11 Ağustos 2016 Perşembe

Seküler Müslümanlığın Geleceği

Dünyada dinlerin devletler ve toplumlar karşısındaki etkisi son 200 yılda hızlı bir değişime uğruyor. Ortaçağ Avrupa’sında Kilise’nin durumu ve örneğin Fransız elitlerinin karşıt olarak geliştirdikleri tartışmalar derinleştikçe, devlet düzeni yerini laikliğe bırakmıştır. Günümüze doğru evrilerek hem toplum hem de siyaset alanında sekülerleşen bir durum söz konusudur.
Yine biraz farklı olarak bu durum Amerika’da da yaşanmıştır. Fransız Devrimi’nden etkilenilmiş olsa bile din daha çok hayat bulmuştur. Bu da toplum ve idare nezdinde aşırı uç sekürlerleşmeyi kısmen de olsa durdurmuş, kültürel yaşam şekli olarak din toplumdan tamamen uzaklaşmamıştır. Bu iki ülke örnekleminde laiklik ve sekülerizm ayrışan bir neticeye varmıştır. Amerika’da seküler toplum kendini yavaş yavaş inşa etse bile mesela Amerikan filmlerinde vurgulanan Hristiyanlık ve kilise temaları keskin bir kopuşa henüz varılmadığını göstermektedir. Fransa’da ise tersi olarak laiklik ve sekülerizm sistematik ve kurumsal tarzda siyaset eliyle uygulanmıştır.
Maddi yönü temsil eden iki batı ülkesindeki duruma karşılık olarak, manevi dinamikleri olan Ortadoğu’da da durum çok farklı değil. Yine örnek olarak Türkiye ve Suudi’ye bakabiliriz. Küreselleşen dünyada İslam ülkelerinin son 100 yıllık süreci incelenmeye değer. Elbette bu değişimin altında yatan çeşitli sebepler vardır. Sanırım konumuz olan sekülerleşme tehlikesinin de başlıca nedeni ‘din’ olgusunun eksik ifade edilmesidir. Bunun karşılığı olarak dine karşı dinin geliştirdiği alternatifler ise maneviyat yerine maddi dünyaya hapsoluyor. Özellikle Mekke ve Medine gibi kutsal ve aynı zamanda İslam âleminde medeniyetin inşasına öncülük eden iki şehir bugün vahşi kapitalizmin esaretine girmiştir. Sosyal adalet ve ahlak ile pekiştirilemeyen ibadetler, kılık, kıyafet ve şekil üzerinden dış dünyaya görünen yüzü, özünü bulamayıp kabuğuyla uğraştırıyor. Bilim, teknoloji, sanat ve hikmet yerine hazır tüketim üzerine kurulu devasa yapıtlar ile kentleşerek sekülerleşiyor. Bunu yaparken de laiklik ve şeriat arasında korkunç bir uçuruma yaklaşılmış.
Batı ve doğu bloğu arasında kalmış Türkiye’deki durum ise son 15-20 yılda farklı bir kulvara ulaştı. İslam ülkelerine rol model olabilecek bir yapıya sahip olmasına rağmen bir takım handikaplar dolayısıyla belirsizliğe sürüklenmiştir. Bugün Suudi’de devlet eliyle kurumsal bir uygulama söz konusu olmazken, Türkiye, toplumsal dinamikler ve Müslümanlar eliyle alabildiğince sekülerleşmeye gidiyor. Sekülerleşen Müslüman algının bir kanadını milliyetçiliğe bulaşmış ulus-devlet anlayışı, diğer kanadını ise teknolojinin insanı kendisine yabancılaştıran yanı, kapitalizm ve düzensiz kentleşme oluşturuyor. Düşünün ki Müslümanlar iktidar oluyor, ancak toplumsal sorunların hangi birisi çözülüyor? Bu bile dine zararla beraber dini salt dünyevileştiriyor.
Müslümanların iktidar sarhoşluğuyla dünyevileşmesi maalesef muhtemel sonuç oldu. Her ne kadar Allah inancı olsa bile, muktedir olmak bir anlamda Allah’a olan ihtiyacı bertaraf ediyor. Dolayısıyla ortaya, “Allah var” deyip, O yokmuşçasına yaşamak gibi bir sonuç çıkıyor. Anadolu Müslümanlığı ve sosyolojik durum göz önüne getirildiğinde toplumun bütün kademelerinde bu iktidar lezzetine rastlanır. ‘Tek millet’ üzerinden ulusalcılık kutsanarak dinî kılıfına uydurup, asıl kutsal olan ise sıradanlaşmıştır.
Müslüman kesim iktidarlaştıkça maddeten terakki etti. Milliyetçilik üzerine iktidar, iktidar üzerine kapitalizm inşa edilerek korkunç bir dünyevileşmeye sebep oldu. Bir süre sonra da sistematik bir şekilde uygulanmaya başlandı. Sonuç olarak da laiklik handikapından kurtulmadan aniden sekülerleşen sözde ‘dindar nesle’ dönüştü. Son tahlilde maneviyatı temsil eden tarikat ve cemaatlerin dünyaya perestiş etmeleri (ona tapmaları) bundandır. Oysa dünya işleri, Hakkın rızası ve halk için, ahireti de dâhil ederek olmalıdır.
Kültürel kodları İslam ile bütünleşmiş olan halklar, maddeden terakkiyi yine manevi dinamiklerle beraber harmanlayabilirse İslam’ında izzetini korumuş olurlar. Bu da ‘denge’yi ifade eder. Özellikle demokratik, özgürlükçü ve laiklik çözümlemesi ile farklı inançları da kapsayan bir anlayış dinin maneviyatını da diri tutacaktır.
Ey Nefsim! Deme, “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur.”
Sefa Mehmetoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder