HDP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HDP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ağustos 2016 Pazartesi

HDP Hariç Süreci

“Liderler Saraya davet edildi…
HDP hariç”
“Birlik ve beraberliği tahkim amacıyla hakaret davaları geri çekildi…
HDP hariç”
“Liderler Yenikapı mitingine davet edildi…
HDP hariç”
[Gazeteler]
Egemenin neden ‘davet etmediği’ pek anlaşılır. Hayır, hayır kastım HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde elde ettiği başarı yüzünden  başkanlık hayallerinin suya düşmüş olması değil… Ya da sürekli kulağının dibinde ‘demokratik değerlere’ ve ‘Kürt sorununa’ vurgu yapan HDP’nin varlığı da değil tek başına onu rahatsız eden… Bu rakibi eğip bükememesi, ne yaparsa yapsın ‘hizaya sokamaması’, bir türlü etkisizleştirememesi, gündemden düşürememesi de değil… Davet edilmeme nedeninin bütün bu saydıklarımın yanında son derece ‘insanî’ bir boyutunun da olduğu kanaatindeyim. Çok basit ve anlaşılır aslında, dizginlenemeyen kişisel öfke… Egemenin bu tür öfke patlamalarına birçok kere şahit olmadık mı? Bu öylesine bir öfke ki hani ‘sureti haktan görünme’, ‘zevahiri kurtarma’ ihtiyacı bile duymuyor… Siyaseten bile… Takdire şayan!
Bakınız ‘hırsızlık, yolsuzluk, vatan hainliği’ propagandalarını siyasi manifestosu yapmış MHP nasıl da uysal bir koyun gibi hizaya girdi. Nasıl da yedeklendi… Kongresini engelleyebilmek için bile AKP hükümetinin desteğine ihtiyaç duyuyor. Meclis MHP’si AKP’nin ‘elde bir’ oy potansiyeli haline geldi…
Anlı şanlı ordu ve bir zamanların mangalda kül bırakmayan ulusalcı solu egemenin ağzına bakıyor, epeydir. Egemende anti-emperyalizm keşfettiler…
CHP yönetimi de -CHP değil- neredeyse kapana girmek üzere, maalesef! Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda alınan ve ‘anayasaya aykırı ama…’ diye başlayan siyaset parodisiyle de başlamadı süreç. Mustafa Sarıgül’ün İstanbul adaylığından, Ekmeleddin İhsanoğlu mutabakatından geçerek bugünlere geldik. 45 gün süren avara kasnak ‘istikşafi’ görüşmelerde figüran olma basiretsizliği de ayrıca siyaset tarihine kaydoldu… Ha keza il, ilçe ve mahalleler yerle yeksan edilirken en ufak bir demokratik tepki belirtisi gösterememe aymazlığı da unutulmadı… ‘Efendim ben sarayda sordum, neden HDP davet edilmedi, edilmeliydi, dedim’… Eee! Bitti mi, görev tamam mı? ‘Böylece ne kadar demokrat olduğumuzu da göstermiş olduk, olmadı mı?’ Yersen! Aslında E. Kürkçü veciz bir şekilde ifade etti, Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin açmazını; ‘yeni bir rejim inşa ediliyor ve CHP yönetimine de bu rejimin icazeti solu olma görevi teklif ediliyor’. CHP’den kuvvetli bir tepki yükselmezse, CHP yönetimi bu teklifin üstüne atlayacak gibi görünüyor… Aslında CHP gibi damarlarında devletin kanı dolaşan bir partinin ‘HDP hariç sürecinin’ -eğer genel kabul görüp kronikleşirse- devletin bekası açısından nasıl bir tehlike oluşturduğunu gör(e)memesi de ayrıca kayda değer…
İtinayla tırmandırılan ‘HDP hariç sürecinin’, üzerinde siyaset yapılan zemin açısından ne kadar büyük tehlikelere gebe olduğunun HDP dışındaki sosyalist oluşumlarda da gereken uyarıcı etkiyi yaratmadığı görülüyor. Bu umursamazlıkla malul tutumun demokrasi mücadelesinde CHP’yi kerteriz almaktan kaynaklandığı açık. En azından bir kısım sosyalist oluşumlar bakımından. CHP ile aradaki mesafenin daralmasının, başka bir deyimle HDP ile mesafeyi netleştirme arzusunun sosyalist mücadeleye olsa olsa zararı olur… ‘Efendim egemenin daveti de önemli mi, gidecek miydi ki’ sorusu da son derece yanlış. Sorun gidip gitmemenin ötesinde ‘HDP hariç sürecinin’ nelere yol açabileceğini görmek meselesi.
S. Demirtaş HDP’nin önemini şöyle vurguluyor:
“…Tümüyle Türkleşmiş bir Kürt partisinden asla korkmazlar, tümüyle Kürdistan’a hapsolmuş bir bölge partisinden de asla korkmazlar. Korktukları şey, bu dengeyi sağlayabilen partidir. HDP 7 Haziran’da bu dengeyi sağlayabildiği için zaten rejim kendisini tehlikede hissedip Saray’ın etrafında milli blok oluşturdu.” [Express144]
‘HDP hariç süreci’ bu dengeyi bozmayı hedefliyor. Egemenler bu dengenin bozulmasının bu ‘güzel ve yalnız ülkenin’ dengelerini de bozacağının ne kadar farkındadır, bilinmez.
Biz sosyalistlerin farkında olmama ve tepkisiz kalma lüksümüz yok!
Cengizhan Güngör

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Bağzı Tartışmalar Üzerine…

Değerlendirme ve tespitlerimize başlamadan önce “zorunlu” bir açıklama yapma ihtiyacı duyduk. Mayıs ayında İştirakî dergisinin blog sayfasında yayınlanan Eskiyen Ne Varsa Atalım başlıklı araştırma-değerlendirme yazımızdan sonra mail adresimize olumlu yönde eleştiriler ve katkılar geldiği gibi, olumsuzlayan eleştiriler de aldık. Bu eleştirilerin her biri bizim açımızdan oldukça değerlidir. Değerlendirmelere dönük yazımız içerisinde de belirttiğimiz üzere, eleştirilere açık olduğumuzu, değişeme dair yanlış değerlendirmelerimiz olabileceğini de peşinen kabul ettik. Bunları karşılıklı eleştiri-özeleştiri tartışmalarıyla sonuçlandırabiliriz.
Fakat bağzı mailler var ki değinmeden yapamayacağız. Bu bağzı maillerin genel olarak ortak vurgusu Kaypakkaya’yı inkâr ettiğimize dönük bilindik, sıradan öfkelenmelerdir. Ne kadar anlatsak da böylesi temelsiz, duygusal tepki ve eleştirilerle karşılaşacağımızı biliyorduk. Açıkçası bunları gayet normal karşılıyoruz.
Bizler Eskiyen Ne Varsa Atalım başlıklı yazımızda Kaypakkaya yoldaşı inkâr etmedik, böyle bir yönelimimiz de olmadı. Sadece Kaypakkaya yoldaşın kendi dönemine ait sosyo-ekonomik yapı tespitinin günümüz açısından güncelliğini yitirdiğini ve buna bağlı olarak devrimin yolu, esas alan, kızıl siyasi iktidarlar meselelerine dair düşüncelerimizi yaptığımız bir çalışmayla yazıya döktük.
Ne bahsini ettiğimiz araştırma/değerlendirme yazısında ne de Haziran ayında Kaypakkaya Partizan ve İştirakî dergisinin internet sitelerinde yayınlanan “7 Haziran Seçimleri ve Devrimci-Demokratik Hareket başlıklı değerlendirme yazılarında Kaypakkaya’yı inkâr etmediğimiz açıktır. Amacımızın Kaypakkaya geleneğine eleştirilerle birlikte katkıda bulunmak olduğu görülmelidir.
Eğer çok merak ediliyorsa; Kaypakkaya yoldaşın Kemalizm, Devlet, Parti, Ulusal Sorun vb. konularda güncelliğini koruduğunu belirtmek isteriz. Bu konulara dair esas korunarak çeşitli katkılar yapılabileceğini de düşünüyoruz.
Velhasıl merak edenler ve tekrar okumak isteyenler 18 Mayıs vesilesiyle yazılan yazıyı, istiraki.blogspot.com.tr linkinden, 7 Haziran genel seçimleri sonrası yayınlanan makaleyi www.kaypakkayahaber.comya da istiraki.blogspot.com.tr linklerinden okuyabilirler.
Bu uzun ve “zorunlu” açıklamayı yaptıktan sonra bu ayki yazımıza geçebiliriz. Yazımızda; egemen kliklerin kendi aralarındaki çatışmaları, buna bağlı olarak devlet meselesi, güncel politika olarak meclis başkanlığı seçimleri ve koalisyon tartışmalarını değerlendireceğiz. Bununla birlikte Türkiye Solu’nun, Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımı ve bu mesele üzerinde birlerine yönelttikleri eleştirilerine değineceğiz.
Yanılsama ve Yine Yanılsama
Ülkemizde hâkim sınıf klikleri arasındaki dalaş TC devletinin kurulduğu günden beri sürekli olarak sürmektedir. Bazı dönemlerde şiddetli çatışmalar, bazı dönemlerde ise geçici “uzlaşmalarla” sürüp gelmektedir. Bu kapışma hali ise gerici-faşist devlet yıkıldığında son bulacaktır. Bu, bir devrim sorunudur ve proletarya önderliğinde gelişen bir devrim sonrası hâkim sınıflar arasındaki çelişme kendiliğinden sona erecektir.
Maalesef ki bir devrim ve proletarya önderliğinde bir iktidar olmadığı için bu klikler arasındaki mücadele de sürmektedir.
7 Haziran seçimlerinde yaralanan AKP, yeni oluşan aritmetik tablo içerisinde koalisyon tartışmalarının belirleyici unsuru olmaya devam etmektedir. AKP ciddi bir darbe alarak tek başına hükümet olma şansını kaybetmiş fakat birinci parti olmayı başarmıştır. Meclis başkanlığı seçimlerini ise MHP’nin HDP’ye olan tavrından dolayı kazanmıştır. MHP’nin kendisi açısından tutarlı olan HDP ile birlikte gözükmeme tavrı meclis başkanlığı seçimlerinde olduğu gibi koalisyon oluşturma sürecinde de AKP’nin işine yaradığı, yarayacağı açıktır. Seçim sonrası süreci, darbelenmiş AKP’nin 7 Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan belirsizlikte inisiyatifi ele geçirdiğini belirterek özetleyebiliriz.
MHP’nin kendi içerisindeki bu tutarlı yaklaşımı, kendini AKP karşıtlığıyla sınırlandıranları hayal kırıklığına uğratmıştır. AKP karşıtlığıyla gözleri karararak, devlet gerçeğini göremeyenlerin böylesi hayal kırıklıklarına uğraması ise oldukça normal ve bir o kadar da trajiktir.
Düzen partilerinin varlığı açısından devletin devamlılığı esastır. Bu, oldukça yalın bir gerçektir. Yanılsamanın ilk etabını devlet ve düzen partilerinin amaç ve işlevlerini unutanlar oluşturmaktadır.
“Yanılsama içerisinde yanılsama” dediğimiz ikinci etap elemanları ise; başta HDP ve ona yedeklenenler ile diğer reformist sol oluşturmaktadır. HDP, AKP karşıtlığı üzerinden çok şeyler bekleyen kendileri değilmiş gibi davranmaktadır. Kitlelere dönük “zaten MHP’den ne bekliyordunuz” anlamına çıkan bir tavır içerisine girmiş olmaları MHP’den bekledikleri umudu kaybetmiş olmalarıyla alakalıdır. CHP-MHP hükümetine destek vereceklerini, devleti hükümetsiz bırakmayacaklarını, istikrardan yana olduklarını kendileri söylememiş gibi, yeni bir hamle yapma girişimleri baştan sona tutarsızlıktır. CHP-MHP koalisyonunu destek tavrına gireceksin, bu olmayınca “AKP-MHP koalisyonu savaş hükümeti olur” diyerek karşı çıkıp AKP-CHP koalisyonuna göz kırpacaksın. Tüm bunları ilkesel siyaset adına dile getirecek kadar da ilkesiz davranacaksın. Kendini AKP karşıtlığıyla sınırlandırmak, diğer düzen partilerine göz kırpmak, pazarlıklar içerisinde, meclis koridorlarında boğulmanın önüne açmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bakın Kaypakkaya yoldaş meseleye dair yaklaşımını nasıl açıklıyor:
“Bir komünist hareket için elbette iki gerici klikten birini tercih etmek söz konusu olamaz. Komünist hareket, ikisini de düşman olarak görür; ikisini de devirmek için mücadele eder; ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için, bunların birbirine göre durumunu iyi tespit eder, en gerici olanı tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendi arasındaki düşmanlık çizgisini sıkı sıkıya muhafaza etmekten de geri kalmaz. Bilir ki, hâkim sınıflar arasındaki bu boğuşma her an halka karşı bir birleşmeye dönüşebileceği gibi, bugün en gerici olan kliğin yerini, yarın diğeri de alabilir. Bu, gericiler arasında durmadan değişen güç dengesine, iktidara hangi kliğin hâkim olduğuna, iktisadi ve siyasi buhranın mevcut olup olmamasına ve benzeri şartlara bağlıdır.” [İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar]
Elbette ki HDP’den Kaypakkaya tavrı beklemiyoruz. Bu alıntıyı HDP’nin yedeği durumuna düşen Kaypakkayacı hareketlere söylüyoruz.
İki Eleştiri: Yedeklenmek ve Sosyal Şovenizm
Sırrı Süreyya Önder’in sosyal medyada paylaşım rekorları kıran TBMM’de yaptığı bir konuşmasını hatırlatmak istiyoruz. HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder TBMM’de yapılan bir görüşmede söz hakkı alarak iktidar ve muhalefetin birbirleri hakkında söylediklerine “ikinizde haklısınız, biz ikinizin de söylediklerine grup olarak katılıyoruz” demişti. Türkiye Solu’nun Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımları üzerinden birbirlerine yönelttikleri eleştiriler değerlendirildiğinde, her iki kesimin birbirlerine yönelik eleştirilerine “ikiniz de haklısınız” diyebiliriz.
Kimdir bu iki kesim: Birincisi; bazı nüanslar taşıyarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin yörüngesindeki, “hep destek, tam destek” diyerek yedeklenen hareketlerdir. İkincisi ise Kürt Özgürlük Hareketi’ne mesafe koymak için türlü bahaneler arayan, Kemalizm’in etkisindeki, sosyal şoven hareketlerdir.
Her iki kesimin de Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımı sakattır. Burada bir tercih yapma zorunluluğumuz ve niyetimiz yoktur.
AKP, ezilen Kürt ulusunun başkaldırısına karşı aldatma ve tasfiye amaçlı bir süreç başlatmış ve hükümet olma durumunu günümüze kadar bu dengeyi sağlayarak sürdürmüştür. Uzun yıllardır çeşitli adlarla sürdürdüğü bu aldatma amaçlı siyaset sayesinde 7 Haziran seçimlerine kadar güçlenerek ilerlemiş ve nihayetinde aldatma, oyalama siyasetine karşı Kürt halkı AKP’yi Kuzey Kürdistan’da sandığa gömerek tepkisini göstermiştir. Her ne kadar AKP eliyle sürdürülen “süreç” onun iktidarda kalmasını sağlamış olsa da sürecin bir tarafı olan Kürt Özgürlük Hareketi’ni de güçlendirmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi bu süreçten güçlenerek çıkmıştır. Türkiye Devrimci Hareketi’nin belirli kesimlerince dile getirilen “teslimiyet” yaşanmamıştır. Zaten böyle bir tespitte bulunmak Kürt Özgürlük Hareketi’ni tanımamaktan ileri gelmektedir. Onun ulusal çıkarları ekseninde sürdürdüğü uzlaşmacı çizgisini teslimiyet olarak okumuştur. Bu, gözünün önünde cereyan eden ulusal bir hareketi anlamamaktan ileri gelmektedir.
Ezilen ulusun haklı, meşru ve demokratik ne kadar talebi varsa sonuna kadar desteklenmesi komünistlerin tavrı olmalıdır. Günümüz gerçeği içerisinde bu hareketle arasına mesafe koymak politik arenada ezilen ulusun uğradığı milli zulme seyirci kalmaktır.
Bu, onun her dediğinin alkışlanması, “hep destek, tam destek” anlamına gelmez. Ortak düşmana karşı bağımsız siyaset yapma hakkını koruyarak, eleştirilerimizle birlikte, mücadelenin çeşitli alanlarında birarada olmayı başarmalıyız. Özgür Gelecek ve Halkın Günlüğü haber sitelerinde çıkan meclis başkanlığı ve koalisyon meselelerine dair yapılan değerlendirmeler kendini düzen partileriyle sınırlandırmıştır. HDP’nin tüm bu süreçteki tavrını görmezden gelmeleri, yurtsever hareketin hassasiyetlerinden dolayı eylemsizlik kararı almanın, yedeklenmekten başka bir adı yoktur.
Ne yedeklenmek, ne de anlamsız mesafeler koymak doğru bir yaklaşımdır. Türkiye solu kendi yapamadığını ve başaramadığı ne kadar şey varsa hep ulusal hareketin yapmasını beklemiş, bu olmayınca da ya ona yedeklenmiş ya da arasına anlamsız mesafeler koymuştur.
Umut Munzur

29 Haziran 2015 Pazartesi

7 Haziran Genel Seçimleri ve Devrimci-Demokratik Hareket

Nihayet 7 Haziran genel seçimleri sonuçlanmış, aşağı-yukarı beklentiler gerçekleşmiş ve tahmin edilen sonuçlar ortaya çıkmıştır. 7 Haziran genel seçimlerinin hâkim sınıflar cephesinden ve devrimci-demokratik güçler açısından ele alınış biçimi ve ortaya çıkan sonuçlara ilişkin tespitler ve önümüzdeki döneme dair değerlendirmeler yapılmaktadır.
13 yıldır TC devletine tek başına hükümet olan AKP, bu dönem boyunca devletin tüm olanaklarını kendi kliği için seferber etmiş, birçok kurumu ele geçirmeyi başarmıştır. Egemen sınıfların diğer kliklerine karşı amansız mücadele eden AKP, dokunulamaz denilen Türk ordusunun paşalarını, rütbelilerini, çeşitli kurum ve kuruluşlardaki Kemalist kliğin ateşli savunucularını Ergenekon davası kapsamında kodese tıkamayı başarmıştır. Ordudan, yargıya, polis teşkilatından, sendikalara kadar tüm alanlarda kendini hâkim hale getirmiştir. Kemalist kliği ezme, hareket alanını daraltma, sindirmede büyük oranda başarılı olmakla beraber, bu kliğin ve ona yedeklenen halk kitlelerinin öfkesini de büyütmüştür.
Kaypakkaya yoldaşın berrak bir şekilde ortaya koyduğu gibi, bu iki klik arasındaki mücadele TC devletinin kuruluşundan beri devam etmektedir. Bu gerçeklik, tek parti döneminde aynı parti içerisinde, çok partili dönemde ise farklı farklı partilerde kendini ifade ederek devam edegelmiştir. Tüm bu tarihsel süreç boyunca yarı-sömürge durumdaki ülkemizin hâkim sınıf klikleri kendilerini emperyalist devletlerden birine yaslayarak ya da daha doğru bir ifadeyle, emperyalistler kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarına uygun politik figürleri destekleyerek hükümet haline getirmiştir. Özellikle 1950’lerden sonra belirleyici emperyalist güç ise ABD olmuştur.
Hâkim sınıf klikleri arasında gerçekleşen dalaşta en önemli ayak ise kitlelerin desteğini almaktır. Kitlelerin desteğini almanın en iyi yöntemi ise yaratılan suni gündemler etrafında kitleleri kendine yedeklemek, halk kitleleri arasına duvarlar örmek ve onları saflaştırmaktır. Egemenler bu yöntemi günümüze kadar başarıyla uygulamıştır.
Her ne kadar kendi aralarında ciddi kapışmalar yaşasalar da -kimi dönemlerde uzlaşmalar- halkın mücadele ve taleplerine karşı ortak bir duruş sergilemişlerdir. Halk kitlelerine saldırganlıkta, devletin bekası ve sürekliliği açısından ortaklaşmaları kendi sınıfsal çıkarları açısından normal olandır. Baskı ve zulme karşı yükselen muhalefeti kendi yedeklerine almak için bolca demokrasi nutukları atmışlardır.
Halk kitlelerinin biriken öfkesi çeşitli biçimlerde kendini dışa vurmuş olsa da en nihayetinde hâkim sınıf kliklerinden birine yedeklenmekle sonuçlanmıştır. Bunun esas nedeni devrimci-komünist önderliğin olmamasıdır.
Kürt Özgürlük Hareketi
Dili, kültürü yasaklanan, inkâr ve asimilasyon politikalarıyla yok sayılan ezilen Kürt ulusu, Kürt Özgürlük Hareketi önderliğinde uzun yıllara yayılan mücadelesi sonucu önemli kazanımlar sağlayarak günümüzdeki örgütsel gücüne ulaşmıştır. Bu güç başta Kürt ulusu olmak üzere ezilenler açısından önemli bir moral kaynağıdır. Ülkemizde hâkim sınıf klikleri dışında politik arenada halk saflarında yer alan etkin bir gücün olması oldukça önemlidir. Bu hareket tüm alanlarıyla bir bütünlük içerisinde hareket etmekte, parlamentoyu da bunun bir ayağı olarak örmektedir. Bundan dolayı büyük bedeller ödeyerek yürütmüş olduğu mücadelenin bir sonucu olarak parlamentoda da önemli bir alan kapmıştır.
İdeolojik ve örgütsel yapısının ana gövdesini Kürt Özgürlük Hareketi’nin oluşturduğu HDP seçimlere parti olarak katılma kararı almış, yürütmüş olduğu çalışma, belirlemiş olduğu perspektif ve yakaladığı sinerjiyle barajı aşmayı başarmıştır. Kürt Özgürlük Hareketi’nin önceki seçimlerden farklı bir biçimle -parti olarak- seçime katılmış olması 7 Haziran genel seçimlerinin esas gündemini oluşturmuştur. “HDP barajı aşacak mı yoksa baraja mı takılacak?” en çok merak edilen ve üzerinde çokça tartışılan mesele olmuştur. Çünkü her iki durumda önemli sonuçlar doğuracaktı. Birinde anti-demokratik baraj uygulaması sonucu HDP’nin parlamentoda yer alamaması, yürütülen ”sürecin” akıbeti, anti-demokratik bir uygulama olan baraj ve meşruluk tartışmaları, yeni siyasi krizlere yol açacaktı. İkinci durum, yani barajın aşılması ise AKP’nin tek başına hükümet olma dönemine ve onun liderinin başkanlık isteğine büyük bir darbe vuracaktı. Nihayet seçim sonuçlanmış ve HDP barajı aşarak parlamentoda yerini almıştır. Bu anlamıyla “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı hayat bulmuştur. HDP’nin barajı aşması AKP’ye vurulan en büyük darbe olmuştur. HDP’nin barajı aşmasının kendisine vuracağı darbenin farkında olan AKP, seçim boyunca HDP’yi hedef almıştır. HDP bürolarına ve çalışanlarına yönelik yüzlerce saldırı gerçekleştirilmiştir. Yine Adana ve Mersin’de teşkilatlara bombalar konularak patlatılmıştır. Son olarak Diyarbakır mitinginde patlatılan bombalar sonucu 5 yurtsever şehadete ulaşmış, çok sayıda kişi yaralanmıştır. AKP eliyle gerçekleştirilen bu saldırılar Kürt halkının yoğun tepkisiyle karşılanmıştır. Kürt Özgürlük Hareketi, tüm bu saldırıları ve provokasyonları püskürtme yeteneğini göstererek AKP’nin kendisini çekmek istediği zemine düşmemiştir. HDP’nin Kürdistan’da AKP’yi dibe göndermesinde Kobanê direnişi ile başlayan ve AKP’nin meseleye yaklaşımının büyük bir payı olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde oyalama, aldatma siyasetine karşı biriken öfkenin patlaması olarak da okunmalıdır.
Türkiye Solu ve Seçimler
Türkiye solunun önemli bir bölümü 7 Haziran seçimlerinde HDP’yi desteklemiş ve HDP listelerinde yer alarak seçimlere katılmıştır. HDP içerisinde yer alan ESP, SDP, SYKP gibi partilerle beraber EMEP, DHF, Halkevleri, Partizan gibi parti ve kurumlar ise HDP’yi dışarıdan destek veya ittifak ile seçimlere katılmıştır. Tüm bu hareketler yaptıkları açıklamalarla neden desteklediklerini kamuoyuna açıklamışlardır. Aslında bu blokta yeni olanlar DHF ve Halkevleri’dir. DHF ittifak, Halkevleri ise listelerde yer almayarak destek açıklaması yapmıştır. DHF, yeni bir bileşen olması ve Dersim’deki özgün gücü itibariyle yürüttüğü tartışmalar nedeniyle ittifak açıklamasını en geç yapan hareket olmuştur. HDP ile yürüttüğü tartışmalar sonucu İstanbul 1. Bölge’den bir milletvekili çıkartmış, Dersim’deki başarıda önemli bir etkisi ve ağırlığı olmuştur. HDP içinde ve dışında yer alarak seçimde ortak hareket etme kararı alan ismini saydığımız parti ve kurumlardan Partizan hariç tüm hareketler birer milletvekili çıkartmıştır. EMEP’in seçim sürecindeki yaklaşımlarından anlaşıldığı kadarıyla pazarlıklarda istediği sonucu alamamıştır. EMEP’e “dargın destekçi” diyebiliriz. Partizan’ın adayı ise İstanbul’dan seçilemeyecek bir yerden aday gösterilmiştir. Bu anlamıyla Partizan’ı saymazsak, listelerde yer alan bileşenlerin ve destekleyenlerin birer tane milletvekili olmuştur.
Kürt Özgürlük hareketinin yürütmüş olduğu haklı ve meşru mücadele, politik arenada kazanmış olduğu ağırlık, ittifak politikaları, Türkiye Solu’nun önemli bir bölümünü kendi politikaları etrafında kenetlemeyi sağlamıştır. Kendi önderliğinde gelişen Kobanê direnişine, Haziran ayaklanmasının kimi dinamiklerini de katmayı başarmıştır. Özellikle büyükşehirlerdeki Alevi gençlerin oylarını almayı ve kendine yakınlaştırmayı başarmıştır. Türkiye Solu’nun destek nedenleri arasında saydığı “Kürt halkıyla ilişkilenme” meselesi ne kadar gerçekleşti bilinmez ama Kürt Özgürlük Hareketi’nin Gezi’nin önemli dinamiği Alevi gençleriyle ciddi bir ilişki yakalamıştır.
Seçimler öncesinde oluşturulan Haziran Hareketi ise ikircikli bir tutum sergileyerek ne dediği “anlaşılamamış” bir açıklama yapmıştır. CHP ve HDP’yi birleştirme gibi beyhude bir çaba içerisine girişmiştir. Haziran Hareketi içerisinde yer alan “KP” ortak kararın dışına çıkarak seçimlere katılmıştır. Bu bloğun içerisinde en çok merak edilen ÖDP’nin tavrı olmuştur. Diyarbakır saldırısı sonrası ÖDP, üyelerine açıklama yaparak sandıklarda HDP müşahidi olma çağrısı yapmıştır. Haziran Hareketi seçim sürecinde etki gücünün çok altında bir performans sergileyerek neredeyse izleyici koltuğuna oturmuştur.
40 yılın boykotçuları Partizan ve DHF Kürt Özgürlük Hareketinin perspektifi etrafında yer alırken, devrimci hareketin bu ikisi dışında yer alan güçlerinden Halk Cephesi ise sandığa gitmeme çağrısı yapmıştır. Bu çağrının halk kitlelerinde karşılığı olmadığı sonuçlarla ortaya çıkmıştır. Elbette ki Halk Cephesi’nin buradaki tavrı ilkesel bir yaklaşım olarak okunmalıdır. Yasalcılık ve düzeniçicilik eleştirileri üzerine oturttuğu eleştirilerin haklı olduğu ne kadar gerçekçiyse, Halk Cephesi’nin sosyal-şovenizmin etkisi altında olduğu da o kadar gerçekçidir. Kürt Özgürlük Hareketi’nden sınıf tavrı beklemenin hiçbir gerçekliği yoktur. Halk Cephesi’nin seçimlerdeki tavrı, devrim iddiasında ısrar olarak okunmakla beraber, sosyal şoven yanları da görülmelidir. Türkiye Solunun HDP’yi destekleyen kesimlerince yapıldığı gibi Halk Cephesi’nin tavrını tek başına sosyal şovenizm ile açıklamak yetersiz olacaktır.
Türkiye Devrimci Hareketi ve Önümüzdeki Dönem
Önümüzdeki dönemin TDH’yi tasfiyeci girdabın içerisine daha fazla çekeceği açıktır. Reformizm güçlenen akımdır ve bu, HDP eliyle daha güçlü yapılmaktadır. HDP’nin ülkeyi hükümetsiz bırakmamak için verdiği demeçler, CHP-MHP koalisyonuna destek açıklaması, TÜSİAD’la yapılan görüşmede gülen yüzlerle verilen fotoğraf karesi yeterince veri sunmaktadır.
HDP’nin barajı aşması önemli bir başarı olmakla beraber, esas görev bundan sonra ortaya çıkacaktır. HDP sokağın sesi mi olacak yoksa uzlaşmacı bir tavır takınarak kitlelerin mücadelesini düzen içine çeken bir araç mı olacaktır? Türkiye Devrimci Hareketi açısından esasta cevaplanması gereken soru tam da budur. Bu soruya verilecek cevap TDH’nin bundan sonraki süreci nasıl örmesi gerektiği sorusuna da vereceği cevaptır.
Önümüzdeki süreç; ezilen ulusun demokratik taleplerinin desteklenmesi, reform için mücadele, hiçbir mücadele aracının reddedilmemesi gibi genel ilkesel doğrulara sığınarak, bunları işine geldiği gibi yorumlayarak karşılanamaz. Reformizm ve tasfiyecilik bir hastalık gibi bütün bünyeyi sardığında işin içinden çıkılamaz bir durumla karşılaşılacağı açıktır.
Buradan, yukarıda saydığımız ilkesel meseleleri es geçtiğimiz düşünülmemelidir. Ya da elindeki mühürle sosyal-şovenizm damgası vurulmamalıdır. Ulusal demokratik taleplerin desteklenmesi ve reformlar için mücadeleyle, reformizmin gemisine binmenin arasında ince bir çizgi olduğuna ve bu çizginin giderek silikleştiğine dikkat çekmek istiyoruz. Bu anlamıyla bu ince çizgide politika belirlerken reformizmle aramıza kalın çizgiler çekmek gerekmektedir.
TDH’nin Halk Cephesi dışında yer alan bileşenleri Partizan ve DHF’nin bu noktada ince bir çizgide yol aldıkları, çizginin silikleştiği görülmelidir. Nasıl ki Halk Cephesi’nin ezilen ulus sorununa sosyal-şoven bir yaklaşımı var ve eleştirileri hak ediyorsa, keza aynı şekilde DHF ve Partizan da çokça kullandıkları sağ tasfiyecilik eleştirilerinin muhatabıdır.
Umut Munzur

12 Haziran 2015 Cuma

Omurga

"Yârin yanağından gayrı her şeyde hep beraber."
Figen Yüksekdağ seçim sonuçlarının ardından Nâzım’ın bu dizesini anımsattı. Ama eşbaşkanın, “kadın kadındır, yâr babandır” diyen, “ortak mal olma özgürlüğümü elimden alamazsın” serzenişinde bulunan yoldaşlarını küstürmeye hakkı yok!
Özal, Çetin Altan’a soruyor: “Çetin, komünizm nedir?” Altan da cevap veriyor: “Komünizm kâinatla bir olmaktır. Siz doğmadan önce komünisttiniz, öldükten sonra da komünist olacaksınız.” Özal da diyor ki, “ha iyi o zaman!”
Komünizm, Alevilik, İslamcılık vs… Tüm ideolojik yönelimlerin bugünde, burada, budünyada ne olacağına dair derin bir tartışma var. Hepsi de politik düzeyde bu ülkeyi kuranların ideolojik-teorik kurgusuna çarpıp dağılmaya mecbur. “Omurga” imgesi bu minvalde kullanılıyor. Onların, o kurucuların bir “beyin” olduğu zımnen kabul ediliyor. “Omurgayız” denildiğinde, o beyinden gelen ve oraya giden sinirlerin kime ait olduğu da gizleniyor. Omurgayı teşkil ettiğini düşünen yapıya yönelik en ufak eleştirinin sinirleri zıplatması bu yüzden. Seçim öncesinde “HDP barajı geçer mi geçemez mi?”, seçim sonrasında “koalisyon nasıl olur?” tartışmaları, bu yapısal meseleleri gizlemek için yürütülüyor. Havaya fırlatılan taş kendisinin uçtuğunu zannediyor.
AKP’liler “omurga” oldukları vehmine kapılırken, parti esasında, Milli Görüş ve toplamda İslamî hareketin ne tür ödünler ve bedeller ödediğine dair bir fatura gibidir. Solun toplamda İslamcılaşma ve gericileşme üzerine kurulu saldırısı, muhtemelen “beynin” bir emrinin yerine getirilmesidir. Karın kasının zayıflatılması, omurların zedelenmesi yönünde bir çaba ortaya konulmaktadır. Seçim sonucunda sistem genel manada “fıtık” olmuştur. Şimdi mesele, cerrahi müdahale ya da geçici bir kuşak sarma ile durumu kurtarma meselesidir. HDP “istikrar” kelimesine sarıldığına göre, bu kuşağın bizatihi kendisi olmak istemektedir. İnşaat işçilerinin oyu oy olarak kalmak, o inşaatların HDP’li müteahhitlerinin devletle ve AKP’yle münasebeti sürmek zorundadır. Yeni yaşam, doğum öncesinden ve ölüm sonrasından gelen basıncın liberal manada dağıtılmasına dair cennet masalıdır.
Bu cennet masalı AKP için bitmiştir. Parti, refleks olarak, yukarıdan gelen emirler doğrultusunda, kendi omurgasını, onu bugüne getiren Kürd gerçeğini kırıp atmıştır. Eli-kolu olan Fethullahçıları da yitirdiğine göre, geriye boş bir patates çuvalı kalmış olmalıdır. Tayyip ise sadece kurucu beyinden gelen emirler doğrultusunda o çuvalı doldurma çabasındadır. Kürdî cemaatler, tarikatlar, dinamikler yoksa, İslamî hareket sudan çıkmış balıktır.
Kurucu beyin, küçük burjuva niteliktedir. Ağaların-paşaların nizamı, herkesi ve her şeyi kendisi önünde diz çöktürmeye, kendisine mecbur etmeye yazgılıdır. Küçük burjuvalık üzerinden bu burjuva-devlet kurgusuyla sahte, sözde paralellikler kuran kimi sol örgütlerin ilerleyişi, bu beynin emirleriyle uyumludur. Metafiziği, imanı, gaybı olmayan bir hareketin bugünün kölesi olması an meselesidir. İki yüz yıl önce Amerika’da kurulan dinî komünler Robert Owen gibi laiklerin kurduğu komünlerle kıyaslandığında, benzer bir sonuç elde edilir. İkincisi üç günde erimiş, birincisi bugün hâlâ varlığını muhafaza etmektedir.
“Burjuva-devlet” lafzında “burjuva” hem isim hem sıfattır, tıpkı “devletli-burjuvazi”deki “devlet” gibi. Mesele, bunların iç içeliğinin görülmemesi, kesişiminin ne tür sonuçlar doğurduğunun anlaşılmak istenmemesidir. Bugüne ve bugünde kul-köle olanın burjuva-devletin önceliğine ve sonralığına, hayatta kalmak adına, bağlanması kaçınılmazdır.
Dolayısıyla her türden ideolojinin bugünde, budünyada varlığı, öncenin ve sonranın disiplin ve kontrol altına alınmasını, parçalanıp etkisizleştirilmesini gerekli kılar. Örneğin Amerikan troçkizmine dair batıdaki tartışmalarda “bir tür Troçki’siz troçkizm” meselesi mevcuttur. William Bland yazdığı “Stalin” kitabında Troçki’yi asıl bu akımın öldürdüğünü iddia etmektedir. Bugün DSİP de dâhil anaakım troçkistlerin cümlesi, bu Troçki’siz troçkizmin ahvadıdır. Aynı yaklaşımın Marx’sız Marksizm ve Alisiz Alevilik türevleri de söz konusudur. Apo’suz Apoculuk da bu minvalde tartışılmayı beklemektedir. Tüm bu yaklaşımlar, ilgili isimler şahsında omurganın kırılmasını ve mevcut muktedirlere bağlanılmasını ifade ederler. Zira ana omurga varsa, o da devrimdir. Dolayısıyla arabayı atın önüne koyup, bugünde demokrasi mücadelesine bağlananların, “bu işçiler, halk, ezilenler geri. Bizim kuracağımız nizamı şimdiden düşünmemiz, bunları bugünde terbiye etmemiz gerek.” diyenlerin, devrimin demokrasisini bugünde katlettiklerini görmek gerekir.
Bugüne kul olmayla ilgili tartışma, Rojava’da ölen Amerikan ve İngiliz askerlerinin “şehit” kabul edilip edilmemesi meselesini de içerir. Bugün Amerikalı gazeteciler sahada yaptıkları röportajlarda “beni buraya hükümet yerleştirdi” diyen askerlerin sözlerini aktarmaktadırlar. Mesele demek ki Agit’in heykelinin yanına, Şubat ayında Kuzey Carolina’da öldürülen gençlerin katilleriyle ya da Phoenix Camii önünde silâhlı yürüyüş yapanlarla aynı zihniyetten isimlerin heykellerini koyup koymama meselesidir. Koymak neyi eksiltir neyi çoğaltır, ne getirir ne götürür, tartışma budur.
“Kurucu beyin”le küçük burjuvalık üzerinden belirli bir ortaklık ve yakınlık kurmak, sorunludur. Onun “yap” dediğini yaparak, belirli bir yer ve zamana sahip olacağını düşünmek esasen, yenilgidir. Ortaklık ve yakınlığın diyeti, önceye-sonraya ait ne varsa teslim etmek, bugünde yer ve zaman bulma noktasında, mevcut güç ilişkilerine bağlanmaktır.
“Aytaç Baran’ı kim öldürdü?” sorusunun ardını, yöresini buradan tartışmak gerekir. Her gördüğü sakallıyı “IŞİD’ci” olarak damgalamamızı kimin emrettiğini sorgulamak zorunludur. Bugüne, budünyaya yerleşirken, belirli bir yer ve zaman edinirken, nelerin feda edildiğine bakmak şarttır. Bugün bölgede Barzani, son seçimin de gösterdiği üzere, daha fazla etki ve nüfuza sahiptir. Yerleştiği boşluklar, su misali, kayayı paramparça edecek şiddettedir. Azadî Hareketi’ndeki bölünme belki de buradan okunmalıdır.
Baran'ın katili konusunda genel eğilim “polis, MİT ve AKP” derken, Demirtaş nedense “doğrudan Hizbullah’ı işaret etti. “Silâh bırakma çağrısı yapın” denildiğinde Demirtaş “biz değil Sayın Öcalan yapar” derken, Kandil “Ne Öcalan ne HDP, o karar bize ait” diyerek farklı bir çıkış gerçekleştirdi. Orduda bir eğilim, “biz sivil siyasetten çekildik. Diğer silâhlı güçse PKK. O da çekilsin” diyor. HDP’nin sivil siyaset ve demokrasi zokası olarak örgütlenmesini istiyor. Diğer yandan AKP’nin orduya yaptığı yatırımların sürmesi gerektiği söyleniyor. “Suriye’ye, dolaylı ya da dolaysız, gireriz ama hukukî güvence verilsin” deniliyor. Tayyip’in de “istikrar ve yatırımlar sürmeli” demesinin sebebi muhtemelen bu. Orduya mesaj veriyor. Baykal ve ardından Necdet Özel görüşmesi burayla ilişkili. Kendisine muhtaç olduklarını anımsatıyor. Önü sonu Osmanlı paşası olan kurucularla ideolojik-fikrî bir münasebet kuruyor.
Menderes döneminde ordunun “fukaralaşması” sonucu bir kısım askerin devrimcileştiğine, üst kademeninse darbe yaptığına tanık olundu. Bu dönemin o dönemle paralellik taşıyıp taşımadığını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Sonuçta HDP’yi desteklemiş Hürriyet gazetesi için “Türkiye hâlâ Türklerin!” Gazete, bölgede İsrail’in yeni varlığını desteklemeye dair varlık gerekçesine hâlâ bağlı.
Doğum ve ölüm arasında bir yer ve zaman bulmak… Doğum öncesinin ve ölüm sonrasının baskısı. Kendisini omurga olarak görenlerin bir bir büküldüğü, çözüldüğü bir moment bu. “Sosyalist hareketin omurgasıyız”, “Aleviliğin omurgasıyız”, “İslamcılığın omurgasıyız” diyen herkes dağılıyor. Bu dağılma, hayatta kalmaya ait emirler doğrultusunda, kurucu beyne biati dayatıyor. Küçük burjuva kurgu kendisine kul edeceği kitleler oluşturuyor. Arayış da, gerilim de bu minvalde. Türklükse egemenlere ait bir imge, bilgi ve simge olarak, hâlâ dimdik ve orada.
Mehmet Pervari

8 Haziran 2015 Pazartesi

Oylar AKP'den mi CHP'den mi?

Türkiye’nin Sosyal Muhafazakârları HDP’ye Zaferi Nasıl Getirdi?
Türkiye’de dün yapılan çalkantılı seçimin ardından olan biteni eldeki verileri kullanarak göstermenin iyi bir fikir olabileceğini düşündüm.
Şu çok açık: AKP oylarının yüzde onunu kaybederken, Kürdlerin ve Kürd olmayanların desteklediği HDP yüzde 13 civarında oy aldı ve yüzde on barajını geçti, bu sayede, bilebildiğim kadarıyla Kürd yanlısı bir seçmen kitlesine sahip bir politik parti ilk kez meclise girdi. Bu da AKP’nin 2011’de kazandığı 327 koltuğun 258’e düşmesi anlamına geliyor.
Bu yazıda tartışma imkânı bulamayacağım başka meseleler de var ama ben burada özel olarak HDP’ye ve onun yüzde on barajını aşmasını ne tür bir seçmen kitlesinin sağladığına odaklanmak istiyorum.
Kimileri Demirtaş’ı öne çıkartıyor. HDP ve elde ettiği seçim başarısı, solun veya liberalizmin (burada ve burada) geri dönüşü olarak takdim ediliyor. Partinin ve Demirtaş’ın, başka konular yanında, LGBT toplumuna yönelik destekleyici duruşu ile bir insan hakları avukatı oluşu üzerinde duruluyor. Demirtaş’ın birçoklarınca “Kürd Obama” olarak anılması boşa değil.
Takip etmesi gereken soru şu: HDP’nin seçim başarısının, ilericilerin ve liberallerin Türkiye’deki oy gücünün bir ifadesi olduğunu söylemek ne ölçüde mümkün?
Emanet oylar”dan, yani ağırlıklı olarak geleneksel manada (benim varsayımıma göre) CHP destekçisi olanlardan gelen stratejik oylardan bahsedilse de, seçim sonuçlarına baktığımızda, HDP’yi meclise sokanın geleneksel sağ oylarda yaşanan kayma olduğu görülüyor. Bu kayma, Doğu’daki toplumsal açıdan muhafazakâr olan Kürd topluluklar ile AKP’yi terk edip HDP’ye geçen, büyük şehirlerde yaşamakta olan kesimler arasında yaşandı.
Bunu göstermek için aşağıda ben daha çok partinin oy yüzdelerine ve son 2011 seçimi ile 2015 seçimi arasında bu yüzdelerin nasıl değiştiğine odaklandım. 2011 seçimine katıldıkları için bu değişikliği AKP, CHP ve MHP üzerinden okumak çok kolay. HDP için bu değişim çok net değil, zira partinin birçok üyesi o seçimlere bağımsız adaylar olarak girmişti. Bu amaçla, HDP bağlamında ben HDP’nin ilgili şehirde 2015’te aldığı oy oranı ile tüm bağımsızların 2011’de aldıkları oyların toplamına baktım. Burada şehrin politik açıdan Kürd partilerin aktif olup olmadığını göz önünde bulundurdum. Eğer şehir bölgenin dışında ise bu noktada 2015 oy oranına baktım. Önce aşağıdaki grafikte oy oranlarını illere göre bir araya getirdim, buradaki sıralamada AKP’nin 2015 ile 2011 seçimlerinde aldığı oy oranları arasındaki fark göz önünde bulunduruldu.
Öncelikle bu grafik, AKP’nin oy oranının Kürd bölgesinde ciddi bir biçimde azaldığını gösteriyor. Bu bölgede AKP’den HDP’ye kayma yaşandığı görülüyor. Bu noktada en ilginç ve çarpıcı örnek Ağrı. Bu şehirde AKP’den HDP’ye yaşanan kaymanın yüzde 30’un üzerinde olduğu görülüyor. Diğer bir örnek ise Tunceli. Ağırlıklı olarak Alevî Kürd olan bu şehirde kayma CHP’den HDP’ye doğru yaşanmış. Mersin, Adıyaman, hatta Adana gibi yerlerde HDP’nin kazancı ile CHP’nin kayıpları orantılı. Grafik ayrıca MHP’nin de birçok ilde oldukça iyi sonuçlar aldığını gösteriyor.
İl düzeyindeki oy kaymalarını gösteren bu grafiğin büyük şehirlerdeki kaymaları az göstermesi muhtemel, aşağıdaki grafiklerse bu konuda daha fazla şey söylüyor. Bu grafikler, partilerin 2011 ve 2015’te aldıkları oy oranlarındaki değişikliklerle bağlantılı ve bu değişiklikleri çift yönlü olarak değerlendiriyor: HDP-AKP, HDP-CHP, HDP-MHP, AKP-CHP, AKP-MHP ve MHP-CHP arasındaki kıyaslamalar il düzeyinde yapılıyor, her bir çember o ildeki geçerli oy sayısının kareköküne denk düşüyor. Büyük çemberler daha kalabalık şehirleri ifade ediyor.
Sol üstteki grafik, AKP’nin Kürd illerindeki oy kayıpları ile HDP’nin oy artışları arasındaki ilişkiyi, aynı zamanda ülkedeki en büyük şehir olan İstanbul’daki önemli oy kaymasını gösteriyor. Çizgi üzerindeki noktalar birebir ilişkiyi ifade ediyor: örneğin AKP’nin kaybettiği her bir oy HDP’nin kazandığı bir oy. Çapraz çizgi üzerindeki noktalar ise AKP’den HDP’ye yaşanan kaymayı anlatıyor. Örneğin bu kaymanın İstanbul, Adana ve Mersin’de yaşandığı görülüyor. Özellikle İstanbul’daki oy kayması bir milyon oya denk düştüğü için önemli ki bu da HDP’nin aldığı toplam oyların altıda birine denk düşüyor. Çizginin altındaki noktalarsa AKP’nin HDP dışındaki partilere de oy kaptırdığını anlatıyor.
Üst orta grafik, CHP’den HDP’ye giden oyları gösteriyor. Burada oy kaybının görece daha küçük bir oranda gerçekleştiği görülüyor. Birçok gözleme göre, HDP oy oranındaki artışı ifade eden çapraz çizgiye bakıldığında, kısmen CHP’den gelen oylar daha az. Üst sağdaki grafik ise HDP-MHP ilişkisini gösteriyor, neredeyse L şeklindeki bu ilişki iki partinin oy artışlarının birbirlerine görece dikey bir konumda karşılığını buluyor. Üst sağ grafikteki gözlemler, Gaziantep, Erzurum ve Elazığ gibi şehirlerle ilgili ve AKP’nin hem HDP’ye hem de MHP’ye oy kaybettiğini gösteriyor.
Alt sol ve orta grafikler AKP-CHP ve AKP-MHP arasındaki kıyaslamaya dair. Buna göre AKP ve CHP Bursa, İzmir gibi şehirlerde başka partilere oy kaybetmiş (alt sol grafik). Buralarda AKP’den CHP’ye önemli oy kaymaları yaşanmış. Ayrıca Rize ve Ordu’da da çarpıcı oranlarda oy kaymış.
Alt orta grafikte görebildiğimiz kadarıyla, AKP Kayseri, Kütahya ve Manisa’da MHP’ye önemli oranlarda oy kaybetmiş. Alt sağ grafikte ise Aksaray, Elazığ, Kahramanmaraş ve Gaziantep’te MHP’nin CHP’den az da olsa belirli miktarda bir milliyetçi oyu aldığı görülüyor.
Toplamda iller bazında AKP’den HDP’ye ciddi oy kayması yaşanmış, CHP’den HDP’ye gelen oyların oranı ise diğerine kıyasla daha düşük. Bu da yaşanan bu seçimin solun yükselişini gösterdiğine dair tespitin yanlış olduğunu gösteriyor. Zira AKP’yi destekleyenler sağcı (ya da en azından solcu değil).
Bu da İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerdeki oy kaymalarıyla ilgili soruyu cevapsız bırakıyor. İl bazında sol oylarda anlamlı herhangi bir artış gözlemleyemiyorsak, bu şehirlerde yaşanan nedir?
Zamandan kazanmak adına ben burada toplam oyların beşte birini ifade eden ve HDP’nin oyların altıda birini aldığı İstanbul’a odaklanacağım. Bu amaçla aşağıda İstanbul için oy oranlarındaki mahalle bazlı kaymaları verdim. Bildiğim kadarıyla, 2011’de bağımsız bir Kürd aday olmadığından, burada HDP’nin 2015’te aldığı oy oranına başvuruyorum.
HDP ile AKP’yi ayrıca HDP ile CHP’yi kıyasladığımızda HDP’nin her iki partiden oy aldığını görüyoruz. Ancak HDP-AKP saçılım grafiğinin merkezi solda iken HDP-CHP konusunda İstanbul’un birçok mahallesinde HDP’deki oy artışının CHP’den ziyade AKP ile ilişkili olduğu görülüyor. Aslında İstanbul’da bile sol oylarda HDP’ye ciddi bir kayma yaşandığına dair elde yeterli delil yok. Son olarak da sağdaki grafiğe bakalım. Bu da dikey eksen üzerinde bulunan CHP ile yatay eksen üzerinde bulunan AKP arasındaki ilişkiyi gösteriyor. Genel manada CHP’nin oy oranı büyük ölçüde sabit kalmış (2011’de %31; 2015’te %29). Parti bu seçimde HDP’ye bir miktar oy kaybetmiş ama biraz da AKP’den almış.
Bu uygulamada mesele şu: dünkü seçimde HDP’nin elde ettiği seçim başarısının Türkiye solunun veya liberallerinin bir tür dirilişini ifade ediyor olduğunu söylemek mümkün değil. HDP’nin politik nüfuzunda gerçekleşen patlama, büyük ölçüde Doğu’daki ve İstanbul’daki AKP seçmenleriyle ilgili. Özellikle Kürd yanlısı partilerin bağımsız adaylarını desteklemiş olan doğuda AKP’nin eski başarısı, önemli oranda halkın dinî muhafazakâr değerlerine cevap vermiş olması ile bağlantılı. İstanbul’da bile HDP’nin AKP’den aldığı oyların önemli Kürd gruplarından geldiğini söylemek mümkün. Gene de bunun sınamadan geçmiş bir hipotez olmadığını söylemem lazım.
Kanaatimce, HDP’nin başarısı büyük ölçüde Kürdlerin başarısı. (Kürdler mecliste ilk kez doğru düzgün bir temsiliyet imkânına kavuşuyorlar.) Aslında HDP’nin vitrininde duran liberal ve solcuların yarattığı cazibeye rağmen, bu isimlerin altta dindar ve toplumsal açıdan muhafazakâr, üstte ise seküler ve ilerici olan bir partiyi yönetmelerinin güç bir iş olacağını da belirtmek gerek. Bu nedenle gözlemciler, Kürdlerin uzun süredir liberal alternatifi sunmayı başaramamış mevcut Türk partileri karşısında liberal bir alternatif sunacağını umuyorlar ama muhtemelen hayal kırıklığına uğrayacaklar.
Aklıma gelmişken şunu da belirteyim: Türkiye’de liberal demokratik bir parti var ve ismi de “Liberal Demokrat Parti” (LDP). Dünkü seçimde bu parti oyların yüzde 0,06’sını aldı. Liberal Türkiye arayışı hâlâ devam ediyor.
Erik Meyersson

Seçimler, HDP ve AKP

Dün yapılan seçimle birlikte meclis aritmetiği AKP'nin tamamen aleyhine olmak suretiyle değişti. HDP çok büyük bir sıçrama yaparak 80 milletvekiliyle parlamentodaki yerini alırken, MHP de önemli bir sonuç kazandı. Fakat CHP yerinde saymasına karşılık, oy kaybı yaşadı.
Bu noktadan hareketle şunu net olarak ifade edebiliriz ki, AKP bir pirus zaferi kazandı. Ancak, AKP'li aydınlar, taban ve siyasetçiler bu pirus zaferini doğru okumak şu yana dursun, başarısızlıklarını halkın nankörlüğüne bağlayarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar. Özellikle AKP'nin güçlü olduğu Kürd illerinde erimesi ve tabanını neredeyse tamamen HDP'ye kaptırması, kendilerinde ciddi bir duygusallık meydana getirmekle beraber, ırkçılık derecesinde hezeyanlarda bulunmalarına, halka küfredecek kadar şirazeyi kaçırmalarına ve Kürdlerin neredeyse her birine sövmeye kadar giden bir saçmalıklar dizine neden oldu. Bu yazıda Erdoğan'ın siyasi serüveni en baştan ele alarak neden kaybettiğini ifade etmeye ve HDP'nin meclisteki çoğunluğunun ilerleyen dönemlerde halklar adına ne gibi kazanımlar doğuracağını anlatmaya çalışacağız.
1. Kürdler nankörlük yaptı, Erdoğan bunca şey yapmasına rağmen onu yok saydılar.
Bu tez, tarih bilmeyenler açısından bir cehalet belirtisi olmakla birlikte, AKP cenahında MHP'lileşen Türk-İslâmcı anlayışın bilerek ve kasti pompaladığı bir algıdır. Zira Erdoğan'ın iktidar yürüyüşü Kürdlerle başlamıştır. Şöyle ki, Kürd illerinde yaşanan katliamlar ve köy yakmaların neticesinde Kürdler büyük metropollere göç etmiş ve İstanbul da bundan nasibini almıştır. Hatırı sayılır bir nüfusun İstanbul'u mesken tuttuğu dönemde, REFAH Partisi'nin Türkiye'den yüzde 20 civarında oy alırken, Kürd illerinden %60 civarında oy devşirdiği bir iklim söz konusudur. Erdoğan da bu siyasal atmosferde, REFAH'ın kucaklayıcı, kapsayıcı ve yeni projelerle arzı endam ettiği dönemde Kürdler nezdinde teveccüh görmüştür ve neredeyse bütün Kürdlerin oylarını alarak belediye reisi olmuştur. Aynı şekilde 2002'de, 2004'te, 2007'de, 2009'da ve en son olarak da 2011 ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde, yani kendisi açısından en kritik virajlarda Kürdlerin her daim desteğini görmüş ve bunun sonucunda iktidarını perçinlemiştir.
Ancak daha sonra güç zehirlenmesi yaşarak değişmeye başlayan Erdoğan, Kürdlerde ciddi bir rahatsızlık yarattı. Roboski'de 34 kişi paramparça edilerek öldürüldükten sonra adeta Kürdle dalga geçti. O dönemler kendi bakanı olan zat Roboski'dekileri dolap beygirine benzetmesine karşın partisinden -Hüseyin Çelik hariç- bir uyarı almadı. Kendisi ise Roboski'deki katliamı meşrulaştırmak için elinden geleni yaptı. “Köylülerin içinde Bahoz Erdal vardı” yalanından tutun, “bunlar zaten haindir” demeye kadar bir iftira silsilesi yoluyla cinayetleri örtbas etmek için ciddi bir gayret sarf etti. Daha sonra Kobani IŞİD tarafından kuşatıldığında, kendisi dâhil bakanları ve bütün AKP'li başkanlar Kürdler gözlerinin içine baka baka, ''Kobani'den bize ne? Kobani olsa ne olur, olmasa ne olur? Orası neresi? Tutturmuşlar bir Kobani! Ha düştü ha düşecek!'' diyerek de neredeyse bütün Kürdlerin kendisine olan sempatisini yerle bir etti.
Bizzat Erdoğan'ın kendisi, bu devletin Kürdlerin de olduğunu vurgulamasına karşın, sözüm ona kendi devletlerinden yardım isteyen Kürdlere, ''Bize ne kardeşim Kobani'den ya!'' diyerek de aslında kendilerine acı bir gerçeği muştuluyordu. Fakat, “Kudüs'ten Gazze'ye, Bişkek'ten Ulan Batur'a kadar her yer bizimdir” nidaları atarak da aslında politik maslahatının mevzu bahis Kürdler olduğunda kısırlaştığını gösteriyordu. İkinci bir kırılma noktası da buydu. Yine, HDP üzerinden Kürdleri Zerdüştlükle suçlaması, meydanlarda Kur'an sallaması Kürdler nezdinde, ''Biz dini bilmiyor muyuz ki, bu bize Kur'an sallıyor ve ne diye Kur'an'ı siyasete alet ediyor!'' gibi bir algının teşekkül etmesine sebebiyet verdi. Başörtülü Kürd adaylarını “sözde” diye tanımlaması; HDP'nin 120'den fazla yerde saldırıya uğramasına karşın kimsenin yargılanmaması, Erzurum'da polislerin önünde Kürdlerin linç edilmesi ve 70 yaşındaki nenenin başının yarılması, Diyarbakır'daki patlamadan sonra edebince taziye mesajı vereceğine Ağrı'da miting yapması ve “Kürdler Kürdleri öldürüyor ben niye özür dileyeyim” demesi; gazetelerinin, televizyonlarının ve kendisine bağlı yalaka ve yalama takımının sabah akşam tezvirat, iftira ve karalama kampanyası yapması ve bunların hepsinin ellerinde patlaması; Diyarbakır'daki patlama sonrası kendisine yakın gazetelerde bunun haber değeri dahi taşımaması; Iğdır'da kendisini protesto eden kadınları problemli bir üslupla eleştirmesi; yolsuzluk yapan AKP'lileri aklaması ve sorunlu kişileri aday yapması; en nihayetinde son dönemlerde kullandığı milliyetçi dil, kendisine kaybettirdi. Birilerinin söylediği gibi çözüm süreci kendilerini çözen bir süreç değildi. Ancak bu süreç başladıktan sonra Kürd zaviyesi, AKP'nin samimiyet noktasında sıkıntılarının olduğunu düşünmeye başladı. Dolmabahçe'de AKP ve HDP komisyonları bir deklarasyon yayımlamasına rağmen Cumhurbaşkanı'nın, bu bildiriyi kabul etmediğini söylemesi ve Kürd sorunun olmadığını, “var” diyenin de hain olduğu yönünde bir propagandaya girişmesi neticesinde Kürdlerin kendisine karşı olan umutlarını da kendi eliyle çöpe attı.
Son olarak da mütemadiyen başkanlık sistemini dayatması, bir Cumhurbaşkanı olmasına rağmen AKP başkanı gibi davranması ipleri kopardı. Ancak, Amerikalı bir liberali getirseniz, teknolojik gelişmeyi, köprüleri, yolları ve inşaatları canhıraş bir şekilde savunamayacağı bir ortamda; AKP'liler ahlakı, manevi gelişmeyi, dürüstçe yaşamayı, insanların dillerinden ve dinlerinden dolayı kırılmaması gibi olguları yerle yeksan ederek bir ajitasyona giriştiler. Bir Müslüman ayırt edici özelliği olan dünyayla-ahireti dengelemeyi uhrevi âlem aleyhine çevirerek tamamen mal, mülk ve servet üzerinden insanlara yaklaşmaya çalıştılar. Yalnız unuttukları bir şey vardı. İnsanlar şerefleri için yaşarlar. Bir mü'min, mü'minliğini dünya malına karşılık ahiretini satmaması tavrıyla ortaya koyar. Tecavüzcülerin Kobani'yi kuşattığı, çocuklarının öldürülüp bir de üzerine dalga geçildiği bir yerde, siz onlara saraylar dahi verseniz, arkalarına bakmayacaklardı. Çünkü, halkın değeriyle fiyatını karıştıranlar, her zaman kaybetmeye mahkum olacaklardır.
2. HDP Kürd milliyetçisidir, o yüzden oy aldı.
Bu, tamamen Kürdleri ve Kürd illerini tanımayan, oturduğu yerden asıp kesen bir güruhun uydurmasıdır. HDP'nin asıl başarısı, bütün toplumsal kesimleri içerisine alma ve Kürd milliyetçiliğine yaslanmadan siyaset yapma stratejisinin doğruluğunun sonucudur. Çünkü, gerek Kürdler gerek ise HDP'ye oy veren diğer toplumsal kesimler çoğulcu, farklı din, mezhep ve etnik kimliklerden gelen, değişik yaşam tarzlarına sahip insanların bir araya gelerek politik arenada yer almasını destekledi. Kaba bir Kürd milliyetçiliğine yaslanarak kendini var etmeye çalışan HDP öncesi Kürd partileri, %5'i dahi geçememişlerdir. Bunun nedeni, Türk milliyetçiliğinin o soğuk, o ruhsuz anlayışının Kürd milliyetçiliğinde de ortaya çıkabileceği ihtimalidir. Bundan dolayı HDP de eski kimliğini kenara bırakarak, bütün sosyal fraksiyonlara seslenmeyi de başararak hatırı sayılır bir başarı elde etti. Söylenildiği gibi, milliyetçiliğe yaslanmış olan HDP, değil %13 almayı; %6'yı dahi geçemezdi. Bunu görmek istemeyenler, yeni yaşam projesini boğmayı arzu edenlerdir.
3. HDP, CHP ve MHP'den oy alarak başarılı oldu.
Bu tespit bir yönüyle doğru olmasına karşın abartıldığı gibi bir durumu ihtiva etmiyor. Zira HDP'nin CHP ve MHP'den aldığı oy çok sınırlıdır. Taş patlasa %1.5'u geçmeyecek bu oy, asıl belirleyici olan AKP tabanından kayan oylar karşısında talidir. Şöyle ki, HDP'nin seçimdeki tek rakibi AKP ve onun tabanında Kürdlerdir. Doğru bir seçim stratejisiyle neredeyse AKP tabanında Kürdlerin yarısını kendisine çekebildi. Geri kalan yarıyı da diğer seçimlerde kendisine kanalize etmesi durumunda durum HDP'nin %20'i rahat almasıyla sonuçlanacaktır.
4. HDP teröristtir, teröristler meclise girdi.
Bu algıya göre HDP'ye 6 milyon oy veren kitle bir terör örgütü yandaşı ve yardakçısıdır. Aynı şekilde, demokratik yollarla siyaset yapan bu terör örgütü, eline silah almadan birçok terör eylemi yapmıştır. Bir dönemin içişleri bakanı olan kişi de resim yaparak, yazı yazarak terör yapıldığını söylüyordu. Bugün, AKP ve MHP gibi Türk-İslâm sentezcisi anlayışlar bu mantıktan daha ileri bir noktada değiller. Kürdleri yıllarca “gelin parlamentoda siyaset yapın, ne işiniz var dağda” diyerek azarlayanlar, Kürd siyasal hareketinin demokratik yollarla politika yapmaktan korktuğunu söyleyenler, bugün HDP'nin meclise girmesini de ne işiniz var meclisimizde demek suretiyle de hor görmeye çalışıyorlar. Dünyanın neresinde 6 milyon insanın desteklediği bir terör örgütü var bilmiyorum ancak bildiğim tek şey var, o da ne söylediğini bilmeyen heriflerin gece gündüz ülke için fikir ürettiğidir. Aklı olmayan ancak düşüncesi olan bu asalak grubu, kendi lehine olan her şeyde, bütün değerleri, ahlaki kavramları kullanmayı mubah görürken, başkası için olanı da tukaka ederek itibarsızlaştırma yoluna gidiyor. Ancak, bu paradoks ne kadar gündemleştirilirse, gündemleştirilsin, bir kıymet arz etmiyor; zira mefkûre çarpık, yaklaşım bozuk ve kafalar darmadağınık...
Kısaca özetlemek gerekirse, Kürdler kırıldılar. Roboski'de, Kobani'de, milliyetçi söylemlerde; akrabalarının Zerdüşt, dinsiz diye tanımlanmalarında; her şeyi siyaset malzemesi yapan, akrabalarının öldürülmesini dahi haberleştirmeyen zift medyasında; durmadan iftira atan, yalan üstüne yalan söyleyen hükümet taraftarlarının tavırlarında; dilleri, dinleri ve mezhepleri yüzünden seçim meydanlarında propaganda aracı haline getirilmeye çalışılan insanların yaşadığı durumlarda... Bunların yekûnunda AKP'li Kürd tabanı iktidara küstü ve bu küsme beraberinde çok ciddi bir kopuşu da getirdi. Artık Kürd illerinde tabela partisi olmaya mahkûm olan AKP'nin hezimetiyle beraber devletçi Türk-İslâm anlayışı da Kürd diyarında çöktü. Halk, diniyle kendisini kandırmaya çalışanlara sandıkta gereken cevabı verdi.
Peki, bundan sonra ne olacak? Büyük ihtimalle tabanı, anlayışı, ideolojisi birbirine çok benzeyen ve seçim sonuçlarıyla da MHP'lileşme cehdi gösteren AKP aklı, kendilerine en yakın parti olan MHP'ye koalisyon yapacak. Ancak, şartlar değişir ve koşullar farklılaşırsa AKP, CHP ve HDP koalisyonu da gerçekleşebilir. Çok yönlü gelişecek bir seçim grafiği var önümüzde. Fakat şu net olarak söylenebilir ki, Kürdlerin Türkiye'ye karşı silah kullanma dönemleri, askerî operasyonlar yapılmazsa, sona ermiştir. Demokratik kanallardan tüm gücüyle temsil imkânı bulan Kürdler, artık seslerini, cezai yaptırıma tabi tutulmamak şartıyla, daha yüksek çıkarabilir. Yeni, şeffaf ve demokratik bir anayasanın da yapılmasıyla birlikte, çok önemli bir barış sürecine gireceğimiz kanaatindeyim. Kürd siyasal hareketinin de, Kürd halkının da tüm temennisi ve isteği budur. Yeni bir ülke kurmak; sömürüye, dışlanmaya, ötekileştirmeye yer vermeden yeni bir yaşam inşa etmek... Dillerin, dinlerin, mezheplerinin ve yaşam tarzlarının hep birlikte bir arada olduğu çoğulcu, eşit ve adil bir düzen... Neden olmasın...
Behzat Fikrî Çözer

HDP’nin Zaferi: Moment Kırıldı

Moment kırıldı. 7 Haziran seçimleri HDP'nin yüzde 13 gibi yüksek bir oy alması ve 12 Eylül faşizminin baraj blokajının yıkılmasıyla sonuçlandı. AKP önemli oy kaybı yaşadı. Ciddi bir erime sürecine girdi. Bu zamana kadar kendisine avantaj sağlayan seçim ve baraj sistemi bumerang etkisi yaptı. Sandık gibi burjuva lejimitasyon aracı, HDP'nin başarısıyla lejitimasyonu kırıcı bir sonuç yarattı. Siyasal sistem kilitlendi. Burjuva siyasal fraksiyonlar bloke oldu.
13 yıllık AKP'nin tek parti iktidarı seçimlerle son buldu. Yeni hükümet (farklı kombinasyon ihtimallerini bünyesinde taşıyan), bir koalisyon hükümeti olacak.
Türkiye hızla siyasal krizi tetikleyecek potansiyelleri bünyesinde taşıyor. Öte yandan yıkıcı bir ekonomik krizin eşiğinde. Bu yüksek anafor, 2015 yılında önemli gelişmelerin önünü açılabilir.
HDP yüzde 13 oranında oy alarak olağanüstü bir atak yaptı.
2008 sonrası kapitalizmin yapısal krizinin açtığı yüksek konjonktür, bir yandan katastrofik gelişmeler yaratırken, diğer yandan küresel düzeyde sınıf ve kitle hareketinin yükselmesine, 2011 Tunus ve Mısır Ayaklanmalarına, 2012 Rojava Devrimi'ne, 2013 Taksim Ayaklanması'na, 2014 Kobanê direnişine, Yunanistan'da Syriza ve İspanya'da Podemos başarısına yol açtı. HDP'nin başarısının arkasında böylesi bir küresel/kolektif bir ruh hali var. Ayrıca 2008 sonrası Türkiye'de dipten gelen işçi eylemleri özellikle Taksim Ayaklanması, Kürt özgürlük hareketinin yükselişi, Şengal direnişi, Rojava devrimi, Kobanê direnişi ve son olarak Metal direnişi, HDP'nin başarısını besledi.
Sandık bir momente müdahale oldu ve bir momentin kırılmasını sağladı.
Şimdi yeni bir momentin kapıları açılabilir.
Ama bunun parlamenter alanla gerçekleşeceğini sanmak büyük bir yanılgı olacaktır. Şimdi randevuya sadık kalma zamanı.
Yani sokakta olma, sınıf mücadelesinin içinde olma zamanıdır. HDP de çalışmalarını sokakla bütünleştirebildiği oranda etkili olabilir. Sadece parlamentoya sıkışmış, sıkıştırılmış bir HDP, hızla sistem tarafından absorbe edilebilir ve ruhunu kaybedebilir.
Parlamentonun öldüren cazibesi, HDP içinde de bir nüfuz yaratabilir. Çok sınıflı yapısı ve ideolojik yönelimleri böylesi zafiyetleri ortaya çıkarabilir.
Bunun için sokak ayrıştırıcı ve ön açıcıdır. Sokak ve parlamento diyalektiğine önem verilmeli ve milletvekilleri her düzeyde sokak tarafından denetlenmelidir.
Kürt özgürlük hareketinin çok vektörlü ve çok boyutlu mücadelesi son derece önemli bir birikimdir. Batıda bu mücadeleyle bütünleşecek sokak hareketi, önemli gelişmelerin önünü açabilir.
Yeni bir momentin kapıları aralanabilir.
Metal direnişi, sokağın gücünü ve sınıfın yıkıcı enerjisini ortaya koydu. Şimdi sokak ve legaliteyi sonuna kadar istismar edecek bir HDP'yle hamleler yapma zamanıdır.
Burjuva kliklerin krizinin arttığı ve bloke olduğu koşullarda, sokakta yüklenme zamanıdır.
HDP, bu yönde farklı kimlik mücadelerini, sınıf eksenli mücadeleyle bütünleştirebildiği ölçüde varlığını korur, güçlendirir ve önemli hamleler yapabilir.
Metal direnişini bu manada sınıfın çağrısı olarak okumak gerekir.
HDP'nin önündeki en büyük sınav bu olacaktır.
Bu sınavın başarısı da sokağın gücüyle doğru orantılıdır.
HDP "Podemos" dedi. Yani “başarabiliriz” dedi.
Evet başardık. Şimdi bu başarıyı kökleştirme ve kalıcılaştırma zamanıdır.
O da ancak sokakta politikayla, yani sınıf mücadelesini güçlendirmeyle olur.
Şimdi randevumuz olan yerde; sokakta olmalı ve sokağı örgütlemeliyiz.
Metal direnişi nerede olacağımızı ve ne yapmamız gerektiğini gösterdi. Bu diğer toplumsal mücadele alanlarını hafife alma anlamına gelmiyor. Diğer mücadele alanlarını sınıf eksenli mücadeleyle birleştirebildiğimiz oranda yeni bir momentin önü açılabilir.
HDP, artık önemli bir siyasal aktör olarak devrede. Sokakla birleşen bu aktör önemli olanaklar yaratabilir.
Syriza’nın, seçimleri kazandıktan sonra, Troyka'yla yürüttüğü müzakerelerde yaşadığı tıkanma sonucu sokak ve Yunanistan halkından destek istemesi boşuna değildir.
Parlamento ve parlamenter mücadele tek başına sistemi rektifiye eden, radikal eğilimleri törpüleyen, absorbe eden bir içeriye sahiptir.
Sokak bu bağlamda da güvencedir. Şimdi 8 Haziran, yani sokakta olma zamanı. Yani işimizi bıraktığımız yerden başlama zamanı...

Volkan Yaraşır