Suriye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suriye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Eylül 2016 Cuma

Esad’ın Ölüm Fermanı

“ABD, Suudi Arabistan ve İsrail istihbarat kuruluşlarına ait gizli yazışmalar ve raporlar, Esad'ın Katar boru hattını reddettiği anda askerî ve istihbarî planlamacıların hızla, işbirliği yapmayan Beşar Esad'ı devirmek için Suriye'de bir Sünni ayaklanması hazırlamanın Katar-Türkiye gaz bağlantısını tamamlama yönündeki ortak hedefe ulaşmanın hayata geçirilebilir bir yolu olduğu yönünde konsensüse vardığını gösteriyor. WikiLeaks'e göre 2009 yılında, Beşar Esad'ın Katar boru hattını reddetmesinden kısa süre sonra CIA, Suriye'deki muhalefet gruplarını silahlandırmaya başladı.”
[Robert F. Kennedy Jr., Why the Arabs don't want us in Syria
[“Neden Araplar bizi Suriye'de istemiyor”, Politico]
Suriye'deki çatışma, kelimenin geleneksel anlamıyla bir savaş değil. Bu, tıpkı Libya ve Irak'ta olduğu gibi, bir rejim değişikliği operasyonu.
Bu çatışmanın ana motor gücü, 2. Dünya Savaşı'ndan beri 50'den fazla egemen hükümeti devirmiş olan ülke. (Bill Blum'un listesine bakınız.) Elbette Amerika Birleşik Devletleri'nden bahsediyoruz.
Washington, açık ara rejim değişikliği şampiyonudur, kimse onun yanına bile yaklaşamaz. Hal böyleyken, Amerikan halkının müdahale modelini farkedeceği, propagandanın arkasında yatanı göreceği ve buna uygun şekilde sorumluyu suçlayacağı iddia edilebilir. Ama bu, hiçbir zaman olmamış gibi görünüyor ve muhtemelen burada da olmayacak. Kanıtlar ne kadar ikna edici olursa olsun, beyni yıkanmış Amerikan halkı, her zaman hükümetlerinin doğru şeyi yaptığına inanır.
Fakat ABD Suriye'de doğru şeyi yapmıyor. Yarım milyon insanın öldürülmesine, 7 milyondan fazlasının yer değiştirmesine sebep olmuş ve ülkeyi yaşanmaz, boş arazilere çevirmiş olan Selefi aşırıcıları silâhlandırmak, eğitmek ve finanse etmek doğru değildir. Bu, yanlıştır, ahlâksızlıktır. ABD, bu çatışmaya en başta doğalgaz gelmek üzere yanlış sebeplerden ötürü müdahil olmuştur. ABD, Şam'a bir kukla rejim yerleştirerek bu şekilde Doğu'daki boru hattı koridorlarını emniyete almak, Katar'dan AB'ye giden hayatî önemdeki enerji rezervlerinin nakliyesini denetlemek ve bu rezervlerin ABD Hazine'sine ve ABD mali varlıklarına dönecek şekilde, ABD doları cinsinden fiyatlandırılmaya devam etmesini güvence altına almak istiyor. Ortadoğu'daki ABD tahakkümünü sürdürmenin ve Amerika'nın küresel güç üzerindeki emperyal kontrolünü geleceğe taşımanın temel formülü budur.
Suriye'deki savaş, Beşar Esad hükümeti 2011 baharında protestoculara müdahale ettiği zaman başlamadı. Olaylar hakkındaki bu versiyon, hakikatlerin üzerini örten bir saçmalıktır. Savaş, 2009 yılında, Esad Katar'dan gelen ve Katar gazını Suriye üzerinden AB'ye taşımayı öngören bir planı reddettiği zaman başladı. Robert F Kennedy Jr.'ın “Suriye: Yeni bir boru hattı savaşı” başlıklı mükemmel makalesinde izah ettiği üzere:
“Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye üzerinden geçecek olan, 1,500 km uzunluğunda ve 10 milyar dolar değerindeki boru hattı, […] Katar'ı Türkiye'deki dağıtım terminalleri üzerinden doğrudan Avrupa'nın enerji pazarlarına bağlayacaktı. […] Katar-Türkiye boru hattı, Fars Körfezi'nin Sünni krallıklarına dünya doğalgaz pazarları üzerinde belirleyici bir hâkimiyet kazandıracak ve Amerika'nın Arap dünyasındaki en yakın müttefiki olan Katar'ı güçlendirecekti. […]
2009 yılında Esad, ‘Rus müttefikinin çıkarlarını korumak’ için boru hattının Suriye'den geçmesine izin verecek anlaşmayı imzalamayı reddedeceğini duyurdu. […]
Esad, İran'ın doğalgaz sahalarından başlayıp Suriye'den geçecek ve Lübnan limanlarına ulaşacak olan Rusya onaylı bir ‘İslamî boru hattı’nı destekleyerek Körfez'in Sünni monarşilerini daha da öfkelendirdi. İslamî boru hattı, Sünni Katar'ı değil Şii İran'ı Avrupa enerji pazarının başlıca tedarikçisi haline getirecek ve Tahran'ın Ortadoğu'daki ve dünyadaki etkisini çarpıcı derecede arttıracaktı. […]”
Doğal olarak Suudiler, Katarlılar, Türkler ve Amerikalılar Esad'a öfkeliydi, ama ne yapabilirlerdi? Onun kendi iş partnerlerini seçmesini ve pazara gaz taşımak için kendi egemen topraklarını kullanmasını nasıl engelleyebilirlerdi?
Yapabilecekleri şey, iyi bir mafya babasının yapacağı şeydi: birkaç bacak kırmak ve istediği her şeyi çalmak. Bu özgün durumda Washington ve entrikacı müttefikleri Şam'a karşı yasadışı bir vekâlet savaşı başlatmaya, Esad'ı öldürmeye veya devirmeye ve Batılı petrol devlerinin gelecekteki boru hattı sözleşmelerini kapıp Avrupa'ya giden enerji akışını kontrol etmesini garanti altına almaya karar verdi. En azından plan buydu. İşte Kennedy'den bir alıntı daha:
“ABD, Suudi Arabistan ve İsrail istihbarat kuruluşlarına ait gizli yazışmalar ve raporlar, Esad'ın Katar boru hattını reddettiği anda askeri ve istihbarî planlamacıların hızla, işbirliği yapmayan Beşar Esad'ı devirmek için Suriye'de bir Sünni ayaklanması hazırlamanın Katar-Türkiye gaz bağlantısını tamamlama yönündeki ortak hedefe ulaşmanın hayata geçirilebilir bir yolu olduğu yönünde konsensüse vardığını gösteriyor. WikiLeaks'e göre, 2009 yılında, Beşar Esad'ın Katar boru hattını reddetmesinden kısa süre sonra CIA Suriye'deki muhalefet gruplarını silahlandırmaya başladı.”
Tekrar edelim: “Esad Katar boru hattını reddettiği anda”, kendi ölüm fermanını imzaladı. Tek başına bu davranış, canlı, beş bin yıllık bir medeniyeti, çeşitli müttefik istihbarat kuruluşları tarafından istihdam edilmiş, hazırlanmış ve konuşlandırılmış cani fanatiklerle dolup taşan, Felluce benzeri ıssız, çorak bir manzaraya dönüştüren ABD saldırganlığının katalizörü oldu.
Fakat bu hikâyede özellikle ilgi çekici olan şey, ABD'nin 60 yıl önce, Eisenhower yönetimi zamanında neredeyse aynı tipte bir plana girişmiş olması. Kennedy'nin yazısından bir alıntı daha yapalım:
“1950'le Başkan Eisenhower ve Dulles kardeşler […], özellikle Arapların kendilerine ait olan yönetimi petrol imtiyazlarını tehdit ettiği zaman CIA Direktörü Allan Dulles’ın komünizmin dengi olarak gördüğü Arap Milliyetçiliğine karşı yasadışı bir savaşa girişti. Suudi Arabistan, Ürdün, Irak ve Lübnan'daki tiranlara gizli Amerikan askerî yardımı pompalayarak, Sovyet Marksizmi'ne karşı güvenilir bir panzehir olarak gördükleri muhafazakâr 'cihadçı' ideolojiler taşıyan kuklaları kayırdı. […]
CIA, Suriye'deki aktif müdahalesine 1949 yılında, teşkilatın kurulmasından ancak bir yıl sonra başladı. […] Suriye'nin demokratik olarak seçilmiş devlet başkanı Şükrü Kuvvetli, amacı Suudi Arabistan'ın petrol sahalarını Suriye üzerinden Lübnan'a bağlamak olan Trans-Arabistan Boru Hattı'nı onaylama konusunda tereddütlüydü. (Bu yüzden) CIA bir darbe tezgâhlayarak Kuvvetli’nin yerine CIA tarafından dikkatle seçilmiş diktatörü, Hüsnü Zaim isimli, dolandırıcılıktan hüküm giymiş kişiyi geçirdi. Zaim, parlamentoyu feshedip Amerikan boru hattını onaylamaya pek de zaman bulamadan yurttaşları, rejim kurulduktan 14 hafta sonra onu devirdi. […]
(CIA ajanı Rocky) Stone, Nisan 1956'da 3 milyon dolar değerinde Suriye lirasıyla, Selefi militanları kışkırtmak, Suriyeli subaylara ve politikacılara Kuvvetli’nin demokratik yoldan seçilmiş seküler rejimini yıkmaları için rüşvet vermek üzere Şam'a geldi. […]
Fakat tüm bu CIA paraları Suriyeli subayları ayartmaya yetmedi. Askerler, CIA'in rüşvet girişimlerini Baas rejimine rapor etti. Buna yanıt olarak Suriye ordusu, Amerikan Büyükelçiliği'ni işgal edip Stone'u esir aldı. Sert bir sorgulamanın sonunda Stone kameraların karşısında, İran darbesindeki ve CIA'in Suriye'nin meşru hükümetini devirme yönündeki başarısız girişimindeki rolünü itiraf etti. […] (Bunun ardından) Suriye, ABD'ye sempati duyan bütün politikacıları tasfiye etti ve ihanet suçundan astı.” [Politico]
Tarihin nasıl tekerrür ettiğini görüyor musunuz? Herhalde CIA yeni bir senaryo yazamayacak kadar tembellik etmiş ve eski bir senaryoyu tozlu raftan indirip yeni aktörler kiralamış.
Neyse ki Esad, İran'ın, Hizbullah'ın ve Rusya Hava Kuvvetleri'nin yardımıyla, kendisini devirme ve bir ABD yardakçısı yerleştirme girişimini savuşturdu. Bu, bir lider olarak Esad'ın desteklenmesi olarak değil, küresel güvenliğin ulusal egemenliğin korunmasına bağlı olduğu ve uluslararası hukukun mihenk taşının, sebepsiz saldırganlığın reddedilmesi olması gerektiği şeklindeki prensibin savunulması olarak görülmelidir; bu saldırganlık, ister bir tarafın kendi ordusu eliyle, isterse inandırıcı yadsınırlık getirirken, aynı stratejik hedeflere ulaşmak için kullanılan silahlı vekil güçler eliyle gerçekleştirilsin. Gerçeklik, Bush'un Irak işgaliyle Obama'nın Suriye işgali arasında bir fark olmadığıdır. Ahlakî, etik ve hukukî meseleler aynıdır; yegâne fark, Obama'nın olan biten konusunda Amerikan halkının kafasını karıştırmada daha başarılı olmasıdır.
Olan biten ise rejim değişikliğidir: “Esad gitmeli”. Yönetimin en başından beri tekrarladığı nakarat bu olmuştur. Obama ve şürekâsı, Washington'un bölgedeki AB hâkimiyetini daha da güçlendirecek şekilde, boru hattı koridorlarına erişim sağlama taleplerine boyun eğmeyi reddeden, demokratik yoldan seçilmiş seküler bir rejimi devirmeye çalışıyor. IŞİD saptırmasının, “Esad zalim bir diktatördür” saptırmasının ve “Halep'teki savaş mağduru siviller” saptırmasının arkasında olan şey gerçekte budur. Washington bunların hiçbirini umursamıyor. Washington'un umursadığı şey petrol, güç ve paradır. Bugün bu konuda nasıl kafa karışıklığı içinde olunabilir? Kennedy bunu şöyle özetlemişti:
“Suriye çatışmasının, kaynakların kontrolü üzerinde yürütülen ve 65 yıldır Ortadoğu'da verdiğimiz yığınla yasadışı ve ilan edilmemiş petrol savaşından ayrılamaz nitelikte bir savaş olduğunu kabul etmemiz gerekir. Ve yalnızca bu çatışmayı bir boru hattı üzerine yürütülen bir vekâlet savaşı olarak gördüğümüz zaman olaylar anlaşılabilir hale gelir.”
Bu her şeyi anlatıyor, sizce de öyle değil mi?
Mike Whitney
Çev: Selim Sezer

21 Haziran 2015 Pazar

Suriye'deki Vekalet Savaşı'nda Son Durum ve Cepheler

Burnumuzun hemen dibinde, en fazla sınırı paylaştığımız komşumuz Suriye'de 4 yıldır büyük bir savaş devam ediyor. Daha önce benzeri olmayan bir savaş... 30'dan fazla grup, 500'den fazla çatışma noktası ve yüz binlerce savaşçı...
Bölüm 1
Yukarıda da söylediğimiz gibi onlarca farklı grup ve yüzlerce farklı cephe olduğu için bunları ayrı başlıklar altında anlatmak daha mantıklı olacağını düşünerek, öncelikle burnumuzun hemen dibine, güney sınırımıza, yani Suriye'nin Kuzey hattına göz gezdirelim istedik:
Suriye Kuzey Sınırı Cepheleri ve Çatışmaları:
Genel olarak Kuzey hattı için şöyle bir haritayı doğru kabul edebiliriz (Kırmızı: Suriye Ordusu, Yeşil: Fetih Ordusu Bileşenleri (Nusra, Ahraru'ş-Şam gibi gruplardan oluşan bir çatı birliği), Siyah: İslam Devleti ya da bilinen kısaltmasıyla IŞİD, Sarı: YPG ve bazı noktalarda ÖSO birlikleri):

