkül ettiğimizde; bölgenin askeri birlikleri, halkı ve direnişçileri de Allah'a tevekkül ettiğinde düşmanlarımızın hiçbir eyleminden korkmayacağız. Hakiki dostlarımıza güveneceğiz. Kuvvetimize, irademize, aklımıza, erkeklerimize, gençlerimize sonuna kadar güveniyoruz.
Bu tekfirci yapılanma planı hezimete uğrayacak, darmadağın olacak, toz olacak ve gözle görülebilecek bir eseri de kalmayacaktır. (Halk tarafından “Lebbeyke yâ Nasrallah” naraları atılıyor.) Tekrar hepinizin Direniş Zaferi ve Özgürlük Bayramı'nı tebrik ediyorum. Bu bayram, bu zafer ve şehitlerin kanı zafere giden yoldur! Her yıl hayırla kalın. es-Selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuh!
Çev. Hasan Hüseyin Güneş
Kaynak: İntizar
[Hasan Nasrallah’ın 24 Mayıs 2015 tarihinde yaptığı bir buçuk saatlik konuşmanın çevirisi.]

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Nasrallah: "Hesabınızı İyi Yapın"

1982'de işgal gerçekleştiğinde Lübnanlılar meseleyi anlamada ve teşhis etmede zorlandılar. Onlardan bazıları meseleyi, İsrail tehlikesi ve Siyonist emelleri doğru bir şekilde idrak etti. Bunun yanı sıra diğer bazı Lübnanlılar başka şekilde düşünmekteydiler. Bunların bazıları İsrail saldırısını desteklemekte, onlara askeri destek vermekte, İsrail ile birlikte Lübnan topraklarının işgali için Siyonistlere yardımda bulunmakta, Siyonistlerin gerçekleştirdiği tutuklamalara yardımcı olmaktaydılar. Oysa bu destekçiler de hakikatte onlardandı. Bu taifenin bir kısmı yaptıkları yardım ve desteği 2000 yılına kadar sürdürmeye devam etmiştir.
Lübnanlıların diğer bir kısmı düşman işgalinde herhangi bir sorun görmemekteydiler. Bir başka kısım ise hiçbir şekilde bu sorunu umursamamaktaydı. Ne zamanının ve ne de meydana gelecek şeylerin tehlikeleri bunları ilgilendirmemekteydi. Bunların ilgilendiği tek şey, kendi şahsi sorunlarıydı.
Dediğim gibi, diğer bir grup insan tehlikenin farkındaydı. Bu farkındalığın gerektirdiği bir iradeyle duruş sergiledi. Bu duruş her sahada bir direniş olarak ortaya çıktı. Bu insanların gerçekleştirdiği hareketin ve duruşlarının doğru olduğunu itiraf etmelerine rağmen onların safında yer almayanlar oldu; zira acizliklerini ve güçsüz olduklarını kabullenmemekteydiler. Bunun karşı görüşünü savunan, zafere iman edenler ise gerçekleşen şeylerin gerçekleşmek zorunda olmadığını, her gerçekleşen şeyin irade sahibi insanlarla değişeceğini bilmekteydiler.
İşte Direniş buradan, bu şekilde doğdu. Başkent Beyrut'tan kasaba ve köylere; Cebel-i Lübnan'a, Sayda'ya, tüm Güney Lübnan'a ve batı taraflarına ve diğer bazı yerlere ulaştı.
İkinci önemli husus şudur: Bu bölünmelerin yanı sıra, Direniş ortaya çıktığından beri Lübnan siyasileri ve medyası da ikiye bölündü. Bunlardan bazıları İsrail'den bir dosttan söz eder gibi bahsetmekteydi. Bunlar, İsrail'in Lübnan halkına ve Lübnan'daki Filistin mülteci kamplarına saldırılarını meşrulaştıran açıklamalar yapmaktaydılar. “Mazlum ve miskin” İsrail'in yaptıkları sadece Direniş'e karşı tedbir almaktı. Onlara göre, Direniş'in operasyonları olmasaydı İsrail'in bu eylemeleri de gerçekleşmeyecekti.
Bu siyasi ve medya grubu, Direniş'in her kararını eleştirmekte, karalamakta, itham etmekte, düşmanın -bizzat Siyonistlerin kendilerinin- bile kabullenmekten çekinmediği Direniş'in bazı özelliklerini itiraf etmekten kaçınmaktaydılar. Bu insanlar, Direniş'in vatanperverliğini itham etmekte, onu İran ve Suriye'nin yardımlarına muhtaç bir dilenci şeklinde tasvir etmekteydiler. Bu güruhun haricinde, Direniş'in zafer kazanacağına inanan ve ona destek olan, hakkını zafere kadar savunan siyasetten ve medyadan insanlar da oldu. 1982 Haziran'ından zaferin gerçekleştiği 2000 Haziran'ına kadar bu şekildeydi.
Değinmek istediğim üçüncü husus da şudur: Direniş, yukarıda tasvir edilen durumda çeşitli kollarıyla ve muhtelif adlarla silahlı bir mücadele vermek üzere ortaya çıktı ve bunu yaptı. Emel Hareketi, Lübnan Direniş Dalgaları adıyla, Hizbullah ve diğer bazı İslamî kuvvetler de İslamî Direniş adıyla, vatanperver çeşitli gruplar Milli Direniş Cephesi adıyla boy gösterdi. Bunların yanında Lübnan'da bulunan çeşitli Filistinli direniş grupları da bu Direniş içerisinde yer aldı. Çeşitli kuvvet ve yapılanmaya sahip bu Direniş, Lübnan gibi küçük bir araziye sahip ülkeye yüz bin askerle saldıran İsrail ordusuna karşı -ki bu orduda on binlerce farklı farklı ordu birlikleri ve hatta Lübnanların bazıları bulunmaktaydı- sadece üç yılda hezimeti tattırdı. Düşmanla anlaşmak için hiçbir kayıt ve şart kabul etmedi, barışa yanaşmadı; bu da zaferin en önemli etkeniydi. 1985'ten beri sınır olarak bilinen tüm sahayı geri aldı.
Direniş bu şekilde zaferin ne şekilde kazanabileceğini ortaya koymasına rağmen siyaset ve medya destekçileri, bu yapılanmayı 2000 yılında bile itham etmeye, karalamaya devam etti. 1985-2000 yılları arasında geçen süre içerisinde Direniş saldırıya maruz kaldı ve birçok operasyon yaptı; şehitler ve gaziler kazandı. 1993'teki Temmuz Savaşı, 1996'daki Nisan Savaşı gibi büyük hadiselerle karşılaştı. Bu şekilde 2000 yılına ulaştık. Hiçbir kaydı ve şartı, anlaşmayı ve ittifakı kabul etmeden direniş zelil İsrail karşısında muzaffer oldu. Bu zafer gerçekten tertemiz bir zafer oldu.
Bu zaferi Allah'ın yardımıyla bazı Lübnanlılar gerçekleştirmiştir. “Bazı” kelimesinin altını bir defa değil üç defa çiziniz: “Bazı” Lübnanlılar… Direniş'e inanan kimseler ona yardım etti. Sadece İran, Suriye, Arap ve İslam ülkelerindeki güzel kardeşlerimizin ve dünya hürlerinin yardımıyla bu zafer gerçekleşti. Bu “bazı” Lübnanlılar; tüm saldırılar, hücumlar, tehcirler ve evlerinin yıkılması vb. olaylara rağmen bu zaferin “bazı” Lübnanlıların değil, başlangıcından itibaren tüm Lübnanlıların olmasını istedi. Direniş 1982 yılında tüm Lübnanlıları, onların malını şerefini, haysiyetini, izzetini savunduğunu ifade etmekteydi. Bu nedenle hiçbir iftira Direniş'i vazgeçiremedi. Direniş, zaferini tüm Lübnanlılara, tüm Araplara ve tüm Müslümanlara ve dünyanın tüm özgürlerine, özellikle de mücahit Filistin halkına armağan etmek istedi.
2000 yılından bu güne gelindiğinde bu zaferin nimetlerinden istifade edenler tüm Lübnanlılar oldu. Bu hakikat değil mi? Bugünkü konuşmam teorik değil, hepsi gerçekleşen olayları tasvir etmektedir. Bu zafer ile Lübnanlıların şerefleri, hürriyetleri, çocukları, esirleri, evleri, Lübnan toprağının küçük bir parçası olan Şib'a, Ğace vb. birkaç yer dışından her yer Lübnanlılara geri döndü. Elbette bu Temmuz, Nisan savaşları ile mümkün oldu ve 2000'deki zaferle de perçinleşti.
Düşman, bizlerin toprağında istediğini yapamayacağına kesin bir şekilde inanmış duruma gelmiştir. Buradan çıktı ve ardından kapıları da kapattı; bununla birlikte sınır ötesinden tehditleri ve düşmanlıkları bitmiş değildir. Dün İyod Barak, 2000 yılındaki girişimlerini savunuyordu. Bizle de irademizle ne yazılması gerekiyorsa onu yazdık, yazıyoruz. Bu Allah azze ve cellenin, tarihin kanunudur. İçinde bulunduğumuz bereketler, bugün ihya etmeye çalıştığımız zaferimizin bereketidir. Bu zafer sadece bir güruha, tabakaya, yapılanmaya değil tüm herkese aittir; zaferin bereketi diğer Arap coğrafyası ve Filistin de dâhil olmak üzere herkese ulaşmıştır.
Bu günün benzerlerinde hatırlatmam gerektiği gibi Direniş, yapılanmış tüm kollarıyla yüksek insani ve ahlaki erdemleri elden bırakmamıştır. Başkalarıyla ilişkilerinde, insani, ahlaki, İslamî bir duruş sergilemiştir. Bu ahlaki erdemlerine rağmen bu direnişi IŞİD ile bir tutanlar bulunmaktadır (Seyyid burada manidar bir tebessümde bulunuyor/Çev.)
Soruyorum; eğer meseleyi ve ortaya çıkaracağı tehlikeyi doğru bir şekilde anlayan bu “bazı” Lübnanlılar bulunmasaydı; direnişi gerçekleştirecek irade, azim ve kararlılık olmasaydı ne olurdu? 1982 yılında gerçekleşen İsrail saldırısı karşısında Direniş hareketi gerçekleşmeseydi, bugün Güney Lübnan nerede olurdu? Eğer Direniş meseleyi doğru bir şekilde tespit etmeyip, bu azim, irade ve sebata sahip olmasaydı durum nasıl olurdu? Başka bir deyişle, 1982'den sonra İsrail saldırısına karşı Direniş hareketi olmasaydı Cebel-i Lübnan, Beyrut, kasabalar, köyler nerede olurdu? Öyle ki İsrail Siyonizmi, sadece Güney Lübnan değil, tüm Kuzey Lübnan'ı da hedef almıştı. Etrafımızdaki coğrafyanın tümü bugün nerede olurdu? Lübnanlıların büyük bir kısmı bugün nerede olurdu? Sizlere bahşedilen ilahî nimetleri idrak edebilmeniz için bu farazi durumlar hakkında düşünmeniz gerekmektedir. Allah, bu nimetiyle Lübnan halkına, Direniş'imize büyük bir nimet vermiş oldu. Bu şekilde onlara izzeti ve onuru verdi. Bugün sınırlarda yaşan halkımızın gözlerinde bile güven ve itminan halini görmektesiniz. İnsanların kalplerine baktığımızda, bu kalplerde düşmana karşı koyabilecek bir direnişin mevcudiyetini, kendilerine uzanan mütecaviz elleri kesebilecek bir gücün varlığına olan inancı müşahede etmekteyiz. Bunun, Sübhan Allah'ın bizlere bahşettiği büyük bir nimet olduğunun bilincindeyiz.
Bu nedenle bugün ve benzeri günler vesilesiyle, bu nimeti tanımalı, onu anlamalı ve Allah'a bu nimetinden dolayı şükranlarımızı sunmalıyız; zira bizler bu nimete gerçekten muhtacız. Elbette bu nimet, az evvel arz ettiğim gibi, yapılan doğru seçim ve meselenin doğru teşhisi sayesinde gerçekleşti. Başlangıçtan itibaren Lübnanlılar, özür dilerim, “bazı” Lübnanlılar ne Arap devletlerinin kendine yardım için bir araya gelmesini ve ne de bu gayeyle bir oluşama gidilmesini bekledi. Ne uluslararası güçlerden bir şey umdu ve ne de Birleşmiş Milletler'den de medet umdu. Ne Amerika'dan, ne Avrupa'dan ve ne de Batı'dan hiçbir yardım istenmedi. Sadece Allah'a tevekkül edip kendi erkek, kadınlarının, çocuklarının, İran ve Suriye'den oluşan dostlarının yapacaklarına ve başaracaklarına güvendi ve direnmeye karar verdi, direndi. Bu durum ilk günlerden itibaren bu şekilde olmuştur. Bu Direniş'in düşmana karşı elde ettiği zaferler ve verdiği şehitler, düşmanın tüm gücüne rağmen onda bir korku yarattı.
Beyefendi ve hanımefendi kardeşlerim! Bugün tarih kendini farklı isimler ile tekrar etmektedir. Bugün tüm coğrafyamızı tehdit eden ve ülkelerimize saldıran tehlike görmekte olduğumuz vahşi, kıyımcı, tekfirci zihniyettir. Bugün 24.05.2015 tarihindeyiz. Bizler bu zihniyet hakkında daha evvel konuşmuş olsaydık abarttığımız ve taraf tuttuğumuz söylenecekti. Bugün meydana gelen olaylar, gerçekleşen hadiseler üzerinden konuşmaktayız. Bu hadiseler de haricî zihniyetiyle gerçekleşen hadiselerdir. Hepimiz bunları Suriye, Irak, Yemen, önceki gün de Suudi Arabistan'ın Katif bölgesinde ve diğer bazı yerlerde beraberce görüp izlemekteyiz. Bizler bu zihniyetin günümüzde en iyi temsilcisi olan IŞİD'e bakacak olursak -tabi ki Nusra, Kaide vb. yapılanmalar da var ama hepsi aynıdır- Müslüman ülkelere giren, yıkım gerçekleştiren, kan döken, öldüren, gasp eden, insanları kesen bir yapıdan söz etmekteyiz. Bugün Suriye'den gelen haberlere bakıldığında 400 kişinin IŞİD tarafından doğrandığını öğrenmekteyiz. Bu zihniyet insanî ve medenî olan her şeye karşı vahşetle karşılık vermektedir.
Bu IŞİD yapılanması bir Arap veya Müslüman bir ülkenin küçük bir yerinde meydana gelip orada kalmış bir oluşum değildir. Gittikçe yayılmaktadır. Suriye, Irak, Sina bölgelerinin geniş bir bölümüne yayıldığı gibi, işgal altındaki Filistin'in sınırında da bulunmakta ve Mısırlılar ile savaşmaktadır. Aynı şekilde Yemen'de, Afganistan'da, Pakistan'da, Libya'da, Kuzey Afrika'da, Nijerya'da da mevcuttur. Dün de Suudi Arabistan-Katif'teki eylemiyle de orada da var olduğunu açıkça göstermiştir. Aynı şekilde başka yerlerdeki varlığını da ilan edebilir; zira birçok yerde bu haricî zihniyetin tabileri bulunmaktadır.
Nusra da bu yapılanmanın Şam cephesini üstlenmiştir. Kaide'nin Şam'da oluşturduğu bu yapıya Ceyşü'l-Feth/Fetih Ordusu denilmeye başlanmıştır. Oysa böyle bir yeni yapı bulunmamaktadır; bu oluşum tam anlamıyla Nusra Cephesi'dir. İsimleri değiştirerek algıları değiştiriyorlar.
Şimdiye dek edindiğimiz tecrübeye dayanarak bizlerin, coğrafyamızın ve Lübnanlıların -çünkü sözümü Lübnan'a getirmek istiyorum- yapmamız gerekenler nelerdir? İlk olarak bugüne dek edindiğimiz tecrübeye dayanarak bu tehlike ve tehdidin anlaşılması gerekmektedir. Esefle söylüyorum ki Suriye, ırak, Lübnan ve coğrafyamızda başını toprağın altına gömüp “bir şey yok; tehlike yok, tehdit yok. Dünya güzel” demeyen kalmadı. Bu haricî zihniyetle savaşa giren olmadı. Maalesef tehlike olduğunu itiraf etmenin ötesinde, bu zihniyet ile ilişkiye geçip onlarla dost ve yandaş olanlar oldu. Tıpkı arz etmeye çalıştığım 1982'de gerçekleşenlerde olduğu gibi.
Beyefendi ve hanımefendi kardeşlerim! Bugün bizler büyük bir tehlike içerisindeyiz. Önceki dönemlerde toprakları işgal etmek için askerler, gruplar gelmekteydi. Bundan gaye de toprağı, yönetimi, serveti, su kaynaklarını, şimdilerde petrolü, doğalgazı, siyasi karar merciyetini ele geçirmekti. Buna rağmen insanların hayat tehlikesi bu denli söz konusu değildi; dinlerinin, mezheplerinin, dünya görüşlerinin, âdetlerinin, kültürlerinin, elbiselerinin, yeme ve içmelerinin farklılığı bulunmakla birlikte işgale rağmen hayatlarını sürdürebilmekteydiler. Bunlar onlar için sorun teşkil etmemekteydi. Bugün öyle bir tehlikeyle yüzleşmiş durumdayız ki tarihte bunun bir başka örneği daha bulunmamaktadır. Lütfen bana inanın! Tarihte bunun bir başka örneği daha bulunmamaktadır! Bu tehlike beşeri değerleri hedef almaktadır. Burada fıkıhtan, telif eserlerden, falancanın yazdığı kitaptan değil; gerçekleşmekte olan hadiseler üzerinden bunu söylemekteyim.
İşte Irak! Gözlerimizin önündeki bir misaldir. IŞİD bu ülkede kendiyle işbirliğinde bulunmayan Ehl-i Sünnet'ten olan Müslümanlara ne yaptı? Hatta kendiyle işbirliği yapan Iraklı çeşitli yapı ve aşiretlerden uydurma halifelerine biat etmeyi reddedenlere neler yaptı? Hepimiz IŞİD'in onlara neler yaptığını ve şu an Musul'da, Ambar'da ve Remadi'de onlara ne yapmakta olduğunu çok iyi bilmekteyiz.
IŞİD, Şii olanlara, Hıristiyan olanlara, Ezidi olanlara; Arap, Türkmen ve Kürt ayırt etmeksizin bu etnik gruplara ne yaptı? Hadise bu şekilde cereyan etmedi mi? Binlerce insan doğrandı ve şu an da bu devam etmektedir. Suriye'de de olay bu şekilde gerçekleşmedi mi? Sünni, Hıristiyan, Alevi, İsmailî, Dürzîlere de aynı şey yapılmadı mı? Değişen ne oldu? Hatta IŞİD ve Nusra arasında bile, aynı oluşumun yapıları, aynı metoda sahip ve aynı ekole tabi olmalarına rağmen akılsızlıklarından ve dini kavrayışlarının kıtlığından dolayı birbiriyle ihtilafa düşüp çarpışmaktadırlar. Kalamun'da buna şahit olduk. Akılları olsaydı birleşip Suriye ordusuna ve Direniş'e karşı karşı birleşip ortak hedefleri için beraber mücadele ederlerdi. Birbirleriyle de savaşınca birbirilerini kesmekteler. Kendi açıklamalarında da yer aldığı üzere, esir aldıkları zaman bu esirleri mahkemeye çıkarmaz ve silahla da öldürmezler; sadece keserek infaz ederler. Onların bilinen sloganı da “doğraya doğraya size geliyoruz”dur.
O halde bizler bugün, öyle bir tehlikenin karşısındayız ki başkalarının mevcudiyetine tahammül göstermemektedir. Daha önceki konuşmalarımda da söylediğim gibi, birilerinin çıkıp “bu Şiilere, Hıristiyanlara ve diğer dini güruhlara karşı meydana gelmiş bir oluşumdur” demesi büyük bir hatadır. Bu asla böyle değildir! Bu tekfirci haricî yapı tüm bölgeyi hedef almıştır ve tüm beldelerin halkları için tehlikelidir. Onlara teslim olan ancak onlar gibi düşünen, onlar gibi yaşamaya rıza gösteren ve onların sözde halifesine silah zoruyla biat edenlerdir.
Gerçekleşen tüm hadiselere rağmen IŞİD, Nusra vb. yapıların hak ve adalet için, diktatör rejimleri devirmek için ve çeşitli şeyler için ortaya çıktığı söylenmektedir. Oysa bu görünen şeyler üzerinde herhangi bir ihtilaf olmadığından bunlar üzerinden bir konum belirlemek gerekmektedir. Herkesin bu tehlikeyi itiraf etmesi gerekmektedir. Bu, Lübnan'daki Direniş için, belirli bir grup veya zümre için, Suriye, Irak, Yemen'deki güçler için bir tehlike olmanın ötesinde herkes için bir tehlikedir. Kimse başını toprağa gömmemelidir. İşte olaylar ve gerçekleşmekte olan hadiseler ve ortaya çıkan rakamlar! Her şey herkesin gözleri önünde gerçekleşmektedir.
Diğer bir husus ise şudur. Bazı insanlar IŞİD ve Nusra'nın yaptıkları karşısında sessiz kaldıkları takdirde, eğer bunlar Allah korusun emellerine ulaşıp galip gelirse, bu sükûtlarının onları kurtaracağını zannetmektedir. Oysa yaşananlar bunun tersini göstermektedir. Aynı şekilde bazı insanlar da siyasi ve medya sahalarında adalet ve özgürlük için ayaklanan yapılar olarak lanse edilen IŞİD ve Nusra'nın kazanması halinde kendilerine de yardım edeceği vehmine kapılmıştır. Oysa yaşananlar aynı şekilde bunun tam tersini göstermektedir. Irak- Musul'da, Selahaddin'de ve Ambar'da IŞİD ile birlikte savaşan bazı cemaatler oldu; IŞİD kazandığında hemen onlardan biat istedi. Bu cemaatler biat etmeyi kabul etmeyince ise onları kesti. Aşiretlerin âlimleri, önde gelenleri, erkek ve kadınlarını ayırt etmeden kesti ve mallarını yağmaladı. Oysa bunlar Irak ordusuna karşı IŞİD’in saflarında savaşmışlardı.
Bölgemizde veya Lübnan'da bunlara şirin görünerek, yaptıklarına ses çıkarmayarak kendi ailesini, cemaatini, aşiretini ve halkını koruyacağını tasavvur edebilir? Böyle bir tasavvur cehalet ve boş bir kuruntudan ibarettir; doğru bir seçim değildir.
IŞİD ve Nusra'nın birbirleri hakkındaki açıklamalarına bakın. Birbirlerini nasıl tanımladıklarına dikkat edin. Bu iki güruh hiçbir muhakemeye başvurmadan birbirlerini kâfir ilan edip kanlarını dökmeyi helal görmektedir. “Kadı” olarak tanıttıkları kişiler ise ne şeraitten ve ne de fıkıhtan bir şey anlamaktadır. Oysa onlar İslam şeraitini tatbik ettiklerini iddia etmektedirler.
Bu nedenle benim onların yaptıklarına karşı suskunlara ve onları destekleyenlere nasihatim şudur: Hesabınızı iyi yapın, zira IŞİD ve Nusra'nın ilk kesecekleri sizler olacaksınız. Tüm muhabbet ve kardeşlik duygularımla söylüyorum; IŞİD ve Nusra'nın Lübnan'daki ilk kurbanları Müstakbel partisinin önderleri ve hamileri olacaktır. Sonrasında hepimiz bu kurbanlar arasına gireceğiz. Ben insanları korkutmak istemiyorum ama birbirimizin ardından gülmemeli, birbirimize karşı samimi olmalıyız.
-Devam edecek-
Çeviri: Hasan Hüseyin Güneş
Kaynak: İntizar