Patrona Halil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Patrona Halil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Derlenip Dürülmesin Bayraklar

Sanırım Fuko’ydu. Bir kitap yazıp yayınevine götürüyor. Editör, “bu kitap gayet anlaşılır olmuş, basmam” diyor. Genel manada, özellikle Fransa’da, anlaşılmaz metinlerin rağbet gördüğü iddia ediliyor. Bu metinleri, gerekli ve yeterli felsefî birikimi olmayan genç tercümanlar dile ve metne hâkim olmaksızın Türkçeye çeviriyorlar. O anlaşılmaması için yazılmış kitaplar, daha da anlaşılmaz bir hâl alıyorlar. Bazı siyasetten ve devrimcilikten düşmüş isimler de o kitapları anladıklarını satmak, anladıklarına dair poz kesmek için bol alıntılı yazılar yazıyorlar bugünlerde.
O yaldızlı cümleler, alıntılar silkelendiğinde geriye sadece şu cümle kalıyor: “sınıflar mücadelesi devri bitti, devrim olacaksa onu da orta sınıflar yapacak.” Tuhaf olan, bu kesimlerin, ezilen bir milletin önderi olmuş bir kişinin onca yazdığı içerisinden delöz, spinoza, fuko, negri, bukşin vb.’ye benzeyen cümleler bulmaya çalışmaları. Anladıklarından değil, kafalarının içinde kurdukları özel dünyaya özel bir kitle bulduklarını sandıkları için bu gayret.
Bugün sandıkları sandığa kilitli. Özel orta sınıf âlemlerinden bu coğrafyanın çileli, dertli, öfkeli halklarını anlayabileceklerini sanıyorlar. Kendi hocaları Avrupa’da mültecilere küfrediyor, fukaradan kaçıyor. Buradakiler de mazlumdan ve onun şiddetinden nasıl kurtuluruz hesabı yapanlara bağlanıyor. Kürd sevdası, ondan, o beladan kurtulmak için. Yoksa Ayşe Erdem niye başkan olsun?
Bildirgeleri, seçim konuşmalarını, reklâmları, tanıtım filmlerini onlar hazırlıyorlar. Gezi günlerinde Samanyolu’na çıkan Ömer Laçiner, Mehmet Altan ekibi, “Bu Tayyip nobran, kaba. O gitsin, bu kurgu kalsın, demokratik burjuva devrimi devam etsin” diyorlar. Muhsin Kızılkaya, “beni AKP’ye Birikimciler örgütledi” diyor. Bugün Gezi ile ilgili çekilmiş Cennetin Düşüşübelgeseli nedense Ahmet İnsel ile açılış yapıyor. Oysa bu isimler o günlerde AKP’yi korumaya alıp Tayyip’i çöpe atıyorlardı. Tüm meseleleri şahsîleştiriyorlardı. Bu dönem etlenmiş orta sınıf, kendisine yakışmayan gömleği seçti ve onu yırtıp atmak istedi.
Söz konusu kesimin HDP adına yazdıkları metinlerde de hedef salt Tayyip olarak gösteriliyor. Tayyip’siz AKP içerisinde oluşacak çatlaklara göz kırpılıyor. Esasında herkes Fethullahçılaşıyor. Gezi’nin tek bakiyesi bu.
Tayyip şahıs olarak hedef alınınca, tüm meseleler şahsîleştiriliyor, bu da belirli şahısların yıldızının parlatılması adına yapılıyor. Ama o meseleler ortalık yerde duruyor. HDP seçim bildirgesi, öz itibarıyla Tayyip’in altını oymak için kaleme alınıyor. Başka bir politik-ideolojik anlamı bulunmuyor.
Dolayısıyla Birikimci siyaset algısı, Fethullahçı taarruzla ortaklaşa sol-sosyalist âlemi işgal ediyor. Eskiden MİT’e karşı hasbelkader devrimci istihbarat teşkilatı kurmuş koca koca örgütler gıdasını fuat avni ve fethullah basınından alır hâle geliyorlar.
Tüm bunlar şu veya bu biçimde burjuvazinin düşürdüğü bayrağı kaldırdığını düşündükleri proletarya, halk ya da ezilenler adına yapılıyor. Yaşananların gerisinde burjuvazi ve devletin müdahaleleri, seyri asla görülmüyor. Meselelerin tek bir şahsa kapatılmasını ve o şahsa saldırılmasını emredenler, geride, altta olası tüm imkânları ve bağları yok etmek istiyorlar.