Lazkiye
Batıdan doğuya doğru gidecek olursak önce İdlib kırsalını ve Lazkiye'yi konuşmamız gerek. Lazkiye'de durum aylardır aynı ya da büyük bir değişiklik yok diyebiliriz.
Bölgedeki en sıcak nokta Nusra ve diğer militanların merkezi sayılabilecek Salma Beldesi. Bu belde yaklaşık 2 aydan beri güney tarafından kısmi olarak Suriye ordusunca kuşatılmış durumda. Bölge dağlık ve aşırı engebeli olduğundan iki taraf da zırhlılardan oldukça az yararlanıyor. İki taraf da nihai bir darbeyi geçen yılki Keseb savaşından beri vuramıyor. Özellikle Suriye Ordusu Lazkiye'yi ne pahasına olursa olsun savunacağını belirtiyor.
Militanlar ve diğer gruplar içinse Lazkiye denizle birleşme imkânı sağlıyor. Fakat arada aşmaları gereken onlarca engebeli nokta, yüz kadar bariyer ve on binlerce Suriye ordusu askeri var.
İdlib
Biraz daha batıdaki İdlib ve kırsalında ise Suriye'deki savaşın belki de en sert dönemi yaşanıyor.
Yukarıda bahsettiğimiz Fetih Ordusu adlı çatı örgüt altında toplanmış yaklaşık 10.000-13.000 arası militan nisan ayından bu yana çok büyük operasyonlar yapıyor.
Önce İdlib, ardından Cisr eş-Şugur ve Eriha'nın düşmesi ile birlikte İdlib kırsalında neredeyse tamamen hakimiyet kurdular.
Suriye ordusunu Frikka'ya kadar geri çekilmeye mecbur bırakan saldırılar şu sıralar devam ediyor.10 gün içerisinde 3 kez Frikka'yı almak için büyük saldırılar düzenleyen Fetih Ordusu şu ana kadar durdurulmuş durumda. Fakat bölgenin geleceği konusunda büyük belirsizlik var.
İdlib kenti düştüğünde Suriye ordusu kentin 2 km güneyindeki Mastume askeri kampına büyük bir yığınak yapmış, fakat bir süre sonra askerlerini geri çekmişti.
Ghab düzlüklerinden İdlib kentine kadar olan çıkık şeklindeki cephede durmanın daha fazla kayba neden olacağını düşünmüş olacaklar ki, birliklere Frikka'ya kadar çekilme emri verdiler. Şu an Suriye ordusu Frikka ve Ghab ovasında bir karşı saldırı için hazırlanıyor.
Yaklaşık iki ay içerisinde İdlib'in de kaderinin belli olacağı gözüküyor.
Halep
Buradan hemen Suriye'nin en önemli ikinci kenti olan Halep şehrine geçelim.
Halep, savaştan önce Suriye için ekonominin merkeziydi. Sanayi bölgeleri ve fabrikaları ile Suriye'nin kalkınma merkezlerinden birisiydi.
Savaş ile birlikte çoğu fabrika kapatıldı, yıkıldı ya da işlemez hale geldi. Fakat bir süre sonra ordu üstün duruma geçince sanayi bölgesi tekrar işlemeye başladı.
Böylesine büyük ve nüfuslu bir kent doğal olarak Suriye'deki grupların en önemli hedefi haline geldi.
Son duruma bakacak olursak kabaca şu harita üzerinden yorumlayabiliriz (Kırmızı: Suriye Ordusu, Yeşil: Nusra ve diğer gruplar, Gri: IŞİD, Sarı: YPG):

Görüldüğü üzere kentin büyük bölümünü Suriye ordusu kontrol ediyor. Sanayi bölgesi ve Yeni Halep bölgesi ordu kontrolünde. (Bu bölgeler için Halep'in can damarları diyebiliriz).
Ordu 4-5 ay önce çemberi kapatma hamlesinde bulunmuş, fakat en tepedeki Başköy'e kadar gelebilmiş ve devamını getirememişti. (Halep'te Handarat bölgesinde Hizbullah birlikleri de bulunuyor)
Şu an çatışmalar ise haritanın batısındaki Raşidiye ve civarında devam ediyor.
Kırsal ise genel olarak Nusra, Ahrar gibi gruplar ve IŞİD'in kontrolünde. IŞİD iki hafta kadar önce Azaz'a doğru bir saldırı başlatmış ve kısmen başarılı olmuş, Nusra'nın Türkiye'den gelen yardım hattını kesmişti.
Şu günlerde ise mazot-benzin akışını kesti (Nusra ile IŞİD arasında petrol pazarlığı devam ediyor.)
Halep'in Kuzey batısında bulunan Afrin bölgesi ise YPG kontrolünde ve şu an için çatışma yok. Hemen güneyindeki Nubl ve Zahra Alevi beldelerine ise militanlar 3 yıldır saldırıyor, fakat Hizbullah eğitimli yaklaşık 5.000 milis, büyük bir direnişle militanları bu iki beldeye sokmuyor.
Kobane-Tel Abyad-Haseke-Kamışlı hattı
YPG'nin Kobane zaferinden sonra ele geçirdiği psikolojik üstünlük ve koalisyon desteği Haseke ve Kobane arasını birleştirme şansı doğurdu. Batıda Kobane'den, doğuda ise Haseke'den ilerleyen YPG ve ÖSO birlikleri koalisyon uçakları desteğiyle IŞİD'i Tel Abyad'dan atarak iki bölgeyi birleştirdi. Şu an çatışmalar Rakka'nın kuzeyindeki Ayn Issa çevresinde devam ediyor. Bölgedeki IŞİD kaynakları bir kaç hafta içerisinde karşı saldırı yapacaklarını iddia ediyorlar.
Haseke güneyinde ise Suriye ordusu ve IŞİD arasında yaklaşık 3 haftadır şiddetli çatışmalar devam ediyor. Bir ara, şehre 2 km kadar yaklaşan IŞİD, Suriye ordusunun karşı taarruzuyla şehirden uzaklaştırılmıştı.
Kamışlı'da da YPG ve Suriye ordusu arasında irili ufaklı tartışmalar ve çatışmalar meydana geliyor. Şu an için durum sakin.
Şimdi ise kadrajı biraz daha aşağı indirip orta kısımda neler olup bittiğine bakalım.
Orta Cephe:

Haritanın bu kısmına baktığımızda ise bana en ilginç gelen nokta simsiyah alanda kalmış kırmızı bir alan ve bir uçak resmi. İşte burası Deyr ez-Zor. Çölün ortasında küçük bir belde ve önemli bir havaüssü.
IŞİD Rakka'yı ele geçirdiğinden beri gözünü buraya dikmişti. Hatta geçen yılın sonu, bu yılın başında epey bir ilerlemiş ve havaüssüne kadar gelmişti.
Fakat Şam'dan gelen Cumhuriyet Muhafızları'na ait 104. Hava İndirme Tugayı ve Komutan İssam Zahreddin saldırıları püskürtmüş ve IŞİD'i nehrin diğer tarafına kadar sürmüştü. Eşzamanlı olarak bölgedeki aşiretler orduyla birlikte hareket edeceğine söz vermiş ve yaklaşık 2.000 gençten oluşan bir milis ordusu kurulmuştu.
O günlerden bu zamana kadar sürekli çatışmanın yaşandığı Deyr ez-Zor'da ordu şu an rahatlamış durumda, IŞİD ise eskisine göre Deyr ez-Zor'u biraz daha rahat bırakmış gibi.
Palmira
Biraz daha sola kaydığımızda ise antik şehir Palmira'yı görüyoruz.
Geçen ay IŞİD bu şehre büyük bir saldırı gerçekleştirmiş, Suriye ordusu taşınabilir eserler Şam'a getirilinceye kadar direnmiş, ardından ise saldırılara karşı koyamayıp geri çekilmişti. Bölgedeki gaz istasyonları da IŞİD kontrolüne geçmiş oldu. Fakat 3 km kuzeybatıdaki Shaer ve Jazal istasyonlarını Suriye ordusu yaklaşık bir hafta önce tekrar ele geçirdi.
Şu an en yoğun çatışmalar ise haritada Palmira-İtriyah arasında kalan yarım çemberlik kısımda.
Rakka'dan gelen kuvvetler sürekli Hama ve Humus'a giden yolu zorluyor, arada ise Alevi köyleri bulunmakta. IŞİD oralara ulaştığında katliam yaşanabileceğinden ordu orayı asla bırakmıyor ve çok sert karşılık veriyor.
Çatışmalara rağmen bölgede fazla bir değişiklik yok. IŞİD'in ve Suriye ordusunun bulunduğu mevziler uzun zamandır aynı konumda. Ordunun en büyük avantajı ise Palmira-İtriya arasında IŞİD'i yarım ay şeklinde çevrelemiş konumda ve her yönden ateş üstünlüğüne sahip olması.
Humus
Şimdi ise en sola kayalım ve Homs yazısının üzerindeki yeşilliğe bakalım. Bu kısımda ise ÖSO ve Nusra militanları var.
Ordunun Hums taarruzu sırasında ÖSO militanlarının çoğu şehirden çıkarılıp etrafı sarılmıştı. Fakat etrafı sarılan grup küçük bir grup değil. Onun için temizlenmesi de kolay değil. Zaman zaman Suriye ordusu kuşatmayı daraltıyor, zaman zaman ise ÖSO'nun diğer uzantı grupları bariyerleri zorlayarak alanı genişletmeye çalışıyor. Grup tamamen çevrelendiği için ordu bu cepheye fazla yüklenmiyor.
Yılın başından bu yana yaklaşık 400 kişinin teslim olduğu söyleniyor. Biraz kuzeyinde ise Morek kırsalında ve Hama kırsalına açılan bölgede Fetih Ordusu ve Suriye ordusu arasında çatışmalar devam ediyor.
Fetih Ordusu Ghab ovasını ele geçirebilirse bana göre Lazkiye'den önceki hedef burası olacaktır. Fakat bu bariyerleri ve cepheleri geçebileceklerini düşünmüyorum
Dumayr Doğu kırsalı
Palmira'daki çatışmaların ardından IŞİD batıya doğru biraz daha ilerlemiş, Suriye ordusu da bu ilerlemeyi fırsata çevirerek bariyerlerini geriye çekerek Nusra, ÖSO militanlarıyla IŞİD militanlarının karşı karşıya gelmesini sağlamıştı. Bu bölgede Ordu-ÖSO, ÖSO-IŞİD, Ordu-IŞİD arasındaki çatışmalar devam ediyor. Burası diğer bölgelere kıyasla daha sakin.
Bölüm 2
Batı Cephesi:

Şimdi ise 2-3 ay öncesine kadar fazla aktif olmayan, fakat Hizbullah ve Suriye ordusunun 1.5 ay önce başlattığı temizlik operasyonuyla tekrar çatışmaların yoğunlaştığı batı cephesine bir bakalım.
Suriye ordusunun belki de en güçlü olduğu cephe. Tabi bu güce batı sınırında Hizbullah'ın büyük desteğini de katmak gerek. Tepe ve şehir savaşında bölgenin en iyilerinden diyebileceğimiz Hizbullah, Lübnan–Suriye sınırında özellikle Kalamun bölgesinde savaşın asıl ordusu olarak sahada bulunuyor.
Haritada belli olmasa da Kalamun'da büyük bir savaş sürüyor. Başka bir haritaya bakacak olursak gelişmeleri daha iyi anlayabiliriz:

Lübnan-Suriye sınırındaki bu sorunlu bölge 1 ay gibi kısa bir sürede bu hale geldi. Sarı kısımlar Hizbullah'ın ve Suriye ordusunun ele geçirdiği noktalar. Lübnan tarafında ise sadece Hizbullah'ın ele geçirdiği kısım diyebiliriz. Bu 1 aylık kısımda Kalamun'un Suriye tarafında kalan kısmının %80'i temizlendi, Nusra Cephesi ve diğer gruplar Suriye topraklarından çıkarıldı. Biraz daha kuzeyinde ise IŞİD'in elinde tuttuğu bölgeyi görüyoruz. Fakat önümüzdeki bir ay içerisinde buranın da temizleneceğini kuvvetle muhtemel.
Kalamun'dan biraz daha aşağıya inince Zabadani gözümüze çarpıyor. Şam kırsalındaki bu belde uzun zamandır Suriye ordusunun tam kuşatması altında. Uzun süredir operasyon yapılmıyor ve militanların teslim olması bekleniyor. Fakat bu gidişle en az bir yıl daha böyle kalacak gibi ya da Hizbullah ve Suriye ordusu Kalamun'dan sonra buraya yönelecektir.
Başkent: Şam
Biraz daha doğuya geçip Başkent Şam'a bakacak olursak uzun süredir cephelerin değişmediğini göreceğiz. Bölgede özellikle Ceyşü'l İslam (İslam Ordusu) diğer militanlara göre daha belirgin. Ordunun lideri konumundaki Zahran Alluş ise bu aralar Türkiye, İngiltere ve diğer ülkelerin istihbaratlarıyla görüşme halinde. Birkaç hafta önce İstanbul'daydı.

Şam'daki son durumu gösteren haritaya bakacak olursak, Doğu Guta ve Duma'nın yeşil renkli olduğunu, yani mevcut yönetim karşıtı militanların denetiminde olduğunu görebiliriz. Suriye ordusu tarafından tamamen çevrelenmiş bu bölgelerde çatışmalar sürüyor. Fakat bölgenin çok karışık ve sıkışık olması (Özellikle Cobar) mevzii kazanımını etkiliyor. Son 6 aydır iki tarafın da mevziilerinde büyük bir değişiklik yok. Neredeyse her binada, her katta bulunan keskin nişancılar ve makineli tüfekleri de unutmamak gerek. Eğer Suriye ordusu çevrelediği bu alanları tamamen temizlemek istiyorsa yüzlerce kaybı göze almalı. Aksi takdirde harita uzun süre böyle kalacak gözüküyor.
Suriye ordusu ise başkentte güvenliği sağlamada kararlı. Yaklaşık 60.000 asker Şam ve kırsalını koruyor. Güneyde Kuneytra, kuzeyde Kuseyr, doğuda Dumayr'dan başlayan güçlendirilmiş mevziler ve savunma hatlarının geçilmesi elbette kolay değil.
Kuneytra
Şam'ın güney batısına, Suriye'de savaş başlamadan önceki en önemli cepheye Kuneytra'ya bakalım:

Savaştan önce olası bir Suriye-İsrail ya da Lübnan-İsrail savaşında en önemli noktalardan birisi Kuneytra idi. İsrail'in işgalindeki Golan'ın hemen yanında olan Kuneytra'da Hem Suriye ordusunun hem de müttefiki Hizbullah'ın birer büyük birlikleri bulunmakta.
Üç ay önce Hizbullah ve Suriye ordusu Kuneytra'da büyük ilerleme kaydetmiş, fakat bir süre sonrası operasyonu durdurmuştu. Şu sıralarda ise Türkiye destekli Fetih Ordusu'na paralel olarak güneyde de militanlar birleşerek Kuneytra'ya saldırıyor. Saldırılar şiddetli şekilde devam ederken, yaralanan militanların bir kısmının İsrail'in Golan'daki sahra hastanelerinde tedavi edildiğini görüyoruz. Bu yazıyı hazırladığımız sıralarda da Kuneytra'da büyük çarpışmalar devam ediyordu. Şu an Suriye ordusuna bağlı olan Kuneytra Şahinleri Tugayı, Golan Tugayı ve Hizbullah birlikleri bölgeyi savunuyor.
Güney ve Güneybatı Cepheleri:

Bu cepheyi ise Ürdün ve Irak sınırı oluşturuyor. Öncelikle çatışmaların daha yoğun yaşandığı Dera hattından bahsedelim:
Dera hattı
Kesinlikle burası için Suriye'deki en ilginç cephelerden birisi diyebiliriz. En az İdlib ve Kuneytra kadar girintili, çıkıntılı olan bu cephede 6 ay öncesine kadar ordu taarruzu varken bu sıralarda militanlar saldırıyor.
Geçen hafta 52. Tuga'yı ele geçiren ÖSO birlikleri o günden beri Thalah hava üssüne yoğun saldırmasına rağmen büyük kayıplar vererek geri çekildi.
Havaüssünü Suriye ordusu ve Suveyda'dan gelen Dürzi milisler koruyor. Dürzi demişken küçük bir ekleme yapmak gerekir. Suriye'de yoğun olarak Suveyda'da bulunan Dürziler genel itibariyle bu güne kadar Suriye'deki savaşa duyarsız kaldı, fakat Suveyda doğudan IŞİD ve batıdan ÖSO saldırısına açık hale gelince silahlanma kararı aldı.
Yaklaşık 25.000 Dürzi milis silahlanarak ordu ile aynı saflarda savaşma kararı aldı. Bu kararı almasında Cumhuriyet Muhafızlarının Dürzi Komutanı İssam Zahreddin ve eski komutan Ebu Talal Nayıf'ın büyük etkisi oldu.
Bölgede savaş şiddetli şekilde devam ediyor.
Suriye'de Genel Durum/Genel Bakış:

Haritaya genel olarak baktığımızda en büyük alanın siyaha, yani IŞİD'e ait olduğunu görüyoruz.
Fakat bu noktaların % 80'ininde nüfus yoğunluğu çok düşük ve neredeyse tamamı çöl.
Bunun yanında petrol yataklarının yaklaşık %75'i IŞİD kontrolünde.
IŞİD Suriye'deki hemen her grupla çatışma halinde.Yakında YPG denetimindeki bölgeye ve Kuzey Halep kırsalına yeni bir IŞİD saldırı bekleniyor.
İkinci en büyük toprağın ise Suriye ordusu ve Suriye yönetiminde olduğunu görüyoruz. Nüfusun yaklaşık %75-80'i Suriye ordusunun kontrolündeki bölgelerde yaşıyor. Fabrikaların birçoğu ise Lazkiye'ye, Tartus'a ve Şam'a taşındı.
2015'e iyi başlayan ordu, özellikle İdlib ve Palmira kentlerinin düşmesiyle çok sayıda yerden geri çekildi, fakat ordunun İdlib kırsalına büyük bir operasyon başlatacağını şimdiden söyleyelim. Bunun yanında Humus doğusunda da orduya takviye yapılıyor. O bölgede de yeni bir operasyon bekleniyor.
Sarı ile temsil edilen YPG'nin ise Türkiye sınırında Kürt nüfusun bulunduğu noktalarda etkin olduğunu ve Kobane-Kamışlı arasında bir hat kurduğunu, ayrıca Halep'in kuzeybatısındaki Afrin'de de güçlü bir savunma hattıyla bölgeyi koruduğunu söylemek gerekir.
Yeşil ile temsil edilen gruplar ise Nusra'nın başını çektiği diğer gruplardan oluşuyor. Yaklaşık 30 farklı grup bazen birbiri ile savaşırken bazen de Fetih Ordusu gibi çatı ordular kurarak beraber Suriye ordusuna ve IŞİD'e karşı savaşıyor. Kuzeyde amaçları Lazkiye, güneyde ise Suveyda ve Dera kırsalı gibi görünüyor. Aynı şekilde Şam kırsalında ve birçok noktada kendini gösteriyor.
Dört yıldır savaş tüm hızıyla devam ediyor. Grupların sahadaki konumları sürekli değişiyor, bir taraf sürekli kazanım sağlıyor; fakat Suriye'deki bu savaşın kaybedeni ise her zaman kadınlar, çocuklar kısacası sivil halk oluyor.
Sıcak noktalarda bombardımanlar, çatışmalar sonucu evler, okullar ve binalar yok oluyor.
Asıl acı olanı ise bu savaşın henüz bitmeyeceği gerçeği.
Bir zamanlar Ortadoğu'nun en neşeli ülkelerinden Suriye'de şimdi acı, kan ve ölümden başka bir şey yok.
Bir sonraki yazıda daha güzel şeyleri konu almak dileğiyle…

Eren Dalkesen, İNTİZAR (Bölüm 1, Bölüm 2)

15 Haziran 2015 Pazartesi

Ortadoğu’da Karanlık Komplolar

Geçen Mart ayında Suudi Arabistan’da yapılan sessiz toplantı ve İsrail ordusundan son günlerde sızan anonim bilgiler, Ortadoğu’da savaşın yeni bir aşamaya geçip daha da genişlemesi noktasında gerekli zemini teşkil ediyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan’da yeni kral olmuş Kral Salman ve toplantıyı organize eden Katar Emiri, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bir araya geldi. Toplantı, Suriye’deki Beşar Esad hükümetinin devrilmesi için işbirliği yapılması ve Riyad’ın karşı çıktığı, Ankara’nın Müslüman Kardeşler’e yönelik desteğine karşı Suudilerin salladığı savaş baltasının saklanması için gerekli fırsatı sundu.
Esad’a Nişan Almak
Anlaşma uyarınca Şam rejiminin yenilgisi öne plana alınıp, IŞİD ve El-Kaide’nin yol açtığı tehdidin savuşturulması meselesi geriye itildi, ayrıca İran’ın bölgedeki nüfuzunun bozguna uğratılması bir hedef olarak belirlendi. Ancak Türkler ve Suudiler mesele İran olunca aynı yerde durmuyorlar: Türkiye Tahran’a yönelik yaptırımların sona ermesi hâlinde doğacak iş fırsatlarına bakarken, Riyad İran’ı önemli bir bölgesel hasım olarak görüyor.
Türk-Suudi ekseni, Türk silâhlarının, bomba yapımında kullanılan malzemelerin, istihbaratın ve bunlara eşlik eden tonla Suudi parasının El-Kaide ile bağlantılı Nusret Cephesi ve Ahrar’uş Şam gibi gruplara açıktan akacağı anlamına geliyor. Bugün Nusret Cephesi de ve Ahrar’uş Şam da “Fetih Ordusu” içerisinde birleşmiş durumda.
Yeni ittifak ABD’de bir dizi uzlaşmazlığa neden oldu. Bir kesim Esad’ın devrilmesini istiyor ama bugün itibarıyla esasta IŞİD’e saldırılmasını ve İran’la nükleer anlaşmasının imza edilmesini savunuyor. Ancak bu kanaatin değişmesi muhtemel, zira Obama yönetimi içerisinde, ülkenin Suriye meselesine ne ölçüde girmek istediğine ilişkin tartışmalar ayrışmalara neden oluyor. Eğer Washington Fetih Ordusu’na uçaksavar silâhlar vermeyi kararlaştırırsa, bu, ABD’nin Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar kadar savaşın içine girdiği, Suriye’de rejim değişikliğinin ön plana geçip “teröre karşı savaş”ın ikincil bir nitelik arz etmesi anlamına gelecektir.
Amerikalılar, İslamcılara yardım etme ve onlara suç ortaklığı yapma konusunda pek endişeli değiller. ABD, Irak ve Suriye’de IŞİD’i bombalıyor, Obama yönetimi de kendisini Şam rejimi karşısında İslamcıların kampına nesnel olarak yerleştiren bir tutumla Esad’ın devrilmesi için Suriyelileri eğitiyor. Washington aynı zamanda Yemen’deki Husilere karşı yürüttükleri savaşta Suudilere de yardım ediyor. Gelgelelim Husiler, Arap Yarımadası’nda IŞİD’in ve El-Kaide’nin en etkin düşmanı. ABD, öte yandan El-Kaide’ye karşı insansız hava araçlarıyla saldırılar düzenliyor.
Görünüşe göre, Türk-Suudi ittifakı, Suriye iç savaşında farklı bir kanala girdi. Parçalı muhalefete karşı geçen yılın başında elde ettiği kimi başarıların ardından Suriye hükümeti, son birkaç ay içerisinde çok kötü yenilgiler yaşadı ve bugün Humus, Hama ve Şam ile sahil bölgesindeki desteğini savunmak için yeniden toparlanıyor. Suriye hükümeti, ülkenin yarısından fazlasını isyancılara kaptırmış olsa da hâlâ nüfusun yüzde altmışını kontrol ediyor.
Türkiye, uzun zamandır Esad karşıtı güçler için gerekli silâh, ikmal malzemeleri ve savaşçı geçişleri noktasında en önemli bir kanal oldu. Suudi Arabistan ve Ortadoğu’daki krallıkları temsil eden Körfez Koordinasyonu Konseyi’ndeki birçok müttefiki isyancılara para akıttı. Ama Suudi Arabistan, Suriye ve tüm bölge ülkelerinde önemli bir varlığa sahip bulunan Müslüman Kardeşler’i kendi krallığı için her daim bir tehdit olarak gördü.
Erdoğan’ın başında olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi de Suudilerle sürtüşme içerisinde olan İhvan’la ideolojik yakınlığa sahip. Örneğin Türkiye Mısır’da seçilmiş İhvan hükümetine karşı yapılan askerî darbeyi kınarken, Suudi Arabistan Mursi’nin devriliş sürecini öncelikle parasal açıdan destekledi, Mısır’ın ekonomisini dertten kurtarmaya dönük gayretlerini hâlen sürdürüyor.
Ama öte yandan Esad’dan kurtulma noktasında köprünün altından çok sular aktı. Türkler ve Suudiler, Suriye’de yeni ele geçirilen İdlib kentinde ortak bir komuta merkezi kurdular ve Esad muhaliflerini tek bir merkezde toplamaya başladılar.
Hizbullah’la mı Savaşılacak?
Üç yıllık iç savaş Suriye Ordusu’nu lime lime etti. 2011’de 250.000 olan asker sayısı bugün 125.000 civarında. Ama diğer yandan Şam, Lübnan’daki Hizbullah savaşçılarından destek görüyor. 2006’da İsrail’i püskürtmek için savaşmış olan Lübnanlı Şii örgüt, bugün Esad rejiminin en ehil güçlerinden biri.
İsrail’den o bilgi de tam bu noktada sızdı.
New York Times’ta 12 Mayıs tarihinde çıkan hikâyenin zamanlaması gerçekten tuhaf. İsimsiz “üst düzey İsrailli subaylar”a dayanan bu hikâye bir anda ön plana çıkıyor. Kaynak gizli olsa da mesajı çok açık: “Hizbullah’a çok sert vuracağız. Elimizden geldiğinizce sivil kayıpları sınırlı tutmak için her türlü gayreti ortaya koyacağız. Ama roket saldırıları karşısında da elimizi kolumuzu bağlayıp oturmayacağız.”
Makale, özünde, Hizbullah’ın sivilleri güney Lübnan’da bir zırh olarak kullandığını söylüyor. İsrail’in sivil olup olmadığına bakmadan söz konusu grubu bombalamaya niyetlendiğini iddia ediyor.
Doğrusu pek de sıcak bir gelişme değil bu. İsrail ordusu bu türden iddiaları 2008-9’da Gazze’ye yönelik “Dökme Kurşun” saldırısından beri dile getiriyor. Geçen yıl “Koruyucu Sınır” saldırısında da savaş durumuna girmişti. Bugün Birleşmiş Milletler, sivillerin hedef alındığı savaş suçlarının işlenip işlenmediğini soruşturuyor.
İsrail Hizbullah’la ilgili bu sözleri ilk defa da söylemiyor. Beyrut’ta yaşayan yazar ve fotoğrafçı Mitch Prothero, “sivillerin arasında saklanma mitinin tümüyle yanlış olduğunu” söylüyor. Esasında Hizbullah savaşçıları sivillerin arasına karışmaktan hep imtina ediyorlar, zira onlar, “işbirlikçiler tarafından er ya da geç ihanete uğrayabileceklerini” biliyorlar. Filistinli birçok militanın başına bu türden olayların geldiği biliniyor.
İyi ama İsrail ordusu neden Lübnan’a savaş açmaktan bahsediyor? Sınır sessiz. Birkaç olay oldu, onlar da çok önemli şeyler değildi. Hizbullah savaş başlatma niyetinin olmadığını söyledi. Ama gene de Tel Aviv’i uyardı ve savaşma becerisine sahip olduğunu beyan etti. Sorunun en muhtemel cevabı ise şu: İsrailliler eylemlerini Türkiye ve Suudi Arabistan’la birlikte koordine ediyorlar.
Tel Aviv, İran ve P5+1, yani ABD, Rusya, Çin, Britanya, Fransa ve Almanya arasında bir nükleer anlaşmasının imza edilmesini engellemek için Riyad ile fiilî bir ittifak kurdu. İsrail, aynı zamanda Suudi Arabistan’ın Yemen’e yönelik saldırısını da destekliyor ve Suriye’de Esad karşıtı güçlere destek verme konusunda Riyad ve Ankara ile gayri resmi bir anlaşması var.
İsrail, güney Suriye sınırı boyunca yaralanan Nusret Cephesi savaşçılarını alıp tedavi ediyor. Ayrıca Golan Tepeleri’ndeki Suriye güçlerini bombalıyor. Yapılan bir saldırıda yedi Hizbullah üyesini ve Suriye hükümetine danışmanlık yapan İranlı bir generali öldürmüştü.
Belirsizlik Alanı
Suudiler, Suriye, Irak ve Yemen’de İran’ın genişlemeci siyasetinin hüküm sürdüğüne dair tezini ileri sürüp duruyor ve bu noktada uzun bir geçmişi olan Sünni ve Şii Müslümanlar arasındaki çatışmaya atıfta bulunuyor. Hizbullah esasında Şiilerin bir örgütlenmesi, Irak’ın ekseriyeti bu mezhebin üyesi. Esad rejimi de Şiiliğin bir kolu olan Alevîlerle bağlantılı. Husiler de bu mezhebin bir parçası.
Ancak Ortadoğu’daki savaşlar seküler iktidarla ilgili, ilahi otoriteyle değil. Mezhep ayrımcılığı her ne kadar adam toplama konusunda faydalı olsa da, bu böyle. “İran saldırganlığı” ile ilgili söylenenler de bu konuyla ilgili. Sünnilerin hâkim oldukları Saddam rejimi, Suudilerin parası, ABD’nin desteğiyle, 1981’de İran’ı işgal etmiş ve bu kanlı mezhep savaşı başlamıştı.
Eğer İsrail ordusu güney Lübnan’a saldırırsa, Hizbullah Suriye’deki bazı birliklerini çekmek zorunda kalacak ki bu da kısa süre önce birleşmiş bulunan isyan güçlerinin ağır baskısı altında olan Suriye ordusunu zayıflatacak bir gelişme. Özetle iki cephede savaşmak zorunda kalacak olan Hizbullah’ın eli kolu bağlanacak, güney Lübnan ezilecek ve bu da sonuçta Esad rejiminin devrilmesini beraberinde getirecek.
Karl von Clausewitz’in bir vakit söylediği gibi, savaş esasında bir belirsizlik alanıdır. Gerçekte ilk ateşi açan belirleyici olur. Geçmişte İsrail güney Lübnan’da birçok köyü ezip geçmiş, çok sayıda Şii’yi de katletmişti. Ama bu sefer bir kara harekâtı ve işgal faaliyeti çok pahalıya patlayabilir. Hizbullah’ı yenebileceklerine dair o fikir boş bir hayalden ibaret. Şiiler, Lübnan’daki etnik yapının yüzde kırkını teşkil ediyorlar ve güneye hâkimler. Aynı zamanda Hizbullah diğer toplulukların da desteğini alıyor, bunun bir nedeni, örgütün İsrail işgaline karşı 1982-2000 döneminde başarılı bir direniş sergilemiş olması, 2006 işgalinde de Tel Aviv’in kanını dökmesi.
Ancak İsrail Hizbullah’a saldırırsa bu, Lübnan’da iç savaşı tetikler. El-Kaide’nin ve IŞİD’in Suriye ve Irak’taki gücünü pekiştirir. Türkler, El-Kaide’nin kendileri için bir tehdit teşkil etmediğini düşünebilirler, ama son yaşananlar onların da bir durup düşünmelerine sebep olacak nitelikte.
Afganistan’da Mücahidler ve Libya’da Kaddafi karşıtı güçler gibi bir şey yaratmak çok da zor değil. Onları hep birlikte kontrol etmekse başka bir mesele.
Geri Tepen Hamle
Oklahoma Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları direktörü Joshua Landis’e göre, “Ortadoğu’da her iktidar İslamcılardan kendi amaçları doğrultusunda yararlanmaya çalıştı ama görünen o ki bu hamle geri tepiyor.”
Taliban’ı ve El-Kaide’yi yaratan Afgan Mücahidleriydi; IŞİD’i ortaya çıkartansa ABD’nin Irak’ı işgal etmiş olmasıydı. Libya ise radikal İslamî gruplar için güvenli bir bölge hâline geldi. Erdoğan, AKP’nin İslamî kimliğinin Türkiye’yi Suriye’den sekecek kurşundan koruyacağını zannedebilir, ama bu grupların birçoğu Erdoğan’ı seküler kurumlar dâhilinde demokratik siyaset peşinde koştuğu için mürtet kabul ediyor.
Bugüne dek Suriye ve Irak’ta gönüllü savaşmak için giden Türk genci sayısı beş bin civarında. Bu gençler savaş sahasında edindikleri beceriler ve ideolojiyle Türkiye’ye dönecekler ve Erdoğan Esad’ı devirme saplantısından ötürü muhtemelen pişman olacak.
Eğer Fetih Ordusu Esad hükümetini devirme konusunda başarılı olursa, Ortadoğu bugünkünden daha kaotik bir hâl alacak, eğer İsrail de Lübnan’a saldırırsa “kaos” kelimesi yaşanacakları anlatma noktasında kesinlikle yetersiz kalacak.
Conn Hallinan

13 Mayıs 2015 Çarşamba

İbret

Saflar Artık Daha Net: Şalom'dan Direniş Cephesi Düşmanlarına “Selam”
Tükiye'deki Yahudi Cemaati'nin yayın organı olan Şalom Gazetesi internet sitesinin bugünkü sayfasında iki paylaşım dikkat çekti. Paylaşımlardan biri; 'İsrail ordusu Suriyeli isyancının hayatını kurtardı' başlığını taşıyan bir haber ve diğeri de; Karel Valansi imzalı ve ('Direniş Cephesi'ne düşmanlıkta) “İsrail Ortadoğu’da yalnız değil artık” başlığını köşe yazısı.
Bölgede uzun zamandır yaşanan olaylar insanların kafasını karıştırmış, yapılan algı operasyonları ile insanların bu kafa karışıklığı iyice artırılmıştır. Bu kafa karışıklığı ile ilgili olarak zaman zaman basına yansıyan haber, yorum, köşe yazısı gibi verilerin arasından hakikati bulup çıkarmak gerçekten oldukça zor. Fakat artık bu algı operasyonlarını yapanlar kartlarını daha açık oynamaya başladılar. Bu çerçevede Türkiye'deki Yahudi Cemaati'nin yayın organı olarak bilinen Şalom Gazetesi’nin internet sitesinin bugünkü paylaşımlarından ikisi oldukça dikkat çekici.
Bunlardan biri; “İsrail ordusu Suriyeli isyancının hayatını kurtardı” başlıklı haber. Söz konusu haberde Siyonist İsrail askerlerinin tavırlarının insanî bir kaygı vurgusu ile verilmesi dikkat çekici. Bu haber tamamı şu şekilde verilmiş:
“Geçtiğimiz günlerde Suriye-İsrail sınırında görevli İsrail birliğine gelen bir çağrı Suriyeli bir isyancının çatışmada kritik olarak yaralandığı gerekli tıbbi müdahalenin yapılmaması halinde öleceği şeklinde idi.
Çağrıyı alan 366. Tümen'in ilk yardım askerleri daha evvel böyle vakalarla karşılaşmış olduklarından hemen hazırlıklarını yaparak sınıra özel bir kurtarma timi gönderdiler.
Ağır yaralı olan Suriyeli isyancı İsrail tarafına geçer geçmez, sahada yapılan ilk yardımın ardından Kuzey İsrail'de hastaneye kaldırıldı.
İsrail birlikleri, kuzey sınırında Esad güçleri ile savaşan isyancıların arasında bazı kişiler ile iletişim halinde.
Çoğu zaman sınırda herhangi bir şekilde acil tıbbi yardım gerektiren bir durum olduğunda Suriyeli bu kişiler İsrail ordusuna yardım çağrısı geçiyor.
Şimdiye kadar bebek doğumu vakası dâhil 1.600 Suriyeli, insanî sebepler ile kuzey İsrail'deki hastanelere sevk edildi.”
Şalom Gazetesi'nin internet sitesindeki diğer paylaşım ise Karen Valansi imzalı ve özellikle Direniş Cephesi'ne düşmanlıkta Siyonist İsrail'in bölgede yalnız olmadığına vurgu yapan “İsrail Ortadoğu'da yalnız değil artık” başlıklı köşe yazısı. Söz konusu köşe yazısının ilgili kısmı Siyonist İsrail'in yalnız olmadığını şu şekilde resmetmiş:
“İstikrarsız Ortadoğu'da geleneksel devlet düzeni bozulup (IŞ)İD gibi devlet dışı aktörler yükselirken İsrail kuruluşundan bu yana üstünde duran tehlike ışığından bir nebze kurtuldu. Öncelikli güvenlik kaygısı yaratan komşuları birbirlerini yemekle meşgulken bölgede gizli ittifaklarla güvenliğini sağlamlaştırmaya çalışıyor, Arap ülkelerinin ortak askeri güç oluşturması gibi önemli gelişmeleri seyirci koltuğundan izliyor.
İsrail için öncelik İran destekli Hizbullah ve Hamas. Suriye ise tüm bölge için kilit konu. Esad destekçisi İran'ın burada yenilmesi Hizbullah'ı da zayıflatabilir. Hamas ise zaten Mısır'ın öfkesinden payını alıyor. Petrol fiyatlarının düşmesi de başka bir yönden İran'ı köşeye sıkıştırıyor. Ancak, nükleer anlaşma ile ekonomik yaptırımlardan kurtulan, dünyayla barışık, nükleer güce sahip bir İran endişesi İsrail için öncelikli konu olmayı sürdürüyor. Ve bu endişesini paylaşan Arap ülkeleri İran'a karşı birleşmişken İsrail'in Ortadoğu'da yalnız olduğunu söylemek artık pek de mümkün değil. Yeter ki yeni koalisyon bu durumu avantaja çevirebilsin.”
Bölgede aslında herkes kartlarını gayet açık oynamaktan çekinmiyor. Artık bölgede saflar gayet net. Daha düne kadar Siyonizmin düşman olduğu noktasındaki açık algı değişip yeni bloklar oluşuyor.
Galiba bundan sonra bölgede iki taraftan bahsetmek durumunda kalacağız. Bunlardan birisi; bölge dışı tüm unsurları bölgede istemeyen, bağımsızlıkçı, inkılabî Direniş Cephesi ve diğeri de, genelde Batı, özelde Amerika ve onların bölgedeki işbirlikçisi olan diğer güçler. Zamanla bu ikinci cepheye “Siyonist Cephe” denirse buna da şaşırmamak gerekir.