4 Mayıs 2015 Pazartesi

Yeni Tarihsel Süreçte Devrim ve Karşı-Devrim

Egemenlerin Stratejik Raporları – Faşist Geleceği Okumak
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü, ABD Kara Ordusu Stratejik Araştırmalar Grubu, İngiltere Savunma Bakanlığı, yayımladıkları uzun süreli öngörü raporlarında sistemin kaçınılmaz yapısal krizlerini ve küresel gerilimleri soğukkanlı bir çerçevede somutlaştırırken bir yandan sistemin bekası adına her türlü karşı duruşu boğmak için hazırlanıyor. Önümüzdeki 50 senenin kapitalist egemenler tarafından nasıl öngörüldüğünü ve planlandığını tespit etmek için bu raporları birlikte ele alıp analiz etmek gerekiyor.
2010-2060 OECD Ekonomi-Politik Raporu
Yazıda ele alacağımız raporlardan ilki 2010-2060 dönemindeki küresel ekonomik ve politik riskleri ve -bunlara karşın önerileri içeren OECD raporu.[1]
Bu rapordaki kritik ekonomik risk, yoksulluğun, işsizliğin önlenmesini sağlayacak tüm dertlerin devası gibi gösterilen “küresel büyüme”nin yavaşlaması olarak gösteriliyor. Büyüme derken de gayrisafi milli hâsılanın büyümesi kastediliyor… OECD ve G-20 ülkelerinde 1996-2010 arasında %3,4 olan GSYH büyümesinin 2010-2060 arasında %2.7 olarak gerçekleşmesi bekleniyor. Küresel GSYH büyümesindeki payın asıl sahibi insanî, toplumsal ve çevresel sorunların geri plana atıldığı gelişmekte olan ülkeler olurken raporda; ekonomik büyümenin önündeki engeller, yaşlanan nüfus dolayısıyla düşen işgücü potansiyeli ve gelir dağılımında giderek artan eşitsizlikler olarak tarif ediliyor. Bu raporlarda çokuluslu tekellerden oluşan küresel oligarşi zenginleşirken, geniş halk kitlelerinin hızla yoksullaşmasından hiç bahsedilmiyor…
Şirketler
Gelir dağılımındaki eşitsizliği tetikleyen birçok farklı küresel faktör var. “Küresel ticari entegrasyonun artması” ve “bilgi teknolojileri tabanlı gelişimin rekabete yön vermesi” gibi argümanlarla kapitalist sermaye daha çok kâr etsin diye giderek daha çok artık değere el koyuyor ve kâr transferi yapıyor. Çokuluslu tekeller “kendi evlerindeymiş” gibi hareket ederek; ya kendi şubelerini açarak ya da ‘serbest bölgeler’de üretim yaparak, düşük vergi ödemesi, düşük işçilik ücretleri, çevre mevzuatlarında esneklik, kolay kâr transferi gibi ayrıcalıklardan faydalanarak zenginliklerine zenginlik katıyorlar. Bu firmalar ve ait oldukları emperyalist devletler, girdikleri ülkelerde önce ekonomik etkinliklerini artırıyorlar, daha sonra da sömürge, yeni-sömürge ülkelerinin politikalarını kendi çıkarları doğrultusunda değiştiriyorlar. Üst düzey bürokratların satın alınması, kendi çıkarlarını korumak için istedikleri siyasi partilerin/diktatörlerin ülke yönetimine getirilmesi, kendilerine zorluk çıkaran hükümetlerin devrilmesi, otokratik rejimlerin desteklenmesi gibi her alanda faaliyet yürütüyorlar.
Yeni Çalışma Rejimi
Rapora göre, “vergilendirmede ve telif haklarında yapılması planlanan yasal düzenlemelerle halklara dayatılan ticari liberizasyon sürecinin iki önemli etkisinin olması bekleniyor”. Bir yanda toplumun alt sınıfları yoğun biçimde sömürülürken, diğer yandan küçük üreticileri mülksüzleştirip-proleterleştirerek sermaye biriktirmek, yani “ekonomik büyüme”, diğer yanda neoliberal politikalarla maksimum kâr için yapılan üretim sürecinde ortaya çıkan artık-değerin çokuluslu tekellerin elinde toplanması. Kâr oranının düşme eğilimini frenlemek için “Kentlerdeki işçi sınıfının da yapısı değişiyor. Giderek daha genç, esnek çalışmaya uyumlu, bilgi teknolojilerinde kendisini yenileyebilen, yüksek eğitimli bir işgücü piyasası hedefleniyor.” Yaşam boyu eğitimin emek piyasasındaki önemi artarken, gelir dağılımındaki eşitsizlik de büyüyor. Böylelikle insan fazlası yaratan kapitalizm, belli bir yaşın üstündeki işçileri üretim süreçlerinden tasfiye ediyor.
OECD raporu, “işsizlik sorununa karşı yoksul halk için tam bir yıkım olacak ücretlerin düşürülmesi, çalışma şartlarının esnekleştirilmesi gibi işveren lehine bir dizi yapısal önlemler alınmalı” diyor.
Özetle; önümüzdeki 50 yıl içerisinde aldığı diplomalara rağmen iş güvencesiz çalışan, esnek çalışma koşullarına tabi, kronik işsizlik riski ile yüz yüze kalan, iş arkadaşlarıyla rekabet içinde ve gelir eşitsizliği ile boğuşan işçi sınıfının yeni katmanları ortaya çıkıyor.
Emek Piyasasında Küresel Rol Paylaşımı
Mega kentlerdeki diplomalı, güvencesiz çalışan işgücünün yanı sıra, gelişmekte olan ülkelerin küresel büyümedeki payının büyük bölümünü yine imalat sektöründeki işçiler sırtlıyor olacak. Yükselen ticari entegrasyon, küresel üretim ve özelleşme şekillerine de yansıyacak. Çin ve diğer Asya ülkeleri, yine elektronik ve hizmet sektörüne ucuz emek sağlamaya devam edecek, buna karşılık OECD ülkelerindeki imalat sektörü düşüşte olacak. Ticari anlaşmalar olsun olmasın hizmet sektörü giderek daha çok dolaşıma girecek ve küresel değer zinciri ve ticari düzenlemeler buna uyum sağlamak zorunda kalacak. Bu da, sermaye birikim sürecinin tüm yükünü gelişmekte olan ülkelerdeki yoğun genç ve ucuz iş gücünün üzerine yükleyecek.
Yani özetle çokuluslu tekeller sömürge, yeni-sömürge ülkelerdeki vergi esnekliğinden faydalanarak, maliyetlerini gelişmekte olan ülkelerdeki genç ve ucuz işgücünü kullanarak düşürecek.
Emek Piyasası ile Emeklilik, Eğitim ve Sağlık Harcamaları Arasındaki İlişki
OECD raporuna göre, gelişmiş olan ülkelerde önümüzdeki 50 yılda yaşanacak temel problemlerden birisi, ucuz, esnek, genç işgücü yoksunluğu olarak ifade ediliyor. Teknolojik gelişmelere uyum sağlayabilmek için sürekli eğitimin altı çiziliyor ancak bir yandan da eğitim maliyetlerinin kamu harcamalarını arttıran olumsuz bir etken olduğu söyleniyor. Raporda ciddi mali reformlar yapılmadığı sürece sağlık ve eğitim harcamalarına aktarılan kaynak nedeniyle kamu borcunun artacağı ve krizlere yol açacağı öngörülüyor. Raporda ayrıca kamu harcamalarını azaltabilmek için emeklilik, sağlık ve eğitim harcamalarının katkı payları, öğrenim kredileri gibi düzenlemelerle çalışanlar ve öğrenciler tarafından karşılanması, emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi işveren lehine öneriler sunuluyor.
Kısaca bir kişi işsiz kaldığı, hastalandığı zaman doğrudan sistem dışına itiliyor ve giderlerini karşılayamadığı için kısa sürede yoksullaşıyor. Özetle sistemin devamı için yapılan her hamle kent sakinlerini şehrin dışına itiyor, finansal oligarşi ile kent yoksulları arasındaki çatışmaları besliyor. Anirudh Krishna, Uganda, Kenya, Peru, Hindistan ve ABD’de 35.000 aileyi ve 9 yıllık bir süreci (2001–10) kapsayan araştırması sonucunda yayımladığı makalede şu tespiti yapıyor[2];
“Yoksulluk bulaşıcı ve birincil sebebi sağlık harcamaları. Kalabalık aileye bakan bir kişi sağlık nedeniyle işe gidemediği anda bütün aile yoksulluğa düşme riski ile karşı karşıya kalıyor.”
Sadece Gelir Dağılımında Değil, Doğal Kaynakların Paylaşımında da Eşitsizlik
Rapora göre; yüzyılın en büyük riskleri küresel ısınma dolayısıyla artan çevresel felaketler, tarım ürünlerinin yetersiz olması, su ve gıda tüketiminde yaşanacak kıtlık olarak tanımlanıyor. İlginç olan ise OECD raporunda küresel ısınmayı önlemek için yine karbon piyasası üzerinden ‘küreselleşme’ önerilmesi. Bu da yerel kaynakların “uluslararası karbon piyasası düzenlemeleri” adı altında şirketlere peşkeş çekilmesine olanak sağlıyor.
OECD’nin 50 yılı gören projeksiyonunda yavaş büyüme diye beklediği şey, aslında dünya ekonomisinde durgunluğun yapısal bir özellik olarak süreceğidir. Buradan çıkışı da mevcut politikaların kararlı biçimde sürdürülmesinde görüyor. Thomas Piketty’nin 21. yy’da Sermaye kitabı da aslında bu sürecin geçmişe ait somut verilerle dile getirilmesidir.
Dünya ekonomisinin geleceğini böyle görenler, siyaseten nasıl bir gelecek öngörüyorlar biraz da ona bakalım.
İngiliz Savunma Bakanlığı Tarafından Hazırlanan Küresel Stratejik Eğilimler Raporu
Önümüzdeki 30 yıla dair öngörülerin sunulduğu rapor ‘güvenlik’ politikalarına şekil veren ekonomik, politik, demografik küresel eğilimlerin çerçevesini sunuyor.[3]
Proletarya Devrimi ve Orta Sınıf
OECD raporunda da öngörüldüğü üzere, serbest piyasa, özelleştirme, bilgi teknolojileri bazlı gelişim, rekabet gibi hayatın her alanına müdahale eden kapitalist neoliberal politikaların eğitim, sağlık, bakım emeği dâhil bütün alanları ele geçirmesi sonucu üniversite mezunu, esnek ve güvencesiz çalışan, her an işsiz kalabilecek kentli orta sınıfın (yeni proleter katmanlar -b.n) zenginle yoksul arasında gittikçe derinleşen eşitsizlik nedeniyle giderek huzursuzlaşacağı ve Marx’ın proletarya için biçtiği rolü üstlenebileceği uyarısı yapılıyor. İngiliz Savunma Bakanlığı’nın raporunda bu eğitimli kentli orta sınıfın teknolojiyi ve sosyal medyayı kullanarak, küresel ölçekte bir mücadele başlatabileceği öngörülüyor. Bunun örneğini aslında çok yakında yaşadık. Tasarruf ve borçlandırma programları nedeniyle Avrupa’daki yoksulluğun temel sebeplerinden biri sayılan Avrupa Merkez Bankası’nın açılışı Frankfurt’ta binlerce aktivist tarafından protesto edildi. Blockupy hareketinin kendi sitesinde hareketin bileşenlerinin ve hedeflerinin nasıl tarif edildiğine bakmak yeterli olacaktır.[4]
“Blockupy; İtalya, İspanya, Yunanistan, Belçika, Hollanda, Danimarka, Fransa, Almanya ve diğer ülkeler gibi çok farklı Avrupa ülkelerinden, çeşitli sosyal hareket eylemcileri, alternatif dünyacılar, göçmenler, işsiz, güvencesiz ve sanayi işçileri, parti üyeleri ve sendikacıların Avrupa çapındaki ağının bir parçasıdır.
Ulus-devletlerin dışında gücümüz ve mücadelemizin ilişkisini birlikte kurabiliriz. Farklılıklarda birleşmiş kemer sıkma politikalarını kırabilen, aşağıdan dayanışma ve demokrasiyi inşa edebilecek ortak bir Avrupa hareketi yaratmak istiyoruz.”
Kentleşme ve Sosyal İstikrarsızlık
2045 itibariyle dünya nüfusunun %70’nin kentlerde yaşaması bekleniyor. Hükümetlerin IMF ve DB direktifleriyle, tarım teşviklerini kaldırması, kredi ve sübvansiyon desteklerine son vermesi, köyden kente göçü hızlandırmış, göçle birlikte artan kent nüfusu beraberinde gettolaşmayı ve yoksulluğu getirmiştir. Raporda kentlerdeki yoksulluğun ve gelir dağılımındaki radikal eşitsizliğin oluşturduğu sosyal, siyasal ve kültürel üst yapının istikrarsızlığa ve başkaldırılara gebe olduğu uyarısı yapılıyor.
Küreselleşme ile uluslararası işbirliği yükselirken ve devletlerarası savaşlar sona ererken, kentli yoksul sınıfların ortak çıkarları doğrultusunda iletişim araçlarını kullanarak ördükleri uluslararası ağlar üzerinden dayanışmaya başlayacağı ve çatışma alanının hızla büyüyen bu devasa kentlere doğru kayacağı öngörülüyor.
Libya, Suriye, Ukrayna ve en son Yemen bu öngörünün gerçekleşmediğini gösteren örnekler olarak karşımızdadır. Emperyalist bloklaşma ve paylaşım döneme uygun karakter kazanarak şiddetlenmektedir.
Artan Nüfus, İşgücü ve Gelir Dağılımı
OECD raporunda da altı çizildiği üzere, gelişmiş olan ülkelerde önümüzdeki 50 yılda yaşanacak temel problemlerden birisi ucuz, esnek, genç iş gücü kıtlığı olarak öngörülüyor ve buna karşılık göç ve mülteci politikalarının yeniden yapılandırılması öneriliyor. Diğer taraftan İngiliz Savunma Bakanlığı’nın yayımlamış olduğu raporda ise Avrupa nüfusu yaşlanırken Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki artan genç nüfusun işsizlik, yoksulluk, iç savaş, istikrarsızlık gibi nedenlerle göçe zorlanacağı belirtiliyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan gelen ve emperyalist metropollere yerleşen bu genç mülteciler, yoksulun da en yoksulu olarak gettolarda var olan sosyal eşitsizliği daha da derinleştiriyor. Gelişmiş ülkelerin genç ve ucuz işgücü kıtlığını çözmek için uyguladığı göçmen politikalarına örnek olarak İngiltere’nin uyguladığı ‘bağlanmış vize’ uygulaması verilebilir. 17 Mart 2015’te Guardiangazetesinde yayımlanan makalede, bu vize uygulamasının Katar’daki dünya kupası inşaatında çalışan işçilere uygulanan sisteme benzer şekilde, çoğunluğu Ortadoğulu ev işçileri olan mültecileri modern zaman kölelerine dönüştürdüğü ifade ediliyor.[5]
Dinin Militanlaştırılması
İngiliz Savunma Bakanlığı’nın raporunda, artan küresel eşitsizlik nedeniyle yeniden yükselişe geçen Marxist ideolojinin yanısıra kentlerde sıkışıp kalan ve yukarıda tarif edildiği üzere kendine çıkış ve ifade zemini bulamayan genç göçmenlerin ve varoşlardaki ötekilerin İslamî militanlaşmaya yönelebileceği uyarısı yapılıyor. Ancak dinin militanlaştırılması, Ortadoğu’da IŞİD çeteleri, Nijerya’da Boko Haram’ın oluşturduğu baskın gündemin aksine, sadece İslamî cihadçılık ile sınırlı kalmıyor. Ukrayna’da devreye sokulan faşist çetelerin içinde, Brezilya’da yükselişe geçen evanjelizm[6] ve Hindistan’da tırmanıştaki Hindu faşizmiyle [7] ile birlikte farklı coğrafyalarda kendine farklı vücutlar bulabiliyor. Kent varoşlarındaki yoksullar için ise dinin militanlaşması, ötelenmeye karşı öfkenin dışavurumu olarak en kolay örgütlenme alanlarından biri olarak sivriliyor. Avrupa’daki sol da dar kimlik politikalarının ötesinde emek sömürüsü ve yoksulluğa karşı etkin politikalar ve örgütlenme alanları açmadıkça dinin militanlaşması tehlikesi göçmen gettolarında giderek büyüyor.[8]
2008 sonrası krizin derinleşmesi ile çıkış yolu arayan çok geniş yığınların önemli bir bölümü dinî referanslı siyasete eğilim gösteriyor. Bu eğilimi öngören Emperyalist devletler İslamcıları Ortadoğu’da İŞİD’e, Hıristiyanları da Ukrayna’daki faşist harekete yönlendiriyor. Din yeni tarihsel dönemin faşist hareketlerinin önemli bir bileşenine dönüşüyor/dönüştürülüyor.
ABD Kara Kuvvetleri Stratejik Araştırmalar Grubu’nun Hazırladığı “Megakentler ve ABD Ordusu: Karmaşık ve Belirsiz Bir Gelecek İçin Hazırlık” Adlı Askerî Doktrin[9]
Egemenlerin hazırladığı tüm bu raporların da altını çizdiği üzere, sistem için yapısal kriz kaçınılmaz. Gerek gelir dağılımındaki gerekse kaynakların paylaşımındaki derinleşen eşitsizlik, en yoksulla en zengin arasındaki çatışmaları ve sosyal gerilimi körükleyecek. “Küresel özelleşme ağları devletlerarasındaki savaşların sona ermesine ve çatışmanın kendi içlerindeki kentlere kaymasına neden olacak” saptaması yapılsa da emperyalist devletlerarası çelişkiler ve çatışmalar bölgesel düzeyde şiddetlenmiştir. ABD ve AB’nin Rusya ve Çin’i askerî ve coğrafî olarak kuşatma stratejisine Rusya ve Çin’in verdiği cevaplar buna örnektir. Gene Suriye’ye yapılan müdahaleye İran, Rusya ve Çin’in aldığı pozisyon ve en son Yemen’deki gelişmeler karşısında ‘İran etkisi genişliyor’ argümanı ile girişilen ortak Arap askerî müdahalesi diğer örnekleri oluşturmaktadır. Her türden sömürü ile gerçekleşen ekonomik büyüme ile radikal bir yoksulluğun birbirine eşlik ettiği bu küresel megakentler sosyal istikrarsızlığın, sınıflararası çatışmanın ve isyanın yeni coğrafyasını teşkil edecek. Gelecek yıllarda kilit rol oynayacak olan megakentler, ABD ordusunun olası her halk hareketini boğmak için paramiliter çetelerle birlikte hareket ettiği müdahale alanları haline gelecek.[10]
Büyük Kentlerdeki Savaşlar İçin Müdahale Hazırlığı
Rapordan Pentagon’un büyük kentlerdeki savaşlara müdahaleye hazırlık için Dhaka – Bangladeş; Lagos – Nijerya; Bangkok – Tayland; Meksiko – Meksika; Rio de Janerio ve Sao Paulo – Brezilya… ve New York – ABD’de örnek vaka ve saha çalışmaları yürüttüğü anlaşılıyor. Ayrıca Virjinya’da ABD Ordusu Asimetrik Savaş Grubu için inşa edilmiş kasaba büyüklüğündeki devasa üs, ABD’nin İsrail Savunma Güçleri için Negev çölünde inşa ettiği Kent Savaşları Eğitim merkezi bu hazırlığın askerî merkezleri.[11]
Profesyonel Ordular ve Militarize Edilmiş ‘Sivil’ Polis
Büyük kentlerdeki savaşlar için profesyonel ordunun yanı sıra SWAT (Özel Polis Birlikleri) ve militarize edilmiş sivil polis gücü de eşzamanlı olarak hazırlanıyor. Bunu görmek için dünya çapındaki halk ayaklanmalarına saldıran farklı ülkelerin polislerinin şiddeti giderek artırmalarına ve donanımlarına bakmak yeterli olacaktır. Bu şiddeti giderek arttırma durumu sadece Ortadoğu’da ya da Afrika’da meydana gelmiyor, Michael Brown’un öldürülmesini protesto eden St. Louis halkına karşı uygulanan polis şiddeti ve şekli ABD’nin Amerika içerisinde de kent savaşları için hazırlık yaptığının en net göstergelerinden birisi. İnternet ortamında etrafı duvarlarla çevrilmiş 800’e yakın toplama kampı bilgisini edinebilirsiniz. Krizi öngörenlerin nasıl hazırlandığını ortaya çıkarmaktadır. Katrina Kasırgası döneminde FEMA’nın (Federal Acil Durum İdaresi) oynadığı rolü düşündüğümüzde nasıl bir süreçle karşı karşıya olduğumuz da açıklık kazanmaktadır. En büyükleri, Alabama, Arkansas, Kaliforniya, Georgia, Hawai, Illinois, Indiana, Luisiana, Mississipi, Nevada ve Washington’da. FEMA bu kamplar için 1 milyar doların üstünde bir para ayırdı. Ortalama 20.000 kişiyi barındıracak kapasitede olan bu kampların 400 bin ve 2 milyon kişilik kapasiteye kadar çıkabildiği ileri sürülüyor. Özetle gelir ve her türlü kaynak dağılımındaki radikal eşitsizlik nedeniyle sürekli göç alan yüksek katlı modern binalarla varoşların bir arada olduğu, ekonomik durgunluk ile hızlı büyümenin içiçe olduğu kentlerdeki gerilim kaçınılmaz olarak büyüyor ve egemenleri sistemin bekası için geleceğin megakentlerindeki sınıflararası bu savaşa hazırlanmaya zorluyor. ABD, Ortadoğu, Afrika ve dünyanın başka yerlerinde, kentlerde başlayacak olan sosyal gerilimleri ve isyanları bastırmaya yönelik darbe-müdahale operasyon merkezleri olarak çalışacak üsler kuruluyor. Ve bu üsler sadece Afrika, Ortadoğu’da bilindik kurbanlara yönelik operasyonlar için değil, ABD kentleri için de kurgulanıyor. Ukrayna’da, Kobanê’de, Gazze’de, Tikrit’te bu perspektif somut olarak sınanıyor. Kentlerde sürecek savaş öngörülerini buralarda pratik olarak hayata geçiriyorlar.
Dünya tarihinde ilk kez kent nüfusu kır nüfusunu geçti. Bir dünya nüfusu olgusu ve sınıflararası uzlaşmaz çelişki ile birlikte devrimci süreçte, devrimci ve faşist güçlerarası mücadelede de kentler giderek daha çok öne çıkıyor. Sistemin giderek derinleşen yapısal krizi ve radikal eşitsizlik kaçınılmaz olarak bütün bu öğeleri çatışmaya zorluyor. Egemenler orduları, paramiliter güçleri, şirketleri ve bütün baskı araçlarıyla bu karşılaşma anı için hazırlanırken, her an için yoksulluk ve işsizlik sınırındaki “yeni orta sınıf” da dâhil olmak üzere, işçi sınıfı egemenlerin stratejilerini dikkatle gözden geçirmeli ve emek, ekoloji, kimlik, kadın, demokrasi mücadelelerinin hepsini içeren bütünsel bir perspektifle mücadele stratejisi geliştirmelidir.
Yeni tarihsel döneme bakarken, geçmiş dönemlerdeki mücadele ve örgütlenme, özelde de kent mücadeleleri ve örgütlenme deneyimlerine yeniden bakmakta fayda var. İkinci kısımda da 90’lardan günümüze yaşanan gelişmeleri ele alacağız.
1990’lardan Günümüze Dünya’da Mücadele ve Örgütlenme
“21. Yüzyıl Ayaklanmalar Yüzyılı Olacak.” [1997 NATO TOPLANTISI, BRÜKSEL]
2007 İngiltere Savunma Bakanlığı “Küresel Stratejik Eğilimler Raporu 2007-2036” başlıklı raporunda Küresel eşitsizliğin gerilimi ve istikrasızlığı artıracağını bununda düzensizlik, suç, terörizm ve ayaklanmalar biçiminde şiddete dönüşeceği ifade ettikten sonar devam ediyor. “Bu gelişmeler sadece anti-kapitalist ideolojiler olmayacak; sadece dinî, anarşist yada nihilist ayaklanmalarda olmayacak ayrıca popülizm ve Marksizm’in yeniden canlanışına yol açacak.”
Bu yeni devrime de proletaryanın değil, “yeni orta sınıfların” önderlik edeceğini yazıyor.
Ne diyelim kâhinler haklı çıkıyor!
Biraz geriye gidince tarihsel geri çekilme döneminde ayırt edici dönemeçler olduğunu göreceğiz. Kapitalizmin yapısal çelişkilerinin farkında olan düzenin sahipleri 20.yy’dan çıkardıkları dersler ışığında iki temel önlem aldılar. Bir kriz yönetimi anlayışı, iki başını ABD’nin çektiği ama diğer emperyalist güçlerinden onayladığı “Önleyici Savaş Doktrini” aralarındaki rekabetten dolayı bölgesel paktlar ve işbirliği örgütleri oluşturmalarına rağmen asıl tehlikeye karşı ortak bir var olma tepkisi geliştirmektedirler.[12]
Üzerinde bu kadar çalıştıkları ayrıntılı raporlar hazırladıkları bu yüzyılda neler olacak, biraz bakmakta fayda var. Özellikle Sosyalist Blok’ın dağıldıktan sonraki gelişmeleri belirli bir sadeleşme ve dönemleştirme ile ele alarak emekçilerin siyasal, toplumsal ve ekonomik taleplerinin nasıl geliştiği, bilincin gelişme momentlerinin neler olduğunu görerek bugünkü tepkilerin seyrini öngörebiliriz.
1989 Sosyalist Blok’un Dağılmasından 1998 Seattle’a
Sosyalizmin tarihsel yenilgisinin emekçilerin üzerine çöktüğü bu dönemde asıl olarak geçmiş tarihsel dönemde siyasi mücadele açısından öne çıkmayan coğrafyalar daha aktif bir duruma geçtiler. Örgütlülüğün dağılması parçaların gerilimli tepkiler halinde ortaya çıkmasına ve zamana bağlı tarihsel ve eş zamanlı bir birikim sürecinin oluşmasının önünü açtı.
Çöküşün hemen ardından gelen 1992 Los Angeles ayaklanması işaret fişeği olarak çaktı. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi kitlesel bir alana yayıldı. Güney Afrika ANC’nin yönettiği, Apertheid’ın kaldırıldığı bir ülkeye dönüştü.
Orta Amerika’da El Salvador ve Guatemala’da barış süreçleri başladı. Latin Amerika’da yeni kitle hareketi askerî faşist diktatörlükler sonrasında savunmadan talep eden konuma geçerek kente ve kırda yükselmeye başladı.
1994 yılının ocak ayında Zapatistalar Meksika’da NAFTA’ya karşı ayaklandılar. İnterneti kullanarak Kıtalararası Buluşmalar örgütlediler. Yerli hakları ile sınıfsal talepleri bir araya getirdiler. 1996 yılında Asya’da, Nepal’da sessiz sedasız halk savaşı başladı.
Bolivya’da köylü hareketi yükselmeye başladı. Venezüella’da Chavez seçimleri kazandı. Brezilyada Topraksız İşçiler Hareketi yükseldi. Latin Amerika’da Sao Paulo Forumu ortaya çıktı. Türkiye’de Kamu emekçileri, memur yani kapıkulu kalıplarını kırarak kitlesel militan bir kamu emekçileri hareketi ortaya çıkardılar. Güney Kore’de militan işçi grevleri ve yeni tipte bir sendikal hareket ortaya çıkıyordu. Filipinlerde 1 Mayıs Hareketi yeni tipte bir sendikal hareket olarak, toplumsal hareket sendikacılığının önünü açtı. Brezilyada metal işçilerin grevi ve yeni sendikal hareket ortaya çıktı.
80’li yıllar Latin Amerika’da askeri diktatörlüklere karşı geniş bir kitle hareketinin doğmasına tanıklık ettikten sonra, 90’lar yeni kitle hareketinin yükselişine ve taleplerini ileri sürüşüne tanıklık etti.
1999 Seattle’dan 2003 Irak İşgaline
1999 Seatle Dünya Ticaret Örgütü protestolarının kitleselliği ve militanlığı egemen sistemin sorgulanmasında yeni bir aşamayı oluşturmuş ve yeni bir isyan dalgasının ateşleyicilerinden olmuştur.
Seattle 1999
90’larda Francis Fukuyama tarafından, kaleme alınan “Tarihin Sonu ve Son İnsan” ilerlemenin sonuna gelindiğini söyleyerek “bati liberal demokrasilerinin” evrensel karakterini ilan etmişti. Aslında gerçek ilişkileri gizlemenin önemli bir aracı olan bu “ilerleme” mitinin altında neler yatmaktadır? Sanırım biraz üstünü kazımakta fayda var. Francis Fukuyama’nın 11 Eylül 2001 de Pentagon’a ve İkiz Kuleler’e yapılan saldırıdan sonra kaleme aldığı yazısında, 10 yıl önceki çalışmasına gönderme yaparak sonu gelen tarihin artık insan toplumunun farklı yönetim biçimlerine doğru evriminin durduğunu artık ilerlemediğini ve kendini gerici güçlere – İslamî faşistler- karşı savunma aşamasına geçtiğini söylüyor. Tarihin mantığı ilerleme yönünde değil; yatay genişleme yönünde akmaktadır. Bunu da kapitalizm ve demokrasi arasındaki ilişkiye ya da modern demokrasinin Hıristiyanlığın evrensel insan eşitliği doktrininin laik bir versiyonu olmasına dayandırmaktadır.[13] Bu tez İkiz Kuleler’e yapılan saldırının ilk günlerinde Bush’un ağzından çıkan haçlı seferleri benzetmesi, yine Samuel Huntington’ın “medeniyetler çatışması” tezi ile de paralellik taşımaktaydı. Yani asıl olarak dinamik yaşam sürecinin diyalektiğinin üstü örtülü biçimde kabulüydü. Sınıflar gerçeğinin belirlediği emperyalizm ve sömürgecilik ilişkilerinin yeni bir biçim altında yeniden üretileceğinin kabulü anlamına geliyordu. “Sonsuz barış dönemi” barutunu çok çabuk tüketmiş, hiç kimsenin düşman olmadığı ve herkesin düşman olduğu, ne zaman biteceği belirsiz “Sonsuz Savaş dönemine” girilmişti.
10 yıllık kısa bir zaman dilimi içinde Körfez Savaşı sanal naklen yayın savaş izletilmesi ile yaratılan küresel medyatik yanılsama gerçeklikle teması sürdükçe aşınmış ve nihai olarak gerçeklik karşısında havlu atmıştır.
Görüldüğü gibi, ilerleme mevzusunda liberal yeni solla burjuvazi arasında bir çatlak oluşmuştu. Liberal yeni sol, kapitalizmin daha ileri bir aşamaya, imparatorluk aşamasına geçtiğini söylerken burjuvazi gelip dayanılan son noktada liberal batı demokrasilerini kendilerini gericilere karşı savunma ve pazar dışı ülkeleri de “ikna” ederek yatay genişleme aşamasına geçtiğini söylüyordu.
Ulaşılması gereken en son biçim “liberal batı demokrasileri” olunca bunun dışında kalan ülkelere de “muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak” kalıyor. Gönül rızanız yok mu? Önemli değil. 11 Eylül’den sonra olduğu gibi bomba yağmuru altında kalarak da ulaşabilirsiniz. Yani ilerlemek tarihsel bir eylem olarak hizaya gelmeyen halklara “kader” olarak dayatılıyor, örnek olarak da 17/02/2002 tarihinde BBC’de Afganistan ve Pakistan medreseleri karşılaştırılıyorlardı. Afganistan’daki medreselerde bizim yakından aşina olduğumuz Kur’an kurslarını hatırlatan görüntüler varken, Pakistan’daki medreselerde bilgisayar sistemleri ve internet eşliğinde modern eğitim yapılıyordu. Ya da Newsweek’in aynı sayısında 21.yy’ın teknisyeni olarak Fas’ta çekilmiş bir resim okuyucuya sunuluyordu. Medya aracılığıyla gerekli mesaj veriliyordu. Batı projektörü sürekli olarak İslam üzerinde tutmaya çalışıyordu. Ama hayat her zaman salt tek yönlü iradelerle yürümez. Zaman gelir, aynı tarihsel sürece başka güçler de müdahale eder ve tek taraflı yapılan bir düzenleme ve planlama hayata çarparak dağılmaya başlar.
Dünyanın sömürge, yeni sömürge bölgelerinde yeşeren kapitalizmin 500 yıllık sömürgecilik tarihini sorgulama hareketleri emperyalistlerin hesap-kitap işlerinin dışında tutulan: unutulmuş, horlanmış “yeryüzünün lanetlilerinin” tarih sahnesine çıkışlarının örnekleri ile dolmaya başlamışlardır. 1992’de tüm Amerika kıtasını kapsayan yerli örgütlerinin başını çektiği işgalin 500.yılı protesto etkinlikleri ile sömürgecilerden tazminat talep eden yeni bir hareket başladı. Bu hareket, Afrika’da, Zimbabwe ve Güney Afrika Cumhuriyeti’ne sıçrayarak tüm sahra altı Afrika’yı tehdit eder hale geldi. İngiliz dışişleri bakanını “yaşananlar Britanya’nın sömürgeci geçmişinin mirasıdır” demeye iten beyazların ellerindeki çiftliklere el koyma hareketleriyle süreç devam etmiştir. Avustralya’da Aborjinlerin tazminat ve toprak talepleri, en son yakıcı bir sorun olarak gündeme giren Filistin halkının işgal edilmiş topraklara geri dönüş hakki ile sorun her yerden boy vermeye başlamıştır. Amerika kıtasında kuzey ve güneyi kapsayan bir yerli federasyonu oluşmuştur.
