27 Mayıs 2015 Çarşamba

Bir Dur Diyebilecek miyiz?

Albenisi artık tamamıyla yok edilmiş, derdest edilebilen her fırsatta bunun gereğinin yerine getirilmesine uğraşılmış, yenidir derken eskiyi diriltmiş, onunla soluk alıp vermeye bellemiş, istikametini daima bunlardan devşirmiş bir menzilin ahvaliyiz. Dünümüz yıkımlarla hemhal ettirilmişken, günümüz de bu uçurumun kıyısına yollandığımız açılımlara, ev sahipliği yapan bir menzilin ahvaliyiz, buradayız. Derdin müşterek olduğu bahsine karşı her fırsatta ve hemen her yerde karşımıza çıkartılan seçeneksizlikler bu bahsi daha anlaşılır kılacak o karşılaşmalara ev sahipliğini sürdürmektedir. Bu ülkenin dönüşümü artık önü alınamayacak bir biçimde yine yeni yeniden yıkımların, kora kor tehditlerin simgeleştirildiği bir uzam ile kalıcılaştırmaktadır hâlâ. Menzilin bir yaşatandan çok erkin nüfusu üzerinden zor ile kurduğu tahakküme dört elle sarılanların deneylerine ev sahipliği yapılan bir dönüşümdür tamamıyla sürdürülen.
Siyasanın tektipleştirme gayreti, hemen her fırsatta çok daha ağır hamleler ile sıradana karşı taarruzunun sürdürüldüğü yerdir yaşadığımız ve ahvali olduğumuz toprak. Ulus devlet formunun, bir türlü kesinleştirilmediği tahayyüller dâhilinde açıktan eklemeler ya da eksiltmeler bu “biyopolitik” kurgunun neyi öncelediğini göstere gelmektedir. Bir hayatı yaşanır kılacak olan hemen hemen her türlü iradeden tertemiz pirüpak kılmak adına, hiçbirisinin daha önemsiz olmadığı kıyasıya bir eleme süreci hayata geçirilmektedir. Menzilin devşirildiği her anın içerisinde, daha büyük felaketleri içselleştirmesi bu dönüşümsüz ülkenin istikametini göstermektedir. Dünümüz daim bir biçimde başka mesele öne sürülerek ve günümüz yeni tehditler aranıp bulunup icat olunarak personanın sonsuz mahkûmluğu tescil olunmaktadır.
Paylaştığımız bu belagatin sürdürülmesi istencidir. Ol istençle birlikte nasıl bir mahvın kanıksatılmaya artık bunu da sindirirsiniz yollu göndermelerin yeni, büyük, güçlü ama içi -boş bir ülkedeki halini anlamlandırır. Yeni, büyük, güçlü vesaire gibi tanımlandırmalar hep bir öncesinden cilalanmış pirüpaklığı ve noksansızlığı bildirse de daha tanımların yanı başında, onu boşa çıkartan hazanı görünür kılan ceberutluğun gün yüzüne tam ve eksiksiz ulaştığı bir menzil yanı başımızdadır. Hayatın bedelsiz kılınması, bireyin “personaya” dönüşümü çabası nihayetinde biyopolitik taarruzun güncesinde eksiklerin tamamlanması ve hepsi birleştiğinde tam anlamıyla meydana çıkan resim bir hayal değildir; -Onlar konuşur, Akp paramparça eder.
Toplumsal olan sorgunun enikonu çekimser kılınmadan dile getirilebilecek tahayyülün, asgari müşterekin ol mahvedilmiş sureti karşımızdadır bir kez daha. Nobran bir ezberle temellendirilmiş olan tehdit giderek günbegün ‘sloganın’ dâhilindeki ‘yapar’ bağlacını en fena hallerde gerçek kılmaktadır. Tehdidin dönüşümü, ol demokrasi nam edimin içinin boşaltıldığı, başkalaştırıldığı, her defasında daha da kötülerine yol oluşturan bir mekanizmanın sürekliliğini sağlamaktadır. Muktedirin dönüşümü, bu bahisten çıkarta geldiği şey her günü zül ve zorbalıkla olan bir kesişim ile tüm ülkeye mal etmektir. Tüm ülkenin, bir istim üzerinde peyderpey yapılan edilenlerle beraber köşeye kıstırılmasıdır artık mesele. Bir yaşatan olmaktan öte, bir yaşanılan yer olmaktan artık çok geride tamamen tersi istikamet ve tanımlamaların dillendirildiği, bunların gerçeğin gerçeği kılındığı bir uzam inşa olunmaktadır.
Yapılandırılmakta, yapılmakta olan yegâne şey, bu kötürüm halin kalıcılaştırılması gayretidir. Dünyanın sancısına, sızısına yenilerini eklemek ekleyebilmek adına seferber olunan bir ülkedir bu menzil. Hemen her gün paylaşadurduklarımız bunların her neye yol ve zemin teşkil ettiğini gösteren utanç vesikalarıdır artık. Utanç vesikaları oluşturulan, toplum jargonunun ‘yeni’ diye adlandırılan ülke mefhumunun halini göstere gelen bir edim olduğu kendiliğinden meydana çıkmaktadır. Dört yanımızdan ve hemen her gün artık açıktan bu kin güder, tehditkâr ve linç önceleyen erkân, ülkenin taarruzlarıyla hemhaldır. Birisi bitmeden bir başkası başlayan nefret sarmalında türetilenler, hayatlarımızın utanç vesikalarından mülhem özetini paylaştırmaktadır. Ölüm sıradanlaştırılan bir sonuçtur, yaşamak rastlantısal. Meseller birikmeye devam ederken yarınımızdan önce şimdimiz tüketilmektedir bu utanç vesikalarının güncelliğinde, bunca yan yanalığında.
Hedef iki bin yirmi üç değildir handiyse bin dokuz yüz on beş, olmadı bin yetmiş bire gerisin geriye yollanmaktır bir kez daha. Birileri konuşur ‘bizse’ işimize bakarız kısmının yeniden tecrübe ettirdiği alan işte bu girdabın devamlılığıdır. Sözlü taarruzların birer savunma ya da bildirim değil, tam aksine aleni bir linç temellendiricisi olduğu açığa çıkmaktadır. Erkin lügatindeki sözcüklerle kurulan her bir cümle bu hedef alma, yok etme, zapturapt altına alma çabası, tarihin geriye döndürülmesi gibi yeniden ölümle hayatı buluşturmaktadır. Feylezofik bir üst tanım, biyopolitik kurguya yönelik bir bildirim değil, ‘ülkenin’ cerahatle hemhallığının istikametidir kesintisizleştirilen. Sahneden, meclise, o dar alandan basına ve sokağa hane hane işleme konulan, yapılandırılan şey bu had bildirmelerin sonucundaki yıkımdır. Bütün bu utanç vesikalarıyla hep birlikte, bir ülkenin tanımı yapılandırılmaktadır.
Ülkenin yönünün yaşamdan el etek çektirilip düzayak bir rutin tekrara hapsedilmesi söz konusudur. Ülkenin yönünün artık bariz bir biçimde mücadele tanımının uzağında müsaadeyle nefes alınan bir menzil olduğunu kanıtlama gayretidir çabasına düşülen. Erkçe hak artık aranmayacak diye bildirilendir. Hukuk geçersiz bir türetmenin kendisidir. Adalet, salt yüce makamın sahibi ‘uluya’ onun talimatlarına ve yüce partisinin neferlerine göre düzenlenmiş bir kurgu, gerisinin ise tabelada anlamsızca bir yazılama olduğu kesinleştirilmektedir. Hikâye, bildirilen hayatın kendisidir. Hikâye edilmeye tam gaz sürdürülen biriktirilmiş olan sözcüklerin artık işitilmeyeceğinin ilamıdır bir daha. Söz yağmalanan kültür artık hiç işitilmeyendir. Toplumun mahvı o tezgâhlarda dokunurken devlet ağından kendi sivil destekçilerine, medyasına bu tablonun gururu paylaşılmaktadır.
Hıncın ve öfkenin, şiddete rehin olmanın tezahürleri cisimleşmektedir. Ol devlet aygıtının, kimi sıradanı bile iş bu hınçta buluşturması düşündürücüdür. Antik Yunan’dan bu yana süregelen demokrasi tahayyülü, tasviri ya da dönüşümü çabalarına karşı kurulan cephelerin artık nasıl “peyderpey” yinelendiği artık meydandadır. Kurumsallaştırılan hiddetin bir resmi temsilden artık -troll diye anılan maaşını tam ve eksiksiz bu dönüştürme çabasına yapıp ettikleri fenalıklarla kazananlara yaşam tehdit altında ve rehin edildiği müddetçe istikametimiz adıyla sanıyla bir demokrasinin değil despotizmin güncelliği olacaktır böylesi bir menzilde. Saldırıların, tehditlerle, söze karşı taarruzların küfürlerle, yaşam istencine karşılık mütemadiyen yaşatmayacağız kiniyle müdahil olunmasıyla müşterekin mahvının, geriye kalanın önü alınmaktadır.
Bugün bu ülkede erkânın bu tavizsiz duruşu dışında, tebaası belirlediğinin ötesine yaşam hakkı buralardan itibaren gasp edilmektedir. Mevcuttaki ile kalıcılaştırılmaya çalışılan örgütlü linç, sadece seçim istikametini değil, geleceğimizin de çalınması gailesinin şimdi bir bileşkesidir. Tanımlandırılmayan; adalet hukuk, eşitlik, laiklik, düşünce serbestliği gibi konulardan bugünlerde bahis bile açılmayacak bir ülkedir kalıcılığı günbegün temellendirilen. Sağlama alınan en temel hakların üzerinin de çizilmesi istencinde kat edilen yoldur. Her şeyiyle unutulmaya sevk olunan sorgusuzluğu haiz ülkenin kalcılaştırılması bu eşiğin aşılmasıyla söz konusu edilmektedir. Dert bu yandadır, hep ama hep bu yana denk düşürülendir.
Kendisinden öncesini tekrar ededururken onun en “fena” suretlerini, takındığı dayanak bellediği zulmünü güncelleyen bununla nefes alan bir ülkedir bu her şey unutturulup yok edilirken ‘sorgulatmamaya’ devam edilen. Geçmişi güncelleyebilmek daha kararlı ve karanlık bir istikametin yolunu tutturup gitmek, seçeneksizliği daim kılmak ve bu bahsin tamamını yeni diye paylaşmak bu menzilin istikameti de hayatı konumlandırmasını da özetleyecektir. Yaşayanların kendine dair kararlarının, sorgularının, nefes alma çabalarının önemsizleştirildiği, böylesinin sıklıkla tefrika edildiği bir ülkedir varılan. Yıkıma ulaşılan, ana kadar çabalanılan bir meseledir bu menzilin her günü biteviye. Tekrar olunanların bir durum değerlendirmesinin tamamlayıcı öğesi olmadığı ya da bir kurgu olmadığı, yeni diye anılan bu ülkenin her bir anında artık kare kare ispat edilmektedir.
Devletin her tekrarı yönetilenler için yeniden zorunlu ve sabredilmesi zaruri bildirilenler hiddetin görünür kıldığı şey bir gelenektir burada. Kırım, katletme ve mahvetmenin süreklileştirildiği, toplumun tüm katmanlarına sırası gözetilerek kurgulandığı afakîdir. Bu afakî olanın dâhilinde yapılanların sürekliliği, algının da sıfırlanma gayretindeki kırılmaları göstere gelmektedir. İktidar olmak için her şey mubah, onu koruyabilmek adına hemen her fenalığa olur vermek bir zarurettir bu devletin her gününde. Ortaya çıkan tahakküm yekpareleştirildikçe bir uzamın dönüşümünü özetlenecektir. Bir ülke tanımının nasıl iyice yokuşa sürüldüğü onu yaşayarak paylaşan insanların arasında hınç-nifak tohumlarının bunca ısrarla inatla paylaştırılması gayretinin yaşama karşı kastın özbeöz kendisi olduğu ifşa olmaktadır.
Millet ve halk, dost ve düşman, bunlar ve berikiler, bizimkiler ve illa ki mihraklar zincirleme bir sayıklama değil, tam aksine derli toplu bir taarruzun nüveleridir. Başat, muktedir, erkin siyasanın belki de en tedbirli taarruzlarını gerçekleştiren ve sürekli mağduru oynayan bir zümrenin bu ülkenin her gününe kattığı fenalıktır resmedilen. Resmi olarak paylaştırılan için bahsedilmesi gereken budur. Müştereklerimizin, onarılmayacak bir biçimde mahvedilmesi gayretidir artık kalıcı olan. Siyasanın denk getirdiği yaşamaya mecbur kıldırdığı hayat tecrübesi tüm bu cümleleri lağveden ve hiçleştirendir bugün. Hayata dair olan hemen her şeyin tersi istikamette koştur koştur yeniden dönüştürüldüğü, bu durumun sıradan ve normal olduğu sayelerinde(!) Kanıksatılmaya çalışılmaktadır.
Hayat inatçı bir biçimde, halen açıktan mahvedilmeye yollanmışken bunca ağır bir biçimde sadece el üstündeki, erkân için ve onun tahammül gösterdiklerine aitmiş gibi yansıtıldığı bir menzildir temellendirilip de normal diye addedilen. Yaşamak bu bahsin her neresinde ve nasıldır sorusu istisnasız lağvedilendir iş bu menzilde. Yaşamak bu ülkenin her neresinde ve nasıl bir anlama tekabül etmektedir hiçbiri için yanıt verilemeyen bir mübalağasız karanlıktır artık bu menzilde. Yaşamak bir istencin var ve olmak çabasının ta kendisiyken bizim gibi bir ülkede göz ardı edilmek, yok sayılmak haddi ve hududu durmadan şiddetle öğretene teslimiyet olarak bildirilmektedir. Yaşamak bu bahisle, bu ülkede hiç olmadığı kadar ağır bir sınavdır yaşandığı varsayılan her gün.
Bir biyopolitik-a- sarmalı haline evirilen, sonsuz bir karabasan yumağına dönüşen hayatın merkezinin tamamen işgal edildiği ve nefes almanın imkânsızlaştırıldığı bir ülkedir sayelerinde ulaşılan. Devlet hep devletliğini yapmaya devam etmektedir bu haletiruhiyenin gereklilikleri dâhilinde. Yerli uçak üretiyoruz propagandasının, temellerinde otuz dört canın katledildiği Roboski’lililerin gözleri önünde yayınlana geldiği bir meseledir işte o bahis. Hasan Ferit Gedik için talep edilmeye hep devam edilen adalet istencinin karşılığında otuz bir insanın ters kelepçeyle gözaltına alınması, bütün bunların da ifade özgürlüğünün, gösteri hakkının anayasal bir hak olarak bildirildiği bir ülkede gerçekleştirilmesidir mesele. Kâğıt üzerindeki hakların karşılığı iç güvenlik yasasından sonra geçersiz bir önerme olarak güncellenmektedir, işte mesele biraz da budur.
Gezi Direnişi günlerinde katledilen Ethem Sarısülük’ün annesi ve kardeşlerinin, “yaralama” ve “hakaret” suçlamasıyla yargılandığı ikincil davada verilen beraat kararına, katil polis ‘Ahmet Şahbaz’ın avukatları aracılığıyla itiraz edebilme cüretidir mesele. Katilin, canlarını çaldığı o insanlardan hesap sorabilme şansının tanınmasıdır bu ülkede yaşamın dönüştürüldüğü menzil. Menzilin ta kendisinin nasıl bir biçimsizlikle hemhal ettirildiğinin ortaya çıkmasıdır bir kez daha ama asla son kez değil. Dahası da vardır, bu ülkedeki yaşam edimini nasıl bir tahakküme terk edildiğini, göstergeleri sabahtan akşamına sosyal medyanın satır aralarından yansımaktadır. Geçtiğimiz, Salı akşamı Sosyalist Demokrasi Partisi’nin Kadıköy İlçe aynı zamanda Gelecek Gazetesi’nin de bürosu olan mekânın baskın haberi düşer. Yazı tamamlanırken henüz gözaltında tutuldukları bilgisi teyitlidir, bu yeni ve ileri ve her şey devlet için ülkesinde.
Yaşatmamak, derdest etmek ve gözdağı vermek, Halkların Demokratik Partisi bileşeni ve seçim merkezlerinden birisi olarak kullanılan binayı yaşayanlarıyla birlikte rehin almakla yinelenen bir tavırdır. Cumhuriyet Halk Partisi, Erzurum milletvekili adaylarından olan Avukat Gonca Aytaş’ın partisince açılmış olan standa zabıta ve kolluk kuvvetinin ardı ardına saldırmalarının hazanıdır aynı zamanda. Bir başka vekil adayını kurşunlayabilme cüretidir işte ol mesele. Bir kadın vekili tehditten sonra giderek tacizin tehdit ve tenkitin boyutunun kurşunlara geldiği bir ülkedir artık daha çok konuşulması gereken, hatta elzem olan. Geleceğin sadece tek bir seçenek onu da bir tek muktedire çıktığı, onunla kesiştiği bir ülkede yüz elliye yakın saldırı ile başat olan bir partinin, burjuva siyasetinin hem dünü, hem bugününün foyasını nasıl ortaya çıkarttığı bir kez daha meydana serilmektedir.
Eleştiriyi bugün muaf tutarak bir siyaset geleneği olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin başına getirilenler bu ahvalin halini ol korunaksızlığını göstere gelmektedir. Bahis, eskinin diriltilmesi ol direniş mefhumunun enikonu unutturulması, söz hakkının çalınması, hayat bahsinin tek lafının bile edilmeyecek bir meseleye artık tamamen rehin edilmesidir. Bu hayatta derin bir nefes alarak yönümüzü tayin etmek, yolumuz için yeni rotalar belirleyebilmek, halen eskiyi diri tutmaya çalışan bu yeni ülkede mümkün olmayan bir tavır olarak nakledilmektedir artık. İyi de nereye kadar.
Duvarlar üzerimize doğru yükseltilirken erkin üç vakte kadar unutacağı vaatlerine kanmak yerine bir kez olsun sıradanın sözünü işittirebilecek miyiz? Bir kez olsun bu ülkede çekincesiz sözümüzü eyleyebilecek ağrının ve sızının, tehditlerin ve tenkitlerin nasıl çekincesiz temellendirildiğinin sorgusunu, hesabını sorabilecek miyiz? Mesele ya da hayatın bugünü söz konusuysa irademiz bu sorguda saklıdır. Yapabilecek miyiz artık bir dur diyebilecek miyiz?
Misak Tunçboyacı – İstan’2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder