25 Haziran 2015 Perşembe

Boykot Girişimi Mensuplarına Yapılan Baskı Mücadelemizi Güçlendirecek!

Filistin için İsrail’e Boykot Girişimi olarak Kudüs Umresi’ni boykot etme çağrısı yapmamızın ve Filistinlilere uygulanan vizeyi gündeme getirmemizin ardından Aktroller ve AKP taraftarlarının saldırılarıyla karşı karşıyayız. Bu saldırı kampanyasında kullanılan argümanlarla ilgili birkaç noktaya açıklık getirmek isteriz.
Öncelikle şunun altını çizelim, Filistinlilerin itiraz ettiği nokta İsrail’in ya da Yahudilerin işgali altında yaşamak değil işgal altında yaşamaktır. Müslümanların ya da Müslüman/İslamcı bir ülkenin işgalini İsrail’in işgaline tercih etmeleri söz konusu olmadığı gibi, bu yönde bir talep, imkân, ihtimal söz konusu değildir. Filistinliler Osmanlı yönetimini de özlemiyor, kendi özgür vatanlarını kurmak için yüz yılı aşkın bir süredir mücadele ediyor. O yüzden, burada Kudüs’ün fethine yönelik kampanya ve çağrılar, Filistin’in özgürlüğüne değil iç siyasette Filistin’i kullanarak göz boyamaya yönelik çabalardır.
Filistinlilerin öncelikli üç temel talebi var; işgalin kalkması ve utanç duvarının yıkılması, Apartheid’ın kalkması ve Filistinlilerin eşitlik temelinde toplumsal haklarının sahip olabilecekleri bir sistemin inşa edilmesi, 194 sayılı BM kararı uyarınca tüm Filistinli mültecilerin ülkelerine geri dönüş hakkının tanınması.
AKP hükümetinin parmağının olduğu inkâr edilemeyecek Suriye savaşına kadar dünya mülteci nüfusunun en büyük kısmını Filistinliler oluşturuyordu. Hâlâ da Filistinlilerin önemli bir kısmı kendi yurtlarında değil, dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış halde yaşamakta ve mülteci hayatının zorluklarını göğüslemektedir. İsrail vatandaşlarına vize uygulamayan Türkiye Filistinlilere vize uyguluyor, Türkiye’de yaşayan Filistinlilere herhangi bir kolaylık sağlamıyor. Birçoğu ikamet izni olmaksızın yaşamak durumunda ve yasadışı çalışma koşullarına maruz kalıyor. Suriye’den Türkiye’ye sığınan Filistinli mültecilerin Kilis’te kaldığı mülteci kampında yaşadığı koşullar da bunun açık bir örneği.
Geçtiğimiz günlerde AKP’ye yakınlığıyla bilinen Kanal 7’nin Dış Haberler Müdürü Mustafa Taha Dağlı ve muhabiri Ahmet Gemici başta olmak üzere, bir grup AKP yanlısı, Filistinli bir arkadaşımıza yönelik bir saldırı kampanyası başlattı. Önce Filistinlilere uygulanan vizenin haklılığını savundular ve vizenin kaldırılmasını talep eden Filistinlilerin “paralel medya” tarafından manipüle edilen Filistinli bir grup olduğunu iddia ettiler. Sonra da Filistinlileri AKP inayetiyle burada yaşayan sığıntılar olarak gören bu kişiler ve sosyal medya hesapları arkadaşımızın HDP’ye yönelik desteğini anlamakta güçlük çekiyor. Anayurdu, tanklara karşı taşla mücadele eden çocukların vatanı olan bir insanın bu toprakların bombalara, TOMA’lara, akreplere taş atan çocuklarına destek vermesine şaşıranlara Hamas’ın, seçim barajını geçtiği için HDP’yi kutladığı mesajını hatırlatalım.
Aktroller, Filistinli arkadaşlarımızdan birinin bir mahlas kullanmasını ve bunun da bir Müslüman adı olmamasını da dillerine dolamışlar. Ona yönelik kişisel saldırıları böyle bir tedbirin ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Filistin Gazze’den ibaret olmadığı gibi Filistinliler de Müslümanlardan ibaret değildir, Filistin halkının ve direnişinin tarihi Müslüman olmayanların da yer aldığı bir tarihtir; FHKC kurucusu el-Hekim, Corc Habaş, aynı örgütün savaşçılarından, İsrail tarafından katledilen Vedi’ Haddad, Türkiyeli İslamcıların da büyük önem atfettiği yazar Edward Said ilk ağızda akla gelen isimler. Bir kere daha altını çizelim, Filistin davası bir din çatışması değildir, işgale ve sömürgeciliğe karşı mücadeledir, Filistin davası, İslami motifli Filistin direniş örgütleri ortaya çıkana kadar konuya en ufak bir ilgi göstermemiş İslamcıların tekelinde değildir, AKP’nin sözde İsrail’e karşı çıkan ama askeri, diplomatik ilişkileri muhafaza eden, ticari ilişkileri arttıran, geleneksel Umre’ye Kudüs’ü de dâhil edip İsrail ile turizmini geliştirerek İsrail’e güç kazandıran ve İsrail TC vatandaşlarına vize uyguladığı halde İsrail vatandaşlarına vize uygulamayıp Filistinlilere uygulayan siyasetinin Filistin davasına bir yararı yoktur.
Son Gazze saldırısında Boykot Girişimi/BDS Türkiye’nin çalışmasını sabote etmek için, sadece ürün boykotuna yönelen yeni bir BDS mantığını kurmaya çalışan AKP yanlısı sivil toplum kurumlarına benzer şekilde, bugün AKP’ye yakın olan medya da Filistin halkının taleplerini çarpıtıyor, bu taleplere olmadık suçlamalarla karşı çıkıyor ve Filistinli arkadaşlarımızı, işlerini kaybetmekle ve can güvenliklerini tehlikeye atmakla tehdit ediyor. AKP iktidarının Filistin’le ilgili siyasetinin ikiyüzlülüğünün sadece hükümet yetkililerinde görülmediğini, aynı zamanda medyasına ve sivil toplum kurumlarına sirayet ettiğini görüyoruz.
Netanyahu, geçtiğimiz günlerde, daha önce İran olan birincil tehdit unsurunun artık BDS olduğunu ifade etti. Gayrı meşru İsrail devletinin BDS hareketine karşı tam hız çalıştığı ve tüm ilişkilerini ve kurumlarını dünyaya yayılan bu hareketi engellemek için seferber ettiği bu dönemde Türkiye'de BDS hareketine sistematik bir baskı uygulanması mücadelemizin haklılığını gösteriyor.
İlkeli ve iç politik malzeme yapma hedefinden uzak bir Filistin’le dayanışma hareketini benimseyen bizlerin bu baskılara boyun eğmeyeceğimizi ve yeni iktidarın biçimi ne olursa olsun taleplerimizi yükseltmeye devam edeceğimizi bildiriyoruz. İsrail ile tüm ilişkilerin kesilmesine, Filistinlilere vizenin kaldırılması ve Türkiye’de onurla yaşam hakkı gibi taleplerinin gerçekleşmesine ve nihai hedefimiz olan Filistin’in özgürleşmesine kadar bu mücadele devam edecektir.
Filistin için İsrail’e Boykot Girişimi

23.06.2015

23 Haziran 2015 Salı

Türkiye Ekonomisi Krizin Eşiğinde

Türkiye ekonomisi çoklu bir kırılganlık yaşıyor. Sanal/spekülatif büyümenin sınırına gelen Türkiye, 2015'in küresel düzeyde en kırılgan ülkesi olarak değerlendirildi. IMF ve Fitch, yeni raporlarında bu noktanın üzerinde durdu.
Büyüme oranında ciddi bir yavaşlama, işsizlik oranında kronikleşme ve yüzde 10'un üzerinde bir seyir, yüksek ve kalıcı niteliğe dönüşen, çift haneye yaklaşan enflasyon, yüksek (GSMH'nin yüzde 4-5'i dolayında) cari işlem açığı, açığın finansman karşılığında yaşanan önemli problemler, kısa zamanda afaki boyuta yükselen dış borçlanma, uzun vadeli ekonomide durgunluk ve daralma ve durgunluk içinde enflasyon yani stagflasyon şiddetli bir krizin emareleri olarak değerlendirilebilir.
Neo-liberal ekonomik politikaların iflasını gösteren bu gelişmeleri, jeo-politik risklerin artması ve küresel düzeyde finansal salınımlar karşısında ekonomideki büyük zafiyetler izliyor. Ayrıca sivil diktatörlük yönünde devlet-toplum-birey ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi ve dış politikada agresyon politikalarının iflası, süreci derinleştirici faktörler olarak dikkat çekiyor.
Senkronize Kriz Dinamikleri
Küresel likidite bolluğunda (2009' kadar), yüksek faizle sıcak para çekebilen AKP iktidarı, spekülatif bir ekonomik büyüme trendi yakaladı. Bu süreç aynı zamanda AKP'nin hegemonyasını pekiştirdiği bir süreç olarak işledi.
AKP, bir şirket parti haline geldi ve TC şirket devlete dönüşmeye başladı.
Küresel düzeyde para politikaların değişmeye başlamasıyla (2012'den sonra), Türkiye'ye giren para akımlarında azalmalar yaşandı. Hatta sermaye kaçışları arttı. Ucuz kur dönemi bitti. Bugün yaşanan kur şoklarının temelleri oluştu.
Bu konjonktürde bütün ümit, inşaat sektöründeki kârlara, kupon arazilere ve imar rantlarına dayalı ekonomik politikalara bağlandı. Yani yeni bir spekülatif büyüme stratejiyle hareket edilmeye başlandı.
Yüksek kırılganlığın önünü açan bu adımlar, senkronize (emlak, döviz, bankacılık, borç krizi gibi) kriz dinamiklerini besliyor.
Kriz Aktüelleşti
Kısaca likidite ve finansal sorunlar 2015 yılının ikinci yarısını riskli, 2016 yılını ise muamma haline getiriyor. Siyasal gelgitler ve belirsizlik dinamikleri bu süreci derinleştiriyor. Seçim sonrası oluşan yeni konjonktür bir çok olasığın önünü açıyor, yüksek ihtimalle siyasal gerilimin artacağı bir dönemin içine girdik.
Çok vektörlü ekonomik kırılganlık ve siyasi kriz dinamikleri şiddetli bir ekonomik krizin habercisidir. Küresel finansal dalgalanmalar ve sermaye hareketlerinin yeni yönelimi, krizinin şiddetini artırıcı bir başka faktör olarak dikkat çekiyor. Özellikle likidite ve finansal problemler, Türkiye'de krizi tetikleyecek iki temel faktör olarak dikkat çekiyor
Türkiye ekonomisinin narkotik/yapısal dış kaynağa bağımlılığı, dış borcun olağanüstü artması ve kısa vadeli dış borç stoklarının yüksekliği, dış borcun ağırlıkta özel sektör kaynaklı olması ve sektörün yakıcı likidite sıkıntısı ve yukarıda belirttiğimiz olgular, krizi aktüelleştirmiştir.
Derinleşen ve çok boyutlu bir karaktere bürünen ekonomik kırılganlık, yıkıcı bir krizin önünü açıyor.

Volkan Yaraşır

21 Haziran 2015 Pazar

Suriye'deki Vekalet Savaşı'nda Son Durum ve Cepheler

Burnumuzun hemen dibinde, en fazla sınırı paylaştığımız komşumuz Suriye'de 4 yıldır büyük bir savaş devam ediyor. Daha önce benzeri olmayan bir savaş... 30'dan fazla grup, 500'den fazla çatışma noktası ve yüz binlerce savaşçı...
Bölüm 1
Yukarıda da söylediğimiz gibi onlarca farklı grup ve yüzlerce farklı cephe olduğu için bunları ayrı başlıklar altında anlatmak daha mantıklı olacağını düşünerek, öncelikle burnumuzun hemen dibine, güney sınırımıza, yani Suriye'nin Kuzey hattına göz gezdirelim istedik:
Suriye Kuzey Sınırı Cepheleri ve Çatışmaları:
Genel olarak Kuzey hattı için şöyle bir haritayı doğru kabul edebiliriz (Kırmızı: Suriye Ordusu, Yeşil: Fetih Ordusu Bileşenleri (Nusra, Ahraru'ş-Şam gibi gruplardan oluşan bir çatı birliği), Siyah: İslam Devleti ya da bilinen kısaltmasıyla IŞİD, Sarı: YPG ve bazı noktalarda ÖSO birlikleri):

Lazkiye
Batıdan doğuya doğru gidecek olursak önce İdlib kırsalını ve Lazkiye'yi konuşmamız gerek. Lazkiye'de durum aylardır aynı ya da büyük bir değişiklik yok diyebiliriz.
Bölgedeki en sıcak nokta Nusra ve diğer militanların merkezi sayılabilecek Salma Beldesi. Bu belde yaklaşık 2 aydan beri güney tarafından kısmi olarak Suriye ordusunca kuşatılmış durumda. Bölge dağlık ve aşırı engebeli olduğundan iki taraf da zırhlılardan oldukça az yararlanıyor. İki taraf da nihai bir darbeyi geçen yılki Keseb savaşından beri vuramıyor. Özellikle Suriye Ordusu Lazkiye'yi ne pahasına olursa olsun savunacağını belirtiyor.
Militanlar ve diğer gruplar içinse Lazkiye denizle birleşme imkânı sağlıyor. Fakat arada aşmaları gereken onlarca engebeli nokta, yüz kadar bariyer ve on binlerce Suriye ordusu askeri var.
İdlib
Biraz daha batıdaki İdlib ve kırsalında ise Suriye'deki savaşın belki de en sert dönemi yaşanıyor.
Yukarıda bahsettiğimiz Fetih Ordusu adlı çatı örgüt altında toplanmış yaklaşık 10.000-13.000 arası militan nisan ayından bu yana çok büyük operasyonlar yapıyor.
Önce İdlib, ardından Cisr eş-Şugur ve Eriha'nın düşmesi ile birlikte İdlib kırsalında neredeyse tamamen hakimiyet kurdular.
Suriye ordusunu Frikka'ya kadar geri çekilmeye mecbur bırakan saldırılar şu sıralar devam ediyor.10 gün içerisinde 3 kez Frikka'yı almak için büyük saldırılar düzenleyen Fetih Ordusu şu ana kadar durdurulmuş durumda. Fakat bölgenin geleceği konusunda büyük belirsizlik var.
İdlib kenti düştüğünde Suriye ordusu kentin 2 km güneyindeki Mastume askeri kampına büyük bir yığınak yapmış, fakat bir süre sonra askerlerini geri çekmişti.
Ghab düzlüklerinden İdlib kentine kadar olan çıkık şeklindeki cephede durmanın daha fazla kayba neden olacağını düşünmüş olacaklar ki, birliklere Frikka'ya kadar çekilme emri verdiler. Şu an Suriye ordusu Frikka ve Ghab ovasında bir karşı saldırı için hazırlanıyor.
Yaklaşık iki ay içerisinde İdlib'in de kaderinin belli olacağı gözüküyor.
Halep
Buradan hemen Suriye'nin en önemli ikinci kenti olan Halep şehrine geçelim.
Halep, savaştan önce Suriye için ekonominin merkeziydi. Sanayi bölgeleri ve fabrikaları ile Suriye'nin kalkınma merkezlerinden birisiydi.
Savaş ile birlikte çoğu fabrika kapatıldı, yıkıldı ya da işlemez hale geldi. Fakat bir süre sonra ordu üstün duruma geçince sanayi bölgesi tekrar işlemeye başladı.
Böylesine büyük ve nüfuslu bir kent doğal olarak Suriye'deki grupların en önemli hedefi haline geldi.
Son duruma bakacak olursak kabaca şu harita üzerinden yorumlayabiliriz (Kırmızı: Suriye Ordusu, Yeşil: Nusra ve diğer gruplar, Gri: IŞİD, Sarı: YPG):

Görüldüğü üzere kentin büyük bölümünü Suriye ordusu kontrol ediyor. Sanayi bölgesi ve Yeni Halep bölgesi ordu kontrolünde. (Bu bölgeler için Halep'in can damarları diyebiliriz).
Ordu 4-5 ay önce çemberi kapatma hamlesinde bulunmuş, fakat en tepedeki Başköy'e kadar gelebilmiş ve devamını getirememişti. (Halep'te Handarat bölgesinde Hizbullah birlikleri de bulunuyor)
Şu an çatışmalar ise haritanın batısındaki Raşidiye ve civarında devam ediyor.
Kırsal ise genel olarak Nusra, Ahrar gibi gruplar ve IŞİD'in kontrolünde. IŞİD iki hafta kadar önce Azaz'a doğru bir saldırı başlatmış ve kısmen başarılı olmuş, Nusra'nın Türkiye'den gelen yardım hattını kesmişti.
Şu günlerde ise mazot-benzin akışını kesti (Nusra ile IŞİD arasında petrol pazarlığı devam ediyor.)
Halep'in Kuzey batısında bulunan Afrin bölgesi ise YPG kontrolünde ve şu an için çatışma yok. Hemen güneyindeki Nubl ve Zahra Alevi beldelerine ise militanlar 3 yıldır saldırıyor, fakat Hizbullah eğitimli yaklaşık 5.000 milis, büyük bir direnişle militanları bu iki beldeye sokmuyor.
Kobane-Tel Abyad-Haseke-Kamışlı hattı
YPG'nin Kobane zaferinden sonra ele geçirdiği psikolojik üstünlük ve koalisyon desteği Haseke ve Kobane arasını birleştirme şansı doğurdu. Batıda Kobane'den, doğuda ise Haseke'den ilerleyen YPG ve ÖSO birlikleri koalisyon uçakları desteğiyle IŞİD'i Tel Abyad'dan atarak iki bölgeyi birleştirdi. Şu an çatışmalar Rakka'nın kuzeyindeki Ayn Issa çevresinde devam ediyor. Bölgedeki IŞİD kaynakları bir kaç hafta içerisinde karşı saldırı yapacaklarını iddia ediyorlar.
Haseke güneyinde ise Suriye ordusu ve IŞİD arasında yaklaşık 3 haftadır şiddetli çatışmalar devam ediyor. Bir ara, şehre 2 km kadar yaklaşan IŞİD, Suriye ordusunun karşı taarruzuyla şehirden uzaklaştırılmıştı.
Kamışlı'da da YPG ve Suriye ordusu arasında irili ufaklı tartışmalar ve çatışmalar meydana geliyor. Şu an için durum sakin.
Şimdi ise kadrajı biraz daha aşağı indirip orta kısımda neler olup bittiğine bakalım.
Orta Cephe:

Haritanın bu kısmına baktığımızda ise bana en ilginç gelen nokta simsiyah alanda kalmış kırmızı bir alan ve bir uçak resmi. İşte burası Deyr ez-Zor. Çölün ortasında küçük bir belde ve önemli bir havaüssü.
IŞİD Rakka'yı ele geçirdiğinden beri gözünü buraya dikmişti. Hatta geçen yılın sonu, bu yılın başında epey bir ilerlemiş ve havaüssüne kadar gelmişti.
Fakat Şam'dan gelen Cumhuriyet Muhafızları'na ait 104. Hava İndirme Tugayı ve Komutan İssam Zahreddin saldırıları püskürtmüş ve IŞİD'i nehrin diğer tarafına kadar sürmüştü. Eşzamanlı olarak bölgedeki aşiretler orduyla birlikte hareket edeceğine söz vermiş ve yaklaşık 2.000 gençten oluşan bir milis ordusu kurulmuştu.
O günlerden bu zamana kadar sürekli çatışmanın yaşandığı Deyr ez-Zor'da ordu şu an rahatlamış durumda, IŞİD ise eskisine göre Deyr ez-Zor'u biraz daha rahat bırakmış gibi.
Palmira
Biraz daha sola kaydığımızda ise antik şehir Palmira'yı görüyoruz.
Geçen ay IŞİD bu şehre büyük bir saldırı gerçekleştirmiş, Suriye ordusu taşınabilir eserler Şam'a getirilinceye kadar direnmiş, ardından ise saldırılara karşı koyamayıp geri çekilmişti. Bölgedeki gaz istasyonları da IŞİD kontrolüne geçmiş oldu. Fakat 3 km kuzeybatıdaki Shaer ve Jazal istasyonlarını Suriye ordusu yaklaşık bir hafta önce tekrar ele geçirdi.
Şu an en yoğun çatışmalar ise haritada Palmira-İtriyah arasında kalan yarım çemberlik kısımda.
Rakka'dan gelen kuvvetler sürekli Hama ve Humus'a giden yolu zorluyor, arada ise Alevi köyleri bulunmakta. IŞİD oralara ulaştığında katliam yaşanabileceğinden ordu orayı asla bırakmıyor ve çok sert karşılık veriyor.
Çatışmalara rağmen bölgede fazla bir değişiklik yok. IŞİD'in ve Suriye ordusunun bulunduğu mevziler uzun zamandır aynı konumda. Ordunun en büyük avantajı ise Palmira-İtriya arasında IŞİD'i yarım ay şeklinde çevrelemiş konumda ve her yönden ateş üstünlüğüne sahip olması.
Humus
Şimdi ise en sola kayalım ve Homs yazısının üzerindeki yeşilliğe bakalım. Bu kısımda ise ÖSO ve Nusra militanları var.
Ordunun Hums taarruzu sırasında ÖSO militanlarının çoğu şehirden çıkarılıp etrafı sarılmıştı. Fakat etrafı sarılan grup küçük bir grup değil. Onun için temizlenmesi de kolay değil. Zaman zaman Suriye ordusu kuşatmayı daraltıyor, zaman zaman ise ÖSO'nun diğer uzantı grupları bariyerleri zorlayarak alanı genişletmeye çalışıyor. Grup tamamen çevrelendiği için ordu bu cepheye fazla yüklenmiyor.
Yılın başından bu yana yaklaşık 400 kişinin teslim olduğu söyleniyor. Biraz kuzeyinde ise Morek kırsalında ve Hama kırsalına açılan bölgede Fetih Ordusu ve Suriye ordusu arasında çatışmalar devam ediyor.
Fetih Ordusu Ghab ovasını ele geçirebilirse bana göre Lazkiye'den önceki hedef burası olacaktır. Fakat bu bariyerleri ve cepheleri geçebileceklerini düşünmüyorum
Dumayr Doğu kırsalı
Palmira'daki çatışmaların ardından IŞİD batıya doğru biraz daha ilerlemiş, Suriye ordusu da bu ilerlemeyi fırsata çevirerek bariyerlerini geriye çekerek Nusra, ÖSO militanlarıyla IŞİD militanlarının karşı karşıya gelmesini sağlamıştı. Bu bölgede Ordu-ÖSO, ÖSO-IŞİD, Ordu-IŞİD arasındaki çatışmalar devam ediyor. Burası diğer bölgelere kıyasla daha sakin.
Bölüm 2
Batı Cephesi:

Şimdi ise 2-3 ay öncesine kadar fazla aktif olmayan, fakat Hizbullah ve Suriye ordusunun 1.5 ay önce başlattığı temizlik operasyonuyla tekrar çatışmaların yoğunlaştığı batı cephesine bir bakalım.
Suriye ordusunun belki de en güçlü olduğu cephe. Tabi bu güce batı sınırında Hizbullah'ın büyük desteğini de katmak gerek. Tepe ve şehir savaşında bölgenin en iyilerinden diyebileceğimiz Hizbullah, Lübnan–Suriye sınırında özellikle Kalamun bölgesinde savaşın asıl ordusu olarak sahada bulunuyor.
Haritada belli olmasa da Kalamun'da büyük bir savaş sürüyor. Başka bir haritaya bakacak olursak gelişmeleri daha iyi anlayabiliriz:

Lübnan-Suriye sınırındaki bu sorunlu bölge 1 ay gibi kısa bir sürede bu hale geldi. Sarı kısımlar Hizbullah'ın ve Suriye ordusunun ele geçirdiği noktalar. Lübnan tarafında ise sadece Hizbullah'ın ele geçirdiği kısım diyebiliriz. Bu 1 aylık kısımda Kalamun'un Suriye tarafında kalan kısmının %80'i temizlendi, Nusra Cephesi ve diğer gruplar Suriye topraklarından çıkarıldı. Biraz daha kuzeyinde ise IŞİD'in elinde tuttuğu bölgeyi görüyoruz. Fakat önümüzdeki bir ay içerisinde buranın da temizleneceğini kuvvetle muhtemel.
Kalamun'dan biraz daha aşağıya inince Zabadani gözümüze çarpıyor. Şam kırsalındaki bu belde uzun zamandır Suriye ordusunun tam kuşatması altında. Uzun süredir operasyon yapılmıyor ve militanların teslim olması bekleniyor. Fakat bu gidişle en az bir yıl daha böyle kalacak gibi ya da Hizbullah ve Suriye ordusu Kalamun'dan sonra buraya yönelecektir.
Başkent: Şam
Biraz daha doğuya geçip Başkent Şam'a bakacak olursak uzun süredir cephelerin değişmediğini göreceğiz. Bölgede özellikle Ceyşü'l İslam (İslam Ordusu) diğer militanlara göre daha belirgin. Ordunun lideri konumundaki Zahran Alluş ise bu aralar Türkiye, İngiltere ve diğer ülkelerin istihbaratlarıyla görüşme halinde. Birkaç hafta önce İstanbul'daydı.

Şam'daki son durumu gösteren haritaya bakacak olursak, Doğu Guta ve Duma'nın yeşil renkli olduğunu, yani mevcut yönetim karşıtı militanların denetiminde olduğunu görebiliriz. Suriye ordusu tarafından tamamen çevrelenmiş bu bölgelerde çatışmalar sürüyor. Fakat bölgenin çok karışık ve sıkışık olması (Özellikle Cobar) mevzii kazanımını etkiliyor. Son 6 aydır iki tarafın da mevziilerinde büyük bir değişiklik yok. Neredeyse her binada, her katta bulunan keskin nişancılar ve makineli tüfekleri de unutmamak gerek. Eğer Suriye ordusu çevrelediği bu alanları tamamen temizlemek istiyorsa yüzlerce kaybı göze almalı. Aksi takdirde harita uzun süre böyle kalacak gözüküyor.
Suriye ordusu ise başkentte güvenliği sağlamada kararlı. Yaklaşık 60.000 asker Şam ve kırsalını koruyor. Güneyde Kuneytra, kuzeyde Kuseyr, doğuda Dumayr'dan başlayan güçlendirilmiş mevziler ve savunma hatlarının geçilmesi elbette kolay değil.
Kuneytra
Şam'ın güney batısına, Suriye'de savaş başlamadan önceki en önemli cepheye Kuneytra'ya bakalım:

Savaştan önce olası bir Suriye-İsrail ya da Lübnan-İsrail savaşında en önemli noktalardan birisi Kuneytra idi. İsrail'in işgalindeki Golan'ın hemen yanında olan Kuneytra'da Hem Suriye ordusunun hem de müttefiki Hizbullah'ın birer büyük birlikleri bulunmakta.
Üç ay önce Hizbullah ve Suriye ordusu Kuneytra'da büyük ilerleme kaydetmiş, fakat bir süre sonrası operasyonu durdurmuştu. Şu sıralarda ise Türkiye destekli Fetih Ordusu'na paralel olarak güneyde de militanlar birleşerek Kuneytra'ya saldırıyor. Saldırılar şiddetli şekilde devam ederken, yaralanan militanların bir kısmının İsrail'in Golan'daki sahra hastanelerinde tedavi edildiğini görüyoruz. Bu yazıyı hazırladığımız sıralarda da Kuneytra'da büyük çarpışmalar devam ediyordu. Şu an Suriye ordusuna bağlı olan Kuneytra Şahinleri Tugayı, Golan Tugayı ve Hizbullah birlikleri bölgeyi savunuyor.
Güney ve Güneybatı Cepheleri:

Bu cepheyi ise Ürdün ve Irak sınırı oluşturuyor. Öncelikle çatışmaların daha yoğun yaşandığı Dera hattından bahsedelim:
Dera hattı
Kesinlikle burası için Suriye'deki en ilginç cephelerden birisi diyebiliriz. En az İdlib ve Kuneytra kadar girintili, çıkıntılı olan bu cephede 6 ay öncesine kadar ordu taarruzu varken bu sıralarda militanlar saldırıyor.
Geçen hafta 52. Tuga'yı ele geçiren ÖSO birlikleri o günden beri Thalah hava üssüne yoğun saldırmasına rağmen büyük kayıplar vererek geri çekildi.
Havaüssünü Suriye ordusu ve Suveyda'dan gelen Dürzi milisler koruyor. Dürzi demişken küçük bir ekleme yapmak gerekir. Suriye'de yoğun olarak Suveyda'da bulunan Dürziler genel itibariyle bu güne kadar Suriye'deki savaşa duyarsız kaldı, fakat Suveyda doğudan IŞİD ve batıdan ÖSO saldırısına açık hale gelince silahlanma kararı aldı.
Yaklaşık 25.000 Dürzi milis silahlanarak ordu ile aynı saflarda savaşma kararı aldı. Bu kararı almasında Cumhuriyet Muhafızlarının Dürzi Komutanı İssam Zahreddin ve eski komutan Ebu Talal Nayıf'ın büyük etkisi oldu.
Bölgede savaş şiddetli şekilde devam ediyor.
Suriye'de Genel Durum/Genel Bakış:

Haritaya genel olarak baktığımızda en büyük alanın siyaha, yani IŞİD'e ait olduğunu görüyoruz.
Fakat bu noktaların % 80'ininde nüfus yoğunluğu çok düşük ve neredeyse tamamı çöl.
Bunun yanında petrol yataklarının yaklaşık %75'i IŞİD kontrolünde.
IŞİD Suriye'deki hemen her grupla çatışma halinde.Yakında YPG denetimindeki bölgeye ve Kuzey Halep kırsalına yeni bir IŞİD saldırı bekleniyor.
İkinci en büyük toprağın ise Suriye ordusu ve Suriye yönetiminde olduğunu görüyoruz. Nüfusun yaklaşık %75-80'i Suriye ordusunun kontrolündeki bölgelerde yaşıyor. Fabrikaların birçoğu ise Lazkiye'ye, Tartus'a ve Şam'a taşındı.
2015'e iyi başlayan ordu, özellikle İdlib ve Palmira kentlerinin düşmesiyle çok sayıda yerden geri çekildi, fakat ordunun İdlib kırsalına büyük bir operasyon başlatacağını şimdiden söyleyelim. Bunun yanında Humus doğusunda da orduya takviye yapılıyor. O bölgede de yeni bir operasyon bekleniyor.
Sarı ile temsil edilen YPG'nin ise Türkiye sınırında Kürt nüfusun bulunduğu noktalarda etkin olduğunu ve Kobane-Kamışlı arasında bir hat kurduğunu, ayrıca Halep'in kuzeybatısındaki Afrin'de de güçlü bir savunma hattıyla bölgeyi koruduğunu söylemek gerekir.
Yeşil ile temsil edilen gruplar ise Nusra'nın başını çektiği diğer gruplardan oluşuyor. Yaklaşık 30 farklı grup bazen birbiri ile savaşırken bazen de Fetih Ordusu gibi çatı ordular kurarak beraber Suriye ordusuna ve IŞİD'e karşı savaşıyor. Kuzeyde amaçları Lazkiye, güneyde ise Suveyda ve Dera kırsalı gibi görünüyor. Aynı şekilde Şam kırsalında ve birçok noktada kendini gösteriyor.
Dört yıldır savaş tüm hızıyla devam ediyor. Grupların sahadaki konumları sürekli değişiyor, bir taraf sürekli kazanım sağlıyor; fakat Suriye'deki bu savaşın kaybedeni ise her zaman kadınlar, çocuklar kısacası sivil halk oluyor.
Sıcak noktalarda bombardımanlar, çatışmalar sonucu evler, okullar ve binalar yok oluyor.
Asıl acı olanı ise bu savaşın henüz bitmeyeceği gerçeği.
Bir zamanlar Ortadoğu'nun en neşeli ülkelerinden Suriye'de şimdi acı, kan ve ölümden başka bir şey yok.
Bir sonraki yazıda daha güzel şeyleri konu almak dileğiyle…

Eren Dalkesen, İNTİZAR (Bölüm 1, Bölüm 2)

19 Haziran 2015 Cuma

Charleston'da Beyaz Terörizmi

Beyaz bir adam, Güney Karolina’daki bir kilisede dokuz kişiyi vurup öldürdü. Ertesi gün rüzgârda devletin müttefik bayrağı dalgalanıyordu. Beyaz adam gözaltına alındı. Kendisine kurşungeçirmez bir kevlar ceket verildi.
2015 ABD’sine hoş geldiniz.
17 Haziran 2015’te Charleston’da yaşanan zulüm, bugün Amerika’daki siyahların hayatının sahip olduğu değeri örnekliyor. Dylann Roof’un işlediği suç nefretle karşılandı. O, dokuz kişiyi soğukkanlılıkla katletti. Ama Amerika’daki siyahlar ve hayatlarına ait daha geniş bir bağlam dâhilinde düşünüldüğünde, Roof’un saldırısı beyaz terörizminin başka bir örneğidir.
Siyah Amerikalıların günbegün tecrübe ettikleri şiddet ışığında bile bakılsa, Güney Karolina’daki saldırı şok edicidir. Bir kilisede dokuz masum insanı silâhla vurup öldürmek her türlü sınırın ötesinde bir eylemdir. Burada hatırlamakta fayda var. Bu suç her ne kadar suçu işleyenin kayıtsızlığı ve soğukkanlılığı noktasında dikkat çekici olsa da ve hikâyenin paylaşılması için birkaç insanı canlı bırakması onun aşırı kötü bir pislik olduğunu gösterse de, bir siyahın bir beyaz adam eliyle öldürülmesi Amerika’da asla bir anormallik değildir.
Siyahların Hayatı Önemlidir hareketi, Afrika kökenli yurttaşları ölümle tehdit eden beyaz Amerika’nın mevcut kayıtsızlığına dönük doğrudan bir tepkidir. Hareketin adı fiilî gerçeğe yönelik reaksiyonu ifade etmektedir. Siyah Amerikalılar kullanılıp atılacak bir mal gibi muamele görmektedirler. Amerika’daki siyah halkın hayatının önemli olduğunun kabulüne dönük çağrı yapan bir hareketin ortaya çıkması bir gerekliliktir, zira her momentte onların hayatlarının önemli olmadığına dair deliller ortaya çıkmaktadır.
Haber kanallarında ve gazetelerde siyahlar kriminalize edilmekte, popüler kültürde daha az arzulanılan kişiler olarak muamele görmekte, sinema ve televizyon dünyasında ağırlıklı olarak kriminal unsurlar olarak takdim edilmektedirler. Tüm Amerikalılara siyahları tehditkâr, yabancı ve tehlikeli olarak görmeleri yönünde telkinlerde bulunulmaktadır.
İşte asıl terörizm budur.
Siyah Amerikalılar, uyduruk sebeplere binaen katledilmektedirler. Onlar çocukken oyuncak tabancalarla oynayan kişiler olarak takdim edilmektedirler. Gürültülü müzik dinlemektedirler. Sokaklarda sigara satmaktadırlar. Polislerden kaçmaktadırlar. Havuz partilerinde takılmaktadırlar. Kiliselere gitmektedirler. Bu izlenimler üzerinden beyazlara siyahların bir ölüm ya da şiddet tehdidi olduğu öğretilmektedir.
İşte bu terörizmdir.
Beyaz Amerikalılar, derilerinin renginden ötürü durdurulma korkusu olmadan arabalarını kullanabilmekte, sokakta durdurulup üst aramasına kalma korkusu olmaksızın yürüyebilmektedirler. Oysa bunlar Siyahlar için mümkün değildir. Beyazlar gidip bir polisten yardım isteyebilir, ona yol sorabilir. Siyahlarsa aynı şeyi yapsalar ölüm ihtimaliyle yüzleşebilirler.
İşte bu terörizmdir.
Terörizm, saldırı düzenlediği toplulukların içerisine korku salan ve onu etkileyen, toplumların standart fiilî yaşam prosedürlerini değiştiren politik ve sosyal şiddet ve baskının adıdır. Siyahların Amerika’da statik bir standart fiilî prosedürü mevcut değildir. Onların davranışı tehditler ve gözdağı karşısında sürekli değişmek zorundadır. Siyah toplumu için kilise bile kendisini güvende hissedeceği bir yer değildir. Bu, 1963’te ve doksanlarda olduğu gibi 2015’te de böyledir.
Beyaz terörizminin sebebini basit ve temel bir cümleyle izah etmek mümkündür. Milli beyaz Amerikan bilinçaltında siyahların eşit muamele görmesine izin vermeyi kesinlikle reddeden sosyopatik bir yan mevcuttur. Bu noktada beyazlar, fiilî beyaz üstünlükçülüğünü sürdürmek için eldeki her türden aracı kullanacaklardır. İç Savaş’ın sona ermesi ardından kölelerin özgürleşmesine tepki olarak Ku Klux Klan işte bu yüzden kurulmuştur. Köleliğin sona ermesi ardından başlayan, siyahların terörize edilmesi süreci bugün hâlâ devam etmektedir.
İster kabul edelim ister etmeyelim, gerçek şudur: beyaz Amerikalıların mevcut konumu ancak terörle sürdürülebilir. Dylann Roof’un masum siyahları katleden sosyopatik katil olarak sunulan görüntüsü, üzerindeki kurşungeçirmez ceketle kibarca polis otosunu bekleyen bir kişinin görüntüsüne tam da bu sebeple dönüştürülmüştür. İşlediği suç, ülkeyi esasında fazla tantanalı olduğu için şoke etmiştir. Haber kanalları işledikçe millet gene Siyahların Hayatı Önemlidir hareketini görmezden gelecek, Amerika’da ırklararası ilişkiler meselesi ve beyaz terörizm gene arka plana atılacaktır.
Ve bu süreç elbette tüm kaçınılmazlığıyla benzer bir olay yaşanana dek devam edecektir.
Eoin Higgins

Georgios Gemistos Plethon ve Bedreddin

1. Georgios Gemistos Plethon
Son isim "Pléthon" takma bir isim; Platon'a olan hayranlığı nedeniyle kendini böyle adlandırıyor. İstanbul doğumlu ama on yaşındayken Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğindeki Edirne'ye, daha doğrusu Sultan I. Murat'ın sarayına gidiyor (1365). Aynı dönemde ulemadan birisinin oğlu olan Bedreddin'le karşılaşıp karşılaşmadıklarını bilmiyoruz. Aralarında sadece üç yaş var. Bu arada Bedreddin'in annesi de Yunan ve doğal olarak Yunanca konuşuyor. Pléthon'un çok ilginç düşünceleri var. Sonraları İtalya'da Marcilio Ficino'yu öylesine etkilemiş ki, Ficino oturup Platon'un bütün eserlerini Latinceye çevirmiş. Fanatik bir şekilde Aristoteles'e karşılar; kendisi ve öğrencileri. İtalya'da verdiği Platon derslerinin İtalyan Rönesansı’nın ortaya çıkışında belirleyici olduğu söyleniyor. Ölümüne dair açık bilgi yok. Ama öldükten bir süre sonra mezarından çıkarıldığını biliyoruz ama bunun nedeni muğlâk. Bir görüş, İtalya'daki öğrencilerinin "Büyük Hoca özgür insanların ülkesinde olmalı" diyerek onu İtalya'ya götürdüklerini iddia ediyor. Bir başka görüş ise fanatik Hristiyanların, sapkın (heretik) fikirlerine tahammül edemedikleri için, onu mezarından çıkarıp yaktıklarını savunuyor. Malların-mülklerin ortaklığına dayalı bir "koinonia"yı savunduğunu biliyoruz. Bu, birçok insanı kızdırmış olmalı. Bir de çok güzel bir sözü var: "Aşk [Eros] ayıp olduğu için değil, kutsal olduğu için özel olmalı [uluorta yaşanmamalı]". Anlayacağınız "Güzel" bir insan kendisi...
2. Plethon'un "Yasalar Kitabı", Bedreddin'in “Varidat”ı
Pléthon'un "Yasalar Kitabı"nın bir macerası var. Şöyle: Gemistos Pléthon Mora'da öldükten sonra, Mora Despotu Demetrios'un karısı Theodora bu kitabın tek nüshasını ele geçiriyor. Onu Pléthon'un öğrencisi Gregorios Scholarios'a gönderiyor ve "elimde böyle bir kitap var. Ne yapayım bunu?" türünden saçma sapan bir soru soruyor. Scholarios ise Pléthon'un öğrencileri arasında, hocasını hiç sevmeyen, hocası ne kadar Platoncuysa kendisi o kadar Aristotelesçi olan, hocası ne kadar heretikse, kendisi o kadar ortodoks olan bir öğrencisi. Tam bu zamanlarda da Fatih Sultan Mehmet'in ısrarıyla Gennadios II sıfatıyla İstanbul Patriği oluyor. Her neyse, kitap Scholarios'un eline geçince kitabı okuyup bir arkadaşına uzun bir mektup yazarak, "kitaptaki saçmalıkları" detaylı bir şekilde alıntılayarak anlatıyor. Sonra da kitabı "hemen bunu yakın!" notuyla tekrar Theodora'ya gönderiyor. Theodora kitabı yakmıyor ama bu sırada Fatih Mora'yı ele geçiriyor ve Theodora da kocasıyla birlikte hemen Mora'dan kaçmak zorunda kalıyor. Kaçarken de kitabı "bu kitabı size bırakıyorum; ona ne yaparsanız yapın. Artık sizin bileceğiniz bir iş" notuyla tekrar Scholarios'a gönderiyor. Scholarios da kitabı eline geçirdiği gibi yakıyor. Amma ve lakin! Arkadaşına yazdığı mektup kalıyor. Bugün bize kalan da bu işte: Yasalar Kitabı. Düşmanının mektubuyla yaşayan "kitap".
Bir de Bedreddin'in Varidat'ının bir macerası var; biraz ilginç, biraz komik: Varidatbiraz daha şanslı; birçok elyazma nüshası kalmış. Ama Cevdet Paşa tarafından anlatılan bir öyküsü var kitabın: 1800'lerin başında Şeyhülislam olan Arif Hikmet Bey Varidat'a kafayı takmış. Sabah akşam sahafları (eskiden de onlara sahaf mı derlerdi acaba?) dolaşıp Varidat'ın elyazması nüshalarını, ucuz pahalı demeden, satın alıyor ve götürüp evinde yakıyormuş! Öyle ki, bunu duyan bazı sahtekârlar bir sürü Varidatüretip adama satmaya başlamışlar. Ne kadar sürdüğünü bilmiyorum bu oyunun ama bunun bir ara sahafların geçim vasıtası olduğunu söylüyor Gölpınarlı.
Diyeceğim, ister patrik olsun ister şeyhülislam fanatizm aynı fanatizm; bir şey değişmiyor. Aykırı olana, başka olana, farklı olana, ortodoks olmayana tahammül yok.

Charleston Katliamı

Charleston Katliamı ve Beyaz Üstünlükçülüğün Şeytanlığı
Kuzey Karolina-Charleston merkezli olarak yayın yapan Atlantic sitesinin yazarı Matt Ford’a göre, bu kentte bulunan, silâhlı bir beyazın dokuz kişiyi katlettiği kilise
“Güney Baltimore’un en eski siyah kilisesi ve ABD’deki en önemli siyah cemaatlerinden birine sahip. Emanuel Afrikan Metodist Piskopos Kilisesi’nin tarihi, Charleston’daki Afro-Amerikanların hayatı ile derinlemesine bir ilişki içerisinde. Cemaatin kurucularından biri olan Denmark Vesey, Güney Karolina’da iç savaş öncesinde yaşanan kitlesel bir köle isyanını örgütlemeye çalışma suçundan 1822’de idam edilmiş olan eski bir köle. Bir biçimde bastırılan ayaklanmaya tepki olarak beyaz Güney Karolinalılar kiliseyi yakıp kül etmişler. Diğer siyah kiliseleri ile birlikte 1834’te kapatılmış. Kilise, 1865’te yeniden örgütlenmiş ve kısa süre içerisinde Denmark’ın oğlu Robert Vesey’nin tasarladığı yeni binaya yerleşmiş. Şimdiki bina ise 1891’de inşa edilmiş. Bu kilise, insan hakları mücadelesinde bugüne dek öncü bir rol oynamış.”
Denmark Vesey, Amerika’nın ırkçı terörünün o uzun tarihinde en fazla öne çıkan isimlerden birisi. Katil, sadece Vesey’nin kilisesini değil, onun ölüm yıldönümü olan günü de bilinçli olarak seçmiş. Eldeki bölük pörçük deliller üzerinden beyaz Charlestonlılar, 1822’de Vesey’nin isyanının tam olarak “16 Haziran Pazar gece yarısından, 17 Haziran Pazartesi’ye döndüğü an olduğuna inanmaya başlamışlar.” Sonrasında da Vesey’nin kilisesini komplonun merkezi olarak tanımlamışlar.
O hafta sonu beyaz milisler hem azat edilmiş kölelerden hem de hâlihazırda köle olanlardan onunu tutuklamaya başlamış, ertesi gün ise daha fazlasını tutuklamış. Azat edilmiş bir köle olan Vesey 22 Haziran’da yakalanmış. İşkenceyi tarif etmek için kendilerince belirli örtmecelere başvurma konusunda “teröre karşı savaş”ın icracıları yalnız değiller. Charlestonlı bir memur, yakalananların maruz kaldıkları soruşturmaları o günlerde şu şekilde anlatmış: “Bu fesadın kökünü kurutmak için hangi tecrübenin ya da ustalığın devreye sokulduğunun bir önemi yok.”
Ardından hızlı bir yargılama ve suçlu olduğuna dair hüküm ardından Vesey ve beş arkadaşı 2 Temmuz’da asılmış. Bu olayı başka tutuklamalar ve idamlar izlemiş. Büyük kalabalıklar önünde tam 35 kişi idam edilmiş.
Tarihçi Ira Berlin, Vesey’nin hayatı hakkında şu özet bilgiyi veriyor:
“Gerçekten anlatmaya değer bir hikâye bu. Milyonlarca genç Afrikalıdan biri 18. yüzyılda Atlantic köle pazarında satılmış, sonrasında Denmark ismini alan genç, Kaptan Vesey’nin komutasındaki 400 köle taşıyan gemiden, ‘güzelliği, açıkgözlülüğü ve zekâsı’na istinaden sökülüp alınmış. Vesey genci kamarasına almış, ona okuma-yazmayı öğretmiş, onun ticareti ve başka konuları öğrenmesini sağlamış. […] Kaptan ve kölesi, nihayetinde Kuzey Amerika kıtasının en büyük köle limanı olan Charleston kentine yerleşmiş. Burada Kaptan Vesey, saygın bir adam olarak emekli olmuş ve o rahat hayatını sürdürmüş. Kazancının önemli bir bölümünü bu kölesinin desteğiyle elde etmiş. Onu başkalarına kiralamış. […] Denmark, kölelikten özgürlüğe adımını atmış […] ama Charleston’da giderek büyüyen özgür siyahlar cemaatine katılmamış. Melez ırksal kökenlerine ihanet etmiş açık tenli bu zanaatkârların ve tüccarların gözü efendiler sınıfının imtiyazlarındaymış. Bu efendilerin duruşuna, konuşma tarzına ve değerlerine, hatta köle sahibi oluşlarına imrenmişler. İçi geçmiş bir üslup içerisinde özgürmüş gibi yapma konusunda asla tatminkâr olmayan Vesey’nin hoşnutsuzluğu giderek büyümüş. Arka sokaklardaki meyhanelerde ve haftalık İncil sınıflarında kutsal metinlere, Bağımsızlık Bildirgesi’ne, hatta cemaat içi tartışmalara atıfta bulunarak, bir gasp suçu olduğunu söylediği köleliği kınayıp durmuş. Esareti kabul edenlerin ve beyazlara boyun eğenlerin köle olmayı hak ettiklerini söyleyerek onları küçümsemiş. Bu öfkeli yaşlı adam, tehditler savurmadığı insanlar arasında bile korku salar olmuş. Vesey, köleliğin ancak silâhla son bulabileceğine inanmaya başlamış ve başarılı bir ayaklanmanın paramparça olmuş siyah halkın birleştirilmesi üzerinden mümkün olacağına inanmış. Özgür ama asimilasyoncu zencileri bir kenara atarak, siyah toplumun diğer unsurlarının bir araya getirilebileceği fikrine ulaşmış. Hıristiyanlığa bağlı olanlara İncil’den alıntılar yaparak seslenmiş. İktidarın önemli olduğunu bilenlere, beklemede olan Haitili askerlere çağrıda bulunmuş. Ruhani dünyadan korkanlarla temas kurmuş. Herkesçe Gullah Jack olarak bilinen Jack Pritchard harekete katılmış. Bu bıyıklı, kavruk adam Afrikalıların dinî pratiklerine hâkim bir büyücü imiş. Bu özelliği onun Charleston’ı kuşatan plantasyonlarda yaşayan köleler arasında baş üstünde tutulan bir kişi olmasını sağlamış. Bir yandan köle mahallesinden, zanaat atölyelerinden insanları saflarına kazanırken bir yandan da efendilerin malikânelerinde çalışan isimleri örgütlemiş. Öyle ki Güney Karolina valisinin şahsî hizmetçisi bile harekete katılmış. Vesey, programını yürürlüğe sokana dek insanları tatlı dille, güzel sözlerle, gururlarını okşayarak ya da zorla örgütlemiş.”
Berlin’in yazdığına göre, “beyaz köle sahipleri Denmark Vesey’yi darağacına göndermişler ve isimsiz bir mezara gömmüşler ama tarihsel açıdan onun unutulmasını sağlayamamışlar. […] Eski köle sahipleri inkâr etseler bile, eski köleler onun hatırasını diri tutmuşlar. Bugünse şu çok açık: Denmark Vesey’nin daha fazla toprağın altında kalması artık mümkün değil.”
Belki de başkaları da hatırlıyordur onu. Belki de yeni tıraş olmuş, saman sarısı saçları olan, gri bir svetşört, kot pantolon ve Timberland bot giymiş 21 yaşındaki beyaz adam, Vesey’nin kurduğu cemaate saldırıp dokuz kişiyi katletmek için Vesey’nin sonuç alınamayan o isyanının yıldönümünü tesadüfen seçmiştir.
Ya da belki de tarih, o beyaz üstünlükçülük ile birlikte, belirgin bir şeytanlık içerisindedir.
Greg Grandin

18 Haziran 2015 Perşembe

Hümanist Söylem No 1: “İslam İyi de Müslümanlar Biraz Şey”

Yani abi şimdi ben inanıyorum Allah’a Peygamber’e, onlar gerçek tabi bana göre benim inancım bu, din ve vicdan özgürlüğü hakkımı kullanıyorum demokratik olarak sen de seninkini kullanırsın tabi göreceli şeyler bunlar sonuçta. Sakın seni zorladığımı düşünme yani ben inanıyorum dediysem seni öbürsüleştirmek istemem şimdi faşist bir baskı uygulamak istemem İslam iyi dediğim için. Asla zorlamıyorum sen istediğine inan, bunu söylememe bile gerek yok hatta susayım ben. Tamam geri aldım.
İslam iyi derken hani aileden çevreden öyle gördüm ben ramazan bayramı filan çocukluktan beri alıştık adet ve geleneksel bir şey din dediğin sonuçta sosyolojik. Herkes bir çevreye doğuyor, mesela ben Hıristiyan bir aileden olsaydım Norveç’te o zaman ne İslam’ı di mi, tamamen tesadüf yani. Tesadüfen burada doğduk sonuçta niye abartıyorlar anlamıyorum, piyango yani burası çıkmış bana, otlar nası şansa bala orada burada çıkıyorsa aynen öyle. Tesadüf ama şu an Müslümanım n’apalım vicdanen böyle hissediyorum yoksa baktığın zaman bilim var siyaset var sanat var bunlar ayrı şeyler dinci miyim ayol bunlar ayrı şeyler elbette.
Müslümanlar biraz şey abi. Yani baktığın zaman nerede kan var vahşet var hep Müslüman bunlar. Yoksulluk sefalet yobazlık cehalet baskıcı rejimler diktatörler hep Müslüman ülkelerden çıkmış. Savaşlar soykırımlar. Oysa Norveç öyle mi mesela di mi adamların yolları var hastaneleri var okulları var din ve vicdan özgürlüğü var başörtüsü serbest işsizlik maaşı var. Avrupa’da da savaş olmuş eskiden ama artık yok çünkü aydınlanmışlar son iki yüz yıldır o yüzden savaşmıyorlar. Özgürlük ve refah var abi, sanat felsefe filan. Yani şimdi batıcı gibi görünmek istemiyorum ama adamlarda imkan var irade var n’apalım ilk fırsatta kapağı atmak lazım, du bakalım şu burs çıkarsa. Adamlar sömürgecilik filan derken hazırını yapmış cennetin bu dünyada, oh mis, hem çok pişmanlar geçmişlerinden hem de şu an n’alakası var yani ne sömürüsü bu çağda. Bu ülkeyle mi uğraşacaksın hem, ömrünü heba edersin, buradan adam olmaz. Git gide batıyor zaten.
Radikalleri var, aşırılıkçıları var, teröristleri var, onlara karşı elbette el ele verip mücadele etmeliyiz İslam barış dinidir ne savaşı, merhamet tolerans hoşgörü diyalog olması lazım ki kimseyi öbürsüleştirmemek lazım faşizm çok kötü bir şey Naziler kaka. Onları öteden beri yok ediyorsunuz, bombalıyorsunuz işgal ediyorsunuz Irak’ı, geçende de Mısır’da darbe oldu, ama ordu da bunların yanındaymış öyle okudum uzmanlardan. Hani içten içe çok rahat değilim ama bunlar dini çok yanlış anladılar hak ettiler dini siyasi amaçlarına alet olarak cahiller zaten Kuran’ı anlamıyorlar, onları yok ediyorsunuz fena da olmadı hani. Ben zaten dinin vicdanda olduğuna inanıyorum evde ibadetimi yapıyorum kime ne yahu, yok edebilirsiniz müstehaklar zaten ne dinlerini doğru anlıyorlar ne de bilimden sanattan çakozluyorlar cahil bir tarafları var yani şimdi kemalist görünmek istemem ama sonuçta sınıfsal olarak Anadolu köylü geçmişten geliyorlar. İslam wikipedia sayfası olarak kalsın yeter benim için, Müslümanlar olmasa da olur. Batsın bu dünya.
Sonuçta her dinin iyi yanları var aşırı yanları var, İslam’ın evrensel değerleri var mesela iyilik gibi yardım etmek gibi soyut ve içi boş görünüyor değil mi ama olsun evrensel değerler, bak evrensel deyince nasıl da kucaklayıcı oldum. İnsanlık ortak paydasında buluşabiliriz buna inanıyorum, evet sizin uçaklar bildiğin çoluk çocuk bombalıyor, sizin uşaklar bildiğin darbe yapıyor asıyor kesiyor, sizin bankalar halkı borçlandırıyor kendisine köle ediyor ama sonuçta çok şıksınız bu İslam’ı yanlış anlayan radikaller gibi vahşi ve çirkin görünmüyorsunuz geçen cnn’de izledim cnntürk’te de olabilir fark etmez. Evrensel. Dileğim bütün insanların aynı anda el ele verip neşeyle bağırması: Evrenseeeel. Sarılalım sıkı sıkı.
Diyeceğim o ki abi İslam iyi de Müslümanlar biraz şey.