Yani asıl olarak Seattle’la başlayan süreç, 2001 1 Mayıs’ın ön günlerinde, Kanada Quebec’te yapılan 3. Amerikalar Zirvesinde, anti-kapitalist kitle hareketinin önemli bir dönüm noktasına ulaşmıştır.
Quebec 2001
Öncelikle Emperyalist zincirin zayıf halkalarında kendini hissettiren kriz sermayenin ulus-üstü entegrasyonu sonucu giderek diğer halkaları da kapsayarak merkeze doğru genişlemiş ve 2000 yılı başlarından itibaren de küresel ölçekte kriz olarak anılmaya başlamıştır. Krizle yasama anlayışı olarak “Kriz Yönetimi” anlayışını geliştiren emperyalizm tarihsel deneyimlerinden çıkardığı derslerle yeni sürecin temel politikasının ilk nüvelerini 2000 yılı yaz aylarında başlayan yeni kontra saldırıları ile ortaya koymuştur. Arjantin, El Salvador Guatemala vs. gibi Latin Amerika ülkelerinde kontrgerilla operasyonları yeniden başladı. Sistemi radikal tarzda zorlayan FARC ve ELN’ye karşı Kolombiya Planı’nın devreye sokulması ve ABD’de petrol, ilâç ve silah tekellerinin olağanüstü desteği ile “Amerikan rüyasına” gölge düşüren seçim entrikaları ile BUSH’un başkan seçilmesi ve ardından Irak’ı yeniden bombalanması parçaların giderek birleşmesini sağlıyordu. Tam bu süreçte CIA dünyanın yeni sıcak çatışma bölgelerini içeren bir raporu kamuoyuna açıkladı. İsrail vahşi bir tarzda Filistin halkına karşı saldırıya geçti. Türkiye’de devlet 20 cezaevine birden saldırarak esi görülmemiş bir operasyona yöneldi. Afrika’da Kongo Demokratik Cumhuriyeti devlet başkanına suikast düzenlendi. Kolombiya ABD askerlerinin eğitimleri altında yeni ölüm mangaları ile dolduruldu. Amerikan askerleri sessiz sedasız dünyanın her yerine yerleştirilmeye başladı. Guatemala ve El Salvador topraklarını ABD ordusunu açmış, merkez Asya’da, balkanlarda yeni üsler kurulmuş, Nikaragua’ya asker gönderilmiş vs. Şu an 80 kusur ülkede de ABD askerî ve üsleri bulundurmaktadır.
2000’li yıllar hem baskı dalgasına tanıklık etti hem de yeni mücadele biçimleri ortaya çıktı. Arjantin Piketeros hareketi ile İşsiz İşçiler Hareketi’ni mücadele deneyimlerini kazandırdı. Bolivya’da 2003 ve 2005 ayaklanmaları gerçekleşti. Ekvador’da 2001, 2002 ayaklanmaları ortaya çıktı. Bu iki ülkede sorun çözülen burjuva iktidarının yerine yeni biçimi koyamamak olarak ortaya çıktı. Brezilya’da İşçi Partisi hükümetinin yükselişi başladı, Arjantin’de 2001 ayaklanması gerçekleşti. Uruguay’da kamuya ait petrol şirketinin özelleştirilmesi referandum ile reddedildi.
Filistin ikinci intifada ile sürece başladı. Filistin Halkının örgütlülük düzeyi İsrail güvenlik duvarını aştı ve FHKC Genel Sekreteri’nin öldürülmesine yanıt olarak faşist Turizm Bakanı cezalandırıldı. İsrail Lübnan’da ilk kez yenilgiye uğradı. Hizbullah direnişi ve örgütlülüğü ile Lübnan denkleminde tartışılmaz bir aktör olduğunu dosta düşmana gösterdi.
Nepal’de, Nepal Komünist Partisi (Maoist)’in önderlik ettiği halk savaşı legal siyaset kanallarına yöneldi. Güney Doğu Asya Maoist Partiler Koordinasyon Komitesi’nde birlikte çalıştıkları Hindistanlı Maoist örgütlerin birleşmelerinde pozitif bir rol oynadılar. HKP(M) başını çektiği halk hareketi tüm ülkeye yayılarak ülkenin en önemli gündem maddesi oldu. Hindistan Başbakanı ülkenin en önemli güvenlik sorununu Maoistlerin oluşturduğunu söyledi. Sri Lanka’da Tamiller yarı devlet pozisyonuna ulaştılar. Filipinlerde FKP’nin başını çektiği halk hareketi yeni pozisyonlar almaya başladı. Tayland’da diktatörlüğe karşı mücadelede emekçilerin ağırlığı hissedilmeye başlandı.
Afrika’da Nijerya’da Nijer Deltası Kurtuluş Güçleri yerli hakları ile sınıf ilişkileri arasında kurduğu ilişki ile petrol şirketleri ve Nijerya devletine savaş açtı. Onlarca örgütün şemsiye örgütü olarak biçimlenerek yeni bir örgütlenme modeli de geliştirdiler.
2001 yılında başlaya Dünya Sosyal forumu örgütlenmeleri ve anti-küresel hareketin yükselişi sürdü. 2001 Eylül’ünde ABD’ye yapılan saldırılar sonrasında ABD “teröre karşı sonsuz savaş” hedefi ile önleyici savaş doktrinini hayata geçirmeye başladı. ABD ordusu yeni düzenin gereklerine göre yeniden düzenlendi ve konumlandırıldı. NATO tarafından Afganistan saldırı ve işgali başladı.
Tarihsel Bir Dönüm Noktası: 2003 Irak İşgali Öncesi
Dünya ölçeğinde ortaya çıkan kitle hareketi asıl dönemeç noktası oldu. 1990’da başlayan çöküş, bozgun, dağılma döneminin sonuna 2003’te gelindi. 2003’ten itibaren, hareketin öne doğru hamle yaptığı bir dönem girdi. New York Times işgal öncesinde “Sokaklardaki Yeni Güç: Dünya Kamuoyu” analizi yaptı. 40 yakın kentte aynı anda eş zamanlı gösteriler düzenlendi. İkinci Süper güç adı kullanılmaya başladı.[14]
Yükseliş Döneminin Birinci Evresi
Yerel düzlemde başlayan hareketler ülkesel ve bölgesel güç haline gelirken bütün yerel renkleri ile ortaya çıkıyordu. Emperyalist-kapitalist zincirin farklı halkaları üretim sürecindeki yerine göre ortaya çıkan sınıf dinamiklerini mücadeleye katmaya başlamıştı.
2005 yılında Latin Amerika’da merkez sol hükümetler dalgası kitlelerin bilincinde ortaya çıkan değişimin önemli kilometre taşlarından biri oldu. Siyasal alan ve hedefler kitle hareketinin çıtayı yükselttiğini gösteriyordu. Tarihsel yenilginin ortaya çıkardığı en geri noktalardan hayatta kalma çabaları parça parça, tek tek olan hareketleri benzerleri ile temas koymaktan alıkoyuyordu. Hele yenilginin sorumlusu olan sosyalist partiler, hareketler ve sosyalist eğilimli sendikalardan ve kitle örgütlerinden bilinçli olarak uzak duruyorlardı. Ama kendi öz deneyimleri ile öğrenme süreci giderek parçadan koparak toplumun diğer kesimleri ile dayanışma duyguları ve eylemlerinin önünü açmaya başladı.
22 Mayıs 2006’da Meksika’nın Oaxaca kentinde eğitim emekçilerinin ekonomik taleplerle başlattığı greve 14 Haziran’da Oaxaca eyaleti silahlı kuvvetleri bastırmayı denedi. Bu andan itibaren Oaxaca’lı işçi, emekçi, öğrenci, yoksul köylü ve yerli halkların desteğini aldı ve bir halk grevine, ardından saldırılardan sorumlu Vali Ulises Ruiz Ortiz’in istifası talebiyle isyana dönüştü. Oaxaca işçi ve emekçilerinin bu birleşik isyanı büyütmek için kurdukları Oaxaca Halk Meclisi (APPO), kısa zamanda halk iktidarının organına evrildi. Altı ay boyunca kenti APPO yönetti. Dönemin bir komün örneği olarak belleklere kazındı.
Oaxaca Direnişi
2008 Bahar’ında Asya da Tamil halkına yönelik katliam saldırısı ile yeni dönemde İsrail’in Gazze’de uyguladığı toplama kampları stratejisinin yaygınlaşacağı netleşmeye başladı. Sessizlik duvarı içinde BM, ABD, AB, Rusya, Çin ve İsrail’in destekleri ile ormanın yakılması ve suyun kurutulması stratejisi uygulandı. Vahşet, katliam, toplama kampları. Yeni dönemin açık mesajlarından biri daha verilmiş oldu. Tamil halkının olağanüstü direnişi yeni döneme kalan en önemli direniş mesajlarından biri oldu. Terk edilmeyen ülke, yenilgiye görmesine rağmen ölümüne direniş.
Ardından Pakistan’daki Svat vadisinin bombalanması ile tarihin en büyük mülteci hareketlerinden biri yaratıldı. Toplama kampları stratejisinin yeni dönemde devrimci halk hareketlerini bastırmada temel bir yöntem olarak kullanılacağı pratik olarak da gösterildi. Yapıldığı dönemde Hindistan HKP(M) önderliğinde silahlı halk hareketi ülkenin bir numaralı iç tehdit unsuru olarak görülmeye başladı. Nepal’da yasal siyasi alana geçildi. Hindistan da halk hareketi yükseldi.
2008 Krizi ve İkinci Dönüm Noktası
Krizin en ayırt edici özelliği burjuva iktisadının bütün açıklama mekanizmalarını yitirdiğinin ortaya çıkması oldu. Ortada krizin sorumlusu olabilecek ne KİT kalmıştı ne de büyük sendikalar. Ama kriz 1929’tan sonra en önemli kriz olarak ortaya çıktı. Önemli paketlerle biraz soluk alındı ama sorun başladığı yerde durmaktadır. Gıda fiyatlarında ortaya çıkan artış krizin bir gıda krizine dönüşmekte olduğunu göstermekteydi.
Emperyalist kapitalistler, stratejik olarak gördükleri Honduras’ta askerî darbeyi hayata geçirdiler. Venezüella’da ters tepen darbe, Honduras’ta ayakta kaldı. Halkın oluşturduğu Darbeye Karşı Ulusal Cephe mücadeleye devam etmektedir.
Önce Avrupa emekçileri sokakları ısıttılar, ardından kuzey Afrika Kriz dönemlerinin bütün özelliklerini bir kez daha teyit ederek harekete geçti. Olağanüstü dönemlerde kitlelerin davranışlarında olağanüstü değişimler olur. “Sinik”, “mızmız” olduğu söylenen Arap halkları birbiri ardına yeni dönemin bir özelliğini daha teyit ederek harekete geçti. Her yerel hareket hızla bölgesel karakter kazanmaktadır.
Krizin Avrupa’da ortaya çıkan protesto grevler dalgası, Yunanistan en üst düzeye çıktı. AB dönem başkanı “Yunanistan, İspanya ve Portekiz için askeri darbeler gündeme gelebilir” dedi.
Asıl “sürpriz” ise Arap coğrafyasından geldi. Kitlelerin hal ve davranışlardaki değişiminin kriz koşullarında nasıl seyredeceğine ilişkin çarpıcı bir örnek teşkil etti. Burada yapılacak olan en gereksiz tartışma “ABD ya da CIA’nin işidir” deyip hafife almaktır. Önleyici savaş doktrini zaten deneyimleri ışığında gerilimin büyüdüğü yerlerde ısrar etmemeyi ve mümkün olduğunca düzen içinde bir değişimin makul görüleceği üzerine kuruludur. “Engelleyemiyorsan, yönlendir” şiarını uygulamaktadırlar.
Tahrir Meydanı
Sorun, harekete geçen kitleler ve bunun doğal sonucu olarak kitleler olmadan siyaset yapılamayacağı bir atmosfere girilmesidir. Deneyimle öğrenme sürüyor. Yazının başından beri altı çizilen tarihsel birikim yaşanan sürecin arka planını oluşturmaktadır.
Burada temel önceliğimiz, kriz tartışmasının yanına devrimci durum tartışmasını da eklemektir. Yani küresel kriz aslında küresel devrimci durumun tetikleyicisidir. Durağanlığın süreceği ya da ikinci dip tartışmaları aslında devrimci durumun derinleşeceği anlamına geliyor. Lenin’in klasik tanımının verilerinin aslında 2000’li yılların başından itibaren hayatımızın içine girdiğine tanık oluyoruz. Klasik refah-kriz döngüsünün dışında yapısal krizin yarattığı parçalı devrimci durum örnekleri yoğunlaşarak artmaktadır. Nasıl 90’ların ortalarından itibaren yerel krizlerle başlayan süreç 2008 merkez ülke ABD ile küresel krize dönüşmüşse, yerellerde başlayan yönetilmeme isteği 2005 Latin Amerika seçim dalgası ile başlamış, 2008 krizinde Avrupa’da grev dalgası olarak ortaya çıkmış, Arap dünyasında bölgesel ayaklanma özelliği kazanmıştır.
“Olgunlaşmamış ulusal kriz- ulusal kriz” ayrımı yaşananları anlamamız kolaylaştırmaktadır. Geniş emekçi kitlelerin davranışlarında yasal süreci aşan meşruluk temelinde ilerleyen şiddet yöntemlerini de kullanan bir örgütlenme mücadele evresi tanımlamaktadır olgunlaşmamış ulusal kriz. Mücadelenin burjuva kurumları parçaladığı Arjantin, Bolivya, Ekvador vs. ülkelerde iktidar sorunu ve devrimci kriz sorunun ortaya çıkarmıştır.
Burjuvazi nasıl ekonomik krize sorumlu bulamıyorsa (hatırlayalım, geçmiş krizlerin iki temel sorumlusu vardı: sendikalar ve KİT’ler), yani krizin kapitalizmin yapısal bir sorunu olduğu gözler önüne serilmişti.
Sosyalistlerin ve sendikaların güçsüz olduğu tarihsel koşullarda kendi mezar kazıcıları sınıfsal taleplerle ama kendiliğinde harekete geçmeye başlıyor. Tam olarak devrimci bir krizden söz edilemese de geniş kitlelerde yönetilmeme isteği giderek daha fazla ölçüde pratik olarak dışa vuruyor. Yönetenler eskisi gibi yönetmekte zorlanıyorlar. Tarihsel yenilgiyi yaşamamış bir emekçiler kuşağı bütün deneyimsizliğine rağmen hayata müdahale ediyor. Öğreniyor, baskı aygıtlarını işlevsizleştiriyor. Kitlesel davranış biçimleri hızlı bir değişikliğe uğruyor.
20. ve 21. yüzyıl karşılaştırmalarında bir önceki dönemin Nepal, Bolivya, Venezüella gibi “daha sessiz coğrafyaları ve ülkeleri” emperyalist-kapitalist sistemde gedikler açıp, mevziler oluşturarak emperyalist-kapitalist zincirin zayıf halkalardaki yeni kırılgan alanları oluşturmaktadırlar. Latin Amerika, Afrika, Asya ve Ortadoğu’da tarihe “yeni özneler” giriyor. Birikim harmanlanıyor, yayılıyor… Bölgesel özellikler taşıyor.
Evet şimdi “başka bir dünya mümkündür”den “Ayaklanma mümkündür”e geçişin sancıları ve ayak sesleri ortaya çıkmaktadır. Ayaklanmanın dilini öğrenenler kendi yollarında yıkıp-yapmanın diyalektiğini de üreteceklerdir. 1905 Devrimi’nde ortaya çıkan Sovyetler 20.yy deneyimi olarak göz kırpıyor bize. Hayat arındırıyor, zihinlerimiz açıyor, yüzlerimizi güzelleştiriyor.
Evet, bu dönemde komplo teorisyenlerini “haklı” çıkaracak ilişkilere de rastlamak mümkün. Örneğin Mübarek Rejimi’nin destekçisi ABD’nin, Mısır’da 6 Nisan Hareketi, Kübra hareketi gibi organizasyonlara Amerika’daki Demokrasi Geliştirme Vakfı aracılığıyla kaynak aktardığını da biliyoruz. (Michel Chossudovsky, Globalresearch.com). Süreç, karmaşık ilişkilerden, ideolojik karmaşadan arınarak gelişecek.
Çıkış üretemeyen emperyalist güçler, Ortadoğu’da IŞİD’in, Ukrayna’da faşist hareketin önünü açtılar. Yeni dönemin faşist güçlerini kolektif olarak eğitecekleri alanlar yaratıyorlar gelişmeleri bu doğrultuda kullanıyorlar.
Diğer yandan emperyalist bloklaşma ve çatışmalar giderek şiddetleniyor ve sıcak çatışma alanlarına dönüşüyor. Suriye’de İran, Rusya ve Çin’e karşı NATO bloğu, Ukrayna’da Rusya’ya karşı NATO bloğu, Mali’de Çin hegemonyasına karşı Fransa öncülüğünde NATO Bloğu ve şimdide Yemen’de İran hegemonyasına karşı Suudi Arabistan Öncülüğünde. NATO Bloğu karşı karşıya geliyor.
Devrimci bir programın öneminin arttığı ama “İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha önemlidir.”[15] saptamasının yol gösterdiği bir dönemin içindeyiz.
Egemenler “kâhin” olarak 21. yüzyılda olacakları tahmin ettiler. Hazırlıklarını ona göre yaptılar. “Biz” de biliyorduk olacakları, zaman konusunda bir sorunumuz vardı. Onu da tarihin yapıcı gücü kitleler çözüyor. Şimdi yeni bir toplumun nasıl kurulacağını bugünde yarına uzanan bir yıkıcı-kurucu politik-toplumsal bir çerçeve oluşturmak gerekiyor.
Ama artık kendi hayal dünyamızın değil, hayatın, sokağın, sınıf mücadelesinin içinde sorunları tartışmanın zemini güçleniyor. Sınıf mücadelesi sertleşirken bütün barışçıl hayaller yavaş yavaş buharlaşıyor. Yeni bir devrimci dönemin başında olduğumuzun işaretleri ile karşıyayız. Dönem öznelerini çağırıyor.
Dipnotlar
[1] Orijinal rapor için bakınız: OECD.
[2] Çalışmadan alıntı yapılan bir diğer makale için bkz: Wilson Quarterly.
[3] Orijinal rapor için bakınız: Gov.uk.
[4] #Blockupy hareketi nedir ve kimlerden oluşuyor: İsyandan.
[5] Bahsi geçen makale için bakınız: Guardian.
[6] Lawmaker Warns Christian Fundamentalism Growing in Brazil: Telesur.
[7] Hindistan’da yükselen faşizm: İsyandan.
[8] Avrupa’da göçmen gettoları: “Cihatçılık yap, kimlik siyaseti yap, sınıf siyaseti yapma!”: Sendika.org.
[9] Orijinal rapor için bakınız: Usarmy.
[10] Ukrayna- ABD Faşist Milisleri Eğitecek: İsyandan.
[11] Kent Savaşları için Gazze, Ukrayna ve ABD’de yapılan Hazırlıklar: İsyandan.
[12] Bu strateji ABD merkezlidir. Fakat diğer emperyalist güçler bunu referans alıp yeniden yapılanmaktadırlar. Bu stratejinin yedi temel ayağından söz edebiliriz: a) açık ve gizli cezaevleri, b) uluslararası güvenlik akademileri, c) karşı-terör istihbarat merkezleri, d) terörle mücadele yasaları, e) iade ve Avrupa’daki yakalama garantisi hakkındaki anlaşmalar, göçmenlerin gözaltına alınması, kontrolü ve baskı altında tutulmaları, kara listeler, f) iklim değişimi silahı olarak jeo-mühendislik ya da atmosferin askerîleştirilmesi, g) uzayın askerîleştirilmesi.
[13] Francis Fukuyama, “Hedefleri: Modern Dünya”, Newsweek, Özel sayı, Terörizm, Sayı:2002.
[14] New York Times, 17 Şubat 2003.
[15] K. Marx, Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi, W. Bracke’ye Mektup, Londra, 5 Mayıs 1875.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder