Hizbullah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hizbullah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2015 Pazartesi

Ortadoğu’da Karanlık Komplolar

Geçen Mart ayında Suudi Arabistan’da yapılan sessiz toplantı ve İsrail ordusundan son günlerde sızan anonim bilgiler, Ortadoğu’da savaşın yeni bir aşamaya geçip daha da genişlemesi noktasında gerekli zemini teşkil ediyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan’da yeni kral olmuş Kral Salman ve toplantıyı organize eden Katar Emiri, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bir araya geldi. Toplantı, Suriye’deki Beşar Esad hükümetinin devrilmesi için işbirliği yapılması ve Riyad’ın karşı çıktığı, Ankara’nın Müslüman Kardeşler’e yönelik desteğine karşı Suudilerin salladığı savaş baltasının saklanması için gerekli fırsatı sundu.
Esad’a Nişan Almak
Anlaşma uyarınca Şam rejiminin yenilgisi öne plana alınıp, IŞİD ve El-Kaide’nin yol açtığı tehdidin savuşturulması meselesi geriye itildi, ayrıca İran’ın bölgedeki nüfuzunun bozguna uğratılması bir hedef olarak belirlendi. Ancak Türkler ve Suudiler mesele İran olunca aynı yerde durmuyorlar: Türkiye Tahran’a yönelik yaptırımların sona ermesi hâlinde doğacak iş fırsatlarına bakarken, Riyad İran’ı önemli bir bölgesel hasım olarak görüyor.
Türk-Suudi ekseni, Türk silâhlarının, bomba yapımında kullanılan malzemelerin, istihbaratın ve bunlara eşlik eden tonla Suudi parasının El-Kaide ile bağlantılı Nusret Cephesi ve Ahrar’uş Şam gibi gruplara açıktan akacağı anlamına geliyor. Bugün Nusret Cephesi de ve Ahrar’uş Şam da “Fetih Ordusu” içerisinde birleşmiş durumda.
Yeni ittifak ABD’de bir dizi uzlaşmazlığa neden oldu. Bir kesim Esad’ın devrilmesini istiyor ama bugün itibarıyla esasta IŞİD’e saldırılmasını ve İran’la nükleer anlaşmasının imza edilmesini savunuyor. Ancak bu kanaatin değişmesi muhtemel, zira Obama yönetimi içerisinde, ülkenin Suriye meselesine ne ölçüde girmek istediğine ilişkin tartışmalar ayrışmalara neden oluyor. Eğer Washington Fetih Ordusu’na uçaksavar silâhlar vermeyi kararlaştırırsa, bu, ABD’nin Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar kadar savaşın içine girdiği, Suriye’de rejim değişikliğinin ön plana geçip “teröre karşı savaş”ın ikincil bir nitelik arz etmesi anlamına gelecektir.
Amerikalılar, İslamcılara yardım etme ve onlara suç ortaklığı yapma konusunda pek endişeli değiller. ABD, Irak ve Suriye’de IŞİD’i bombalıyor, Obama yönetimi de kendisini Şam rejimi karşısında İslamcıların kampına nesnel olarak yerleştiren bir tutumla Esad’ın devrilmesi için Suriyelileri eğitiyor. Washington aynı zamanda Yemen’deki Husilere karşı yürüttükleri savaşta Suudilere de yardım ediyor. Gelgelelim Husiler, Arap Yarımadası’nda IŞİD’in ve El-Kaide’nin en etkin düşmanı. ABD, öte yandan El-Kaide’ye karşı insansız hava araçlarıyla saldırılar düzenliyor.
Görünüşe göre, Türk-Suudi ittifakı, Suriye iç savaşında farklı bir kanala girdi. Parçalı muhalefete karşı geçen yılın başında elde ettiği kimi başarıların ardından Suriye hükümeti, son birkaç ay içerisinde çok kötü yenilgiler yaşadı ve bugün Humus, Hama ve Şam ile sahil bölgesindeki desteğini savunmak için yeniden toparlanıyor. Suriye hükümeti, ülkenin yarısından fazlasını isyancılara kaptırmış olsa da hâlâ nüfusun yüzde altmışını kontrol ediyor.
Türkiye, uzun zamandır Esad karşıtı güçler için gerekli silâh, ikmal malzemeleri ve savaşçı geçişleri noktasında en önemli bir kanal oldu. Suudi Arabistan ve Ortadoğu’daki krallıkları temsil eden Körfez Koordinasyonu Konseyi’ndeki birçok müttefiki isyancılara para akıttı. Ama Suudi Arabistan, Suriye ve tüm bölge ülkelerinde önemli bir varlığa sahip bulunan Müslüman Kardeşler’i kendi krallığı için her daim bir tehdit olarak gördü.
Erdoğan’ın başında olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi de Suudilerle sürtüşme içerisinde olan İhvan’la ideolojik yakınlığa sahip. Örneğin Türkiye Mısır’da seçilmiş İhvan hükümetine karşı yapılan askerî darbeyi kınarken, Suudi Arabistan Mursi’nin devriliş sürecini öncelikle parasal açıdan destekledi, Mısır’ın ekonomisini dertten kurtarmaya dönük gayretlerini hâlen sürdürüyor.
Ama öte yandan Esad’dan kurtulma noktasında köprünün altından çok sular aktı. Türkler ve Suudiler, Suriye’de yeni ele geçirilen İdlib kentinde ortak bir komuta merkezi kurdular ve Esad muhaliflerini tek bir merkezde toplamaya başladılar.
Hizbullah’la mı Savaşılacak?
Üç yıllık iç savaş Suriye Ordusu’nu lime lime etti. 2011’de 250.000 olan asker sayısı bugün 125.000 civarında. Ama diğer yandan Şam, Lübnan’daki Hizbullah savaşçılarından destek görüyor. 2006’da İsrail’i püskürtmek için savaşmış olan Lübnanlı Şii örgüt, bugün Esad rejiminin en ehil güçlerinden biri.
İsrail’den o bilgi de tam bu noktada sızdı.
New York Times’ta 12 Mayıs tarihinde çıkan hikâyenin zamanlaması gerçekten tuhaf. İsimsiz “üst düzey İsrailli subaylar”a dayanan bu hikâye bir anda ön plana çıkıyor. Kaynak gizli olsa da mesajı çok açık: “Hizbullah’a çok sert vuracağız. Elimizden geldiğinizce sivil kayıpları sınırlı tutmak için her türlü gayreti ortaya koyacağız. Ama roket saldırıları karşısında da elimizi kolumuzu bağlayıp oturmayacağız.”
Makale, özünde, Hizbullah’ın sivilleri güney Lübnan’da bir zırh olarak kullandığını söylüyor. İsrail’in sivil olup olmadığına bakmadan söz konusu grubu bombalamaya niyetlendiğini iddia ediyor.
Doğrusu pek de sıcak bir gelişme değil bu. İsrail ordusu bu türden iddiaları 2008-9’da Gazze’ye yönelik “Dökme Kurşun” saldırısından beri dile getiriyor. Geçen yıl “Koruyucu Sınır” saldırısında da savaş durumuna girmişti. Bugün Birleşmiş Milletler, sivillerin hedef alındığı savaş suçlarının işlenip işlenmediğini soruşturuyor.
İsrail Hizbullah’la ilgili bu sözleri ilk defa da söylemiyor. Beyrut’ta yaşayan yazar ve fotoğrafçı Mitch Prothero, “sivillerin arasında saklanma mitinin tümüyle yanlış olduğunu” söylüyor. Esasında Hizbullah savaşçıları sivillerin arasına karışmaktan hep imtina ediyorlar, zira onlar, “işbirlikçiler tarafından er ya da geç ihanete uğrayabileceklerini” biliyorlar. Filistinli birçok militanın başına bu türden olayların geldiği biliniyor.
İyi ama İsrail ordusu neden Lübnan’a savaş açmaktan bahsediyor? Sınır sessiz. Birkaç olay oldu, onlar da çok önemli şeyler değildi. Hizbullah savaş başlatma niyetinin olmadığını söyledi. Ama gene de Tel Aviv’i uyardı ve savaşma becerisine sahip olduğunu beyan etti. Sorunun en muhtemel cevabı ise şu: İsrailliler eylemlerini Türkiye ve Suudi Arabistan’la birlikte koordine ediyorlar.
Tel Aviv, İran ve P5+1, yani ABD, Rusya, Çin, Britanya, Fransa ve Almanya arasında bir nükleer anlaşmasının imza edilmesini engellemek için Riyad ile fiilî bir ittifak kurdu. İsrail, aynı zamanda Suudi Arabistan’ın Yemen’e yönelik saldırısını da destekliyor ve Suriye’de Esad karşıtı güçlere destek verme konusunda Riyad ve Ankara ile gayri resmi bir anlaşması var.
İsrail, güney Suriye sınırı boyunca yaralanan Nusret Cephesi savaşçılarını alıp tedavi ediyor. Ayrıca Golan Tepeleri’ndeki Suriye güçlerini bombalıyor. Yapılan bir saldırıda yedi Hizbullah üyesini ve Suriye hükümetine danışmanlık yapan İranlı bir generali öldürmüştü.
Belirsizlik Alanı
Suudiler, Suriye, Irak ve Yemen’de İran’ın genişlemeci siyasetinin hüküm sürdüğüne dair tezini ileri sürüp duruyor ve bu noktada uzun bir geçmişi olan Sünni ve Şii Müslümanlar arasındaki çatışmaya atıfta bulunuyor. Hizbullah esasında Şiilerin bir örgütlenmesi, Irak’ın ekseriyeti bu mezhebin üyesi. Esad rejimi de Şiiliğin bir kolu olan Alevîlerle bağlantılı. Husiler de bu mezhebin bir parçası.
Ancak Ortadoğu’daki savaşlar seküler iktidarla ilgili, ilahi otoriteyle değil. Mezhep ayrımcılığı her ne kadar adam toplama konusunda faydalı olsa da, bu böyle. “İran saldırganlığı” ile ilgili söylenenler de bu konuyla ilgili. Sünnilerin hâkim oldukları Saddam rejimi, Suudilerin parası, ABD’nin desteğiyle, 1981’de İran’ı işgal etmiş ve bu kanlı mezhep savaşı başlamıştı.
Eğer İsrail ordusu güney Lübnan’a saldırırsa, Hizbullah Suriye’deki bazı birliklerini çekmek zorunda kalacak ki bu da kısa süre önce birleşmiş bulunan isyan güçlerinin ağır baskısı altında olan Suriye ordusunu zayıflatacak bir gelişme. Özetle iki cephede savaşmak zorunda kalacak olan Hizbullah’ın eli kolu bağlanacak, güney Lübnan ezilecek ve bu da sonuçta Esad rejiminin devrilmesini beraberinde getirecek.
Karl von Clausewitz’in bir vakit söylediği gibi, savaş esasında bir belirsizlik alanıdır. Gerçekte ilk ateşi açan belirleyici olur. Geçmişte İsrail güney Lübnan’da birçok köyü ezip geçmiş, çok sayıda Şii’yi de katletmişti. Ama bu sefer bir kara harekâtı ve işgal faaliyeti çok pahalıya patlayabilir. Hizbullah’ı yenebileceklerine dair o fikir boş bir hayalden ibaret. Şiiler, Lübnan’daki etnik yapının yüzde kırkını teşkil ediyorlar ve güneye hâkimler. Aynı zamanda Hizbullah diğer toplulukların da desteğini alıyor, bunun bir nedeni, örgütün İsrail işgaline karşı 1982-2000 döneminde başarılı bir direniş sergilemiş olması, 2006 işgalinde de Tel Aviv’in kanını dökmesi.
Ancak İsrail Hizbullah’a saldırırsa bu, Lübnan’da iç savaşı tetikler. El-Kaide’nin ve IŞİD’in Suriye ve Irak’taki gücünü pekiştirir. Türkler, El-Kaide’nin kendileri için bir tehdit teşkil etmediğini düşünebilirler, ama son yaşananlar onların da bir durup düşünmelerine sebep olacak nitelikte.
Afganistan’da Mücahidler ve Libya’da Kaddafi karşıtı güçler gibi bir şey yaratmak çok da zor değil. Onları hep birlikte kontrol etmekse başka bir mesele.
Geri Tepen Hamle
Oklahoma Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları direktörü Joshua Landis’e göre, “Ortadoğu’da her iktidar İslamcılardan kendi amaçları doğrultusunda yararlanmaya çalıştı ama görünen o ki bu hamle geri tepiyor.”
Taliban’ı ve El-Kaide’yi yaratan Afgan Mücahidleriydi; IŞİD’i ortaya çıkartansa ABD’nin Irak’ı işgal etmiş olmasıydı. Libya ise radikal İslamî gruplar için güvenli bir bölge hâline geldi. Erdoğan, AKP’nin İslamî kimliğinin Türkiye’yi Suriye’den sekecek kurşundan koruyacağını zannedebilir, ama bu grupların birçoğu Erdoğan’ı seküler kurumlar dâhilinde demokratik siyaset peşinde koştuğu için mürtet kabul ediyor.
Bugüne dek Suriye ve Irak’ta gönüllü savaşmak için giden Türk genci sayısı beş bin civarında. Bu gençler savaş sahasında edindikleri beceriler ve ideolojiyle Türkiye’ye dönecekler ve Erdoğan Esad’ı devirme saplantısından ötürü muhtemelen pişman olacak.
Eğer Fetih Ordusu Esad hükümetini devirme konusunda başarılı olursa, Ortadoğu bugünkünden daha kaotik bir hâl alacak, eğer İsrail de Lübnan’a saldırırsa “kaos” kelimesi yaşanacakları anlatma noktasında kesinlikle yetersiz kalacak.
Conn Hallinan

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Nasrallah: "Her Yerde Hazır ve Nazır Olacağız"

Lübnan Hıristiyanlarına şunu sormak istiyorum: Falan ve filanca önderler ve liderlerin gerçekten sizler için gerçek bir sorumluluk duyacaklarını düşünüyor musunuz? Sizleri katledilmekten, doğranmak ve yağmalanmak kurtarabileceklerini düşünüyor musunuz? Eşlerinizi himaye edebileceklerini ve kiliselerinizi de yıkılmaktan kurtarabileceklerini tahayyül edebiliyor musunuz? Tüm bu olayların ışığında düşündüğünüz zaman bunu yapabileceklerine kanaat getiriyor musunuz? Bu soruyu tüm Lübnanlılara, Suriyelilere, Iraklılara ve tüm Ortadoğululara soruyorum. Dostlarımız ve sevdiklerimiz olan Alevîler, Dürzîler, İsmaililer, Zeydilere, tüm mezhep ve cemaatlere yöneltiyorum bu sorumu. Bunu yapabilme sorumluluğuna sahip olan kimlerdir? Söz ettiğimiz bu insanların sizler için bir sözü, ahdi ve yemini bulunmakta mıdır? Bu soru kalpten kalbe, akıldan akıla yöneltilmiş bir sorudur.
Burada bir mesuliyetten söz etmekteyiz. O halde oturmak ve beklemek vakti değildir; iş yapmak ve eyleme geçmek gerekmektedir. Tercihimiz ne olacak? Susup oturmak mı? Bu asla fayda vermeyecektir. Bazıları ise Amerika'nın himayesinden söz etmekte, bu devletin yaptıklarından, hedeflerinden ve coğrafyamızda gerçekleştirdiği planlarından söz etmemektedir. Körfez'de oyunlar oynayan, paramızı, petrolümüzü, doğal gazımızı sömüren bu devlet, bizleri yıkıp talan eden devlettir. Her şeyi bir kenara bırakın ve Irak'ta meydana gelenlere bir bakın. Birkaç gün sonra IŞİD'in Irak'ı, tüm Musul'un; Selahaddin, Diyale, Kerkük ve Erbil'in bir bölümünün; Ambar'ın büyük bir bölümünün “korunması”, evet “korunması” için işgal edişinin yıl dönümüdür. Bunu gerçekleştirmek için Bağdat'ı tehdit etti. Bu, elbette Amerika Birleşik Devletleri'nin önderliğinde bir yapılanma oluşmasını sağladı. Bakınız, biz burada siyasi ve fikri bir tartışma yapmıyor ve şunu soruyoruz: Amerika Birleşik Devletleri'nin önderliğinde birleşen devletler neler yaptı?
Bugün Sana'ya yapılan saldırılar, Temmuz Savaşı'nda Lübnan'a veya mütemadiyen Gazze'ye yapılanlardan daha ağır değildir. O zaman ne yaptılar? Şimdi Irak'ta ne yaptılar? IŞİD'i ortadan kaldırdılar veya Irak'tan sürdüler mi? Ey kardeşlerim! Herkes biliyor ki IŞİD silahlarıyla, konvoylarıyla, tankları ve askerleriyle bir şehirden diğer bir şehre, bir karargâhından başka bir karargâha çok rahat bir şekilde hareket edebilmektedir. Hatta Irak'tan Suriye'ye ve Suriye'den Irak'a geçiş yapabilmektedir. Tüm bunlar Amerika Birleşik Devletleri'nin gözetimi altında gerçekleşmektedir. Amerika'ya kefil olan herkese Irak'a şöyle bir bakmasını söylemek istiyorum. Birtakım Iraklıların bekledikleri Amerika bunu yaptı. İşte sizi himaye etmesi için beklediğiniz Amerika budur.
Ancak Amerika'nın kendilerini himaye etmesini istemeyen Iraklılar ise halklarıyla, askerleriyle, dini merci makamlarıyla, yüksek gayretleriyle Selahaddin'in büyük bir bölümünü korumayı, bu yayılmayı engellemeyi başardılar. Onlar bunu yapmaya muktedirdirler.
Arap Devletleri Birliği'ne, Ortak Arap Birliği gücüne gelelim. Şunu söyleyebilecek biri var mı soruyorum: “Büyük bir Arap devletleri gücü bulunmaktadır. Bu güç Lübnan'ın himaye edip koruyacaktır.” Gerçekten bu anlayış çok gariptir. İşte IŞİD ve işte Nusra; fikri olarak, medya sahasında -hatta uydu kanallarında- onları besleyen kimlerdir? IŞİD'in kazanması için zılgıt çekmekteler. IŞİD'e resmi ve gayrı resmi yollarla silah ve lojistik destek sağlayanlar kimlerdir? Onlardan petrol satın alanlar kimlerdir? Bunları yapanlardan mı bizleri himaye etmelerini bekliyoruz?
Yapılabilecek bir diğer tercih ve sahih olan seçim ise şudur: Iraklıların, Suriyelilerin, Lübnanlıların, Yemenlilerin ve tüm Ortadoğu halklarının kendilerine gelmeleri, omuz omuza verip birbirlerini desteklemeleri ve gerçek dostların kim olduğunu araştırmaları gerekmektedir. Bu dostların başında İran İslam Cumhuriyeti gelmektedir. Bunu yaptıklarında vahşi tekfirci yapılanmaya hezimeti tattırabilecek güçte olduklarını bilmeliler. Bunlar Amerika ve İsrail'den daha güçlü değildir. Direnişçiler ve Direniş halkı bu coğrafyada hem İsrail ve hem de Amerika'yı hezimete uğratmıştır. Yapılanlar gaflete, hayrete düşmemize neden olmaktadır; bu safhadan çıkmamız ve güçlü olduğumuzu bilmemiz gerekmektedir.
Bizlerin itimadı vatanımıza, askerlerimize ve halkımızadır. Bu bir varoluş savaşadır. Irak'ın ve Irak halkının, Suriye'nin ve Suriye halkının, Lübnan'ın ve Lübnan halkının var oluş savaşı. Savaş, var oluş savaşı olunca diğer savaşlar bunun ardında kalır. Maslahatlar, imtiyazlar, anlaşmalar, demokrasi gibi şeylerin hepsi bu savaşın ardında kalır. Bugün coğrafyamızın durumu bundan ibarettir.
Tüm bunlardan sonra bizler şunu söylemek istiyoruz: İlk olarak, coğrafyadaki herkesin mesuliyetinin bilincinde olmaya ve ona göre davranmaya çağırıyoruz. Suskunluktan ve tereddütten çıkmalıdır. Mesela Lübnan'da 14 Mart Bloğu’nun hesaplarında sorun bulunmaktadır. Suriye'de bir hakikat var; bir tarafta Beşşar Esad ve yanındaki Suriye ordusu, yönetimi ve diğer tarafta ise IŞİD ve Nusra bulunmaktadır. Sizin dostunuz olan Vatan Cemaatleri Birliği, IŞİD ve Nusra'ya karşı bir sorumlukla sizleri koruyacaklarına dair söz veremezler. Bunlar Beşşar Esad yönetiminin mağlup olmasını istemektedirler. Bu nedenle de tüm emelleri ve planları IŞİD ve Nusra'nın kazanmasına yöneliktir. Oysa korkmaları ve çekinmeleri gereken Esad yönetimi değil, IŞİD ve Nusra'dır.
Temmuz Savaşı'nda Lübnan'daki bazı sesler Hizbullah'ın zafer kazanmasından korktuklarını dile getirmekteydiler. Lütfen hatırlayın! O zaman Hizbullah ve Direniş'in diğer gruplarının galibiyetlerinden korktuklarını açıklamaktaydılar. O zaman savaş olduğu için böyle bir yayın aracılığıyla olmasa da şunu söylemiştim: Hizbullah'ın galibiyetinden değil, yenilgisinden korkun! Bugün aynı şekilde onlara şunu söylüyorum: Bu yapıların kazanmasından çekinip korkmalı, diğerlerinin galibiyetinden korkmamalısınız.
Sizlere şunu soruyorum: Suriye yönetimi ve onun yanındakiler kazandığında bizler tüm Lübnanlılar için kefil oluyoruz. Peki, sizler -Allah korusun IŞİD ve Nusra kazanacak olursa- Lübnan halkı için, bırakın Lübnan halkını IŞİD ve Nusra'ya karşı kendiniz için kefil olabilir misiniz? (Seyyid, burada manidar bir tebessümde bulunuyor. -Çev.) Bu soruya vereceğiniz cevap nedir?
İkici olarak; yapılan yanlışlardan bir diğeri de şudur: Lübnan sınırında gerçekleşen bu saldırıların bir grubun (Burada Hizbullah kastediliyor. -Çev.) diğerleri ile savaşı olarak lanse edilmesidir. Buna göre bu grup Lübnan yönetimini savaşa zorladığı söylenmektedir. Bu doğru değildir; bizler kimseyi savaşa zorlamıyoruz. Ama devleti ve siyasileri sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyoruz. Zira bu savaş bir grubun savaşı değildir, halkınızı ve vatanınızı korumaya yönelik yapılması gereken bir savaştır. Bunu üstlenmeli, kendinizi, halkınızı ve vatanınızı savunma sorumluluğundan kaçmamalısınız.
Üçüncü olarak: Kalamun'da gerçekleşen savaş Suriye ordusu, Halk Birlikleri ve Direniş güçlerinin Suriye-Lübnan sınırında tam anlamıyla bir emniyet sağlamasına kadar İnşaallah devam edecektir. (Halk “lebbeyk yâ Nasrallah/emrindeyiz ey Nasrallah” naraları atmaya başlıyor. -Çev.)
Diğer bir taraftan, dördüncü husus olarak, Arsal bölgesine değinmek gerekmektedir. Bu bölge hariç tüm Lübnan sahası silahlı saldırılardan emniyete alınmıştır. Arsal bölgesiyle ilgili bugün açıkça şunu söyleyebilirim: Aynı sözleri daha evvel kullandığım zaman bu bölgeden uçaklar gelmekteydi. Bi'r-i Hasan'da Hermel'de, Güney Lübnan'da kanımız akıtıldığında “Arsal ehli bizim ehlimizdir, halkımızdır. Halkımızın aziz bir bölümüdür” dedik. Bu konuda bizden daha fazla duran olmadı. Onlara bir kötülüğün ulaşmasını, onlara gerekenin dışında bir muamelede bulunulmasını kabullenmedik, kabullenmeyeceğiz de. Burada Hermel'deki halkımızla izzet bulduğumuzu da tescil etmeliyiz. Şunu biliyoruz ki aleyhimize çalışanların bir kısmı Arsal bölgesindendir. Onlarca Lübnanlı genci ve Hermel'den bazı aileleri öldürdüler. Bununla birlikte Arsal halkı Hermel ahalisinin kendilerine muamelesi bakımından emniyet içerisinde kaldı. Zira medeni, insani ve ahlaki yükümlülükler bunu gerektirmektedir. Oysa ki onlar çocuk, kadın öldürülmüş ve erkekleri de doğranmıştı. Bizlerin Arsal halkı hususundaki görüşümüz bu şekildedir. Bu hadiselerin devletin mesuliyeti altında olduğunu ifade ediyorsunuz; elbette bu böyledir;  bizler bunun haricinde bir şey mi söylüyoruz? O halde buyurun!
Mevcut hükümetin iç işleri bakanı şunu söylüyor: “Arsal bölgesi silahlı gruplar tarafından işgal edilmiştir.” Müstakbel Partisi bakanı bu bölgenin işgal edilmiş bir bölge olduğu yönünde bir açıklama yapıyorsa, o halde Lübnan devletinin işgal edilmiş bu bölgeyi kurtarması ve öldürülen ve doğranan halkına yardım etmesi gerekmektedir. Arsal'da IŞİD ve Nusra'nın insanları öldürdüğünü ve daha başka neler yaptığını bilmektesiniz, herkes bilmekte. Mesuliyetinizin gereklerini yapmaya; toprağına ve halkına düşkün bir devlet, bir hükümet olduğunuzu ispat etmeye buyurun! Bakanlar kurulunda bu meselesi tartışmaktan da çekinmeyin. Eğer bu meselenin kurulda tartışmaya değer olmadığını düşünüyorsanız o halde Allah'a tevekküle edin! Bende bulunan sahih bilgilere dayanarak söylüyorum ki IŞİD ve Nusra'nın Arsal'daki faaliyetleri yardım almadan gerçekleştirmesi mümkün değildir. Arsal halkı! Bizler kardeşleriniz olarak her zaman sizlere yardım eli uzatmaya hazırız. Ancak devletin de sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir. Herkese nasihatim şudur: Arsal meselesinin mezhebî ve kavmiyetçi mecralardan çıkarılması gerekmektedir. Bunda sizler için bir maslahat bulunmamaktadır.
Baalbek-Hermel'deki ehlimiz, aileleri ve siyasi önderleri onurlu insanlardır. Bu insanlar kendi köylerinde, topraklarında hiçbir tekfircinin kalmasını göz yummamaktadır. Bu insanlar Arsal ahalisinin güvende olması için de mücadele etmektedir.
Dördüncü olarak: Bizler, bu direniş bayramında Direniş'in, ordunun ve halkın birlikteliğinden mutluluk duyuyoruz. Ülkemizin ordusu ve halk direnişi ve sorumluluk bilinciyle meydana gelen birliktelik, 2000 yılındaki ve 2006 Temmuz'undaki zaferimizin temel sebebidir. Bugün Lübnan'ı İsrail, tekfirci örgütler ve diğer tehditler karşısında himaye eden güç de bu birlikteliktir. Çünkü İsrail karşısında direnip öldürülenler ordu komutan ve erleri, Direniş fertleri ve halkın gönüllüleridir. Şimdiye kadar öldürülenler ve şu anda öldürülenler de ordu komutan ve erleri, Direniş fertleri ve Lübnan halkının gönüllüleridir. Zaferin gerekliliği olan işte bu altın birlikteliktir. Bu birlikteliği Suriye'ye örnek olarak takdim edelim ki, Suriye bunu yapmıştır; bu birlikteliği Irak'a örnek olarak takdim edelim ki, Irak bunu yapmıştır; bu birlikteliği Yemen'e örnek olarak takdim edelim ki 60 günden beri bunu yapmaya devam etmektedir; bu birlikteliği tehlike ve tehdit altında bulunan tüm herkese örnek olarak takdim edelim.
