ABD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ABD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Haziran 2015 Pazar

Din Özgürlüğüne Karşı İfade Özgürlüğü

Din Özgürlüğüne Karşı İfade Özgürlüğü: Phoenix Camii Dışına Silâhlı İslam Karşıtı Yürüyüş
İslamofobinin yükselişe geçtiği bir dönemde, (29 Mayıs 2015) Cuma günü Phoenix Camii dışında İslam karşıtı bir yürüyüş gerçekleştirildi. Bu, son iki hafta içerisinde aynı caminin dışında yapılan ikinci yürüyüş. 17 Mayıs’ta yapılan ilk yürüyüş çok daha az ilgi görmüş, sosyal medyada daha az karşılık bulmuştu. Bu son yürüyüşse daha fazla ilgi gördü.
Son yürüyüşü örgütleyen, bir Phoenixli olan Jon Ritzheimer. Ateist olmakla gurur duyan Jon, Irak Savaşı’nda yer almış eski bir deniz piyadesi ve İslam’ın şiddete dayalı bir din olduğu iddiasında. Ellerinde tabanca, saldırı tüfeği, Amerikan bayrakları ve Hz. Muhammed çizimleri bulunan 250 kişilik kalabalık Phoenic İslam Cemaati Merkezi’ne yürüdü.
Başka bir grupsa aynı saatlerde dünyaya Arizonalıların insanların dinlerini huzur içerisinde yaşama haklarına saygı duyduklarını göstermek amacıyla, “sevgi yürüyüşü” adı altında bir yürüyüş düzenledi.
Phoenix polisinin tahminine göre, yürüyüşlerde, iki tarafta da 250’şer olmak üzere toplam 500 kişi vardı.
Ritzheimer’i destekleyenler, Cuma öğleden sonra bir parka geldiler ve saat altıda bisikletlerine ve otomobillerine binip camiye gittiler. Bazıları Amerikan bayrakları salladı, bazıları da Hz. Muhammed’e ait olduğu iddia edilen çizimleri medyaya gösterdiler.
Diğer tarafta ise cami cemaatine ait olmayan insanlarsa “Nefret Değil Sevgi” yazılı dövizler taşıdı. Tempe’teki Kefaret Kilisesi’ne mensup bir grup, mavi kıyafetler içerisinde gelip cami önünde sıralandı. İddialarına göre, bu rengi barışçıl olduklarını göstermek için giydiler.
İslam karşıtı yürüyüş öncesi bir barda parti düzenlendi ve burada “Muhammed çizimleri” yarışması yapıldı.
Cuma günü Ritzheimer Facebook sayfasına şu mesajı yazdı: “Başkan Obama ‘gelecek İslam’a hakaret edenlerin olmamalıdır’ diyor. Ondan bu ifadesini şu şekilde değiştirmesini istiyorum: ‘Gelecek, eğer isterlerse, İslam’a hakaret edenlerin olmalıdır.’[…]”
Yürüyüşü örgütleyen bu isim, katılımcıların silâhla gelmelerini istedi. Bunun bir anayasal hak olduğunu söyledi. Birçoğu askerî kıyafet içerisindeki yürüyüşçüler ellerinde saldırı silâhlarıyla geldiler yürüyüşe. İslam karşıtı yürüyüşe dazlaklar ve üzerinde Nazi SS sembolü bulunan bir tişört giymiş bir adam da katıldı.
Bir gazeteye göre yürüyüşte renkli tişört giymiş bir eylemci Kur’an sayfalarını yırtıp ağzına attı. Onun yanındaki bir kolej öğrencisi ise kitabın kalan kısmını yere atarak elindeki megafondan şunları bağırdı: “Bu kitaba ihtiyacınız yok, bu kitap yalan ve nefret dolu! Hey Müslümanlar, kitabınıza bakın, yırtıldı, kirlendi. Siz domuzsunuz, sahtekâr Müslümanlarsınız!”
Kendisini “vatansever” olarak tarif eden Jon Ritzheimer, bu İslam karşıtı yürüyüşü “İfade Özgürlüğü Yürüyüşü” olarak isimlendirdi ve yürüyüşün Teksas-Garland’da 3 Mayıs günü Hz. Muhammed karikatürüne yönelik saldırıya cevap olarak yapıldığını söyledi. Bu saldırıyı Elton Simpson ve Nadir Sufi isminde iki kişi gerçekleştirdi. Hz. Muhammed karikatürleriyle ilgili yapılan bir yarışmaya tüfeklerle ateş açan bu kişiler bir güvenlik görevlisini vurdular. Polisin ateş açması sonucu Simpson ve Sufi öldürüldü. Phoenix İslam Cemaati Merkezi’nin, Simpson ve Sufi’nin bir süredir gittiği cami olduğu söyleniyor.
Müslüman Karşıtı Müfrit
Teksas’taki karikatür etkinliğinin ev sahibi, Amerika Özgürlüğü Savunma Girişimi Başkanı, Müslüman karşıtı aktivist Pamela Geller. Başında olduğu grup, Güney Sefalet Hukuku Merkezi’nce, İslam karşıtı bir nefret grubu olarak sınıflandırılıyor:
“Pamela Geller, İslam karşıtı hareketin en fazla göz önünde bulunan, en parlak siması. Sürekli İslam’a, ayrım gözetmeksizin, kaba ve kulak tırmalayıcı sözlerle saldırıyor. Obama’nın Malcolm X’in ‘gayrimeşru çocuğu’ olduğunu iddia ediyor. İslam çalışmalarıyla asla ilgilenmiyor, Amerika’nın İslamîleştirilmesini Durdurun grubundan Robert Spencer’ın iddialarını paylaşıp duruyor.”
"Geller, Avrupalı ırkçılar ve faşistlerle aynı dilden konuşuyor, Güney Afrikalı ırkçıları övüyor, Sırp savaş suçlusu Radovan Karadzic’i savunuyor, Sırbistan’daki toplama kamplarını inkâr ediyor. Yahudi liberalleri eleştiriyor ama öte yandan İsrail yanlısı bir konum alıyor.”
Yazar Heather Digby Parton’ın ifadesiyle, Geller azılı bir İslam karşıtı müfrit. Hedefi batı dünyasını Müslümanlardan temizlemek. Üstelik bunu Balkanlar’ı Müslümanlardan arındırmak isteten Slobodan Milosevic gibi yapmak istiyor. Web sitesinde bir İngiliz aktivistine ülkeye yönelik Müslüman göçü konusunda şunları söylüyor:
“Eğer bir hükümet İslam’la ilgili giderek artan sorunlarla nasıl başa çıkacağını öğrenmek istiyorsa, Osmanlı ordu subayı Mustafa Kemal Atatürk’ten bazı tavsiyeler almalı. Atatürk, İslam’ı İslamî materyalleri tümden yasaklayıp, camileri yıkarak, ülkesindeki İslam’a ait her türden izi silip bu kötülükten kurtularak ilga etmeyi bildi. İsyan etmeyi deneyenlerse kontrol altına alındılar ya da öldürüldüler.”
“Artık Birleşik Krallık da dışarıda askerini heba etmekten vazgeçmeli, o askerleri ülkeye getirip onların sokaklarda devriye atmalarını sağlamalı, Müslümanları o sokaklardan söküp atmalı. Artık vakit sınır dışı programlarını planlayıp uygulama vakti. Hatta İngiltere’de doğmuş Müslümanlar bile anne-babalarının ülkesine gönderilmeli.”
Kısa süre önce Washington’daki taşımacılık kurumu, kariyerini İslam’ı ve Müslümanları şeytanlaştırmaya borçlu olan Pamela Geller’in İslam karşıtı reklâmının panolara asılmasını istemedi.
Son birkaç aydır Müslüman karşıtı gruplar ABD’de epey aktif. Reklâm panoları satın alıp gösteriler düzenleyerek İslam’ı şiddete dayalı bir din olarak sunmaya çalışıyorlar. Bu noktada hep Irak ve Suriye’deki İslam Devleti militanlarının zorbalığına dair alıntılara başvuruyorlar.
Iowa’daki Luther Koleji’nde din profesörü olan ve İslamofobi çalışan Todd Green’e göre, “Amerikalıların neredeyse üçte ikisi tek bir Müslüman bile tanımıyor. Tek bildikleri IŞİD; El-Kaide ve Charlie Hebdo.” Green, bu noktada Peygamber’e atfedilen karikatürleri dergilerinde yayınlaması üzerine yaşanan öfke sonucu 12 insanın öldürüldüğü mizah dergisi Charlie Hebdo’nun Paris bürosuna Ocak ayında yapılan saldırıya atıfta bulunuyor.
Abdus Sattar Ghazali

4 Haziran 2015 Perşembe

Washington FIFA'nın Peşine Neden Düştü?

Washington dünya futboluna yönelik saldırısında, geçmişte Rusya’nın ev sahipliğini yaptığı Soçi Olimpiyatları’na yönelik saldırısına ait senaryoyu takip ediyor. Aradaki farksa şu: Washington, olimpiyatların Soçi’de yapılmasına mani olmadı ve batılıları yalanlar ve propaganda ile korkutmakla yetinmek zorunda kaldı. Washington’ın yönettiği son skandalda Washington’ın niyeti, bir sonraki dünya kupasını Rusya’ya vermeyi kararlaştırmış olan FIFA’yı bu kararından vazgeçirmek.
Bu girişim, Washington’ın Rusya’yı dünyadan tecrit etme üzerine kurulu ajandasının bir parçası.
Washington’ın yönettiği bu skandal berbat bir koku salıyor ortaya. FIFA yetkililerinin politik sebeplerle tutuklanmış oldukları ve büyük bir çoğunlukla yeniden seçilmiş FIFA başkanı Sepp Blatter’in dava edilme korkusu ile istifaya zorlandığı çok açık. Zira Washington artık hukukî bir nizama tabi değil. Onun elinde hukuk, Washington’dan bağımsız bir konum alan herkese, her örgüte ve her ülkeye karşı kullanılacak bir silâhtan ibaret.
Bu da onun ve İngiliz süs köpeğinin FIFA’yı ele geçirip onu Washington’ın dış siyasetine uyum sağlayan ülkeleri ödüllendirmek ve bağımsız bir dış siyaset güdenleri ise cezalandırmak için kullanacağını gösteriyor.
Galiba tek umut, Güney Amerika, Asya ve Rusya’nın birleşip kendi dünya kupalarını düzenlemeleri ve sırtlarını bu yozlaşmış Batı’ya dönmeleri.
Rusya, Asya ve Güney Amerika’nın bu yozlaşmış ve ahlâksız Batı dünyasının parçası olmayı bu kadar arzuluyor olması da gerçekten şaşırtıcı. Bu ülkeler şeytanla neden ilişki kurmak istiyorlar? Venezüella, Ekvador, Bolivya ve muhtemelen Arjantin ile Brezilya Batı’nın yörüngesinde olmanın ülkelerini Washington’ın kontrolüne sokmak anlamına geldiğini öğrendi.
Putin, Lavrov ve Çinli liderler, Batı ile ilişki kurmanın bela ile ilişki kurmak demek olduğunu söylüyorlar. Ama bu isimler, hâlâ Batı ile ilişki kurmak istiyorlar. Peki, Rusya ve Çin, özsaygılarının Washington’ın onayına tabi olduğunu neden düşünüyorlar?
FIFA İsviçre merkezli bir organizasyon. Oysa FIFA yetkilileri FBI’ın yürüttüğü, Washington eliyle başlatılmış bir “soruşturma” üzerinden tutuklanıyorlar. ABD hukukunun evrenselliğini ortaya koyarak, Washington polisinin ve savcılarının egemen ülkeler üzerinde yetki sahibi olduğunu da söylemiş oluyor.
İsviçre ve diğer ülkeler, ABD’nin hukukunu dayattığı bu sürece neden itaat ediyorlar? Politik liderler para mı yiyorlar, yoksa sahte suçlamalar veya suikast ile tehdit mi ediliyorlar? Yeryüzündeki tüm ülkeler içerisinde sadece Washington’ın hukukunun evrensel, kabul gören ve herkesin önünde diz çöktüğü bir hukuk olduğunu izah eden nedir? Bunun nedeni korku mu yoksa intikam mı?
Muhtemelen bunlardan biri ama asıl cevap şu: yabancı bir ülkede lider olmada asıl mesele, Washington’ın önünde el pençe durmaktır. Bir yıllık görev süresi ardından Tony Blair’in 50 milyon dolarlık bir servete sahip olduğu söyleniyor. Bu değirmenin suyu nereden geliyor? Oysa kimse dinlemek istemezdi Blair’in başbakanken yaptığı konuşmaları. Amerikalılar o konuşmaları dinlemek için bu adama neden altı sıfırlık tutarlarda paralar ödedi ki?
Putin de zengin olabilir. Tek yapması gereken, Rusya’yı Washington’a dönüştürmek.
Tek merkezden yönetilen, sapına kadar sahte bir futbol skandalının fahişeleşmiş medya ile köpürtüldüğü bir ortamda, tüm o gerçek skandallar halı altına süpürülüyor.
Örneğin Batı’daki bir dizi mega-banka hakkında önemli suçlar işledikleri iddiasıyla davalar açıldı ama ancak bir-ikisi para cezası aldı. Finian Cunningham’ın da belirttiği üzere, FIFA’da işlendiği iddia edilen suç, “hapse atılamayacak kadar iri” olan bankaların gerçekleştirdikleri kara para aklama ve fiyatlandırmada yapılan hilecilik yanında devede kulak kalıyor. ABD Sermaye Piyasası Kurumu bugün suç işleyen bankaların borçlarını siliyor. Bir muhalif SPK yetkilisi, meslektaşlarını süreklileşen borç silme işlemleri üzerinden “bankaları tekrar tekrar suç işleme” konusunda teşvik etmekle suçluyor.
Özellikle hakikiliği şüphe götürür Clinton rejiminden beri, Washington’ın ağzından tek bir önemli cümlenin çıkacağına inanmak mümkün değil. Oysa o, ortalıkta hakikatin efendisiymiş gibi dolanıyor.
Saddam Hüseyin’in elinde kitle imha silâhları yoktu. Esad kimyasal silâh kullanmadı. İran nükleer silâh programı yürütmüyordu. Rusya Ukrayna’yı işgal etmedi. Ama Washington dünyayı söylediği yalanların doğru olduğuna ikna etti.
Bugün FIFA’nın rüşvet aldığına dair ispatlanmamış suçlamalar ileri süren siyasetçilerin kendilerinin rüşvet aldığı kesin. Bu noktada sadece Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı için hızla oy kullanması amacıyla şirketlerce Kongre’ye verilen rüşvetlere bakmak yeterli olacaktır.
Muhtemelen an itibarıyla Yunanistan dışında, AB ülkeleri liderleri içerisinde Washington’dan rüşvet almayan tek bir kişinin ismini vermek mümkün müdür bugün?
Udo Ulfkotte’ye göre, CIA’den rüşvet almayan tek bir İngiliz ya da AB gazetesi bile yoktur.
Birleşmiş Milletler’de verilen oyların kaçı Washington’ın tehditleri ve rüşvetleri ile belirlenmektedir?
FIFA’nın verdiği kararların üzerinde ister rüşvetin lekesi olsun ister olmasın, “soruşturma”nın amacı, dünya kupasının Rusya’da düzenlenmesi kararı üzerine şüphe düşürmektir. Dünya kupası küresel bir gösteridir ve ev sahibi ülkeye prestij kazandırmaktadır. Washington’ın niyeti, Rusya’yı bu prestijden mahrum etmektir. “Soruşturma” tam da bu hususla ilgilidir.
Paul Craig Roberts

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Kapitalizm ve Britanya Seçimleri

Sağın zafer kazandığına dair iddialara yol açan, Muhafazakâr Parti’yi ve İşçi Partisi’ni kapsayan muhafazakârlığın ipi göğüslediği Britanya seçimleri, bilhassa Rusya ve Çin’le karşı karşıya gelişi dâhilinde ABD’nin başını çektiği küresel Batılı karşı devrimci duruşu bozan gizli bir lütuf, hayırlı bir gelişme olarak görülebilir. Jeopolitik gericiliğin genel mantığında sosyalist ve/veya halkçı muhalif akımlara ve toplumsal değişime yönelik bir korku vardır. Bu nedenle esasında Soğuk Savaş’ın bugün yenilendiği söylenebilir.
Britanya’nın güvenilir ortağı Amerika’nın uluslararası askerî, mali ve ticari hegemonyasının sürmesi için gerekli birleşik bir cevabın nihayet bozulmasını ve Cameron’ın Avrupa Birliği konusunda yarı otokratik duruşunda mündemiç olan, dünya kapitalizmine dönük muhtemel tehdidi takdir etmek için Troçkistlere özgür bir zihniyete sahip olmaya gerek yoktur.
Britanya’da Muhafazakâr Parti yandaşlığı, ABD’deki kapitalist köktenciliğin aleni bir mütemmim cüzüdür ve hayati olmasına karşın, dünya sisteminin Batılı (yani Amerika’nın) yapısal-ideolojik hâkimiyetine tabi bir güç olarak arzulanan rolünün ötesine geçmiştir. Neden? İlk neden şu: Britanya’nın genişlemeci iddialarını sınırlandıran unsurlar olarak görülen, AB’nin para ve ticaret politikalarına yönelik yeni yeni gelişmeye başlayan muhalefet, AB’nin rakip güç merkezleriyle uğraşma noktasında elinde bulundurduğu politik-ekonomik statünün altını oymaktadır (değişen küresel modeller karşısında Avrupa, çökmekten giderek daha çok korkmaktadır), bu nedenle hafife alınmaması gereken psikolojik kayıp, Cameron ve Britanya’nın yaptıklarına karşı öfkenin birikmesine neden olmuştur. Hâlâ önem arz eden ikinci nedense, Britanya’nın AB’ye katılım fikrinden uzaklaşmasının Büyük İttifak’ın kötü askeri sonuçlarının bir alameti olması, yani Latin Amerika, Asya ve Asya’da, ayrıca Çin ve Rusya’da ifade kanalları bulmak için mücadele eden sosyalist, milliyetçi ve adil kimi özerk isteklerin karşısında, piyasa güçlerine gerekli tahkimatın yapılmasıdır. Bu yerlerde söz konusu gayretler, için uygun bir ortam ve arka plan oluşmaktadır.
Askerî sonuçlar neden kötü? Sebebi basit: çünkü AB, ekonomik öneminden bağımsız olarak, NATO’nun vekili, kılıfı ve dublöründen başka bir şey değildir. Özetle o askerî bir ittifak sistemidir, ilham kaynağı itibarıyla (onlarca yıl içerisinde evrim geçirmiş bir terim olarak) antikomünisttir, Amerika’yı Doğu Avrupa, Orta Asya ve Orta Doğu’da gizlenmiş barbar düşmanlardan ve söylemeye bile gerek yok, mevcut olağan şüphelilerden koruyan bir muhafız alayıdır. ABD müdahalesi ile NATO sınırlarını iyice genişletmiş, böylelikle Cameron’ın vizyonuna uygun biçimde, işbirliği dâhilinde kurulan bağ ya kopmakta ya da incelmektedir.
Aslında hiç varolmayan Amerikan solundan görece daha etkili olan Cameron, ABD’nin küresel üstünlüğünü kemirmekte ise, o vakit Amerika NATO’yu (ve Uzakdoğulu müttefik sistemlerini) neden meşru görmektedir? Amerika’nın gücü hiç azalmayacak bir güç olabilir ama o, liberal retoriğin incir yaprağı olmaksızın yapamayacak bir ülkedir: ABD, dünya meselelerinde şeriki bulunamayacak, had hudud bilmez bir şehir eşkıyasıdır. Evet, Cameron artık istenmeyen bir beceriksizdir ama bunun bir tek Amerika farkında değildir.
İskoçya, Batı’nın güç yoğunlaştırma çabasını dağıtma noktasında işlevsel olabilir, bunun nedeni, onun Britanya’yı ondaki baskıcı yanı ifşa etmeye zorlaması ya da dünyadaki konumunun zayıflamasını seyretmesinin ihtimal dâhilinde bulunmasıdır. Her iki durumda da AB, askerî boyutlarını yeniden düşünmek zorunda kalacak, hatta dünya vatandaşlığı noktasında görece daha kurucu bir rol oynamaya karar verecektir. Cameron ne ölçüde uygulama becerisi gösterirse göstersin, ondaki otokratlık kendine has bir dinamiğe sahiptir, barış arayışını acil görmektedir ya da o, esasen bir nükleer savaş durumu riskini ifade etmektedir.
Herkes, Amerika’nın AB/NATO zayıf düştüğünde veya dağıldığında ne yapacağına dair tahminlerde bulunmaktadır. Benim tahminime göre, Rusya ve Çin’le ne kadar çok karşı karşıya gelirse, bu iki ülke o denli yakınlaşacak, küresel yapı yeniden hizalanacak, Amerika tecrit edilecek ve muhtemelen sırtını yaslayacağı bir Batı Avrupa da kalmayacaktır. Obama’nın Trans-Pasifik Ortaklığı ile ilgili son dönemde uyguladığı baskıların amacı, Çin’in kuşatılıp zayıflatılmasına yöneliktir ve onun bir gözü de Avrupa’daki gelişmelerdedir. Onun Cameron’a, Doğu ve Batı’ya bel bağlaması mümkün değildir, o, Amerikan dış politikasının önemli bir kısmında görüldüğü üzere, hâlâ dünya sahnesinde artık savunulması mümkün olmayan, kendi kendisini yüceltmekten başka bir şey yapmayanların ortaya attığı iddialar üzerinden işlemektedir.
Norman Pollack