CHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Haziran 2015 Pazartesi

Oylar AKP'den mi CHP'den mi?

Türkiye’nin Sosyal Muhafazakârları HDP’ye Zaferi Nasıl Getirdi?
Türkiye’de dün yapılan çalkantılı seçimin ardından olan biteni eldeki verileri kullanarak göstermenin iyi bir fikir olabileceğini düşündüm.
Şu çok açık: AKP oylarının yüzde onunu kaybederken, Kürdlerin ve Kürd olmayanların desteklediği HDP yüzde 13 civarında oy aldı ve yüzde on barajını geçti, bu sayede, bilebildiğim kadarıyla Kürd yanlısı bir seçmen kitlesine sahip bir politik parti ilk kez meclise girdi. Bu da AKP’nin 2011’de kazandığı 327 koltuğun 258’e düşmesi anlamına geliyor.
Bu yazıda tartışma imkânı bulamayacağım başka meseleler de var ama ben burada özel olarak HDP’ye ve onun yüzde on barajını aşmasını ne tür bir seçmen kitlesinin sağladığına odaklanmak istiyorum.
Kimileri Demirtaş’ı öne çıkartıyor. HDP ve elde ettiği seçim başarısı, solun veya liberalizmin (burada ve burada) geri dönüşü olarak takdim ediliyor. Partinin ve Demirtaş’ın, başka konular yanında, LGBT toplumuna yönelik destekleyici duruşu ile bir insan hakları avukatı oluşu üzerinde duruluyor. Demirtaş’ın birçoklarınca “Kürd Obama” olarak anılması boşa değil.
Takip etmesi gereken soru şu: HDP’nin seçim başarısının, ilericilerin ve liberallerin Türkiye’deki oy gücünün bir ifadesi olduğunu söylemek ne ölçüde mümkün?
Emanet oylar”dan, yani ağırlıklı olarak geleneksel manada (benim varsayımıma göre) CHP destekçisi olanlardan gelen stratejik oylardan bahsedilse de, seçim sonuçlarına baktığımızda, HDP’yi meclise sokanın geleneksel sağ oylarda yaşanan kayma olduğu görülüyor. Bu kayma, Doğu’daki toplumsal açıdan muhafazakâr olan Kürd topluluklar ile AKP’yi terk edip HDP’ye geçen, büyük şehirlerde yaşamakta olan kesimler arasında yaşandı.
Bunu göstermek için aşağıda ben daha çok partinin oy yüzdelerine ve son 2011 seçimi ile 2015 seçimi arasında bu yüzdelerin nasıl değiştiğine odaklandım. 2011 seçimine katıldıkları için bu değişikliği AKP, CHP ve MHP üzerinden okumak çok kolay. HDP için bu değişim çok net değil, zira partinin birçok üyesi o seçimlere bağımsız adaylar olarak girmişti. Bu amaçla, HDP bağlamında ben HDP’nin ilgili şehirde 2015’te aldığı oy oranı ile tüm bağımsızların 2011’de aldıkları oyların toplamına baktım. Burada şehrin politik açıdan Kürd partilerin aktif olup olmadığını göz önünde bulundurdum. Eğer şehir bölgenin dışında ise bu noktada 2015 oy oranına baktım. Önce aşağıdaki grafikte oy oranlarını illere göre bir araya getirdim, buradaki sıralamada AKP’nin 2015 ile 2011 seçimlerinde aldığı oy oranları arasındaki fark göz önünde bulunduruldu.
Öncelikle bu grafik, AKP’nin oy oranının Kürd bölgesinde ciddi bir biçimde azaldığını gösteriyor. Bu bölgede AKP’den HDP’ye kayma yaşandığı görülüyor. Bu noktada en ilginç ve çarpıcı örnek Ağrı. Bu şehirde AKP’den HDP’ye yaşanan kaymanın yüzde 30’un üzerinde olduğu görülüyor. Diğer bir örnek ise Tunceli. Ağırlıklı olarak Alevî Kürd olan bu şehirde kayma CHP’den HDP’ye doğru yaşanmış. Mersin, Adıyaman, hatta Adana gibi yerlerde HDP’nin kazancı ile CHP’nin kayıpları orantılı. Grafik ayrıca MHP’nin de birçok ilde oldukça iyi sonuçlar aldığını gösteriyor.
İl düzeyindeki oy kaymalarını gösteren bu grafiğin büyük şehirlerdeki kaymaları az göstermesi muhtemel, aşağıdaki grafiklerse bu konuda daha fazla şey söylüyor. Bu grafikler, partilerin 2011 ve 2015’te aldıkları oy oranlarındaki değişikliklerle bağlantılı ve bu değişiklikleri çift yönlü olarak değerlendiriyor: HDP-AKP, HDP-CHP, HDP-MHP, AKP-CHP, AKP-MHP ve MHP-CHP arasındaki kıyaslamalar il düzeyinde yapılıyor, her bir çember o ildeki geçerli oy sayısının kareköküne denk düşüyor. Büyük çemberler daha kalabalık şehirleri ifade ediyor.
Sol üstteki grafik, AKP’nin Kürd illerindeki oy kayıpları ile HDP’nin oy artışları arasındaki ilişkiyi, aynı zamanda ülkedeki en büyük şehir olan İstanbul’daki önemli oy kaymasını gösteriyor. Çizgi üzerindeki noktalar birebir ilişkiyi ifade ediyor: örneğin AKP’nin kaybettiği her bir oy HDP’nin kazandığı bir oy. Çapraz çizgi üzerindeki noktalar ise AKP’den HDP’ye yaşanan kaymayı anlatıyor. Örneğin bu kaymanın İstanbul, Adana ve Mersin’de yaşandığı görülüyor. Özellikle İstanbul’daki oy kayması bir milyon oya denk düştüğü için önemli ki bu da HDP’nin aldığı toplam oyların altıda birine denk düşüyor. Çizginin altındaki noktalarsa AKP’nin HDP dışındaki partilere de oy kaptırdığını anlatıyor.
Üst orta grafik, CHP’den HDP’ye giden oyları gösteriyor. Burada oy kaybının görece daha küçük bir oranda gerçekleştiği görülüyor. Birçok gözleme göre, HDP oy oranındaki artışı ifade eden çapraz çizgiye bakıldığında, kısmen CHP’den gelen oylar daha az. Üst sağdaki grafik ise HDP-MHP ilişkisini gösteriyor, neredeyse L şeklindeki bu ilişki iki partinin oy artışlarının birbirlerine görece dikey bir konumda karşılığını buluyor. Üst sağ grafikteki gözlemler, Gaziantep, Erzurum ve Elazığ gibi şehirlerle ilgili ve AKP’nin hem HDP’ye hem de MHP’ye oy kaybettiğini gösteriyor.
Alt sol ve orta grafikler AKP-CHP ve AKP-MHP arasındaki kıyaslamaya dair. Buna göre AKP ve CHP Bursa, İzmir gibi şehirlerde başka partilere oy kaybetmiş (alt sol grafik). Buralarda AKP’den CHP’ye önemli oy kaymaları yaşanmış. Ayrıca Rize ve Ordu’da da çarpıcı oranlarda oy kaymış.
Alt orta grafikte görebildiğimiz kadarıyla, AKP Kayseri, Kütahya ve Manisa’da MHP’ye önemli oranlarda oy kaybetmiş. Alt sağ grafikte ise Aksaray, Elazığ, Kahramanmaraş ve Gaziantep’te MHP’nin CHP’den az da olsa belirli miktarda bir milliyetçi oyu aldığı görülüyor.
Toplamda iller bazında AKP’den HDP’ye ciddi oy kayması yaşanmış, CHP’den HDP’ye gelen oyların oranı ise diğerine kıyasla daha düşük. Bu da yaşanan bu seçimin solun yükselişini gösterdiğine dair tespitin yanlış olduğunu gösteriyor. Zira AKP’yi destekleyenler sağcı (ya da en azından solcu değil).
Bu da İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerdeki oy kaymalarıyla ilgili soruyu cevapsız bırakıyor. İl bazında sol oylarda anlamlı herhangi bir artış gözlemleyemiyorsak, bu şehirlerde yaşanan nedir?
Zamandan kazanmak adına ben burada toplam oyların beşte birini ifade eden ve HDP’nin oyların altıda birini aldığı İstanbul’a odaklanacağım. Bu amaçla aşağıda İstanbul için oy oranlarındaki mahalle bazlı kaymaları verdim. Bildiğim kadarıyla, 2011’de bağımsız bir Kürd aday olmadığından, burada HDP’nin 2015’te aldığı oy oranına başvuruyorum.
HDP ile AKP’yi ayrıca HDP ile CHP’yi kıyasladığımızda HDP’nin her iki partiden oy aldığını görüyoruz. Ancak HDP-AKP saçılım grafiğinin merkezi solda iken HDP-CHP konusunda İstanbul’un birçok mahallesinde HDP’deki oy artışının CHP’den ziyade AKP ile ilişkili olduğu görülüyor. Aslında İstanbul’da bile sol oylarda HDP’ye ciddi bir kayma yaşandığına dair elde yeterli delil yok. Son olarak da sağdaki grafiğe bakalım. Bu da dikey eksen üzerinde bulunan CHP ile yatay eksen üzerinde bulunan AKP arasındaki ilişkiyi gösteriyor. Genel manada CHP’nin oy oranı büyük ölçüde sabit kalmış (2011’de %31; 2015’te %29). Parti bu seçimde HDP’ye bir miktar oy kaybetmiş ama biraz da AKP’den almış.
Bu uygulamada mesele şu: dünkü seçimde HDP’nin elde ettiği seçim başarısının Türkiye solunun veya liberallerinin bir tür dirilişini ifade ediyor olduğunu söylemek mümkün değil. HDP’nin politik nüfuzunda gerçekleşen patlama, büyük ölçüde Doğu’daki ve İstanbul’daki AKP seçmenleriyle ilgili. Özellikle Kürd yanlısı partilerin bağımsız adaylarını desteklemiş olan doğuda AKP’nin eski başarısı, önemli oranda halkın dinî muhafazakâr değerlerine cevap vermiş olması ile bağlantılı. İstanbul’da bile HDP’nin AKP’den aldığı oyların önemli Kürd gruplarından geldiğini söylemek mümkün. Gene de bunun sınamadan geçmiş bir hipotez olmadığını söylemem lazım.
Kanaatimce, HDP’nin başarısı büyük ölçüde Kürdlerin başarısı. (Kürdler mecliste ilk kez doğru düzgün bir temsiliyet imkânına kavuşuyorlar.) Aslında HDP’nin vitrininde duran liberal ve solcuların yarattığı cazibeye rağmen, bu isimlerin altta dindar ve toplumsal açıdan muhafazakâr, üstte ise seküler ve ilerici olan bir partiyi yönetmelerinin güç bir iş olacağını da belirtmek gerek. Bu nedenle gözlemciler, Kürdlerin uzun süredir liberal alternatifi sunmayı başaramamış mevcut Türk partileri karşısında liberal bir alternatif sunacağını umuyorlar ama muhtemelen hayal kırıklığına uğrayacaklar.
Aklıma gelmişken şunu da belirteyim: Türkiye’de liberal demokratik bir parti var ve ismi de “Liberal Demokrat Parti” (LDP). Dünkü seçimde bu parti oyların yüzde 0,06’sını aldı. Liberal Türkiye arayışı hâlâ devam ediyor.
Erik Meyersson

7 Mayıs 2015 Perşembe

Bize Her Yer Trabzon!

Bir vakitler “Altan Tan HDP’den aday olmasın” kampanyası başlatanlar, bugün Tan’ın sözleriyle coşuyorlar “sosyal âlem”lerinde. Bireyi aşan değerlerin taşıyıcılarını, belirledikleri siyaset alanında görmek istemiyorlar, bu açık. Bunu da küçük burjuva bir eşitlikçilik adına yapıyorlar. “Cascavlak, dımdızlak bireyler olarak eşitlenelim” istiyorlar. Ama bu eşitlikçilik, eşitleyici pratikleri ezmek için ifa ediliyor. Eşitlikçi vurgu, bir çizginin arkasında, koşu parkurunda yan yana durabilmek için yapılıyor. Yani bu vurgu, örtük bir özgürlük kurgusuna dair. Sorulmayan soru şu: gürleşmesi istenen öz neyin özüdür?
Burdur’da düzenlenen bir Yörük kültürü gecesinde konuşmacı şunları söylüyor: “Yavuz Sultan Selim’in sözüdür: ‘bu Yörükleri savaşçı yapın, devletin hiçbir noktasına getirmeyin.’ Artık biz Yörükler savaşta ön saflara sürülmek değil, doktor, mühendis, bürokrat olmak istiyoruz.” Yeni Yavuz’lar, Yörükleri doktor, mühendis, bürokrat ordusu dâhilinde ön saflara sürüyorlar artık. Sağ siyaset, Anadolu’nun Yörük ve Türkmen aşiretlerinin temsilcilerini besleyerek, burjuvazinin ve devletin bekası için siperlere koşturuyorlar onları.
Bir vakitler TKP, sanırım, 1980 kongresini Konya’da yaptığını duyuruyor dosta düşmana. Oysa kongre Moskova’da yapılıyor. Bu TKP’nin üst düzey kadrolarından biri olan Veysi Sarısözen’in şimdiki partisinin genç üyeleri, Kadıköy Salı Pazarı’nda çektikleri seçim videosunu Burdur’da çekilmiş gibi gösteriyorlar bugün. Burdur halk pazarında tüm pazarcıların “HDP” dediklerini iddia ediyorlar. Madunların, mağdurların, mazlumların bu zihniyet dâhilinde niceliksel bir değer, görsel bir malzeme niteliği taşıdığı ortada.
Genel siyaset alanının sınırlarını burjuvazi tayin ediyor. Burjuvazi kendi azınlık oluşundan ürktüğü için, öncelikle o azınlık hâlini gür gösterecek yolları araştırıyor, kendisine düşman kesimleri de birey ölçüsünde, temsiliyet düzleminde, eşikten içeri sokmak istiyor. Ne gürleştirilmek isteniyorsa, burjuvaziye hizmet ediyor.
Yörükler batılı, emperyalist kurgunun ürettiği Türkçülüğün nesnesi kılınıyorlar. Burjuvazinin belirlediği siyaset alanına ancak bu surette girebiliyorlar. Bugün toprağı, suyu, geleceği çalınıyor ama onlar Türk’ten gayrı, Türk’e düşman Türkçülük ideolojisiyle hareket ediyorlar. Türk, özel insanların özel duygularına kapatılıyor. Burjuva siyasetinin kutsal bireyinin “Türk”, “Müslüman” ya da “İşçi” olarak kodlanması arasında bir fark bulunmuyor.
Din, millet ve sınıf meseleleri, özel, bireysel olgular olarak gösteriliyor. Burjuva siyaset alanında ancak bu kadarına tahammül edilebiliyor. Örneğin Demirtaş bir konuşmasında yoksulluktan bahsedip “meselenin sınıfsal tarafı da bu” diyor. Yani belirli bireylerin özel, öznel hikâyeleri o düzeyde ele alınıyor. Din, millet ve sınıfla ilgili değerlendirmelerde bu birey vurgusu öne çıkıyor. Tüm hikâyeler, toplam gidişattan, tarihten ve toplumdan ayrı ele alınıyor. Burjuvazinin tarihten ve toplumdan kaynaklı her türlü öfke biçimine ve tarzına karşı kendisini savunma biçimi bu. Din, millet ve sınıf, bireye kapatılarak, tehdit oluşturan yanları budanıyor.
Liberaller, haber kaynaklarının başını tutuyorlar. İdeolojik düzeyde HDP dâhil tüm seçim partilerinin zihinsel işlemlerini tayin ediyorlar. Onların görevi, burjuvazinin savunma hattını örmek. Faşistlerse saldırı hattını örmekle meşguller. İki kesimde de bu bireyin kutsiyeti temel rol oynuyor. Her ikisi de burjuvazinin siyasetteki hareket alanını rahatlatıyor.
AKP nerede “köke, ecdada dönüyoruz” diyorsa, orası burjuvazinin yüzünü döndüğü yer oluyor. Bu parti, din, millet ve sınıf bahsinde, gene burjuva siyasetin ihtiyaç duyduğu bir yerden karşılanıyor, karşıya atılıyor. AKP’nin “kök ve ecdad” dediği şey, burjuva bireyden başka bir şeyi ifade etmiyor. Esas itiraz edilmesi gereken bu. Erdoğan’ın “Benim sayemde on kat zengin oldunuz” dediği kesimlerin ideolojik itirazlarından medet umulmaması gerekiyor.
HDP’liler de dâhil kimi siyasetçilerin AKP’lileri zekâ, akıl, ilericilik üzerinden eleştirmelerinin sınıfsal bir tarafı var. Boğaziçi ve ODTÜ çıkartmaları, mevziin nereye kurulduğunu gösteriyor. Cem Yılmaz kitlesine oynayarak, hazır cevap olmanın, lafı gediğine koymanın, kelâmı mizahla yoğurmanın prim yapacağı düşünülüyor. Charlie Hebdo’nun Le Pen ve devletçi zihniyetin çizgisine çekildiğinin söylendiği günlerde, LeMan dergisi, Fenerbahçeli futbolculara yapılan saldırı sonrası, kendilerinin tabiriyle, “nefret suçu” işliyor ve tüm Trabzonspor taraftarını aşağılayan, onları bir kupa için insana kıyacak caniler olarak gösteren bir karikatür çiziyor. Rahmetli Kazım Koyuncu’nun tabiriyle, “Trabzonspor güçsüzlerin güçlülere meydan okuma ihtimalini temsil ediyor.” Efendilere yaranmak isteyenler, güçsüzlerin güçlenme gayretlerini alaya almayı maharet sayıyorlar.
Sapla samanın karıştığı yer de burası. Birilerine “ben daha zekiyim, akıllıyım hem de komiğim” diyerek kendilerini beğendirmeye çalışanlar, o birilerini sorgulamalıdırlar. AKP’ye oy veren, ona çalışan halk kütlelerini din, millet ve sınıf üzerinden ezmeye, parçalamaya, siyaset alanından kovmaya çalışmak, devrimci bir tutum olmasa gerektir. Yani AKP’yle güçlü olduğunu sananları aşağılayarak yol almak yerine, aksine onların AKP'yle güçsüzleştiklerini ve güç imkânlarını göstermek zorunludur.
AKP bugün güncellenmiş Kemalist devlettir. Yüz yıldır ne yapılıyorsa, onu yapmaktadır. Onun burjuva siyasetin ilke, kural ve alışkanlıkları dışında bir şey yapması mümkün değildir. Burjuvazinin belirlediği alana giriş bileti almak isterken bu bileti AKP tabanına küfrederek almaya çalışmanın bir anlamı yoktur. O alana Müslüman, Kürd ve işçinin girmesi yasaktır. Burjuvazi ancak kendisine benzeyene el etmektedir. Bilet alanlar, gücü düşürmüş, güçlenme imkânlarına sırtını dönmüş demektir.
O alana Müslüman’ın girmesi, Ermeni’nin, Rum’un dinleri üzerinden dışlanması ile mümkündür. Girdiği yerde yanına birçok şeyi almaması gerekmiştir. Kürd’ün girmesi, Türk’ün, Yörük’ün, Türkmen’in kovulması ile mümkündür. Yanındaki birçok şeyi eşikte bırakmalıdır. İşçinin girmesi ise ancak şirketleşmiş sendikalar üzerinden olabilir.
Bugün CHP, HDP ve MHP, dinin istismar edilmesine karşıtlık noktasında birleşmektedir. Şirketleşmiş sendikalar, dağdan inmiş Kürd, Yörük’ü ancak kendi çıkarlarına hizmet ettiği noktada değerli gören “Türk”, AKP’de gördükleri “din”e saldırmaktadırlar. Sınırlamak istedikleri, saldırdıkları şey, kendilerinde kireçleşmiş burjuva kurguyu parçalayacak bir İslam’ın imkânlarıdır. Saldırı savunma amaçlıdır ve savundukları genel burjuva siyasetidir.
Bu tantana içerisinde, Diyanet tartışması noktasında, bugün TKP ile AKP yan yanadır. İkisi de İslam’ın imkânlarını bastırma ve ezme gayreti için Diyanet’in gerekliliğini dile getirmektedir. Burada cin olmadan adam çarpma çabası söz konusudur. Masa başında kendisini devlet zannedenler, devletin nasıl olması gerektiğine ilişkin fikirler saçmaktadırlar ortalığa. Dolayısıyla alttakilerin “devlet” olma iradesi, bugünkü devleti eleştirirken ezilmektedir. Bu amaçla devletin değil, canlı varlıkların olmadığı bir zaman kesitini merkeze alıp bugüne ölçü ve ölçek sunulmaktadır. Oysa bu ölçü ve ölçek, bugünün burjuvazisi içindir, onun çıkarınadır. Burjuva siyasetinin mayasında pazara, kâra, mülkiyete ve rekabete uygun bir “insan” kurgusu vardır.
Yani Hz. Muhammed’in devlet kurmadığını söylemek, Medine kurgusunu Mekke’nin karşısına çıkartmak, en iyisinden, Medine’nin dişlerini söküp onu burjuva liberal bir ezbere kurban etmek, hiçbir sonuç üretmez. Bu anlamda daha düne kadar “Müslüman’ın dinî değerlerine dokunmamak lazım. İhsan Hoca yanlış yapıyor” diyen Ayhan Bilgen’in bugün İhsan Eliaçık’la “demokratik İslam” kurgusu üzerinden yan yana gelmesi manidardır. Getirene, hizalanan çizgiyi kimin çizdiğine bakmak gerekir. Bu çizgi, muhtemelen dini, dindeki devrimci imkânları öte tarafta bırakmak içindir.
Dinin istismar edilmesi bahsinde Sıffin Savaşı’na atıfta bulunulması da manasızdır. Erdoğan Aydın, “AKP bizi zayıf yerimizden vurmaya çalışıyor” deyip, bu savaşta mızrakların ucuna Kur’an sayfaları asılmasından bahsetmektedir. Oysa Muaviye’nin karşısındaki ordunun komutanı dini zayıf değil, aksine, İslam’a göre, “ilmin kapısı”dır. Yani Muaviye kendi İslam’ını üstün kılmak değil, Hz. Ali’nin dine tam bağlılığını kullanmak için o taktiği uygulamıştır. Tayyip Erdoğan’la yarışı eşit koşullarda yürütmek isteyenler, esasen bu yarışı kabul etmekle mağlupturlar. Ayak bastıkları, start çizgisinin arkasına dizildikleri kulvar asla bizim değildir.
Sabahın beşinde işe gidenlerin yürüdükleri yollar, gecenin köründe mevzilere inenlerin yürüdükleri patikalar, tırnakları ile sürülen toprak, yağmalanan ormanlar… Girilen kulvar, buraları kesinlikle görmeyecektir. Oralar, sadece egzersiz ve antreman için vardır. Yola revan olanlar yoldaşlaşıyor, kulvar yoldaşlığa da düşman.
Osmanlı’dan beri “Yâr ile kâr”ı birleştirme becerisini haiz Nakşibendî tarikatları merkezî bir konumdadırlar. Bugün de AKP buraya yaslanmaktadır. Bir iddiaya göre, bu tarikatın kollarında şeyhten sonra ikinci adamlar hep subaydır. Diyanet’e takılanlar buralara kördürler. Burjuvazi ve devletinin kendisine tehdit teşkil eden yerleri boş bırakması doğası gereği mümkün değildir. “Tehditleri savuşturma işlerini ben hallederim” yarışından mazlumlara, fukaraya asla hayır gelmeyecektir.
Laik, “din dışı” demektir. Laik olduğunu söyleyen, doğal olarak, mevcut burjuva kurgunun içerisinde işleyen bir kutsalın hizmetinde olduğunu da söylemiş olur. Kahire’de Müslüman Kardeşler’e “laik olun!” emrini veren Erdoğan ile buranın laikleri esasında yan yanadır. Esma’yı katledenlerle birlikte mazlum Yemen’e yönelik saldırıda ortak olan bu laikler, bugün Siirt’te elindeki Kur’an'ı sallamaktadırlar rakiplerine. O Kur’an, zalimin değil mazlumundur; zalime zulüm, mazluma hürriyettir.
Yusuf Karagöz

3 Mayıs 2015 Pazar

Ali Taran’la Yaşanılabilir Bir Türkiye’ye Doğru

CHP’nin seçim kampanyasının reklâmları çarpıyor gözüme bir süredir. İçlerinden birinde veya birkaç tanesinde Türkiye’nin yaşanılabilir bir ülke olmaktan çıktığından bahsediliyor. Kendi yakın çevremden de duyuyorum bu tarz şeyleri. Bir kısmı buradan gitmenin yollarını ararken, bir kısmı da kendi hayatında kötü giden hemen her şeyi memleketin çekilmezliğine bağlayıp duruyor.
Dikkatimi çeken şey, bunu söyleyen insanların genellikle Türkiye’de iyi bir şeyler yapabilecek, piyasada veya akademide yükselebilecek/yükselmiş, kendisine istediği gibi bir yol haritası çizme şansına sahip, yani aslında burada vasatın üstü standartlarda yaşayabilecek kimseler olması. Varoluşsal sıkıntıları sebebiyle alternatiflerden alternatif beğenmeyenler değil de, bu ülkede yaşamakta gerçekten zorlananlar, mesela boğaz tokluğuna 20 saat çalışanlar, yedi-sekiz çocukla tek göz odalara sığışanlar, gün boyu işyerinde geceleyin evde ölesiye çalışıp bir de kocasından dayak yiyen kadınlar sabahtan akşama Türkiye’nin kendilerini ne kadar daralttığından bahsetmiyor. Biraz daha genelleştirip söyleyecek olursak, bu ülkeyi çekilmez bulanlar belirli bir statüye sahip, belirli bir düzeyin üzerinde para kazananlar ekseriyetle. Siz yaşayamıyorsanız, yani belirli imtiyazlara sahip insanlar olarak yaşayamayan sizlerseniz, milyonlarca insan ne yapsın diye sorasım geliyor.
Yaşayamamalarının sebebi de geri kalan insanların kendilerini hiç anlamaması oluyor. Kendi baktıkları yerden bakmayan, aynı söylemleri kullanmayan, günlük hayat mücadelesi, maişet derdi içerisinde kendisini dinleme lüksü olmayan insanlara “bilinçsiz ve anlayışsız” yaftası yapıştırınca kendilerini temize çekiyorlar belki ama sömürü, çalışma saatleri, adaletsizlik azalmıyor.
Bahsettiğim söylemlerle, CHP’nin “Bu ülke yaşanılabilir olmaktan çıktı” sloganı aynı kaynaktan besleniyor. CHP nasıl ülkenin gelmiş olduğu noktada hiç payı yokmuş gibi, devlet 2002 yılında zuhur etmiş gibi, yolsuzluk, rüşvet, yoksulluk yeni ortaya çıkmış gibi davranıyorsa; sahip oldukları imtiyazların kimlerin emeği üzerinde yükseldiğini görmezlikten gelen, mevzu bahis emekçileri ve tabii halktan insanları sürekli ezen züppeler de aynı zihniyetin takipçisidir gözümde.
Ancak gelgelelim ki söz konusu reklâmların bu züppeliği aşan bir tarafı var. Kampanyayı Ali Taran yürütüyor. Kapitalizmin en sinsi araçlarından birisi olan reklâmın yararlı ve ahlaklı bir şey olmadığını hepimiz biliyoruz, elbette. Reklâm dediğimiz metin türünün her şeyi satmak ve algı yönetimi yapmak üzere tasarlandığını da. Fakat bu reklâmlarda satılmaya çalışılan şey yenilir yutulur gibi değil. Ali Taran milyonlarca dolarlık teknesinde keyif çatıyor, Türkiye’nin en güzel koylarında demirliyor, kaymağın da kaymağını yiyor ve milyonlara “Bu ülkenin yaşanılabilir olmaktan çıktığını” satıyor.
Artık bu adi dolandırıcılık mıdır, nitelikli dolandırıcılık mı, ona da siz karar verin.