11 Temmuz 2015 Cumartesi

Bağzı Tartışmalar Üzerine…

Değerlendirme ve tespitlerimize başlamadan önce “zorunlu” bir açıklama yapma ihtiyacı duyduk. Mayıs ayında İştirakî dergisinin blog sayfasında yayınlanan Eskiyen Ne Varsa Atalım başlıklı araştırma-değerlendirme yazımızdan sonra mail adresimize olumlu yönde eleştiriler ve katkılar geldiği gibi, olumsuzlayan eleştiriler de aldık. Bu eleştirilerin her biri bizim açımızdan oldukça değerlidir. Değerlendirmelere dönük yazımız içerisinde de belirttiğimiz üzere, eleştirilere açık olduğumuzu, değişeme dair yanlış değerlendirmelerimiz olabileceğini de peşinen kabul ettik. Bunları karşılıklı eleştiri-özeleştiri tartışmalarıyla sonuçlandırabiliriz.
Fakat bağzı mailler var ki değinmeden yapamayacağız. Bu bağzı maillerin genel olarak ortak vurgusu Kaypakkaya’yı inkâr ettiğimize dönük bilindik, sıradan öfkelenmelerdir. Ne kadar anlatsak da böylesi temelsiz, duygusal tepki ve eleştirilerle karşılaşacağımızı biliyorduk. Açıkçası bunları gayet normal karşılıyoruz.
Bizler Eskiyen Ne Varsa Atalım başlıklı yazımızda Kaypakkaya yoldaşı inkâr etmedik, böyle bir yönelimimiz de olmadı. Sadece Kaypakkaya yoldaşın kendi dönemine ait sosyo-ekonomik yapı tespitinin günümüz açısından güncelliğini yitirdiğini ve buna bağlı olarak devrimin yolu, esas alan, kızıl siyasi iktidarlar meselelerine dair düşüncelerimizi yaptığımız bir çalışmayla yazıya döktük.
Ne bahsini ettiğimiz araştırma/değerlendirme yazısında ne de Haziran ayında Kaypakkaya Partizan ve İştirakî dergisinin internet sitelerinde yayınlanan “7 Haziran Seçimleri ve Devrimci-Demokratik Hareket başlıklı değerlendirme yazılarında Kaypakkaya’yı inkâr etmediğimiz açıktır. Amacımızın Kaypakkaya geleneğine eleştirilerle birlikte katkıda bulunmak olduğu görülmelidir.
Eğer çok merak ediliyorsa; Kaypakkaya yoldaşın Kemalizm, Devlet, Parti, Ulusal Sorun vb. konularda güncelliğini koruduğunu belirtmek isteriz. Bu konulara dair esas korunarak çeşitli katkılar yapılabileceğini de düşünüyoruz.
Velhasıl merak edenler ve tekrar okumak isteyenler 18 Mayıs vesilesiyle yazılan yazıyı, istiraki.blogspot.com.tr linkinden, 7 Haziran genel seçimleri sonrası yayınlanan makaleyi www.kaypakkayahaber.comya da istiraki.blogspot.com.tr linklerinden okuyabilirler.
Bu uzun ve “zorunlu” açıklamayı yaptıktan sonra bu ayki yazımıza geçebiliriz. Yazımızda; egemen kliklerin kendi aralarındaki çatışmaları, buna bağlı olarak devlet meselesi, güncel politika olarak meclis başkanlığı seçimleri ve koalisyon tartışmalarını değerlendireceğiz. Bununla birlikte Türkiye Solu’nun, Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımı ve bu mesele üzerinde birlerine yönelttikleri eleştirilerine değineceğiz.
Yanılsama ve Yine Yanılsama
Ülkemizde hâkim sınıf klikleri arasındaki dalaş TC devletinin kurulduğu günden beri sürekli olarak sürmektedir. Bazı dönemlerde şiddetli çatışmalar, bazı dönemlerde ise geçici “uzlaşmalarla” sürüp gelmektedir. Bu kapışma hali ise gerici-faşist devlet yıkıldığında son bulacaktır. Bu, bir devrim sorunudur ve proletarya önderliğinde gelişen bir devrim sonrası hâkim sınıflar arasındaki çelişme kendiliğinden sona erecektir.
Maalesef ki bir devrim ve proletarya önderliğinde bir iktidar olmadığı için bu klikler arasındaki mücadele de sürmektedir.
7 Haziran seçimlerinde yaralanan AKP, yeni oluşan aritmetik tablo içerisinde koalisyon tartışmalarının belirleyici unsuru olmaya devam etmektedir. AKP ciddi bir darbe alarak tek başına hükümet olma şansını kaybetmiş fakat birinci parti olmayı başarmıştır. Meclis başkanlığı seçimlerini ise MHP’nin HDP’ye olan tavrından dolayı kazanmıştır. MHP’nin kendisi açısından tutarlı olan HDP ile birlikte gözükmeme tavrı meclis başkanlığı seçimlerinde olduğu gibi koalisyon oluşturma sürecinde de AKP’nin işine yaradığı, yarayacağı açıktır. Seçim sonrası süreci, darbelenmiş AKP’nin 7 Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan belirsizlikte inisiyatifi ele geçirdiğini belirterek özetleyebiliriz.
MHP’nin kendi içerisindeki bu tutarlı yaklaşımı, kendini AKP karşıtlığıyla sınırlandıranları hayal kırıklığına uğratmıştır. AKP karşıtlığıyla gözleri karararak, devlet gerçeğini göremeyenlerin böylesi hayal kırıklıklarına uğraması ise oldukça normal ve bir o kadar da trajiktir.
Düzen partilerinin varlığı açısından devletin devamlılığı esastır. Bu, oldukça yalın bir gerçektir. Yanılsamanın ilk etabını devlet ve düzen partilerinin amaç ve işlevlerini unutanlar oluşturmaktadır.
“Yanılsama içerisinde yanılsama” dediğimiz ikinci etap elemanları ise; başta HDP ve ona yedeklenenler ile diğer reformist sol oluşturmaktadır. HDP, AKP karşıtlığı üzerinden çok şeyler bekleyen kendileri değilmiş gibi davranmaktadır. Kitlelere dönük “zaten MHP’den ne bekliyordunuz” anlamına çıkan bir tavır içerisine girmiş olmaları MHP’den bekledikleri umudu kaybetmiş olmalarıyla alakalıdır. CHP-MHP hükümetine destek vereceklerini, devleti hükümetsiz bırakmayacaklarını, istikrardan yana olduklarını kendileri söylememiş gibi, yeni bir hamle yapma girişimleri baştan sona tutarsızlıktır. CHP-MHP koalisyonunu destek tavrına gireceksin, bu olmayınca “AKP-MHP koalisyonu savaş hükümeti olur” diyerek karşı çıkıp AKP-CHP koalisyonuna göz kırpacaksın. Tüm bunları ilkesel siyaset adına dile getirecek kadar da ilkesiz davranacaksın. Kendini AKP karşıtlığıyla sınırlandırmak, diğer düzen partilerine göz kırpmak, pazarlıklar içerisinde, meclis koridorlarında boğulmanın önüne açmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bakın Kaypakkaya yoldaş meseleye dair yaklaşımını nasıl açıklıyor:
“Bir komünist hareket için elbette iki gerici klikten birini tercih etmek söz konusu olamaz. Komünist hareket, ikisini de düşman olarak görür; ikisini de devirmek için mücadele eder; ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için, bunların birbirine göre durumunu iyi tespit eder, en gerici olanı tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendi arasındaki düşmanlık çizgisini sıkı sıkıya muhafaza etmekten de geri kalmaz. Bilir ki, hâkim sınıflar arasındaki bu boğuşma her an halka karşı bir birleşmeye dönüşebileceği gibi, bugün en gerici olan kliğin yerini, yarın diğeri de alabilir. Bu, gericiler arasında durmadan değişen güç dengesine, iktidara hangi kliğin hâkim olduğuna, iktisadi ve siyasi buhranın mevcut olup olmamasına ve benzeri şartlara bağlıdır.” [İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar]
Elbette ki HDP’den Kaypakkaya tavrı beklemiyoruz. Bu alıntıyı HDP’nin yedeği durumuna düşen Kaypakkayacı hareketlere söylüyoruz.