Temel ayrışma, çatışma, aidiyetle mülkiyet arasında. Orta sınıflar aidiyet meselesine yönelik her türden saldırıya nefer oluyorlar. Mülk kavgasında aidiyet ve ortaklık meselesini tasfiye etmek istiyorlar. Tekillikten, tek tek bireylerin tek bir etkinin nedeni olmasından bu sebeple bahsediyorlar. Ancak bireylere seslenebiliyorlar. Onca bireyin nasıl olup da bir araya geldiğini anlamaya çalışmak için uğraşıyorlar. Burjuvazinin ideolojik âlemde kurguladığı bireye bakıyorlar. Bireyse ancak mülk sahibi insan olarak tarif ediliyor. O imkân ve ehliyet de sadece burjuvazide ve burjuvaziyle mümkün. Hâsılı, birey olmak, burjuvazinin eşiğine yüz sürmeden mümkün değil.
Her şeyi Tayyip’e kapatmak, onu günah keçisi yapıp uçurumdan aşağı atmayı istemek, eşiğe yüz sürmek, başka bir şey değil. “Ben öyle olmayacağım” sözünü vermek, en azından Birikimcilere ve onların efendilerine.
Tarihi burjuvaziyle başlatanların bu eşikte boncuk misali dizilmelerinin, bunlara bir imame bulunup tespih yapılmasının manası yok. Süphan olana iman yoksa bu yan yanalık değersiz.
Kürdistan var diyedir birilerinin ellerini ovuşturarak baktığı kitle. Engels’in bir ifadesini yorumlarsak, “Avrupa gerçeğinde, ayakta, devlete karşı, mücadele içerisinde bir sınıf var diye var proletarya.” En alttaki, mazlum, o olduğu için biz proletarya dedik” diyor Engels. Bugün Kürd de böyle.
Demek ki seçimde oy kullanılacaksa, sadece o Kürd’e oy verilebilir, onun eşiğine yüz sürülebilir. Gerisi süs püs, al puldur. Liberal yağ çıkartma teşebbüsüdür. Kürd’ü bağlamından çıkartmaktır. Mazlumları Kürd denilen ortak bağlamdan uzak tutmaktır.
Sağ siyasetin meselesi, din, millet gibi ortak olan birikimi efendilerin hizmetine sunmaktır. Sol siyasetse, kendisini ortak olana düşmanlıkta kurar. En fazla, ortak olandaki kırılma, sıçrama ve dönüşüm momentine oturuyorsa, başarılı olur. Ortak olan, efendilerin dünyasına açılmak istiyorsa, sol vardır.
Bugün tüm aczini, zafiyetini, çerini çöpünü gizlemek için bu Kürd denilen halıyı kullanmaktadır sol. Bugünse New York Times’ın “ABD ve Türkiye'nin diğer NATO müttefikleri, onu bu yıkıcı yoldan geri döndürmeye çalışmalı.” diyen yazısından medet umar hâlde. “NATO’yu da AKP’yi de yıkacağız” diyen yok!
Çünkü sadece kişisel olana, bireysele bakılıyor. Bakılması isteniyor. Kolektif, ortak olanın hükmü ortadan kalkıyor. Geçmişte proletaryayı burjuva batının sunağında kurban edenler, bugün Kürd’ü ortaklığa dair bir im, imge olması sebebiyle, katletmek derdindeler.
Kürd’ü taklid ederek yol alabileceklerini zannedenler, Afro-Amerikanların blues müziğini birey ölçüsünde deforme ederek rock müziğini icad eden İngiliz gençlerine benziyorlar. Pazar bunu emrediyor. Pazar, parmakları, yüreği, derisi kara, nasırlı zenciyi görmeden o mavi notaları satmak istiyor.
Dolayısıyla bugün geçmişin Sünni bir fakihini gerçeğinden ayırıp sözlerini yaldızlamanın bir manası yok. Şeyh Bedreddin’deki komünizmi örgütlerin ortasına pimi çekilmiş bir bomba gibi bırakmak gerekiyor. Meslekî ideolojilerinin ağırlığına, sakinliğine kapılmış, küçük burjuva dükkânlarını beklemekten başka bir şey yapmayan yapılar, ortaklığı ondan öğrenmek zorunda. “Yapraksız bir dalda sallanan şeyhin çırılçıplak eti” bayrak olmalıdır. Saraylara danışmanlık yapmış Konfüçyüs’ü kendi pratiğinde güncelleyen Mao’nun Çin’indeki ortak olana bakmamak, buranın ortak olanını da görmemeye, sadece kendi öznelliğine bakılmasına mecbur eder. Bedreddin bu nedenle bayrak değildir. O, sadece geri bir döneme, geri bir halka, geri ideolojiye yakıştırılmayan cümleleri kazara sarfetmiş, o cümleleri gasp edilmek zorunda olan bir gafildir.
Bedreddin, 1730’da İstanbul’u ve sarayı bir süreliğine ele geçirmiş Patrona’nın kızıl bayrağıyla birleştirilmeyi bekliyor. Şeyh, hançerini doğuya sallayan Osmanlı’ya karşı, Timur, Selçuklu, tarikatlar vs.’nin ortaklığına örgütleniyorsa, Patrona da Nevşehirli İbrahim Paşa liderliğinde sarayın doğuya saldırmasına, lalelerin gölgesinde süren zulme karşı tüm mazlumların ortak çığlığına dâhil oluyor. Patrona, iktidarı döneminde, isyan esnasında kendisine yardımcı olmuş bir kasabı Boğdan’a voyvoda (vali) tayin ediyor. Adamlarından birkaçı halktan haraç kesmeye kalkınca, halka “sizden haraç alanı öldürün” emri veriyor. Birilerinin ortak olana, aidiyete olan öfkesini ve nefretini buralarda, solun uzaklaştığı, kaçtığı yerlerde aramak gerekiyor.
Hüseyin Yusuf Kuzu

26 Mayıs 2015 Salı

Serdengeçtiler Kıyamı

Patrona Halil Ağa önderliğindeki Serdengeçtiler Kıyamı, ideolojik anlamda “İslâmî” bir kıyam değildir. O tarihte böyle bir şeyin olması da beklenemez. Ancak, konunun ilk kaynaklarına ve otoritelere dayanarak verdiğimiz bilgiler göz önünde tutulursa, bu kıyamın klasik “sol” ve “sağ” söylemlerle yazılan tarihlerdeki gibi “çapulcu ayaklanması” olmadığı da bir gerçek. Patrona Halil Ağa ve diğer kıyam kadrosu için, “bî-din ü bî-îman”, “tellak-ı nâ pâk”, “sergerde”, “baldırı çıplak”, “mürteci”, “gerici”, “karafikirli” vs. gibi Türk lügatinde kullanılan tüm hakaret ifadelerini cömertçe kullananlar tarihi bir bilim alanı değil, duygusal bir alan olarak görseler gerektir.
Bu kıyam, o çağın kendine özgü sosyal ve siyasal şartları içerisinde adil ve mutedil bir yaklaşımla değerlendirilmelidir. Eğer böyle yapacak olursak, kıyam hakkında söylenmesi gerekenleri maddeler hâlinde şöyle özetleyebiliriz:
1. Kıyam, Osmanlı’da sık görülen ‘yeniçeri, celali’ vs. gibi sıradan, başıbozuk, amaçsız ya da salt şahsi ve zümrevi çıkarlara ayarlı bir başkaldırı değildir. Onlardan tamamen farklı özelliklere sahiptir. Hareketin lider kadrosuna, bu kadronun eylemlerine, düşüncelerine ve ideallerine bakıldığında bu gerçek açık bir biçimde görülür.
2. Kıyam, Batıcıların ilk adım saydıkları ‘Lale Devri’ ve bu devrin arkasındaki yabancılaşma eğilimine karşı Müslüman halkın rahatsızlığının bir ifadesidir. Bu kıyam aynı zamanda, Batıcılığın daha ilk günden itibaren halkla, halkın değerleriyle ters düştüğünün ve halka karşı, halka rağmen yerleştirilmeye çalışıldığının bir göstergesidir.
3. Bu kıyam, Osmanlı sarayının ve onu destekleyen bürokrat ve aydınların ideolojik tercihlerine karşı, halk-ulema-asker üçlüsünün koordineli bir tepkisidir ve aynı zamanda yerli güçleri temsil eden ‘ulema’ sınıfının, yerlileştirilmiş yabancıları temsil eden ‘devşirme/kul’ bürokrasisine başkaldırısıdır.
4. Bu kıyam dinamikleri, yönelişleri ve hedefleri açısından şer’î, yani meşrudur. Kıyama karşı çıkanlar ülkenin maddi ve manevi değerlerini talan eden ‘mutlu azınlık’, kıyama katılanlar maddi ve manevi değerlere sahip çıkan ezilmiş ve bastırılmış kitledir. Osmanlı’da kitlelerin sahip olduğu tüm manevi değerlerin tek dinamiği ise dindir. Bu din İslâm’dan başkası olmadığı için, bu kıyam, temelde İslâmî kaygılardan yola çıkan kitlenin mensup oldukları dine dayalı manevi değerlerini, o değerleri aşağılayan bir avuç azınlığa karşı korumayı amaçladıkları bir harekettir.
Mustafa İslâmoğlu
-İslâmî Hareketler ve Kıyamlar Tarihi, Düşün Yay., Şubat 2007, s. 147.