Bugün Irak ordusu yeterli sayıda askere sahip değildir. Halka ve halk direnişine ihtiyaç duymaktayız. Irak halkına, Şii ve Sünni aşiretlere, Kürtlere, Türkmenlere ve her gruptan Irak halkının çocuklarına ihtiyaç duymaktayız. Selahaddin ve Diyala'da IŞİD'i bozguna uğratan bu birliktelik gücü, Musul ve Ambar'da da binlerce IŞİD'i bozguna uğratmaya muktedirdir. Suriye ordusu ve çeşitli isimler ile ortaya çıkan halk savunma güçleri, Suriye'nin bugüne kadar sabır ve sebat ile direnmesine neden olmuştur. Büyük düşman Suudi Amerika, Yemen'e saldırmışsa da gerçekleştirmek istediği hiçbir hedefine ulaşamamıştır. Buradaki başarıyı sağlayan şey anı şekilde Yemen ordu ve halkının birlikteliği ve direniş azmidir. Bu bölgemizdeki diğer halkların da zafere ulaşabilme yoludur. Bizlerin bu birlikteliği gerçekleştirmesi, azmetmesi ve meseleyi doğru teşhis edip sahaya inmesi gerekmektedir.
Beşinci olarak: 1948 yılından, 1967'den günümüze kadar İsrail ile yaşananlar göstermektedir ki, bu devlet, savaşı alanlara yaymakta, bölmektedir. Mısır ile Sina; Ürdün ile çeşitli sınırlarda; Suriye ile Golan'da; Lübnan ile sınır şeridinde; Filistin ile olan savaşta Batı Şeria'da devam etmektedir. Esefle ifade ediyorum ki, İsrail, gerçekten de bu sahalara savaşı bölerek devam ettirmeyi başarmıştır. İsrail'in bu başarısının nedenlerinden biri, bu planını uygulamasıdır.
Bugün bir Lübnanlı olarak ben, Filistin'e yardım etmeye kalkışırsam kanun, demokrasi, devlet kademeleri ve benzeri zorluklarla karşılaşır ve şu söze muhatap olurum: “Senin Filistin ile ne işin var?” Suriye'ye yardım edince de aynı şeyler olmaktadır. Iraklı Filistin'e yardım eli uzatayım derse benzer sözlerle karşılaşmaktadır. Günümüzdeki uygulama bu değil midir? Bunu kimler uyguluyor? Tabii ki İsrail ve onun Arap-İslam dünyasındaki kültürel, siyasal ve medya patronu ortakları. Bu nedenle Filistin 1948'den beri işgal ve yıkımın acısını çekmeye devam etmektedir. Bu öyle bir plan ki Filistin'de bile parçalanmışlığı gerçekleştirmiştir. Öyle ki İsrail'in Gazze, Batı Şeria ve Filistinli mültecilerle ve Kudüs-ü Şerif ile olan hesabı farklı farklıdır. Savaş, İsrail tarafından bu şekilde parçalara ayrılınca bizleri birçok savaşta yenebildi. Bugün en az İsrail tehlikesi kadar tehlikeli olan bu sorun, ilk günden bugüne kadar mevcuttur. “Bırak, Irak'taki sorunu Iraklılar halletsin; ne işimiz olur Suriye ile, sorunlarını kendileri halletsin; Lübnan ile ne işimiz olur, bırakın sorunlarını kendi içlerinde çözsün; Mısırlıları da kendi haline bırakın, sorunlarını çözsünler; Yemendekiler de sorunlarını Yemen'de çözüversin.” Bu düşünce İsrail'in Filistin ile ilgili oluşmasını istediği düşüncenin başka versiyonudur: “Bırakın Filistin'deki sorunu Filistinlilerin kendi çözsün!” Bu katil düşünce, tarihi ve stratejik bir hatadır. Bugün bizler cephelerin birleşmesi gerektiği hususunda çağrıda bulunuyoruz. Bu şekilde bir bölünmüşlükle savaşmak mümkün değildir.
Basit bir örnek vereyim: Bundan birkaç yıl evvel IŞİD ile tek cephe halinde savaşılsaydı bugün ne Selahaddin'e, ne Diyala'ya, ne Kerkük'e, ne Ambar'a saldırıda bulunabilirdi. Ancak tüm dünya IŞİD'in Suriye'de yaptıklarına suskun kalınca zannettik ki geldiği yere dönecek. Hayır! Öyle olmadı çünkü onun belirlenmiş bir programı vardı. Rakka'ya, Deyru'z-Zor'a, tüm Irak-Suriye hududuna yerleşti. Haseki ve Haleb'e ulaştı. Petrolü, doğal gazı ele geçirdi ve satmaya başladı. Silahlar, tanklar, teçhizatlar getirdi, ülke dışından, dünyanın çeşitli yerlerindeki binlerce tekfirci askeri topladı. Bu sistemi Suriye'de oluşturduktan sonra Selahaddin, Diyala vb. yerleri ele geçirdi; Erbil ve Bağdat'ı da tehdit edip Ambar'ın bir kısmını da ilhak etti. Eğer Suriye'deki bu başlangıç engellenebilseydi bugün Irak'a olanlar gerçekleşmeyecekti. Iraklıların IŞİD nedeniyle bir yerden bir yere kadın, çoluk, çocuk, yaşlı, genç demeden eşyalarını ellerinde taşımalarına kim tahammül edebilmektedir? Nerede mesuliyetimiz?
Sadece Ramadi'de gerçekleşenlere mi bakılmalı? Hayır, bir iki yıl evveline gidin. Suriye'deki IŞİD tehlikesine karşı suskun kalan herkes Irak'ta gerçekleşmekte olan hadiselerin sorumluluğunu üstlenmiştir. Bugün Tedmur'da gerçekleşen kıyımlardan da sorumludurlar. Güçleri nispetinde savaşanların ise bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Bu kişiler yapabilecekleri ölçüde üzerilerine düşen görevi yerine getirmiştir. Bu nedenle bu savaşa tek bir cephe olarak bakmamız gerekmektedir.
Muhterem erkek ve kız kardeşlerim! Binaen aleyh, Suriye'deki savaşımız iki yıldan beri belirli safhaları aşmış durumdadır. Bugün bizler bu tehlikeli fikirlerden sıyrılarak Suriyeli kardeşlerimizin yanında savaştık. Suriye ordusunun, halkının, direnişçilerinin yanında savaştık. Şam'da, Halep'te, Humus'ta, Deyru'z-Zor'da, Haseki'de, Kalamun'da, İdlib'te bu tehlikeli anlayıştan sıyrılmak için çarpıştık. Suriye, Irak, Lübnan, Filistin, Remadi, Musul, Baalbek, Kerbela, Şam, Lazkiye, Halep ve coğrafyamızdaki tüm beldelerde bu gayeyle savaştık.
Bu mesuliyetimiz arttıkça bizlerin bölgedeki varlığımız da artacaktır. Bugün, Direşin kutladığımız Direniş Zafer Bayramı'nda şunu vurgulamak istiyorum: Suriye'deki varlığımız bu derin, siyasi, stratejik fikirden, sorunu dakik teşhis emekten ve doğru yerde yer almaktan ortaya çıkmıştır. Bu nedenle şunu gizlemeye gerek duymaksızın açıklıkla söylemek istiyorum: Evet! Bizler Suriye'de bulunuyoruz ve burada var olmaya devam edeceğiz. Hatta sadece Suriye'de değil, her yerde hazır ve nazır bulunacağız. Suriye'de bu savaş gerekliydi ve bizler bunu yüklenebilecek kudretteyiz! Bizler bu savaşın erleriyiz! Bizler Suriye ordusu, halkı ve direnişçileriyle bu savaşın zafere ulaşması için sorumluluğunu paylaşmaktayız.
Altıncı olarak: Suudilere, Yemen'e gerçekleştirilen saldırılardan vazgeçilmesi ve savaşı bitirecek olan kesin siyasi çözüme başvurulması için çağrıda bulunuyorum.
Yedinci olarak: Bahreyn hükümetini de Bahreyn halkına yaptığı zorbalıktan vazgeçmeye çağırıyorum. Bahreyn yönetimi hapiste tutuğu kişileri serbest bırakmalıdır. Yönetim, Şeyh Ali Selman örneğinde gördüğümüz gibi, suçsuz insanları göstermelik mahkemelerle hapse atmaktadır. Yönetim, ulemadan olan bu zatı serbest bırakıp halkıyla barışsın. Çünkü IŞİD hepinizin yanı başındadır. Bu tehlikeyi toplumsal mutabakat olmaksızın önlemeniz mümkün değildir.
Sekizinci olarak: Bölgemizde gerçekleşen her hadiselerde kardeşlerimize yardım ulaştırmamıza rağmen bizler burada, Güney Lübnan'da kalacak ve gözlerimizi asıl düşmandan, asıl savaştan ve vasiyetten ayırmayacağız. Bu cepheyi de başıboş bırakmadık, bırakmayacağız da. Bilindiği gibi bazıları tüm gücümüzü Suriye'ye aktarmamız gerektiğini söylese de bizler her iki cephede de hazır olup savaşmak durumundayız. Bu cepheyi boş bırakıp gaflete düşmeyeceğiz. Bu iki cephe birbirini tamamlayan cephelerdir. Daha doğrusu hedefleri açısından zaten tek bir cephedir. Her türlü teçhizatımızı ve gücümüzü burada da korumaya devam edeceğiz. Yaptığımız diğer işler bizlere bu cepheyi unutturmayacaktır. Siyonistlerin her düşündüğü, her yaptığı bizlerin bilgisi dâhilindedir.
Aziz kardeşlerim! Ey Güney Lübnan halkı! Ey Hasibiyye ve Raşibiyye halkı! Ey tüm Lübnan halkı! Bilin ki bu direniş en yüksek seviyesinde, en güçlü merhalesinde ve gücündedir. Sizlere bu söylediğim şeyleri düşman da Lübnanlıların bildiğinden çok daha iyi bilmektedir. Bu nedenle de korkmakta ve türlü türlü oyunlara başvurmaktadır. Bizleri korkutmayan, duruşumuzu değiştirmeyen planlar uygulamakta ve tehditler savurmaktadır. Bizler, direniş meselesinde bizi sürekli gözetleyen bir düşmanın varlığının bilincindeyiz. Bu düşmanın sadece bizleri değil bölgedeki tüm direniş hareketlerini hedef aldığının her aman hatırlanması gerekmektedir. Sizlere şunu vurgulayarak söylüyorum: Bizler teyakkuzdayız; gerçekten büyük bir ciddiyetle teyakkuzdayız. Bu nedenle de bir an dahi olsa bu düşmana karşı gaflete düşmemekteyiz.
Dokuzuncu olarak: Direniş'in Lübnan'ı ve halkını özgürleştirmek için verdiği savaşta gaziler, şehitler, esirler, hicret vardı. Şimdiki savaş da Lübnan'ın mevcudiyetinin muhafazası içindir ve aynı şekilde gaziler, şehitler, esirler, muhacirlerin varlığını gerektirmektedir. Bu savaş daha büyük, önemli ve tehlikelidir. Zira evin içerisinde vuku bulmuştur. Vatanını, namusunu, şerefini, haysiyetini korumak isteyen varsa, kendilerini bu kurbanların beklemekten başka bir yol olmadığını bilmelidir. Buna binaen, bazı Lübnanlılara şunu söyleyeceğim: Sizlerin de şehitlerimize katılmanız gerekmektedir. Yazıklar olsun sizlere! Utanın! Hep bakıyorsunuz ki burada 30, şurada 40, falan yerde 50, bir başka beldede 100 şehit verilmiş. Bizler şehitlerimizle gurur duyuyor ve iftihar ediyoruz. Şehitlerimizden utanç duymayız. Çünkü bu savaşın evden eve, vadiden vadiye, tepeden tepeye uzanan bir varlık savaşı olduğunu bilmekteyiz. Dolayısıyla kurbanlara, şehitlere ihtiyaç duymaktadır. Kendinizden utanın! Şehitler hususunda bizlere sataşmayın! Bugün sizler burada, bu ayıpladığınız şehitler sayesinde emniyet ve huzur içerisinde yaşayabilmektesiniz. Bu nedenle bu taarruzdan vazgeçin! Bu tavrınız, bizlerin kararı ve sebatında mutlak surette herhangi bir surette değişikliğe neden olmamaktadır.
Bu anlatılanlar ışığında bilinmesi gerekir ki Amerika sefareti ve bazı devletlerin para yardımından istifade edenler 2005'ten beri Hizbullah'ın yenildiğini dile getirmektedirler. Oysa bizler zaferden zafere koşmaktayız. Hizbullah'ın iç sorunları olduğunu söylemekteler. Oysa şunu bilmekteler: Dünyanın hiçbir yerinde lider kadrosuyla-erleriyle, yaşlısıyla-genciyle, büyüğüyle-küçüğüyle, erkeğiyle-kadınıyla bu savaşın olması gerektiğine dair ortak bir karar almış, mutabakat sağlamış bir başka grup bulunmamaktadır. Hizbullah'ın savaşa gençleri sürdüğünü söylemekteler. 15-16 yaşlarındaki çocuklar için gerçekleştirdiğimiz eğitim kampları bulunmaktadır. Kurulan çadırlarda kendilerinin belirli programlara uyum sağlaması vb. gerçekleştirilmektedir. Burada gerçekleşen ferdi bir hadiseden hareketle genellemeler yapmaktadırlar. Gençlerin arasında sorun olması mümkündür. Bunların yanında yetişkin erkeklerimiz, kadınlarımız bulunmamakta mıdır? Yazıklar olsun size!
Dün bazıları dedi ki, “Seyyid seferberlik çağrısı yapacak.” Ben böyle bir çağrıda bulunmayacağım. Evet, seferberliğin ilan edilmesi gereken günlerin gelebileceğini söyledim. Ama eğer Hizbullah'ın karar merci mekanizması böyle bir karar alırsa, on binlerce adamın tüm meydanlara döküleceğini göreceksiniz. (Halk tarafından “Lebbeyke yâ Nasrallah” naraları atılıyor.)
Aziz kardeşlerim bacılarım! Ey Lübnan, Suriye, Filistin halkları; ey bu coğrafyanın tüm evlatları! Eğer sözümüzün sizler yanında bir değeri varsa Direniş Zaferi Bayramı'nı kutladığımız bu günde sizlere şunu söylemek istiyorum: Benim sözlerime düşman bile itimat etmekteyken, (Seyyid burada manidar bir tebessümde bulunuyor. -Çev.) dost kisvesine bürünmüş olan düşmanlarımız tereddütler taşımaktadır. Âdetim olduğu üzere pek yemin eden biri değilim. Ancak, ben Yüce Allah'ın adına yemin ederek sizlere şunu söylüyorum; 1982'de Direniş'in azmi, iradesi, sebatı, kararlılığı ve emre itaati, düşmana karşı olan tutumu ne idiyse bugün, 24.05.2015'te de aynen aynı özelliklere sahiptir. (Halk tarafından “Lebbeyke yâ Nasrallah” naraları atılıyor.) 1985'ten beri var olan Direniş, Direniş halkı, Direniş'in tercihi ve seçimi -ki bu etkenler zaferin belirleyici etkenleridir- 2000'e ve 2006'ya kadar, Suriye'deki zaferimize kadar devam etmiştir. Dört yıl evvel Suriye'nin iki üç ay içerisinde düşmesini bekliyorlardı, ama bu ülke ayakta kaldı; işte bu var oluş tam bir zaferdir. Halen direnmekte ve savaşmaktadır. Sizlere bu altın birlikteliğin zaferi getireceğini söylüyorum. Direniş Zaferi ve Özgürlük Bayramı'nda zaferi hatırlamalıyız. Allah'a tevekkül ettiğimizde; bölgenin askeri birlikleri, halkı ve direnişçileri de Allah'a tevekkül ettiğinde düşmanlarımızın hiçbir eyleminden korkmayacağız. Hakiki dostlarımıza güveneceğiz. Kuvvetimize, irademize, aklımıza, erkeklerimize, gençlerimize sonuna kadar güveniyoruz.
Bu tekfirci yapılanma planı hezimete uğrayacak, darmadağın olacak, toz olacak ve gözle görülebilecek bir eseri de kalmayacaktır. (Halk tarafından “Lebbeyke yâ Nasrallah” naraları atılıyor.) Tekrar hepinizin Direniş Zaferi ve Özgürlük Bayramı'nı tebrik ediyorum. Bu bayram, bu zafer ve şehitlerin kanı zafere giden yoldur! Her yıl hayırla kalın. es-Selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuh!
Çev. Hasan Hüseyin Güneş
Kaynak: İntizar
[Hasan Nasrallah’ın 24 Mayıs 2015 tarihinde yaptığı bir buçuk saatlik konuşmanın çevirisi.]