İki Eleştiri: Yedeklenmek ve Sosyal Şovenizm
Sırrı Süreyya Önder’in sosyal medyada paylaşım rekorları kıran TBMM’de yaptığı bir konuşmasını hatırlatmak istiyoruz. HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder TBMM’de yapılan bir görüşmede söz hakkı alarak iktidar ve muhalefetin birbirleri hakkında söylediklerine “ikinizde haklısınız, biz ikinizin de söylediklerine grup olarak katılıyoruz” demişti. Türkiye Solu’nun Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımları üzerinden birbirlerine yönelttikleri eleştiriler değerlendirildiğinde, her iki kesimin birbirlerine yönelik eleştirilerine “ikiniz de haklısınız” diyebiliriz.
Kimdir bu iki kesim: Birincisi; bazı nüanslar taşıyarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin yörüngesindeki, “hep destek, tam destek” diyerek yedeklenen hareketlerdir. İkincisi ise Kürt Özgürlük Hareketi’ne mesafe koymak için türlü bahaneler arayan, Kemalizm’in etkisindeki, sosyal şoven hareketlerdir.
Her iki kesimin de Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımı sakattır. Burada bir tercih yapma zorunluluğumuz ve niyetimiz yoktur.
AKP, ezilen Kürt ulusunun başkaldırısına karşı aldatma ve tasfiye amaçlı bir süreç başlatmış ve hükümet olma durumunu günümüze kadar bu dengeyi sağlayarak sürdürmüştür. Uzun yıllardır çeşitli adlarla sürdürdüğü bu aldatma amaçlı siyaset sayesinde 7 Haziran seçimlerine kadar güçlenerek ilerlemiş ve nihayetinde aldatma, oyalama siyasetine karşı Kürt halkı AKP’yi Kuzey Kürdistan’da sandığa gömerek tepkisini göstermiştir. Her ne kadar AKP eliyle sürdürülen “süreç” onun iktidarda kalmasını sağlamış olsa da sürecin bir tarafı olan Kürt Özgürlük Hareketi’ni de güçlendirmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi bu süreçten güçlenerek çıkmıştır. Türkiye Devrimci Hareketi’nin belirli kesimlerince dile getirilen “teslimiyet” yaşanmamıştır. Zaten böyle bir tespitte bulunmak Kürt Özgürlük Hareketi’ni tanımamaktan ileri gelmektedir. Onun ulusal çıkarları ekseninde sürdürdüğü uzlaşmacı çizgisini teslimiyet olarak okumuştur. Bu, gözünün önünde cereyan eden ulusal bir hareketi anlamamaktan ileri gelmektedir.
Ezilen ulusun haklı, meşru ve demokratik ne kadar talebi varsa sonuna kadar desteklenmesi komünistlerin tavrı olmalıdır. Günümüz gerçeği içerisinde bu hareketle arasına mesafe koymak politik arenada ezilen ulusun uğradığı milli zulme seyirci kalmaktır.
Bu, onun her dediğinin alkışlanması, “hep destek, tam destek” anlamına gelmez. Ortak düşmana karşı bağımsız siyaset yapma hakkını koruyarak, eleştirilerimizle birlikte, mücadelenin çeşitli alanlarında birarada olmayı başarmalıyız. Özgür Gelecek ve Halkın Günlüğü haber sitelerinde çıkan meclis başkanlığı ve koalisyon meselelerine dair yapılan değerlendirmeler kendini düzen partileriyle sınırlandırmıştır. HDP’nin tüm bu süreçteki tavrını görmezden gelmeleri, yurtsever hareketin hassasiyetlerinden dolayı eylemsizlik kararı almanın, yedeklenmekten başka bir adı yoktur.
Ne yedeklenmek, ne de anlamsız mesafeler koymak doğru bir yaklaşımdır. Türkiye solu kendi yapamadığını ve başaramadığı ne kadar şey varsa hep ulusal hareketin yapmasını beklemiş, bu olmayınca da ya ona yedeklenmiş ya da arasına anlamsız mesafeler koymuştur.
Umut Munzur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder