26 Haziran 2015 Cuma

Enis Nakkaş Röportajı

Hasan Sivri: 70'lerde Filistinli ve Lübnanlı devrimcilere askeri eğitim veriyordunuz. Sonra Carlos ile petrol bakanlarının Viyana'daki OPEC toplantısını bastınız. 70'lerin sonlarında ve İran Devriminden sonra ise İran ile bir yakınlaşma oldu. Bu sürede nasıl bir dönüşüm yaşadınız?
Enis Nakkaş: Ben El-Fetih'teydim. Birçok devrimciye askeri eğitim verdim. Fetih açık bir yapıydı. Solcusu da sağcısı da eğitime geliyordu. Birçok insanı tanıma fırsatı buldum. İranlılar da geliyordu. Devrimci Türklerin geldiği gibi. Eğitime gelen Türkler Marksistti. Devrimci Türkler Türkiye'de devrim yapamadı ama İranlılar İran'da devrim yapabildi. Ben İran'a devrimden sonra gitmedim. Devrimden önce tanırım İranlıları. Devrim için eğitiyordum, yardım ediyordum. Devrimden sonra darbe tehlikesi varken ben onlara devrimi korumak üzere ''Muhafızlar'' projesi önerdim. Muhafızlar daha sonra Devrim Muhafızları oldu. Onlar için bir proje hazırlamıştım. Küçük bir fikirdi. Devrim liderliğini, esas merkezleri ve orduya bağlı büyük yerleşkeleri korumak üzere muhafızlar yetiştirilecekti. Devrim Muhafızlarının şimdi tabi daha büyük görevleri var.
Dolayısıyla benim ideolojik bir değişimim olmadı. Carlos ile Viyana'da petrol bakanlarının olduğu bir toplantıya yönelik bir operasyon yaptık. Ben Fetih'te, Carlos ise Filistin Halk Kurtuluş Cephesindeydi (FHKC). Ben bu operasyona katılmak üzere FHKC teşkilatına katıldım. "Carlos" adlı dizide Aden'e gitmişim gibi gösteriliyor. Aden'e hiç gitmedim. Bir yerden başka yere taşınmadım. Her şeyi Filistin için yapıyordum. İran'daki devrimin ABD karşıtı ve Filistin yanlısı bir devrim olduğunu anlamıştım. CENTO vardı. İran, NATO paktı gibi bir pakt olan bu yapının içindeydi, sonra yüzde yüz yön değiştirip bizimle İsrail'e karşı oldu. Benim Filistin'in yanında duruşum, Arap olmayanların düşmanı olduğumdan dolayı değil. Ben Filistin'leyim çünkü bu insani ve hakkaniyetli bir dava. İnsanların topraklarını alıp yerlerinden ettiler. İster Marksist ol ister İslamcı, bu insani meselenin yanında yer almak gerekiyor.
Hasan Sivri: Yani merkezi davanız Filistin.
Enis Nakkaş: Evet merkezi davamız Filistin. Hala da Filistin. Bir şey değişmedi. İran ile var olan ilişkilerim, Filistin için. Bu ilişkilerimin ne dini meselelerle ne de İslam Cumhuriyeti ile ilgisi var.
Şimdi bölgede meydana gelen gelişmeler çok iç içe girmiş karışık meseleler. Hakiki değil, yanılgı var. Yani devrim olmayan yerlerde, devrim var dediler. Batı, özellikle de Amerika, bölgedeki problemlerimizin ne olduğunu iyi biliyor. Bu problemleri, kendi çıkarına olacak şekilde kullandı. Bu problemlere yön verdi. Bizim çözmemiz gereken problemlerin, Amerika'nın çıkarlarına engel bir hal almaması için Amerika müdahale etti. Bunun için sahada ve bölgede araçları olduğunu biliyoruz. Bugün Amerika havadan bombardıman ile bölgenin haritalarını yeniden çiziyor. Mesele IŞİD Erbil'e yöneldiğinde havadan sert bir şekilde vurdular. Çünkü Erbil'in düşmemesi gerek. Ayn el-Arab'ta (Kobani) olduğu gibi. Diğer bölgeler önemli değil. Ramadi düşsün, Tedmur düşsün önemli değil. Bölgenin haritalarını yeniden çizmeye yönelik bir girişim var. Mesud Barzani buna ''bölgenin haritasını kanla çizmek'' ismini verdi. Kan ve ateş ile. Yani sahada savaşan, bazı noktaları alabilmek için kan döken insanlar var ve haritaları çizen Amerikan ateşi (bombardımanı) var. Bu çizimin nihai hedefinde kesinlikle demokrasiyi yaymak yok çünkü ne demokrasi böyle yayılır ve ne de halklar böyle birleştirilir. Nihai hedef, haritaları yeni kimliklere binaen, yeniden çizmek. Onlar için sadece mezhepsel kimlikler değil, etnik kimlikler de var uygun olan. Bu tehlikelidir çünkü ABD çatışmalara müdâhil oluyor ve bölge halklarını değil kendisini karar alıcı kılıyor.
Türkiye'de, özellikle Davutoğlu, bölge ve dünyada büyük bir dönüşüm ve değişim olduğunu iyi okudu, bundan yararlanmak istedi ve "Stratejik Derinlik" kitabını yazdı. Kitabın ''dünyada dönüşümler/değişimler var'' tahlili yüzde yüz doğru. Türkiye'nin (Osmanlı) bölgede daha önce geniş 'ilişkileri' olduğuna yönelik tahlili doğru. Ama bu 'ilişkileri' tekrar kurmaya yönelik görüşü yanlış. Kendisi, Türkiye'nin esas güç olduğunu ve esas rolü onun oynaması gerektiği görüşünü benimsedi. Başkalarının bölgedeki rolünü ve kimliklerini görmezden gelerek tabi. İranlılar, Davutoğlu gibi, bölgede ve dünyada dönüşüm ve değişimlerin olduğunu görüyor ama İranlıların bölgede oynadığı rolün arka planında bir imparatorluk hayali yok. İranlıların hedefinde Filistin'in özgürlüğü var. Yani biri bölgedeki ulusal kurtuluşları sağlamaya ve bölgeyi sömürgecilerden kurtarmaya çalışırken, diğeri, yani Davutoğlu ABD karşıtlığı yapmadan, sömürgecilerle birlikte sömürgeciliği devralmaya çalışıyor. Davutoğlu kitabında ''Bizim bir sorunumuz var. Komşularımızla, aynı sosyal dokulara ve medeniyete sahip toplumlar olarak ilişki kurmaya çalışıyoruz fakat biz NATO üyesiyiz. Bu bir çelişki. NATO'nun politikalarını uygularsak bölge ile çatışacağız, uygulamazsak NATO ile çatışacağız'' diyor. Davutoğlu'nun büyük bir sorunu var. Bölgeyi mi istiyorsun yoksa NATO'yu mu? İsrail'siz bir bölge mi istiyorsun, İsrail ile bir bölge mi istiyorsun? Biz İsrail'siz bir bölge diyoruz. İsrail'siz bölgenin anlamı ''ulusal kurtuluşun tamamlanması'' demektir.
Hasan Sivri: İsrail'siz bölge mümkün mü? İsrail'i nasıl ortadan kaldıracaksınız?
Enis Nakkaş: Şimdi iç savaşlara rağmen, askeri hazırlıklara ve yeni güç dengeleri içersinde İsrail ordusunu yok etme gücüne sahibiz. İsrail'de, diğer devletlerde olmayan bir özellik var. Diğer ülkelerin orduları, herhangi bir savaşta yenildiğinde orduları yıkılır ama halkı yerinde kalır. Başka bir güç gelir işgal eder. Ama İsrail halkı, ordusu ile bir. İsrail ordusu yenilirse Filistin'de bir İsrailli kalmaz. İsrail ordusu yenildiğinde İsrail diye bir devlet kalmaz. Bu Yahudiler helak olsun anlamına gelmez. İsrail'deki Yahudilerin çoğu Arap veya Filistin kökenli Yahudi değil. Burada istenen İsrail ordusuna darbe indirilmesidir. Bu Araplar için imkânsız bir şeydi. Bir ordu ile savaşamıyorlardı. Fakat biz 2006'da Lübnan'daki savaşta ve diğer savaşlarda aksini ispat ettik. Şimdi Direniş'in imkânları, öncekinden kat kat daha fazla. İsrail bunu iyi biliyor. Dolayısıyla imkân var. Özellikle de İran-Irak-Suriye ve Lübnan'da bir atmosfer yaratılabilir. Onların, bu imkânın yaratılmaması için paramparça bir Irak ve Suriye istedikleri açık.
Hasan Sivri: Seyyid Nasrallah da seferberlikten bahsetti. Bunun bahsettiğiniz atmosferle bir ilgisi var mı? İspanya'daki savaş gibi gönüllülerden oluşacak bir ordu kurulmasına dair bir proje de vardı.
Enis Nakkaş: Evet bölgede büyük bir seferberliğin ilan edilebileceği zamanlar gelebilir ve bölgede büyük bir savaş verilebilir. Bunun vakti gelmedi ama bu mümkün. Biz her yerde bir ordu ve Haşd el-Şa'bi (halk yığınağı) olması için çalışıyoruz. Suriye'de ordu ve yanında Ulusal Savunma Güçleri (NDF) var. Irak'ta ordu ve Haşd el-Şa'bi var. Lübnan'da ordu ve Direniş güçleri (Hizbullah) var. Bir gün seferberlik ilan edildiğinde tüm bu güçler bölge için savaşan bir ordu halini alabilir. Bu güçler ile sıradan ordu arasındaki fark nedir? Sıradan ordular hükümetlere bağlıdır. Amerika da hükümetlere baskı yapma gücüne sahip. Fakat halkın inşa ettiği örgütlere ve devrim örgütlerine baskı yapamaz. Bu, bağımsız karar alımında çok mühim bir yer teşkil ediyor. Bir diğer önemli nokta ise bugünkü savaşlar, nizami savaş, yani iki ordunun karşılıklı savaşı şeklinde gerçekleşmiyor. Batı zaten orduları hızlı bir şekilde yıkacak teknolojilere sahip. Amerika bu kadar güce rağmen, Irak'ta sahaya 250 bin askeri ile inmesine rağmen halk direnişini ortadan kaldıramadı. Bizim çıkarımıza olacak şey, bu türde askeri oluşumlardır. Dolayısıyla açık ve net bir stratejimiz var. İsrail bunu biliyor. Kendisi için ne kadar tehlikeli olacağını da biliyor. Sürekli tatbikat yapıyor.
Hasan Sivri: Kuzey Suriye'de biliyorsunuz bazı gelişmeler var. Türkiye ve Arabistan ortaklığında kurulan Fetih ordusu İdlip'i ele geçirdi. Halep için benzer bir senaryo konuşuldu. Kuzey Suriye'de sanki Cenevre-3'te bir kart olarak kullanılmaktan öte daha büyük bir şeye hazırlanılıyor?
Enis Nakkaş: Bu gelişmeler, müzakerelerde bir kart olarak kullanılmaktan daha büyük şeyler. Müzakerelerde kart olarak kullanmak, Amerikalılar için geçerli olabilir ama Erdoğan için değil. Erdoğan, Katar veya Suud için böyle bir şey hiç yoktu. Dolayısıyla bu baskı kurmak için bir karttır, bunun üzerine anlaşabilirler diyemeyiz. Mesele karttan daha büyük olabilir. Karşı kamp ise bunu anlamıştır. Bu yüzden İran ve Suriye arasındaki ortak savunma anlaşmasını hayata geçirdiler. Seyyid Nasrallah'ın da ''Nerede olmamız gerekiyorsa orada olacağız, bugün Kalamun'dayız yarın başka yerde olabiliriz'' söylemi, çatışmaların genişleyeceği anlamına geliyor.
Hasan Sivri: El-Sefir gazetesinden Muhammed Ballut Kasım Süleymani'nin, 20 bin savaşçı ile İdlip güneyine geldiğini yazdı. İdlip güneyinde bir hazırlıktan bahsediliyor. Fakat üzerinden zaman geçmesine karşın sahada bir hareketlilik göremedik.
Enis Nakkaş: Makalenin erken yazıldığını düşünüyorum. Gerçeklikten biraz uzak. Evet hazırlık var. Ballut da muhtemelen bunu duydu ve hemen yazdı. Bunun yanında söylenenlerin gerçekleşme olasılığı uzak değil. Yani yarın 20 bin değil, 40 bin savaşçı da görebilirsin İdlip güneyinde. Şunu söyleyebilirim ki önemli olan bununla ilgili kararın alınmış olmasıdır. Makalelere değil de Nasrallah'ın konuşmasına bak. Orada açık ve net.
Suriye ordusu birçok cephede konuşlanmış ve zor şartlar altındaydı. Bazı cephelerde çekilip geride tekrar toparlanmaya başladı. Müttefiklerinin yardımları oldu. Az önce bahsettiğim gönüllü seferberlik güçleriyle birlikte bu cepheleri yeniden aktifleştirecek. Kalamun bittiği zaman, Şam'ın sırtından büyük bir yük kalkacak. O zaman Kalamun'daki güçler başka yere geçebilecek. Bütün bunlar için hazırlık süreci var.
Hasan Sivri: Kalamun ve Arsel'de Hizbullah'ın önemli ilerleyişleri var. Kalamun ve Arsel sonrası için ne hazırlanılıyor?
Enis Nakkaş: Kalamun ve Arsel sonrasında başka cephelerde devam edecek. Mukavemet aynı yöntemlerle başka cephelerde savaşa devam edecek.
Hasan Sivri: Yani Hizbullah İdlip, Deyr Zor gibi yerlere de gidecek mi? Hizbullah artık bölgesel bir güce dönüşüyor deniliyor?
Enis Nakkaş: Hizbullah zaten bölgesel bir güçtü. Birçok yerde mevcut. Lübnan'da, Suriye'de ve Irak'ta. Ve hangi ülkede olması gerekiyorsa, olacak. Birçok yerde savaş var. Haritalar da yeniden çiziliyor. Alınan bir karar var. ''Bizlerin iradesi dışında çizilemez bu haritalar. Bizim de bölgeye ve siyasi geleceğine dair görüşlerimiz var.'' Dolayısıyla Hizbullah olması gereken her yerde olacak.
Hasan Sivri: 2015 başlarına kadar Suriye ordusunun ilerleyişi söz konusuydu. Halep kuşatması tamamlanmak üzereydi. Sonra az önce bahsettiğimiz çekilmeler oldu. Bu sırada Rusya'dan çok ses gelmedi. İran biraz daha aktif rol almaya başladı. Rusya, Suriye meselesinde İran'a daha mı fazla rol bıraktı?
Enis Nakkaş: Aksine Suriye ve Rusya arasında silahlandırma anlaşmasının devam etmesi için bir anlaşma imzalandı. Rusya silahlandırmaya devam ediyor. Aynı şekilde Irak ve İran'a da silah gönderiyor. Yani bugün İran, Irak ve Suriye silahlarının kaynağı Rusya. Rusya birincil diplomatik bütün işlerde rol alıyor. Vetolar, siyasi destek ve ilaahiri. Rusya'nın bir de istihbarat desteği var ki o da çok önemli. Rusya son çatışmalardan da uzakta değil. İyi biliyor. İranlılara dönecek olursak, Irak'ta durumların değiştiğini ve Suriye'den sonra bir krizin olduğunu unutma. İranlılar, Irak sonrası geri dönüp hesapları tekrar gözden geçirmek zorunda kaldı. Şimdi Irak, Irak'ın hacmi ve neler yapılabileceği biliniyor.
Hasan Sivri: Suriye'deki askeri operasyonlar kuzeyden güneye taşınmış olabilir mi? Ürdün'deki Amman operasyon odası, Antakya operasyon odasından daha fazla çalışmaya başladı gibi.
Enis Nakkaş: Evet. Suriye'ye yönelik saldırıların müttefikleri, seçimlerden sonra Türkiye'ye güvenemiyor. Güneye indiler. Güneydeki müttefiklere güveniyorlar. Bu cihadçıların İdlip'ten çekilecekleri anlamına gelmiyor. Kuzey ve güney cephelerindeki savaş devam ediyor. Türkiye bu grupları araç olarak kullanıyor. Türkiye'nin iç siyasetinde değişiklik olunca bunların da durumu değişecek. Şimdi komşunuz İdlip'te El-Kaide var. Halep'te diğer gruplar ve IŞİD var. Bunların hiçbiri müzakereleri kabul etmiyor. Türkiye'deki siyasi durum değişse bile senin bunları ortadan kaldırman için büyük askeri bir araca ihtiyacın var. Yani her durumda bir çatışma var. Türkiye'nin siyaseten rahat olduğu ve desteklediği gruplarla savaş ile Türkiye'nin iç siyasetinde değişikliklerle birlikte desteğini çektiği gruplarla savaş arasında fark var.
Hasan Sivri: Türkiye'nin güvenli bölge veya tampon bölge niyeti vardı.
Enis Nakkaş: Türkiye'deki seçimlerden önce, Fransız bir gazeteye verdiğim röportajda savaşın artık vekâlet savaşı yerine bölgesel bir savaş halini alma ihtimali olduğunu söylemiştim. Buna delil olarak da savaşa ilk giren ülke olan Suudileri alabiliriz. Suudiler Yemen'de savaşa girdi ve Yemen bölgedeki çatışmaların bir kısmını oluşturuyor. Suudilerin girmesinde sonra, savaşa girecek ikinci ülke kim olacak sorusu vardı. Acaba Türkiye Suriye kuzeyine girer mi sorusu vardı. Türkiye'deki seçimlerden sonra bu zor bir ihtimal oldu.
Hasan Sivri: Suudiler ''Kararlı Fırtına'' operasyonunu sona erdirdiklerini açıkladılar ama Yemen'i bombalamaya devam ediyorlar. Ne istiyorlar? Yemen'i ikiye bölen ve Arabistan'dan denize kadar uzanan Hadramut kentinden denize inmek istedikleri söyleniyor.
Enis Nakkaş: Savaşı kaybediyorlar. Bombalamalar ile hedeflediği ise Yemen halkını bıktırmak ve Ensarullah hareketine karşı isyan etmelerini sağlamak. Başka bir çözüm yolu yok. Çözüm üretecek imkânı da yok. Kaybettiler. Bana göre Yemen savaşı, sonuçları itibariyle, Sovyetlere karşı yapılan Afganistan savaşına benziyor. Yani Suud ailesi ve Suudi Arabistan, Yemen savaşı ile bitecek. Yemen savaşı ile hedeflenen Suudi ailesini bitirmek. Böyle bir karar var. 3 trilyon dolara ve Selefi akla sahip bir aile var. Selefiliği dünyaya yayıyor. Sadece Suriye'de değil her yerde. Ortadan kaldırılması gerek. 70 yıldır kendisinin ve Amerika'nın çıkarı için Arapların parasıyla oynuyor.
Hasan Sivri: Suriye güneyinde Dürziler bu sıralar gönüllü ordu kurdular ve var olma savaşı vermeye hazırlanıyorlar. Buradaki gazetelerin manşetlerinde bu konu vardı. Fakat Lübnan Dürzilerinin bir kısmı Suriye'dekileri desteklerken Canpolat kitlesi tersi açıklamalar yaptı. İdlip'te Dürzilere yapılan katliamı da gündemine almadı.
Enis Nakkaş: Canpolat en başından beri Suriye rejimine karşıydı. Dürzileri ''Suriye devrimine'' dâhil etmeyi denedi. Başaramadı. Dürziler rejimin yanında saf aldı. Dolayısıyla Dürzilere yönelik saldırı olunca onlara ''direnin'' demek yerine ''bölgesel ilişkilerini kullanarak'' sorunu çözeceği sözü verdi. Oysa Dürziler zaten rejimin yanındaydı. Şimdi de gönüllü birlikler kuruyorlar. Türkiye ve Ürdün gibi bölgesel ülkeler Canpolat'ı kısmen desteklemeyi sever, Dürziler arasında gücünü arttırmak isterler. Yakında Nusra'dan ''Dürzilere karşı savaşmayacağım'' açıklaması da gelebilir (ki sonra katliam için özür dilediler, Medya Şafak). O zaman bundan ne anlamamız gerekir? Kendisine biat etmeyenleri kesen Nusra, Hıristiyanları katleden Nusra, Dürzilerle savaşmama kararı alıyorsa burada siyasi bir rol üstlenmiştir diyebiliriz.
Hasan Sivri: Ramadi ve Tedmur'un düşüşünden sonra IŞİD, kuzey Halep'e ve Haseke güneyine saldırmaya başladı. ABD liderliğindeki Koalisyon ise IŞİD'i bu cephelerde vurmadı. Ne istiyor ABD? IŞİD'in rolü nedir tüm bu karışıklıkta?
Enis Nakkaş: Kimya'da katalizör diye bir terim vardır. IŞİD'in görevi bu şimdi. Katalizör. Bölgede ''şuraya yaklaşabilirsin, şuraya yaklaşamazsın şeklinde'' Amerika'nın istediği gibi hareket eden katalizör. Amerika sahada savaşmıyor. IŞİD sahada savaşır, sahadaki atmosferi yaratır ve ABD hakemlik yapar. ABD, IŞİD'in Irak'ta güçlü olmasını istiyor, bu şekilde Irak hükümetine tavizler verdirtebilir. Iraklılara da bu şekilde ''yaşayıp yaşamamanıza biz karar veririz'' diyor. IŞİD'in nefes almasına izin veren Amerika'dır. Sahada bazı gerçeklikler yaratarak ''gel çöz bakalım, çözebilir misin?'' diyor. Suriye için de aynı şey. Suriye sahasında güçleri olmadan Suriye için söz söyleyebiliyor. Hava bombardımanı ile IŞİD'in ve bölgenin haritasını çiziyor. IŞİD'e şuraya yaklaşabilirsin, şuraya yaklaşamazsın diyor. Veriler var. Kobani'de günde 50-60 hava saldırısı düzenlerken, geri kalan bazı bölgelerde bir ayda 10 hava saldırısı gerçekleştirmemiş. Ramadi'de mesela IŞİD yüzlerce kilometrelik yolu gitti, kimse onları vurmadı, istihbarat desteği sağlanmadı.
Hasan Sivri: Davutoğlu IŞİD için ''Suriye'nin ürünü, rejimle işbirliği yapıyor'' diyor.
Enis Nakkaş: Bu bir yalan. Kimse IŞİD'i taşıyamıyor. Başkasının üstüne yıkmaya çalışıyor. Rejim IŞİD ile yıllardır savaşıyor, Irak da IŞİD ile savaşıyor. IŞİD sadece Suriye'de olsaydı evet mümkün derdin ama Irak'ta Suriye, Irak ve İran'ın tüm stratejilerine karşı savaşan IŞİD nasıl oluyor da Suriye aracı oluyor? Türkiye'de kendi halkına IŞİD bizim için iyi, onlarlayız diyemiyor. Başta sana anlattığım gibi bölgede her şey iç içe girmiş. Yalan var, kriz var, kaos var, açık ve net bir resim yok. Amerika'nın stratejisine neden ''Yaratıcı Kaos'' derler? İşte bunun için. Yaratıcı kaos, dünya neler olup bittiğini anlamayasın diyedir. Bu kaos içinde katalizör olan IŞİD, bir atmosfer yaratıyor, insanlar yoruluyor ve çözüm için yeni fikirler devreye sokuluyor ve insanlar bu yeni fikirlerin çıkarlarına yönelik olduğunu düşünüyor.
Hasan Sivri: Türkiye'deki seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Erdoğan istediği başkanlık rejimini kuramıyor. AKP hükümet kurma çoğunluğunu elde edemedi. Bunun bölgeye ve özellikle Suriye'ye etkisi ne olur? Suud-Türkiye ittifakı Fetih Ordusu'nu kurdu, İdlip'i düşürdü. Halep konuşuluyor. Bundan sonra ne olur?
Enis Nakkaş: Yeni durumun bölgesel düzeyde etkileri çok olacaktır. Erdoğan'ın, Erbakan'dan ayrıldıktan sonra yürüdüğü yolun arka planında ne olduğunu bilmemiz gerek. Erbakan'dan ayrılmasının özünde, bölgede Amerikan stratejisine dâhil olmak istemesi var. Erbakan Amerikan stratejisine araç olmak istemiyordu. Amerikalıların bölge stratejilerinde, Türkiye'de ismi İslami, pratikte ise demokrat olan bir partinin yönetime gelip güçlenmesi isteniyordu. Bu şekilde Arap ülkelerinde de aynı partiyi kurabilecekleri bir rol-modelleri olacaktı. Bu şekilde batıya düşman siyasal İslam yerine, batının müttefiki bir siyasal İslam olacaktı. İki kazanımları olacaktı. İlki bölgeyi despot, zorba ve iş yapamayan ülkelerden kurtaracak, ikincisi de batıya düşman siyasal İslam'ın görüntüsü yerine müttefik siyasal İslam görüntüsü vereceklerdi. Bu siyasal İslam aracılığıyla da radikal İslamcılardan kurtulacaktı. Amerika değil, artık siyasal İslam savaşacaktı bu radikallerle.
Huntington 2005 yılının Mart ayında size, Türkiye'ye geldi. Katıldığı bir konferansta ''Sizin Avrupa'da işiniz yok. Avrupa'ya giremeyeceksiniz. Ama Doğu'da bize yardım edebilirsiniz. Bizimle, rol-model olma stratejisi ile çalışın'' dedi. Erdoğan ve Davutoğlu bu strateji üzerine iş yapmaya başladılar. Şimdi Erdoğan'ın yenilgisi, bu projenin de yenilgisi anlamına geliyor. Bu proje zaten Mısır, Tunus ve Libya'da darbe yedi. Ve şimdi artık Türkiye'de de darbe yedi. Bu proje, Türkiye'de hakiki bir demokrasi olsun istemiyor. Çünkü halkın da sahip olduğu görüşler var. Benim ne işim var bu projede diyebilir. Niye bölgeye bu kadar müdâhil oluyorsun diye sorabilir. Erdoğan bu soruları soranları, sürekli olarak dış mihraklarla ilişkili olmakla veya bilmem kimin aracı olmakla suçlayarak susturmaya çalışıyordu. Kimsenin iç-dış siyasetine karışmasını istemiyordu. Türkiye, model olmak istiyor idiyse, bu model diktatör model olmayacaktı. Evet seçimler var ama bu Türkiye'nin demokratik olduğu anlamına gelmez. Türkiye'de olanların bu bölgeye de ders olması gerekir. Çeşitliliğin ve değişik fikirlerin var olması gerektiğine dair. Dolayısıyla birçok partinin meclise girmiş olması Türkiye için bir fırsat, tabi başarılı olurlarsa.
Bölgedeki çatışmalarda en büyük sorun ne? Siyasetler üzerine olması gerekirken kimlikler üzerinden bir çatışma var. İnsanlar belli bir topluluk veya kimlik için savaşıyor ama kimse bölgeye siyasi bir proje önermiyor. Bölgedeki siyaseti, dereceli olarak yeniden tertip etmeliyiz. Bölgenin, en önemli meselelerden biri olan ulusal kurtuluşunu tamamlamış olması gerekiyor. Çünkü hâlâ batının hegemonyası altında. Sadece askeri olarak değil, kültürel ve ekonomik olarak da batının kontrolü var. Ne batılıların yolları dışında düşünebiliyoruz ne de ekonomimizi batılıların yolları dışında inşa edebiliyoruz. Dolayısıyla ulusal kurtuluşumuzu tamamlamış değiliz. Bu sadece Lübnan, Irak veya Suriye için değil bölge için de geçerli. Türkiye istediği kadar güçlü olsun batı kapitalizmine bağlı ve muhtaç olduğu sürece bağımsız değildir. Dolayısıyla ulusal kurtuluşun tamamlanması bölgenin ve halklarının çıkarınadır. Hepimizin tarihi ortak. Bir imparatorluk altında da olsa çeşitliliğe rağmen hepimiz beraber yaşıyorduk. Şunu bilmemiz gerekir ki çeşitlilik ve çokluk, çatışma noktası değil bir fırsat olmalı. Kürd'ün Türk, Arap'ın da Kürt ile çatışmasının ne anlamı var?
Hasan Sivri: Bu noktada Rojava ve Kürtler için ne düşünüyorsunuz? Kürtler de Rojava'da bir arada yaşamayı önerdiklerini söylüyor?
Enis Nakkaş: Evet, sebebi ne bunun? Kürtler, diğerlerinden çok çeken bir bölgedeler. 4 taraftan da çok çektiler. Etrafında Arap'ı var, Türk'ü var bir de birçok etnik kökenin olduğu İranlılar var. Geçen 70 yıl boyunca devlet de kuramadılar. Ne yaptılar? Bir arada yaşamanın yollarını aradılar. Bizler, ulusal kurtuluştan sonra siyasetimizin esaslarından birinin çeşitliliği korumak, onlarla çatışmamak olduğuna ikna olmalıyız. Kimlik üzerine çatışma hepimizi zayıflatır. Bu coğrafya ve doğal kaynakları üzerine çalışıp, Avrupa veya Amerika'daki gibi bir organizasyon yollarını aramalıyız. Yeni bir organizasyon. Konfederalizm de olur. Bu herkesin sorununu çözer. Herkes diğer kimliği tanır. Çıkıp Kürtçe konuşman yasak demez o zaman. Sen Kürtçe konuş, Kürtçe şarkı söyle. Ben de Arapça konuşayım ne olacak? O da Türkçe konuşsun, niye birbirimizi yiyelim?
Hasan Sivri: Sizce Şam Suriye kuzeyindeki yeni durumu, Rojava'yı veya konfederalizm gibi bir organizasyonu kabul eder mi?
Enis Nakkaş: Zorunda. Suriye'de bunu anlamaları gerekiyor. BAAS partisinin fikirleri artık fayda etmiyor. BAAS, milliyetçi bir çıkış yapmış ve Filistin'i kurtarmak üzere Arapları birleştireceğim sloganı ile çıkmış ilerici bir fikirdi. Ama ne Arapları bir araya getirebildi ne de Filistin'i kurtarabildi. Tarihi görevinde başarısız oldu. Bugün Filistin'in kurtuluşunda en radikal olan İranlılardır ve onlar da Arap değillerdir. Suriye'yi bugün en fazla destekleyenler yine İranlılardır ve yine Arap değillerdir. Sorunu nasıl çözeceksin? Suriye'nin yanında savaşan ve Suriye'ye en fazla destek veren, milliyetçi ideolojiye sahip olmayan Hizbullah var mesela. Sonuç olarak düşünme yollarını değiştirmemiz gerekiyor. Uluslar arasındaki çatışmanın ve ulus esası üzerine devlet inşasının bir anlamı yok. Dolayısıyla bölge halkları olarak, imparatorluk zamanında hepimizin bir arada yaşadığı gibi, şimdi de bir arada yaşama yollarını arayacağız ama yerel ve özerk yapıların yönetimine mümkün olanın en fazlasını vererek. Her insan kent, köy veya belde düzeyinde de olsa sorumluluğunu alabilsin. O zaman kimsenin kimseye hesap sormasına gerek kalmaz. Kararlarının yüzde 80'ini kendi kentinde, kendisi almış oluyor. Bunun yanında doğal kaynaklar var. Kimse bu doğal kaynak benim diyemez. Petrol Türkiye üzerinden geçecek, İran gazı Irak üzerinden geçecek. Herkes birbirine muhtaç. İşbirliğine muhtaç.
Enis Nakkaş: İlk nokta ulusal kurtuluş, ikincisi ise kimliklerin çatışma değil, buluşma noktası olması gerekiyor. Üçüncü nokta da bölgede siyasi bir organizasyonun başarıya ulaşması. Bölgede bunun için ne yapılabilir nasıl bir politika izlenebilir, ona bakmak gerek. Bu sorunla ilgileniyorum ve buna dair bir kitap yazıyorum. Bunun için araştırma yaparken Öcalan'ın ''Demokratik Konfederalizm'' projesine denk geldim. Bazıları bunu Öcalan'ın değil, aslında Avrupalıların yazdığını söylüyor. Önemli değil. Mühim olan önerilen şey. İki ulus arasındaki herhangi bir şey, bazı hassasiyetler bırakır. Bugün koalisyon hükümetini reddeden Türkiye'deki Milliyetçi Hareket gibi. Ama bölgede genel kabulü olan herhangi bir şeyi Milliyetçi Hareket reddedemez. Ben bir Türk olarak istemiyorum diyemez. Çünkü sen iki ulusu karşı karşıya getiren bir konfederalizm koymuyorsun. Ulus esasına göre olmayan konfederalizm inşası yapabilirsin. Coğrafya esasına örneğin. İçinde Türk'ü, Kürd'ü ve Arap'ı olan bir konfederalizm kurar ve bu coğrafyanın özerk yönetilmesi gerektiğini söylersin. Jeo-politik esas olabilir veya jeo-ekonomik esas olur. Ama haritaları çizmek için kimlik arayışı içerisine gireceksen, Kürt-Türk veya Arap-Kürt arasında kimin fazla alacağına dair çatışmaya girersin. Biz savaşlara yol açacak bir çözüm değil, savaşları bitirecek çözümler arayacağız. Kürdistan bir çatışma noktası yerine, buluşma noktası da olabilir.
Hasan Sivri: Çok teşekkür ederiz.

25 Haziran 2015 Perşembe

Boykot Girişimi Mensuplarına Yapılan Baskı Mücadelemizi Güçlendirecek!

Filistin için İsrail’e Boykot Girişimi olarak Kudüs Umresi’ni boykot etme çağrısı yapmamızın ve Filistinlilere uygulanan vizeyi gündeme getirmemizin ardından Aktroller ve AKP taraftarlarının saldırılarıyla karşı karşıyayız. Bu saldırı kampanyasında kullanılan argümanlarla ilgili birkaç noktaya açıklık getirmek isteriz.
Öncelikle şunun altını çizelim, Filistinlilerin itiraz ettiği nokta İsrail’in ya da Yahudilerin işgali altında yaşamak değil işgal altında yaşamaktır. Müslümanların ya da Müslüman/İslamcı bir ülkenin işgalini İsrail’in işgaline tercih etmeleri söz konusu olmadığı gibi, bu yönde bir talep, imkân, ihtimal söz konusu değildir. Filistinliler Osmanlı yönetimini de özlemiyor, kendi özgür vatanlarını kurmak için yüz yılı aşkın bir süredir mücadele ediyor. O yüzden, burada Kudüs’ün fethine yönelik kampanya ve çağrılar, Filistin’in özgürlüğüne değil iç siyasette Filistin’i kullanarak göz boyamaya yönelik çabalardır.
Filistinlilerin öncelikli üç temel talebi var; işgalin kalkması ve utanç duvarının yıkılması, Apartheid’ın kalkması ve Filistinlilerin eşitlik temelinde toplumsal haklarının sahip olabilecekleri bir sistemin inşa edilmesi, 194 sayılı BM kararı uyarınca tüm Filistinli mültecilerin ülkelerine geri dönüş hakkının tanınması.
AKP hükümetinin parmağının olduğu inkâr edilemeyecek Suriye savaşına kadar dünya mülteci nüfusunun en büyük kısmını Filistinliler oluşturuyordu. Hâlâ da Filistinlilerin önemli bir kısmı kendi yurtlarında değil, dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış halde yaşamakta ve mülteci hayatının zorluklarını göğüslemektedir. İsrail vatandaşlarına vize uygulamayan Türkiye Filistinlilere vize uyguluyor, Türkiye’de yaşayan Filistinlilere herhangi bir kolaylık sağlamıyor. Birçoğu ikamet izni olmaksızın yaşamak durumunda ve yasadışı çalışma koşullarına maruz kalıyor. Suriye’den Türkiye’ye sığınan Filistinli mültecilerin Kilis’te kaldığı mülteci kampında yaşadığı koşullar da bunun açık bir örneği.
Geçtiğimiz günlerde AKP’ye yakınlığıyla bilinen Kanal 7’nin Dış Haberler Müdürü Mustafa Taha Dağlı ve muhabiri Ahmet Gemici başta olmak üzere, bir grup AKP yanlısı, Filistinli bir arkadaşımıza yönelik bir saldırı kampanyası başlattı. Önce Filistinlilere uygulanan vizenin haklılığını savundular ve vizenin kaldırılmasını talep eden Filistinlilerin “paralel medya” tarafından manipüle edilen Filistinli bir grup olduğunu iddia ettiler. Sonra da Filistinlileri AKP inayetiyle burada yaşayan sığıntılar olarak gören bu kişiler ve sosyal medya hesapları arkadaşımızın HDP’ye yönelik desteğini anlamakta güçlük çekiyor. Anayurdu, tanklara karşı taşla mücadele eden çocukların vatanı olan bir insanın bu toprakların bombalara, TOMA’lara, akreplere taş atan çocuklarına destek vermesine şaşıranlara Hamas’ın, seçim barajını geçtiği için HDP’yi kutladığı mesajını hatırlatalım.
Aktroller, Filistinli arkadaşlarımızdan birinin bir mahlas kullanmasını ve bunun da bir Müslüman adı olmamasını da dillerine dolamışlar. Ona yönelik kişisel saldırıları böyle bir tedbirin ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Filistin Gazze’den ibaret olmadığı gibi Filistinliler de Müslümanlardan ibaret değildir, Filistin halkının ve direnişinin tarihi Müslüman olmayanların da yer aldığı bir tarihtir; FHKC kurucusu el-Hekim, Corc Habaş, aynı örgütün savaşçılarından, İsrail tarafından katledilen Vedi’ Haddad, Türkiyeli İslamcıların da büyük önem atfettiği yazar Edward Said ilk ağızda akla gelen isimler. Bir kere daha altını çizelim, Filistin davası bir din çatışması değildir, işgale ve sömürgeciliğe karşı mücadeledir, Filistin davası, İslami motifli Filistin direniş örgütleri ortaya çıkana kadar konuya en ufak bir ilgi göstermemiş İslamcıların tekelinde değildir, AKP’nin sözde İsrail’e karşı çıkan ama askeri, diplomatik ilişkileri muhafaza eden, ticari ilişkileri arttıran, geleneksel Umre’ye Kudüs’ü de dâhil edip İsrail ile turizmini geliştirerek İsrail’e güç kazandıran ve İsrail TC vatandaşlarına vize uyguladığı halde İsrail vatandaşlarına vize uygulamayıp Filistinlilere uygulayan siyasetinin Filistin davasına bir yararı yoktur.
Son Gazze saldırısında Boykot Girişimi/BDS Türkiye’nin çalışmasını sabote etmek için, sadece ürün boykotuna yönelen yeni bir BDS mantığını kurmaya çalışan AKP yanlısı sivil toplum kurumlarına benzer şekilde, bugün AKP’ye yakın olan medya da Filistin halkının taleplerini çarpıtıyor, bu taleplere olmadık suçlamalarla karşı çıkıyor ve Filistinli arkadaşlarımızı, işlerini kaybetmekle ve can güvenliklerini tehlikeye atmakla tehdit ediyor. AKP iktidarının Filistin’le ilgili siyasetinin ikiyüzlülüğünün sadece hükümet yetkililerinde görülmediğini, aynı zamanda medyasına ve sivil toplum kurumlarına sirayet ettiğini görüyoruz.
Netanyahu, geçtiğimiz günlerde, daha önce İran olan birincil tehdit unsurunun artık BDS olduğunu ifade etti. Gayrı meşru İsrail devletinin BDS hareketine karşı tam hız çalıştığı ve tüm ilişkilerini ve kurumlarını dünyaya yayılan bu hareketi engellemek için seferber ettiği bu dönemde Türkiye'de BDS hareketine sistematik bir baskı uygulanması mücadelemizin haklılığını gösteriyor.
İlkeli ve iç politik malzeme yapma hedefinden uzak bir Filistin’le dayanışma hareketini benimseyen bizlerin bu baskılara boyun eğmeyeceğimizi ve yeni iktidarın biçimi ne olursa olsun taleplerimizi yükseltmeye devam edeceğimizi bildiriyoruz. İsrail ile tüm ilişkilerin kesilmesine, Filistinlilere vizenin kaldırılması ve Türkiye’de onurla yaşam hakkı gibi taleplerinin gerçekleşmesine ve nihai hedefimiz olan Filistin’in özgürleşmesine kadar bu mücadele devam edecektir.
Filistin için İsrail’e Boykot Girişimi

23.06.2015

23 Haziran 2015 Salı

Türkiye Ekonomisi Krizin Eşiğinde

Türkiye ekonomisi çoklu bir kırılganlık yaşıyor. Sanal/spekülatif büyümenin sınırına gelen Türkiye, 2015'in küresel düzeyde en kırılgan ülkesi olarak değerlendirildi. IMF ve Fitch, yeni raporlarında bu noktanın üzerinde durdu.
Büyüme oranında ciddi bir yavaşlama, işsizlik oranında kronikleşme ve yüzde 10'un üzerinde bir seyir, yüksek ve kalıcı niteliğe dönüşen, çift haneye yaklaşan enflasyon, yüksek (GSMH'nin yüzde 4-5'i dolayında) cari işlem açığı, açığın finansman karşılığında yaşanan önemli problemler, kısa zamanda afaki boyuta yükselen dış borçlanma, uzun vadeli ekonomide durgunluk ve daralma ve durgunluk içinde enflasyon yani stagflasyon şiddetli bir krizin emareleri olarak değerlendirilebilir.
Neo-liberal ekonomik politikaların iflasını gösteren bu gelişmeleri, jeo-politik risklerin artması ve küresel düzeyde finansal salınımlar karşısında ekonomideki büyük zafiyetler izliyor. Ayrıca sivil diktatörlük yönünde devlet-toplum-birey ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi ve dış politikada agresyon politikalarının iflası, süreci derinleştirici faktörler olarak dikkat çekiyor.
Senkronize Kriz Dinamikleri
Küresel likidite bolluğunda (2009' kadar), yüksek faizle sıcak para çekebilen AKP iktidarı, spekülatif bir ekonomik büyüme trendi yakaladı. Bu süreç aynı zamanda AKP'nin hegemonyasını pekiştirdiği bir süreç olarak işledi.
AKP, bir şirket parti haline geldi ve TC şirket devlete dönüşmeye başladı.
Küresel düzeyde para politikaların değişmeye başlamasıyla (2012'den sonra), Türkiye'ye giren para akımlarında azalmalar yaşandı. Hatta sermaye kaçışları arttı. Ucuz kur dönemi bitti. Bugün yaşanan kur şoklarının temelleri oluştu.
Bu konjonktürde bütün ümit, inşaat sektöründeki kârlara, kupon arazilere ve imar rantlarına dayalı ekonomik politikalara bağlandı. Yani yeni bir spekülatif büyüme stratejiyle hareket edilmeye başlandı.
Yüksek kırılganlığın önünü açan bu adımlar, senkronize (emlak, döviz, bankacılık, borç krizi gibi) kriz dinamiklerini besliyor.
Kriz Aktüelleşti
Kısaca likidite ve finansal sorunlar 2015 yılının ikinci yarısını riskli, 2016 yılını ise muamma haline getiriyor. Siyasal gelgitler ve belirsizlik dinamikleri bu süreci derinleştiriyor. Seçim sonrası oluşan yeni konjonktür bir çok olasığın önünü açıyor, yüksek ihtimalle siyasal gerilimin artacağı bir dönemin içine girdik.
Çok vektörlü ekonomik kırılganlık ve siyasi kriz dinamikleri şiddetli bir ekonomik krizin habercisidir. Küresel finansal dalgalanmalar ve sermaye hareketlerinin yeni yönelimi, krizinin şiddetini artırıcı bir başka faktör olarak dikkat çekiyor. Özellikle likidite ve finansal problemler, Türkiye'de krizi tetikleyecek iki temel faktör olarak dikkat çekiyor
Türkiye ekonomisinin narkotik/yapısal dış kaynağa bağımlılığı, dış borcun olağanüstü artması ve kısa vadeli dış borç stoklarının yüksekliği, dış borcun ağırlıkta özel sektör kaynaklı olması ve sektörün yakıcı likidite sıkıntısı ve yukarıda belirttiğimiz olgular, krizi aktüelleştirmiştir.
Derinleşen ve çok boyutlu bir karaktere bürünen ekonomik kırılganlık, yıkıcı bir krizin önünü açıyor.

Volkan Yaraşır

21 Haziran 2015 Pazar

Suriye'deki Vekalet Savaşı'nda Son Durum ve Cepheler

Burnumuzun hemen dibinde, en fazla sınırı paylaştığımız komşumuz Suriye'de 4 yıldır büyük bir savaş devam ediyor. Daha önce benzeri olmayan bir savaş... 30'dan fazla grup, 500'den fazla çatışma noktası ve yüz binlerce savaşçı...
Bölüm 1
Yukarıda da söylediğimiz gibi onlarca farklı grup ve yüzlerce farklı cephe olduğu için bunları ayrı başlıklar altında anlatmak daha mantıklı olacağını düşünerek, öncelikle burnumuzun hemen dibine, güney sınırımıza, yani Suriye'nin Kuzey hattına göz gezdirelim istedik:
Suriye Kuzey Sınırı Cepheleri ve Çatışmaları:
Genel olarak Kuzey hattı için şöyle bir haritayı doğru kabul edebiliriz (Kırmızı: Suriye Ordusu, Yeşil: Fetih Ordusu Bileşenleri (Nusra, Ahraru'ş-Şam gibi gruplardan oluşan bir çatı birliği), Siyah: İslam Devleti ya da bilinen kısaltmasıyla IŞİD, Sarı: YPG ve bazı noktalarda ÖSO birlikleri):

Lazkiye
Batıdan doğuya doğru gidecek olursak önce İdlib kırsalını ve Lazkiye'yi konuşmamız gerek. Lazkiye'de durum aylardır aynı ya da büyük bir değişiklik yok diyebiliriz.
Bölgedeki en sıcak nokta Nusra ve diğer militanların merkezi sayılabilecek Salma Beldesi. Bu belde yaklaşık 2 aydan beri güney tarafından kısmi olarak Suriye ordusunca kuşatılmış durumda. Bölge dağlık ve aşırı engebeli olduğundan iki taraf da zırhlılardan oldukça az yararlanıyor. İki taraf da nihai bir darbeyi geçen yılki Keseb savaşından beri vuramıyor. Özellikle Suriye Ordusu Lazkiye'yi ne pahasına olursa olsun savunacağını belirtiyor.
Militanlar ve diğer gruplar içinse Lazkiye denizle birleşme imkânı sağlıyor. Fakat arada aşmaları gereken onlarca engebeli nokta, yüz kadar bariyer ve on binlerce Suriye ordusu askeri var.
İdlib
Biraz daha batıdaki İdlib ve kırsalında ise Suriye'deki savaşın belki de en sert dönemi yaşanıyor.
Yukarıda bahsettiğimiz Fetih Ordusu adlı çatı örgüt altında toplanmış yaklaşık 10.000-13.000 arası militan nisan ayından bu yana çok büyük operasyonlar yapıyor.
Önce İdlib, ardından Cisr eş-Şugur ve Eriha'nın düşmesi ile birlikte İdlib kırsalında neredeyse tamamen hakimiyet kurdular.
Suriye ordusunu Frikka'ya kadar geri çekilmeye mecbur bırakan saldırılar şu sıralar devam ediyor.10 gün içerisinde 3 kez Frikka'yı almak için büyük saldırılar düzenleyen Fetih Ordusu şu ana kadar durdurulmuş durumda. Fakat bölgenin geleceği konusunda büyük belirsizlik var.
İdlib kenti düştüğünde Suriye ordusu kentin 2 km güneyindeki Mastume askeri kampına büyük bir yığınak yapmış, fakat bir süre sonra askerlerini geri çekmişti.
Ghab düzlüklerinden İdlib kentine kadar olan çıkık şeklindeki cephede durmanın daha fazla kayba neden olacağını düşünmüş olacaklar ki, birliklere Frikka'ya kadar çekilme emri verdiler. Şu an Suriye ordusu Frikka ve Ghab ovasında bir karşı saldırı için hazırlanıyor.
Yaklaşık iki ay içerisinde İdlib'in de kaderinin belli olacağı gözüküyor.
Halep
Buradan hemen Suriye'nin en önemli ikinci kenti olan Halep şehrine geçelim.
Halep, savaştan önce Suriye için ekonominin merkeziydi. Sanayi bölgeleri ve fabrikaları ile Suriye'nin kalkınma merkezlerinden birisiydi.
Savaş ile birlikte çoğu fabrika kapatıldı, yıkıldı ya da işlemez hale geldi. Fakat bir süre sonra ordu üstün duruma geçince sanayi bölgesi tekrar işlemeye başladı.
Böylesine büyük ve nüfuslu bir kent doğal olarak Suriye'deki grupların en önemli hedefi haline geldi.
Son duruma bakacak olursak kabaca şu harita üzerinden yorumlayabiliriz (Kırmızı: Suriye Ordusu, Yeşil: Nusra ve diğer gruplar, Gri: IŞİD, Sarı: YPG):

Görüldüğü üzere kentin büyük bölümünü Suriye ordusu kontrol ediyor. Sanayi bölgesi ve Yeni Halep bölgesi ordu kontrolünde. (Bu bölgeler için Halep'in can damarları diyebiliriz).
Ordu 4-5 ay önce çemberi kapatma hamlesinde bulunmuş, fakat en tepedeki Başköy'e kadar gelebilmiş ve devamını getirememişti. (Halep'te Handarat bölgesinde Hizbullah birlikleri de bulunuyor)
Şu an çatışmalar ise haritanın batısındaki Raşidiye ve civarında devam ediyor.
Kırsal ise genel olarak Nusra, Ahrar gibi gruplar ve IŞİD'in kontrolünde. IŞİD iki hafta kadar önce Azaz'a doğru bir saldırı başlatmış ve kısmen başarılı olmuş, Nusra'nın Türkiye'den gelen yardım hattını kesmişti.
Şu günlerde ise mazot-benzin akışını kesti (Nusra ile IŞİD arasında petrol pazarlığı devam ediyor.)
Halep'in Kuzey batısında bulunan Afrin bölgesi ise YPG kontrolünde ve şu an için çatışma yok. Hemen güneyindeki Nubl ve Zahra Alevi beldelerine ise militanlar 3 yıldır saldırıyor, fakat Hizbullah eğitimli yaklaşık 5.000 milis, büyük bir direnişle militanları bu iki beldeye sokmuyor.
Kobane-Tel Abyad-Haseke-Kamışlı hattı
YPG'nin Kobane zaferinden sonra ele geçirdiği psikolojik üstünlük ve koalisyon desteği Haseke ve Kobane arasını birleştirme şansı doğurdu. Batıda Kobane'den, doğuda ise Haseke'den ilerleyen YPG ve ÖSO birlikleri koalisyon uçakları desteğiyle IŞİD'i Tel Abyad'dan atarak iki bölgeyi birleştirdi. Şu an çatışmalar Rakka'nın kuzeyindeki Ayn Issa çevresinde devam ediyor. Bölgedeki IŞİD kaynakları bir kaç hafta içerisinde karşı saldırı yapacaklarını iddia ediyorlar.
Haseke güneyinde ise Suriye ordusu ve IŞİD arasında yaklaşık 3 haftadır şiddetli çatışmalar devam ediyor. Bir ara, şehre 2 km kadar yaklaşan IŞİD, Suriye ordusunun karşı taarruzuyla şehirden uzaklaştırılmıştı.
Kamışlı'da da YPG ve Suriye ordusu arasında irili ufaklı tartışmalar ve çatışmalar meydana geliyor. Şu an için durum sakin.
Şimdi ise kadrajı biraz daha aşağı indirip orta kısımda neler olup bittiğine bakalım.
Orta Cephe:

Haritanın bu kısmına baktığımızda ise bana en ilginç gelen nokta simsiyah alanda kalmış kırmızı bir alan ve bir uçak resmi. İşte burası Deyr ez-Zor. Çölün ortasında küçük bir belde ve önemli bir havaüssü.
IŞİD Rakka'yı ele geçirdiğinden beri gözünü buraya dikmişti. Hatta geçen yılın sonu, bu yılın başında epey bir ilerlemiş ve havaüssüne kadar gelmişti.
Fakat Şam'dan gelen Cumhuriyet Muhafızları'na ait 104. Hava İndirme Tugayı ve Komutan İssam Zahreddin saldırıları püskürtmüş ve IŞİD'i nehrin diğer tarafına kadar sürmüştü. Eşzamanlı olarak bölgedeki aşiretler orduyla birlikte hareket edeceğine söz vermiş ve yaklaşık 2.000 gençten oluşan bir milis ordusu kurulmuştu.
O günlerden bu zamana kadar sürekli çatışmanın yaşandığı Deyr ez-Zor'da ordu şu an rahatlamış durumda, IŞİD ise eskisine göre Deyr ez-Zor'u biraz daha rahat bırakmış gibi.
Palmira
Biraz daha sola kaydığımızda ise antik şehir Palmira'yı görüyoruz.
Geçen ay IŞİD bu şehre büyük bir saldırı gerçekleştirmiş, Suriye ordusu taşınabilir eserler Şam'a getirilinceye kadar direnmiş, ardından ise saldırılara karşı koyamayıp geri çekilmişti. Bölgedeki gaz istasyonları da IŞİD kontrolüne geçmiş oldu. Fakat 3 km kuzeybatıdaki Shaer ve Jazal istasyonlarını Suriye ordusu yaklaşık bir hafta önce tekrar ele geçirdi.
Şu an en yoğun çatışmalar ise haritada Palmira-İtriyah arasında kalan yarım çemberlik kısımda.
Rakka'dan gelen kuvvetler sürekli Hama ve Humus'a giden yolu zorluyor, arada ise Alevi köyleri bulunmakta. IŞİD oralara ulaştığında katliam yaşanabileceğinden ordu orayı asla bırakmıyor ve çok sert karşılık veriyor.
Çatışmalara rağmen bölgede fazla bir değişiklik yok. IŞİD'in ve Suriye ordusunun bulunduğu mevziler uzun zamandır aynı konumda. Ordunun en büyük avantajı ise Palmira-İtriya arasında IŞİD'i yarım ay şeklinde çevrelemiş konumda ve her yönden ateş üstünlüğüne sahip olması.
Humus
Şimdi ise en sola kayalım ve Homs yazısının üzerindeki yeşilliğe bakalım. Bu kısımda ise ÖSO ve Nusra militanları var.
Ordunun Hums taarruzu sırasında ÖSO militanlarının çoğu şehirden çıkarılıp etrafı sarılmıştı. Fakat etrafı sarılan grup küçük bir grup değil. Onun için temizlenmesi de kolay değil. Zaman zaman Suriye ordusu kuşatmayı daraltıyor, zaman zaman ise ÖSO'nun diğer uzantı grupları bariyerleri zorlayarak alanı genişletmeye çalışıyor. Grup tamamen çevrelendiği için ordu bu cepheye fazla yüklenmiyor.
Yılın başından bu yana yaklaşık 400 kişinin teslim olduğu söyleniyor. Biraz kuzeyinde ise Morek kırsalında ve Hama kırsalına açılan bölgede Fetih Ordusu ve Suriye ordusu arasında çatışmalar devam ediyor.
Fetih Ordusu Ghab ovasını ele geçirebilirse bana göre Lazkiye'den önceki hedef burası olacaktır. Fakat bu bariyerleri ve cepheleri geçebileceklerini düşünmüyorum
Dumayr Doğu kırsalı
Palmira'daki çatışmaların ardından IŞİD batıya doğru biraz daha ilerlemiş, Suriye ordusu da bu ilerlemeyi fırsata çevirerek bariyerlerini geriye çekerek Nusra, ÖSO militanlarıyla IŞİD militanlarının karşı karşıya gelmesini sağlamıştı. Bu bölgede Ordu-ÖSO, ÖSO-IŞİD, Ordu-IŞİD arasındaki çatışmalar devam ediyor. Burası diğer bölgelere kıyasla daha sakin.
Bölüm 2
Batı Cephesi:

Şimdi ise 2-3 ay öncesine kadar fazla aktif olmayan, fakat Hizbullah ve Suriye ordusunun 1.5 ay önce başlattığı temizlik operasyonuyla tekrar çatışmaların yoğunlaştığı batı cephesine bir bakalım.
Suriye ordusunun belki de en güçlü olduğu cephe. Tabi bu güce batı sınırında Hizbullah'ın büyük desteğini de katmak gerek. Tepe ve şehir savaşında bölgenin en iyilerinden diyebileceğimiz Hizbullah, Lübnan–Suriye sınırında özellikle Kalamun bölgesinde savaşın asıl ordusu olarak sahada bulunuyor.
Haritada belli olmasa da Kalamun'da büyük bir savaş sürüyor. Başka bir haritaya bakacak olursak gelişmeleri daha iyi anlayabiliriz:

Lübnan-Suriye sınırındaki bu sorunlu bölge 1 ay gibi kısa bir sürede bu hale geldi. Sarı kısımlar Hizbullah'ın ve Suriye ordusunun ele geçirdiği noktalar. Lübnan tarafında ise sadece Hizbullah'ın ele geçirdiği kısım diyebiliriz. Bu 1 aylık kısımda Kalamun'un Suriye tarafında kalan kısmının %80'i temizlendi, Nusra Cephesi ve diğer gruplar Suriye topraklarından çıkarıldı. Biraz daha kuzeyinde ise IŞİD'in elinde tuttuğu bölgeyi görüyoruz. Fakat önümüzdeki bir ay içerisinde buranın da temizleneceğini kuvvetle muhtemel.
Kalamun'dan biraz daha aşağıya inince Zabadani gözümüze çarpıyor. Şam kırsalındaki bu belde uzun zamandır Suriye ordusunun tam kuşatması altında. Uzun süredir operasyon yapılmıyor ve militanların teslim olması bekleniyor. Fakat bu gidişle en az bir yıl daha böyle kalacak gibi ya da Hizbullah ve Suriye ordusu Kalamun'dan sonra buraya yönelecektir.
Başkent: Şam
Biraz daha doğuya geçip Başkent Şam'a bakacak olursak uzun süredir cephelerin değişmediğini göreceğiz. Bölgede özellikle Ceyşü'l İslam (İslam Ordusu) diğer militanlara göre daha belirgin. Ordunun lideri konumundaki Zahran Alluş ise bu aralar Türkiye, İngiltere ve diğer ülkelerin istihbaratlarıyla görüşme halinde. Birkaç hafta önce İstanbul'daydı.

Şam'daki son durumu gösteren haritaya bakacak olursak, Doğu Guta ve Duma'nın yeşil renkli olduğunu, yani mevcut yönetim karşıtı militanların denetiminde olduğunu görebiliriz. Suriye ordusu tarafından tamamen çevrelenmiş bu bölgelerde çatışmalar sürüyor. Fakat bölgenin çok karışık ve sıkışık olması (Özellikle Cobar) mevzii kazanımını etkiliyor. Son 6 aydır iki tarafın da mevziilerinde büyük bir değişiklik yok. Neredeyse her binada, her katta bulunan keskin nişancılar ve makineli tüfekleri de unutmamak gerek. Eğer Suriye ordusu çevrelediği bu alanları tamamen temizlemek istiyorsa yüzlerce kaybı göze almalı. Aksi takdirde harita uzun süre böyle kalacak gözüküyor.
Suriye ordusu ise başkentte güvenliği sağlamada kararlı. Yaklaşık 60.000 asker Şam ve kırsalını koruyor. Güneyde Kuneytra, kuzeyde Kuseyr, doğuda Dumayr'dan başlayan güçlendirilmiş mevziler ve savunma hatlarının geçilmesi elbette kolay değil.
Kuneytra
Şam'ın güney batısına, Suriye'de savaş başlamadan önceki en önemli cepheye Kuneytra'ya bakalım:

Savaştan önce olası bir Suriye-İsrail ya da Lübnan-İsrail savaşında en önemli noktalardan birisi Kuneytra idi. İsrail'in işgalindeki Golan'ın hemen yanında olan Kuneytra'da Hem Suriye ordusunun hem de müttefiki Hizbullah'ın birer büyük birlikleri bulunmakta.
Üç ay önce Hizbullah ve Suriye ordusu Kuneytra'da büyük ilerleme kaydetmiş, fakat bir süre sonrası operasyonu durdurmuştu. Şu sıralarda ise Türkiye destekli Fetih Ordusu'na paralel olarak güneyde de militanlar birleşerek Kuneytra'ya saldırıyor. Saldırılar şiddetli şekilde devam ederken, yaralanan militanların bir kısmının İsrail'in Golan'daki sahra hastanelerinde tedavi edildiğini görüyoruz. Bu yazıyı hazırladığımız sıralarda da Kuneytra'da büyük çarpışmalar devam ediyordu. Şu an Suriye ordusuna bağlı olan Kuneytra Şahinleri Tugayı, Golan Tugayı ve Hizbullah birlikleri bölgeyi savunuyor.
Güney ve Güneybatı Cepheleri:

Bu cepheyi ise Ürdün ve Irak sınırı oluşturuyor. Öncelikle çatışmaların daha yoğun yaşandığı Dera hattından bahsedelim:
Dera hattı
Kesinlikle burası için Suriye'deki en ilginç cephelerden birisi diyebiliriz. En az İdlib ve Kuneytra kadar girintili, çıkıntılı olan bu cephede 6 ay öncesine kadar ordu taarruzu varken bu sıralarda militanlar saldırıyor.
Geçen hafta 52. Tuga'yı ele geçiren ÖSO birlikleri o günden beri Thalah hava üssüne yoğun saldırmasına rağmen büyük kayıplar vererek geri çekildi.
Havaüssünü Suriye ordusu ve Suveyda'dan gelen Dürzi milisler koruyor. Dürzi demişken küçük bir ekleme yapmak gerekir. Suriye'de yoğun olarak Suveyda'da bulunan Dürziler genel itibariyle bu güne kadar Suriye'deki savaşa duyarsız kaldı, fakat Suveyda doğudan IŞİD ve batıdan ÖSO saldırısına açık hale gelince silahlanma kararı aldı.
Yaklaşık 25.000 Dürzi milis silahlanarak ordu ile aynı saflarda savaşma kararı aldı. Bu kararı almasında Cumhuriyet Muhafızlarının Dürzi Komutanı İssam Zahreddin ve eski komutan Ebu Talal Nayıf'ın büyük etkisi oldu.
Bölgede savaş şiddetli şekilde devam ediyor.
Suriye'de Genel Durum/Genel Bakış:

Haritaya genel olarak baktığımızda en büyük alanın siyaha, yani IŞİD'e ait olduğunu görüyoruz.
Fakat bu noktaların % 80'ininde nüfus yoğunluğu çok düşük ve neredeyse tamamı çöl.
Bunun yanında petrol yataklarının yaklaşık %75'i IŞİD kontrolünde.
IŞİD Suriye'deki hemen her grupla çatışma halinde.Yakında YPG denetimindeki bölgeye ve Kuzey Halep kırsalına yeni bir IŞİD saldırı bekleniyor.
İkinci en büyük toprağın ise Suriye ordusu ve Suriye yönetiminde olduğunu görüyoruz. Nüfusun yaklaşık %75-80'i Suriye ordusunun kontrolündeki bölgelerde yaşıyor. Fabrikaların birçoğu ise Lazkiye'ye, Tartus'a ve Şam'a taşındı.
2015'e iyi başlayan ordu, özellikle İdlib ve Palmira kentlerinin düşmesiyle çok sayıda yerden geri çekildi, fakat ordunun İdlib kırsalına büyük bir operasyon başlatacağını şimdiden söyleyelim. Bunun yanında Humus doğusunda da orduya takviye yapılıyor. O bölgede de yeni bir operasyon bekleniyor.
Sarı ile temsil edilen YPG'nin ise Türkiye sınırında Kürt nüfusun bulunduğu noktalarda etkin olduğunu ve Kobane-Kamışlı arasında bir hat kurduğunu, ayrıca Halep'in kuzeybatısındaki Afrin'de de güçlü bir savunma hattıyla bölgeyi koruduğunu söylemek gerekir.
Yeşil ile temsil edilen gruplar ise Nusra'nın başını çektiği diğer gruplardan oluşuyor. Yaklaşık 30 farklı grup bazen birbiri ile savaşırken bazen de Fetih Ordusu gibi çatı ordular kurarak beraber Suriye ordusuna ve IŞİD'e karşı savaşıyor. Kuzeyde amaçları Lazkiye, güneyde ise Suveyda ve Dera kırsalı gibi görünüyor. Aynı şekilde Şam kırsalında ve birçok noktada kendini gösteriyor.
Dört yıldır savaş tüm hızıyla devam ediyor. Grupların sahadaki konumları sürekli değişiyor, bir taraf sürekli kazanım sağlıyor; fakat Suriye'deki bu savaşın kaybedeni ise her zaman kadınlar, çocuklar kısacası sivil halk oluyor.
Sıcak noktalarda bombardımanlar, çatışmalar sonucu evler, okullar ve binalar yok oluyor.
Asıl acı olanı ise bu savaşın henüz bitmeyeceği gerçeği.
Bir zamanlar Ortadoğu'nun en neşeli ülkelerinden Suriye'de şimdi acı, kan ve ölümden başka bir şey yok.
Bir sonraki yazıda daha güzel şeyleri konu almak dileğiyle…

Eren Dalkesen, İNTİZAR (Bölüm 1, Bölüm 2)

19 Haziran 2015 Cuma

Charleston'da Beyaz Terörizmi

Beyaz bir adam, Güney Karolina’daki bir kilisede dokuz kişiyi vurup öldürdü. Ertesi gün rüzgârda devletin müttefik bayrağı dalgalanıyordu. Beyaz adam gözaltına alındı. Kendisine kurşungeçirmez bir kevlar ceket verildi.
2015 ABD’sine hoş geldiniz.
17 Haziran 2015’te Charleston’da yaşanan zulüm, bugün Amerika’daki siyahların hayatının sahip olduğu değeri örnekliyor. Dylann Roof’un işlediği suç nefretle karşılandı. O, dokuz kişiyi soğukkanlılıkla katletti. Ama Amerika’daki siyahlar ve hayatlarına ait daha geniş bir bağlam dâhilinde düşünüldüğünde, Roof’un saldırısı beyaz terörizminin başka bir örneğidir.
Siyah Amerikalıların günbegün tecrübe ettikleri şiddet ışığında bile bakılsa, Güney Karolina’daki saldırı şok edicidir. Bir kilisede dokuz masum insanı silâhla vurup öldürmek her türlü sınırın ötesinde bir eylemdir. Burada hatırlamakta fayda var. Bu suç her ne kadar suçu işleyenin kayıtsızlığı ve soğukkanlılığı noktasında dikkat çekici olsa da ve hikâyenin paylaşılması için birkaç insanı canlı bırakması onun aşırı kötü bir pislik olduğunu gösterse de, bir siyahın bir beyaz adam eliyle öldürülmesi Amerika’da asla bir anormallik değildir.
Siyahların Hayatı Önemlidir hareketi, Afrika kökenli yurttaşları ölümle tehdit eden beyaz Amerika’nın mevcut kayıtsızlığına dönük doğrudan bir tepkidir. Hareketin adı fiilî gerçeğe yönelik reaksiyonu ifade etmektedir. Siyah Amerikalılar kullanılıp atılacak bir mal gibi muamele görmektedirler. Amerika’daki siyah halkın hayatının önemli olduğunun kabulüne dönük çağrı yapan bir hareketin ortaya çıkması bir gerekliliktir, zira her momentte onların hayatlarının önemli olmadığına dair deliller ortaya çıkmaktadır.
Haber kanallarında ve gazetelerde siyahlar kriminalize edilmekte, popüler kültürde daha az arzulanılan kişiler olarak muamele görmekte, sinema ve televizyon dünyasında ağırlıklı olarak kriminal unsurlar olarak takdim edilmektedirler. Tüm Amerikalılara siyahları tehditkâr, yabancı ve tehlikeli olarak görmeleri yönünde telkinlerde bulunulmaktadır.
İşte asıl terörizm budur.
Siyah Amerikalılar, uyduruk sebeplere binaen katledilmektedirler. Onlar çocukken oyuncak tabancalarla oynayan kişiler olarak takdim edilmektedirler. Gürültülü müzik dinlemektedirler. Sokaklarda sigara satmaktadırlar. Polislerden kaçmaktadırlar. Havuz partilerinde takılmaktadırlar. Kiliselere gitmektedirler. Bu izlenimler üzerinden beyazlara siyahların bir ölüm ya da şiddet tehdidi olduğu öğretilmektedir.
İşte bu terörizmdir.
Beyaz Amerikalılar, derilerinin renginden ötürü durdurulma korkusu olmadan arabalarını kullanabilmekte, sokakta durdurulup üst aramasına kalma korkusu olmaksızın yürüyebilmektedirler. Oysa bunlar Siyahlar için mümkün değildir. Beyazlar gidip bir polisten yardım isteyebilir, ona yol sorabilir. Siyahlarsa aynı şeyi yapsalar ölüm ihtimaliyle yüzleşebilirler.
İşte bu terörizmdir.
Terörizm, saldırı düzenlediği toplulukların içerisine korku salan ve onu etkileyen, toplumların standart fiilî yaşam prosedürlerini değiştiren politik ve sosyal şiddet ve baskının adıdır. Siyahların Amerika’da statik bir standart fiilî prosedürü mevcut değildir. Onların davranışı tehditler ve gözdağı karşısında sürekli değişmek zorundadır. Siyah toplumu için kilise bile kendisini güvende hissedeceği bir yer değildir. Bu, 1963’te ve doksanlarda olduğu gibi 2015’te de böyledir.
Beyaz terörizminin sebebini basit ve temel bir cümleyle izah etmek mümkündür. Milli beyaz Amerikan bilinçaltında siyahların eşit muamele görmesine izin vermeyi kesinlikle reddeden sosyopatik bir yan mevcuttur. Bu noktada beyazlar, fiilî beyaz üstünlükçülüğünü sürdürmek için eldeki her türden aracı kullanacaklardır. İç Savaş’ın sona ermesi ardından kölelerin özgürleşmesine tepki olarak Ku Klux Klan işte bu yüzden kurulmuştur. Köleliğin sona ermesi ardından başlayan, siyahların terörize edilmesi süreci bugün hâlâ devam etmektedir.
İster kabul edelim ister etmeyelim, gerçek şudur: beyaz Amerikalıların mevcut konumu ancak terörle sürdürülebilir. Dylann Roof’un masum siyahları katleden sosyopatik katil olarak sunulan görüntüsü, üzerindeki kurşungeçirmez ceketle kibarca polis otosunu bekleyen bir kişinin görüntüsüne tam da bu sebeple dönüştürülmüştür. İşlediği suç, ülkeyi esasında fazla tantanalı olduğu için şoke etmiştir. Haber kanalları işledikçe millet gene Siyahların Hayatı Önemlidir hareketini görmezden gelecek, Amerika’da ırklararası ilişkiler meselesi ve beyaz terörizm gene arka plana atılacaktır.
Ve bu süreç elbette tüm kaçınılmazlığıyla benzer bir olay yaşanana dek devam edecektir.
Eoin Higgins

Georgios Gemistos Plethon ve Bedreddin

1. Georgios Gemistos Plethon
Son isim "Pléthon" takma bir isim; Platon'a olan hayranlığı nedeniyle kendini böyle adlandırıyor. İstanbul doğumlu ama on yaşındayken Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğindeki Edirne'ye, daha doğrusu Sultan I. Murat'ın sarayına gidiyor (1365). Aynı dönemde ulemadan birisinin oğlu olan Bedreddin'le karşılaşıp karşılaşmadıklarını bilmiyoruz. Aralarında sadece üç yaş var. Bu arada Bedreddin'in annesi de Yunan ve doğal olarak Yunanca konuşuyor. Pléthon'un çok ilginç düşünceleri var. Sonraları İtalya'da Marcilio Ficino'yu öylesine etkilemiş ki, Ficino oturup Platon'un bütün eserlerini Latinceye çevirmiş. Fanatik bir şekilde Aristoteles'e karşılar; kendisi ve öğrencileri. İtalya'da verdiği Platon derslerinin İtalyan Rönesansı’nın ortaya çıkışında belirleyici olduğu söyleniyor. Ölümüne dair açık bilgi yok. Ama öldükten bir süre sonra mezarından çıkarıldığını biliyoruz ama bunun nedeni muğlâk. Bir görüş, İtalya'daki öğrencilerinin "Büyük Hoca özgür insanların ülkesinde olmalı" diyerek onu İtalya'ya götürdüklerini iddia ediyor. Bir başka görüş ise fanatik Hristiyanların, sapkın (heretik) fikirlerine tahammül edemedikleri için, onu mezarından çıkarıp yaktıklarını savunuyor. Malların-mülklerin ortaklığına dayalı bir "koinonia"yı savunduğunu biliyoruz. Bu, birçok insanı kızdırmış olmalı. Bir de çok güzel bir sözü var: "Aşk [Eros] ayıp olduğu için değil, kutsal olduğu için özel olmalı [uluorta yaşanmamalı]". Anlayacağınız "Güzel" bir insan kendisi...
2. Plethon'un "Yasalar Kitabı", Bedreddin'in “Varidat”ı
Pléthon'un "Yasalar Kitabı"nın bir macerası var. Şöyle: Gemistos Pléthon Mora'da öldükten sonra, Mora Despotu Demetrios'un karısı Theodora bu kitabın tek nüshasını ele geçiriyor. Onu Pléthon'un öğrencisi Gregorios Scholarios'a gönderiyor ve "elimde böyle bir kitap var. Ne yapayım bunu?" türünden saçma sapan bir soru soruyor. Scholarios ise Pléthon'un öğrencileri arasında, hocasını hiç sevmeyen, hocası ne kadar Platoncuysa kendisi o kadar Aristotelesçi olan, hocası ne kadar heretikse, kendisi o kadar ortodoks olan bir öğrencisi. Tam bu zamanlarda da Fatih Sultan Mehmet'in ısrarıyla Gennadios II sıfatıyla İstanbul Patriği oluyor. Her neyse, kitap Scholarios'un eline geçince kitabı okuyup bir arkadaşına uzun bir mektup yazarak, "kitaptaki saçmalıkları" detaylı bir şekilde alıntılayarak anlatıyor. Sonra da kitabı "hemen bunu yakın!" notuyla tekrar Theodora'ya gönderiyor. Theodora kitabı yakmıyor ama bu sırada Fatih Mora'yı ele geçiriyor ve Theodora da kocasıyla birlikte hemen Mora'dan kaçmak zorunda kalıyor. Kaçarken de kitabı "bu kitabı size bırakıyorum; ona ne yaparsanız yapın. Artık sizin bileceğiniz bir iş" notuyla tekrar Scholarios'a gönderiyor. Scholarios da kitabı eline geçirdiği gibi yakıyor. Amma ve lakin! Arkadaşına yazdığı mektup kalıyor. Bugün bize kalan da bu işte: Yasalar Kitabı. Düşmanının mektubuyla yaşayan "kitap".
Bir de Bedreddin'in Varidat'ının bir macerası var; biraz ilginç, biraz komik: Varidatbiraz daha şanslı; birçok elyazma nüshası kalmış. Ama Cevdet Paşa tarafından anlatılan bir öyküsü var kitabın: 1800'lerin başında Şeyhülislam olan Arif Hikmet Bey Varidat'a kafayı takmış. Sabah akşam sahafları (eskiden de onlara sahaf mı derlerdi acaba?) dolaşıp Varidat'ın elyazması nüshalarını, ucuz pahalı demeden, satın alıyor ve götürüp evinde yakıyormuş! Öyle ki, bunu duyan bazı sahtekârlar bir sürü Varidatüretip adama satmaya başlamışlar. Ne kadar sürdüğünü bilmiyorum bu oyunun ama bunun bir ara sahafların geçim vasıtası olduğunu söylüyor Gölpınarlı.
Diyeceğim, ister patrik olsun ister şeyhülislam fanatizm aynı fanatizm; bir şey değişmiyor. Aykırı olana, başka olana, farklı olana, ortodoks olmayana tahammül yok.