7 Haziran 2015 Pazar

Ayıklığımızı Yitirdik

Alp Buğdaycı, Metin Kaçan’la tanışmasını ve uyuşturucu, grup seks ortamlarına sapıp nasıl yoldan çıktığını anlatırken, “Marksist gelenekten geliyorum, alkol bile içmezdim” diyor. Yahya Sezai Tezel’in (sâbık) Marksistliğine benzer bir şeyden bahsetmediği açık olduğuna göre, kastettiği, eskinin tabiriyle, “militan”; yeninin tabiriyle, “aktivist” geçmişi. Biraz tuhaf bir hatıra, şimdilerde muhafazakârlığı aşma namına unutturulmakta, ancak bu ülkede sosyalist solun içki tüketimine düşman değilse de pekâlâ mesafeli olduğu bir dönem yaşandı.
Murtaza Gürkan’ın Bardanadam kitabını 1980’lerden 1990’lara solun yeni kültürel mabetleri olan “entel barlar” hakkında gözlem notları sanıp almıştım. Karşıma çok daha çarpıcı bir portre çıktı. 12 Eylül’ün sadmesiyle erken yaşta hem siyasi, hem toplumsal ilişkileri yönünden yalpalamaya başlayan genç bir yazarın sol renkli barlara sığınarak, kendisine benzer insanlara sokularak ayakta kalma çabası. Çok çarpıcı ve hüzünlü kısımlar var, ayık kafayla yazılmış olması mümkün değil. Bodrum’a gidiyor ve oranın turistik, hedonistik barlarından püriten bir nefretle, yabancılıkla bahsediyor. Bir an önce tatili bitsin de duvarında Nâzım resmi olan, Joan Baez çalınan barına kavuşsun istiyor.
Hobisini meslek haline getiren insanlara hep imrenmişimdir. Uzunca bir süredir de solcu yahut eski solcu hobisi içmek olduğu için bar açanlar çok çıkıyordu; şimdi ne zamandır meyhanecilik furyası var. Kırk yıllık rakı ince ilim nesnesi haline getirilirken meyhane kavramı da tuhaf bir nezihleştirmeye, yapmacık bir nostaljikleştirmeye, egzotik bir azınlıklaştırmaya maruz kaldığı için tam solcu mesleğine dönüştü. Adam meyhane açıyor, ismi yok Barba Yorgi’nin Laternası, yok Madam Eleni’nin Paskalya Yumurtası, soruyorsun nereli olduğunu, “Sıvaz Zaralıyım hocam” diyor. Velhasıl aynı zamanda hemşerim olan bir meslektaş da evin yakınında meyhane açmış, “gelin” dedi, “uğrarız” dedik.
ÖDP üyesi Bahadır Grammeşin’in bar işletmecisi mafya elemanları tarafından öldürülmesinden bu yana düşünüyorum. Bu olay başka bir yerde de yaşanabilirdi, belki Beyoğlu’nda, belki Sakarya Caddesi’nde. İçkili eğlence mekânlarının ezici çoğunluğunun suç örgütü ağlarının parçası olduğu ama dostane mekânlara kavuştukça bu manzarayı pek de umursamayan solcuların mutat şekilde arşınladığı herhangi bir kent parçasında.
Ve düşünüyorum da sanırım biz gardımızı çok fena düşürdük. İşin sağlık kısmından ziyade, asıl siyasi olarak ve yaşam yordamı olarak. İçkili mekânları yaşam tarzımıza yönelik tehditlere karşı birer korkuluk, sağlam birer temel kazığı gibi gördükçe, içki tüketimini asli bir sosyal katalizöre, kimliksel ethos’a dönüştürdükçe, “içen adamdan zarar gelmez” gibi sathi, anlamsız lafların arkasına sığınıp, kursağına alkol giren her ben-i Âdeme rindmeşrep baba erenler veya bilge balıkçı muamelesi yaptıkça, “bizden” olan “steril” mekânlara kapılanıp eğlence sektörünün ardındaki devasa mafya gerçeğine gözlerimizi kapadıkça, mahallesinde pavyon istemeyen halkı “yobaz”, onlara hasbelkader destek veren solcuları “otoriter” ilân ettikçe… Açıkçası ve korkarım ki ayıklığımızı yitirdik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder