11 Mayıs 2015 Pazartesi

Mustazaflar

Qur’an toplumsal üst sınıfları “ağniyâ[1], mele[2], mütref[3], kâniz[4], murâbî[5], müsrif[6]” kelimeleri içinde verirken alttakileri “fukarâ, mesâkîn, bâis, mumlig, mahrûm, cev’ân[7], müsrim[8], sâil, yetîm, ibn-u sebîl, garîm, rigâb, âmil[9], uzerâ, feteyâti’l-bigâ” kelimeleriyle anlatır.
Qur’an, toplumsal alt sınıfların sesi ve soluğu olan devrimci bir dildir. “Ey Alttakiler! Sesinize, soluğunuza sahip çıkın”[10] mesajı veren Qur’an toplumun alt sınıflarına mustazaf[11] der. Qur’an, mustazafların kitabıdır. Mustazaf deyince “ aç, işsiz, emekçi, fahişe, özürlü, yoksul, mahrum, düşürülmüş, yetim, dışlanmış, muhtaç, köle, borçlu, çaresiz, yalınayak…” olup fırsat ve imkânları elinden alınan tüm ezilmişler ve ezilmekte olanlar sınıfını kastederiz. Hak ettiğini alamayan ve kapitalist düzende hiçbir zaman da alamayacak olan tarım ve sanayi işçisi, yaşamak için cinselliğini kiraya vermek zorunda bırakılan, şirket ve kamu çalışanı, memur, emekli, apartman görevlisi ve amele gibi tüm emekçi, yoksul ve muhtaçlar mustazaf tanımı içine girer. Ancak Qur’an’da mustazaflar da homojenize edilmezler. Qur’an’da üç tür mustazaftan bahsedilir:
1. “Ezilenleri, zayıfları, güçsüzleri, emekçi alt sınıfları önder yapmak ve Firavun’un egemenliğine son vererek egemenliği onlara devretmek istiyorduk. Böylece Firavun ve Hâmân ile bunların ordularının korktukları şeyi gerçekleştirmek istiyorduk.”[12] ayeti görev ve sorumluluğunu yerine getiren, ezilmişlikten kurtulmak için her türlü mücadele ve savaş yöntemini kullanarak iktidarı hak eden ezilmişleri över. Çünkü iktidar ancak çabalayanların hakkıdır. Bu ayet tüm emekçileri birleşmeye davet eden ve proletarya diktatoryasını[13] kurmaya çağıran Marx’ın çağrısıyla da örtüşür.
2. “Zayıf ve ezikler güçlülere ‘Sizin yüzünüzden biz de Allah’ın değerlerine güvenmedik’ diyecekler. Ama güçlüler zayıflara ‘Hayır! Bu doğru değil. Doğruluk için çabaladınız da biz mi engel olduk, yamuk ve yanlış bir yaşamı hayat tarzına dönüştüren sizdiniz’ diyecekler. Zayıflar, güçlülere ‘Hayır! Asıl siz yalan söylüyorsunuz. Gece gündüz her türlü dolabı çevirdiniz. Sizin yüzünüze Allah’la eşdeğer güçler olduğuna inandık ve özümüze yabancılaştık. Çünkü tavsiye, telkin ve öğretileriniz bu yöndeydi’ diyecekler. Bunlar karşılıklı atışırlarken yakıcı ve kavurucu sonun kaçınılmaz olduğunu görecekler, her iki taraf da pişman olacak; ama nankörce yaşamış olmalarının karşılığı olarak özgür seçim yapma ve özgün karakterli olma niteliklerini kaybedecekler. Böylesi bir durum, yaşamış olduklarından farklı bir sonuç mudur?”[14] ayetleri ile “Herkes Allah’ın huzuruna / halkın karşısına çıkarıldığında zayıflar güçlülere ‘Zamanında size uymuştuk. Şimdi Allah’ın / halkın öfkesini durdurabilir misiniz?’ deyince güçlüler zayıflara ‘Allah / halk bir çıkar yol gösterirse hep birlikte kurtuluruz; ama anlaşılan geç kaldık’ derler.”[15] ayeti, pasifliği, edilgenliği, suskunluğu, ezilmeyi içselleştirmiş ve ezik bir halde yaşamayı güçlüleri bahane ederek devam ettirmiş tipleri kınar. Bu tiplerin bahanesi olamayacağını temsilî diyaloglarla anlatır.
3. Ellerinde hiçbir imkân ve güç olmaması sebebiyle ezikliğin tüm kötülüğünü gören insanlar gerçek mustazaflardır. Bunlar nötr yaşamak zorunda kalan ve çaresizlikleri diz boyu tecrübe edenlerdir. Qur’an, bu üçüncü tür ezilmişlere dinine ve soyuna bakılmaksızın yardım edilmesini istemektedir.[16]
Ezilmenin yok edilmesinde bir çözüm yolu olan infaq, Qur’an’da zaman ve miktar sınırlaması koşuluna[17] bağlanmayan, sürekli paylaşım ahlakı kazandırmayı amaçlayan bir davranıştır. Mal ve servet yığarak maymunlaşanlar ile mal ve servet kazanımında ölçü tanımayarak domuzlaşanlar, gulûl[18] ve şuht[19] yoluyla toplumsal dengeyi bozmakta, ezen-ezilen sınıfı oluşturmakta, köle-efendi tiplemeleri doğurmaktadır. Buraya kadar yapılan girizgâhtan çıkan sonuç şudur: On dört yüzyıl gerisinin sol ideolojisi[20] Qur’an tarafından inşa edilmiştir.
Bahâdır Ceylân
Dipnotlar
[1] AĞNİYÂ: Zenginler.
[2] MELE: Doldurmak anlamındadır. Mülk biriktirerek şişmiş kimsedir.
[3] MÜTREF: Şımarık demektir. Makam sahibi olması, rahatlık ve zenginlik içinde bulunması sebebiyle şımarandır.
[4] KÂNİZ: Kenz eden, biriktiren demektir. “Haham ve rahiplerin birçoğu malların çoğunu hem haksızca yiyor hem de insanları hicret, infaq ve cihattan uzaklaştırıyor. Altın ve gümüşü biriktirip de hicret, infaq ve cihat yolunda karşılıksız vermeyenleri acı bir azabın beklediğini haber ver.” (Tövbe, 34) ” ayeti geldiğinde Hz. Muhammed üç kere “Tebbet el-Kânizûn (Kahrolsun biriktirenler)” der (Kütüb-ü Sitte, Zekât, 2011). Birikmiş mal / servet veya zenginlik, attakilerden üsttekilere geçen, alttakilerde azalıp üsttekilerde çoğalan birikmişliktir. Qur’an “Ezilenleri önderler yapmak ve Firavun’un yerine geçirmek istiyoruz.” (Qasas, 5) diyerek Allah’ın muradının mazlumların önder olması yönünde olduğunu bildirir. “Yani ezilmek kaderimizdir, ne yapalım alın yazımız böyle yazılmış” türünden sözleri ilgili ayet reddetmektedir. Qur’an, kendi çağında altta kalanların ezilmesini engelleyecek ve zengin sınıfıyla eşitleyecek çözüm yolu olarak:
1. Karşılıksız vermek (infaq).
2. Üzerindeki ihtiyaç fazlası mülkten kurtulmak (zekât).
3. Zenginin malından kamu için almak (sadaqa).
4. Kullara verirken ödemesini Allah’tan bekleyerek vermek (karz-ı hasen) araçlarını zorunlu hale getirir.
[5] MURÂBÎ: “Ribâ yiyen, hakkı olmayan fazlalığı alan, haksız kazanç içinde olan, fâizcilik yapan, tepe oluşturan” anlamlarına gelir. Haksız kazanç yoluyla biriktirip tepe oluşturan kimselere Allah ve habercisi savaştığına göre Müslüman da bu düzenin taraftarlarıyla gereken yöntemle savaşmak zorundadır (“Ey Allah’a Güvenenler! Allah’a karşı sorumluluk bilinci içinde olun ve ribâ alacaklarınızdan vazgeçerek Allah’a güvendiğinizi gösterin. Eğer ribâ gelirinden vazgeçmiyorsanız, Allah’a savaş ilân etmiş olursunuz. Baqara, 279). Ribâ ile alışveriş aynı şeyler değildir. Alışverişte parası verilerek bir mal alınır. Satıcı satarken kâr koyar. Kâr belirlenirken alış fiyatı, malı elde koruma süresindeki giderler, müşteriye ulaştırma sürecindeki giderler dikkate alınır. Ancak kâr piyasa şartlarının üzerinde olamaz. Kol gücüyle üretilen ile beyin gücüyle üretilen malın kârını piyasa koşulları belirleyecektir. Kâr, masraflar ile hizmetin karşılığıdır. Kâr edeyim derken malın zarar görmesi sebebiyle risk de alınır. Ribâ, mal veya paraya ihtiyacı olan birine elindeki mal veya parayı vererek borçlunun ortaya koyduğu emek ve sermayesiyle kazandığı kâra hiçbir risk altına girmeden ortak olmaktır. Ribânın miktarını ribâcı belirler. Bir hizmet ve masrafın karşılanması anlamındaki kâr değildir. Borçlu çalışıp kazanırken ribacı borçlunun emek ve kazancına hiçbir emek vermeden ve riske girmeden ortak olur, yani emek hırsızlığı yapar. Ribâcı, borcun aksatılmamasıyla ilgilenir. Alacağını ipotek ve kefil yoluyla garanti altına alır. Borçlu ödeyemezse verilen üzerine daha da fazla fiyat koyarak borçlunun borcunu artırır. Qur’an’da “Mâide; 2, 12, 48/ Teğâbün, 17-18/ Baqara; 45-46, 153, 195, 219, 245/ Hadîd, 11/ Ankebût, 45/ Asr, 1-3/ Âl-i İmrân, 103-104/ Â’lâ, 14-17/ Meryem, 59-61/ Fâtır, 6” ayetleri ribayı yasaklayan ayetlerdir.
[6] MÜSRİF: Harcayan anlamındadır. Kişinin gereksiz harcamalarına Qur’an “tebzîr” der (“Garibe, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver, ancak bunu yaparken de saçıp savurma. Savurganlar öfke ve şiddetin kardeşi olurlar. Öfke ve şiddet, eğiten ve beleyen velinimetine karşı çok nankördür.” İsrâ, 26-27. Âyetler). Başkasının hakkını çalarak elde edilen şeyleri harcamaya Qur’an “israf” der (“Ve LÂ te’kulûhâ isrâfen ve bidâran: Yangından mal kaçırırcasına alelacele onları hortumlamayın.” Nisâ,6). Yani israf, emek hırsızlığı yaparak elde edilen birikimlerden harcamaktır. Emeğimizle kazandığımızı gereksiz biçimde harcamaya tebzîr deriz. “Yiyin, için; fakat başkasının emeğini çalarak kazandıklarınızdan harcama yapmayın. Allah, emek hortumcularını sevmez.” (A’râf,31) ” ayeti ile “Karşılıksız verirken emek hırsızlığından kazandıklarını vermezler, emeklerinden kazandıklarını verirken de cömert davranırlar.” (Furqan, 67) ayeti, Müslüman’ın ilkeli duruşunun nasıl olması gerektiğini gösterir. Mekke’nin mülk sahipleri ile Firavun tipleri de müsrif kimselerdi.
[7] CEV’ÂN: Açlar demektir. Bu kesim altta değil, diptedir. Ölümle burun burunadır. Açlığı sebebiyle ölmek üzere olanlardır.
[8] MÜSRİM: Solmuş demektir. İflas eden, borç batağına düşen, sel / deprem gibi bir doğal afet yoluyla yoksullaşan kimsedir.
[9] ÂMİL: İş yapan demektir. Devrinde zekât toplayan kamu görevlilerini, tarım ve zanaat (el sanatları) işçilerini kastederdi.
[10] Qasas sûresi, 4-6. Ayetler.
[11] Nisâ suresi, 75. Ayet.
[12] Qasas sûresi, 5-6. Ayetler.
[13] Adil ve eşitlikçi bir toplumun kurulmasına kadar ezilen işçi / emekçi sınıfının ideal toplumu kurmak için geçici olarak iktidarı elinde bulundurmasına proletarya diktatörlüğü aşaması denir. Yani hedefe giden yolda ezilmiş sınıfın zalim iktidarı aşağıya indirerek adil ve barışçı bir toplumu kurma aşamasıdır. Bu aşama, doğası gereği sistemi oturtana kadar karmaşa ve karşı mücadelelerle geçer.
[14] Sebe sûresi, 31-33. Ayetler.
[15] İbrâhîm sûresi, 21. Ayet.
[16] Nisâ sûresi, 75. Ayet.
[17] Kırkta bir, senede bir… gibi koşullar.
[18] GULÛL: Kimseye fark ettirmeden çalmadır. Hileli alışveriş, nitelikli dolandırıcılık, evrakta sahtecilik, kamu malını birilerinin tekeline ve çıkarına verme gibi suçlardır.
[19] ŞUHT: Kökünden sökmek, temelden başlayarak kazmak, bel bellemek anlamlarına gelir. Hırsızlığın tüm yol ve yöntemlerini kasteder.
[20] İDEOLOJİ: Devlete, topluma veya bir sosyal sınıfa yön veren “ dini, felsefi, politik, hukuki, bilimsel, sanatsal, ekonomik, ahlaki “ düşüncelerin toplamıdır ve çatı kavramdır. Bir tür paradigmalar toplamıdır. İdeolojiyi oluşturan her alanın kendi içinde bir paradigması vardır. İlk defa Fransız Devrimi sırasında kullanılır. Bir bilinçlenme tarzıdır, bir düşüme biçimidir. Siyasal veya toplumsal bir grubun kendini anlatmak için oluşturduğu düşünceler toplamıdır. Değer yargıları ve epistemoloji (bilginin sınırı, kaynağı ve geçerliliğini konu edinen bilgi alanı)ideolojiyi doğurur. Kelimenin kullanım kaynaklarından biri de Marksizm’dir. İdeoloji “din, felsefe” olmayıp bunların oluşmasına sebep olan toplumsal ilişki biçimidir. İdeoloji, insani ilişkiler biçimidir. Parayı güç yapan şey yine toplumsal ilişki biçimidir, yani ideolojidir. Politikanın elindeki ideoloji, gerçeği karartma aracı yapılmaktadır. Tüm düşünce ve teoriler, hareketlerimizin kaynağıdır; ancak toplum yaşamındaki ekonomik ilişkilerimiz düşüncelerimizi yönlendirmektedir. Qur’an’daki Firavun, Nemrut, Kârun, Hâmân tiplemelerine bakıldığında ekonomik güç ve siyasal iktidar hırsları onların eylemlerini belirleyen faktörler olmuşlardır. Toplum ise arkadaşlığından evlilik ilişkilerine ve komşuluğuna kadar tüm ilişkilerinde ekonomik güç ekseninde tercihler belirlemektedirler. Bu sebeple Qur’an’ın çağrısı eşitliğe giden ekonomi temelli bir sosyal çağrıdır. Çünkü toplum sağlığı ancak böyle korunabilir. Karl Marx da “düşünceyi belirleyen mülkiyet ilişkileridir, düşünce mülkiyet ilişkilerini belirlemez “ fikrini ortaya atmıştır (Das Capital, Metâ Fetişizmi bölümü). Paradigma, düşünceler toplamı olmasıyla ideolojiye benzer ancak ideoloji düşünceler toplamını ideal bir yaşam biçimi olarak sunmaya denir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder