30 Temmuz 2016 Cumartesi

Janus

Küçük burjuvanın en önemli hastalığı, herkesin kendisi gibi olduğunu düşünmesidir. Kemal Erdem böylesi bir hastalığın semptomudur. O, Tayyip’i kendisi gibi, zeki ve akıllı zannetmekte, o şekilde takdim etmektedir. Buradan da herkesi Tayyip’le mücadele bağlamında kendisine râm etme gayreti içerisindedir. Tezini sağlama alması için 28 Şubat’ı, 2001 Krizi’ni, 27 Nisan’ı da Tayyip’in örgütlediğini söylemesi gerekir. Tayyip’in bu kadar yüceltilmesi, Erdem gibilerin yüce varlığının görülebilmesi için şarttır.
Anti-tayyibizm tutarsızdır. Tayyip Erdoğan’ı her türlü sınıfsal, iktisadî, tarihsel ve toplumsal ilişkilerden bağımsız, ona karşı çıkan bireyler gibi özel bir birey olarak görmektedir. Dolayısıyla buradan Erdoğan, hem “diktatör” olarak takdim edilmekte, onun ülkeyi tek başına yönettiği söylenmekte hem de “bu darbeyle tam diktatörlüğe geçiş yapıldı” denilmektedir. Bu tarz yazılar ancak Dursun Çiçek kılavuzluğunda yazılabilir. Buradan da “Madem öyle, bu darbe tezgâh, kurgu, neden koşa koşa CHP’nin manifestosunun altına imza atmaya gittiniz?” sorusu gündeme gelir. Taksim Manifestosu’nun ilk cümlesinde “15 Temmuz darbe girişimi parlamenter demokrasimize karşı yapılmıştır” denilmektedir. Sol, CHP-AKP'nin iç içeliğinin, müesses nizam denilen Janus’un iki ayrı yüzü olduğu gerçeğinin üzerindeki örtüdür.
Kemal Erdem’in “tezgâh, tiyatro” dediği darbe girişimini, Erdem’in yazısını yayınlayan örgütün de katıldığı mitingin sahibi CHP’nin ideolojik öncüleri Ayşenur Arslan ve İsmail Saymaz, “fazla şişinmeyin, darbeyi biz durdurduk.” demektedir. Bu noktada özellikle Gezi’den beri Saymaz’ı gölge içişleri bakanı olarak gören sol-sosyalistlerin bu darbeyi bu isimlerin ardındaki güçlerde aramaları gerekir.
Devrimci sosyalistlerse, HBDH başlığı altında, “sistemin en zayıf halkası Erdoğan. Bugünün acil görevi Erdoğan’a yüklenmektir.” demektedir. Darbe girişiminin ardındaki denklemin bu tespit üzerinden de düşünülmesi icab etmektedir. Söz konusu denkleme belirli güç ilişkilerinin dolayımı olarak duhul etmenin bir anlamı bulunmamaktadır. O güç ilişkilerinde belirli bir kudretle varolma imkânı Haziran kıyamında mündemiç ise, onu tarumar edenlerin hangi güç ilişkilerine biat edildiğinin sorgulanması zorunlu.
Dolayısıyla “Devrimci ODTÜ” adına kaleme alınan bildiri Akitile yürütülen bir kayıkçı dövüşünün ürünü. Esas olarak olan biteni internet karşısında izleyen bir kişinin sayıklamasından ibaret. Yazan, ne sokakta var ne de hayatta. Her şeyi internet âleminden görüyor, anlam dünyasını oradan teşkil ediyor. Bırakalım politikayı, bu bildirinin gerçeklik açısından bir karşılığı yok. Derdi tasası AKP karşıtı CHP’ci siyasete eklemlenmek. Oysa görülmeyen şu: CHP, bu milli iradenin ve devletin parçası. “AKP’yi yıksın” diye umutla beklenen ordu işte bu. Demek ki Kemal Erdem gibi komplocu hezeyanlar kaleme alınması bir anlam ifade etmiyor.
Komplocu zihnin gerçekle ilişkisi kopuk. Bu kopukluk zorlama bağlarla giderilmeye çalışılıyor. Mülkiyet bilinci aidiyet bilincini kapı dışarı ediyor. Kemal Erdem ait olduğu Batı dünyasından buradaki mülkiyet bilincine ayar vermeye çalışıyor. Batı’yı “darbeyi eline yüzüne bulaştırmakla” eleştiriyor, ondan daha batı olduğunu söylüyor, oradan da Erdoğan’ın batı karşıtı, milli kahraman mitosuna katkı sunuyor. Bu mitos CHP dolayımı ile kemalizme bağlanıyor. Ak Parti merkezine bu yüzden Atatürk posteri asılıyor. Ahmet Hakan bu çizginin öncüsü olarak anayola işaret ediyor.
Esas olan, uydurma bağ kurmak değil, varolan bağları görmek demek ki. Taksim Manifestosu’nun sekizinci maddesinde Kılıçdaroğlu, sosyalistlere de mesaj vermektedir: “devleti ele geçirme anlayışından vazgeçilmelidir.” Haziran Hareketi o alana bu yüzden alınmıştır. Devletin yeniden inşası orta sınıfın hassasiyetine göre gerçekleşmelidir. Solun ağzından çıkabilecek tek laf budur. Kılıçdaroğlu’nun mesajına Haziran Hareketi tam da bu sebeple şu olumlu karşılığı vermiştir: “AKP tarafından ilan edilen bu savaşa verilecek en etkili yanıt, şiddeti yükseltmek değil, en geniş toplum kesimlerini biraraya getirecek kitlesel, barışçıl, güçlü bir karşı duruşun inşasıdır.”
Şiddeti yükseltmemeye yemin eden Haziran, etnik ve mezhepsel eksende her kutuplaşmanın zararlı olduğunu etnisitelere ve mezheplere, daha doğrusu Kürdlere ve Alevîlere söylemektedir. Bu yeni siyaset sahnesinin emrettiği bir yönelimdir. Özetle Haziran 28 Temmuz tarihli bildirisinde, zahirde düşman olduğunu söylediği AKP iktidarına “şiddeti yükseltmeyeceğine ve etnik-mezhepsel öfkeyi örgütlemeyeceğine, o öfkeden uzak duracağına, gerektiğinde onu ezeceğine”, genel burjuva siyasetinin figüranı olmaya devam edeceğine dair söz vermiştir.
Bu söz, AKP umacısı yaratılırken kullanılan kimi ifadelerde karşılık bulmaktadır. Erdal Kara’nın yazısında İbrahim Karagül’e vururken kullandığı şu ifade bunun bir örneği: “15 yaşındaki gençler bile, evet yanlış okumadınız 15 yaşındaki gençler bile... Bu cümle, cümledeki tuhaf şaşkınlık ifadesi Dev-Lis’e edilmiş bir küfürdür. Bugün aksiyon değil reaksiyon ile siyasetlerini yürüteceklerine dair yemin etmiş olanlar, geçmişte 12 Eylül’de örgüt üyelerine “herkes başının çaresine baksın” talimatı vermekle kendisini esasen lağv etmiş bir ekibin üyeleridir. Geçmişin sömürüsü artık manasızlaşmıştır. Geçmiş de bugünün güçlerince düzlenmek zorundadır.
Habertürk’te Cemaat’in tartışıldığı programda (30.07.16) Prof. Dr. Hilmi Demir, İngiliz istihbarat örgütü MI5’ın radikalizm raporuna atıfta bulunuyor ve bu raporla aynı fikirde olduğunu söylüyor. Rapordaki aynı ifadeyi tekrarlayarak, “Sağduyulu, akli bir din eğitimi verilmelidir” diyor. Cemaat operasyonu toplum kadar tarihi de kapsıyor. İslam içi muhalefet imkânlarının bastırılması için Cemaat bir bahane olarak kullanılıyor. Burjuva aydınlanmasının ve kemalizmin kendisini yeniden ürettiği yer bu anlamda AKP.
Dolayısıyla Ufuk Göllü’nün Taksim mitingine katılanları, Mahir Çayan’a atıfla, “Kendi sağından medet umanlar” olarak nitelemesinin bir anlamı yok. Zira Göllü’ye de Gezi’den beri sakızını çiğnediği Cemaat’in kendisinin sağında mı yoksa solunda mı olduğu sorusu meşru bir sorudur. Haber, istihbarat, teori ve ideoloji kaynağının Cemaat olduğu bu uzun momentte sol örgütlerin de hizaya çekildiğinin görülmesi gerekir. Sol, siyaseti ve ideolojiyi bireyin lüks ayakkabısı içine hapsetmiş, bireydışı, tarihsel-toplumsal olgu ve olaylara küfreder bir yere çekilmiştir. Dün “hırsız” diye bağıranlar, tek siyaseti bu olanların, bugün “burjuva siyasetinin restorasyon sürecinin parçası olunmamalı” demesi manasızdır. Sırf nicelikçi bir yerden mitinge katılımını kılıflandıran da (bkz. Nuray Sancar) aynı nicelikçi yerden tek merkez olarak Kürd’ü işaret eden madalyonun iki yüzü gibidir, aynı siyaset anlayışının iki farklı tezahürüdür.
Özetle, Mahir’in tespitinin manasına atıfla, sol ve sağ oportünizm özde aynıdır. Kurtuluş, özelleşmiş, tarihsizleşmiş, halksızlaşmış, temelden ve mayadan mahrum kalmış, aklî, kalbî ve maddî birikimimizi ezilenlerin mücadele tarihine, tarihî mücadelesine, o ateşe atmaktadır.
Yusuf Karagöz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder