29 Haziran 2015 Pazartesi

Müslümanların İdeolojileri

Müslümanlar, seküler bir heyecanın aşkın olan ile süslenip kusursuzlaştırılmasına ve dünyaya dair, dünyadan bir dayanak edinip onun suretine kutsalı bezemeye duydukları sevdanın sonucu olarak ideolojileriyle belirir, en güzel olduğu müjdelenen isimlerine ekleme yapma ihtiyacı içinde Feminist, Marksist, Antikapitalist, gibi ikincil, tanımlayıcı mahiyeti haiz önadlara yönelirler. Haklılıklarının temsili böylece karşı konulamaz bir güce sahip kılınır ve alınan destek en tartışılmaz olana kadar götürülerek sarsılmazlık sağlanır: eylem daha keskindir artık, dil imanla örülü bir boşluksuzlukla kullanılmaya başlanır ve daha sivri ötekiler tanımlanır. İdeolojik söylemin başvurduğu her türlü düzenbazlık, sorgulanmayanın sihirli elleriyle temize çıkarılır, pir ü pak edilir: bütün söz oyunları kutsalın parçalarında göz ardı edilebilecek bir yer bulmuştur. Hakikat, artık öfkenin bir yansımasıdır; ona öfke dolu tanımlamalar getirilir, öyle ki, bu öfke, eylemin ruhudur, imanın koşulunu sağlayandır, sükûn edilemeyecek dünya koşullarının yıkıcı vaadidir. Aksiyon, öfke dolu aksiyon tek ve mutlak ameldir.
Bu çerçeve, belirttiğim üzere, radikal bir ideolojik tutumun, aşkın olanın cazibesine kapılıp onunla giriştiği flörte dair bir tabloyu ihtiva ediyor. Yoğunlaşılması gereken, dikkate ve yeniden düşünülmeye şayan mesele ise şu: tamamlanmış, kemale erdirilmiş olduğuna inanılarak üzerinden yaşamın en ince detayına kadar kurgulandığı ve kurumsallaştırılmaya oldukça meyyal bir inanç sisteminin, mensuplarınca eksiklikle itham edilebilir bir tarzda yorumlanması ve buna göre de tamamlayıcı mahiyet taşıyacak ‘izm’lerden medet umulması. Akıl yürütmemiz, hemen ilk elden, böylesi bir çabanın kökten yanlışlığına dikkatimizi çeker, hata üzere olduğumuzu yüzümüze vurur ve ideolojinin Müslüman’ın adına kat’i surette yaklaşamayacak, yakışamayacak bir dünyadanlığı içerdiğini ortaya koyarak bizi sıkıştırır. Yine aynı bakış bize öğüt dolu sonuçları isteklice sunacaktır: Müslüman, kendisinin en güzel adı taşıdığına dair ilahi kanaati samimiyetle paylaşmalı, farkındalığı bir ikinci etikete gerek duymayacak bir sahiplenme ile İslamî nosyonların bütünleştiriciliğini ve geçerliliğini onaylamalı. Müslüman adını, bir ad olmanın ötesinde, bir dünya görüşünün, merkezî bir düşünüş noktasının, sarsılmayacak bir doğru temelinin tezahürü olarak görüyorsanız ki görmelisiniz, onun önünde veya arkasında bu sağlamlığa ve gerçekliğe halel getirebilecek, ortaklar sunabilecek adlandırmalardan vazgeçmelisiniz. Teslimiyetin, Müslüman olmanın özündeki kesinliğe yakışır gerçek bir vazgeçiş olmalıdır bu. Müslüman, belirsizlikten en uzak olandır çünkü, ve bu haliyle o, ideolojinin her yere yetişmeye çalışmasındaki aceleciliğinin getirdiği detaylılığın, bulanıklığın ve katmanlılığın hiçbir şekilde etkileyemeyeceği kişi olmalıdır. Bu meli, malı cümleleri son bulabilir değilken, şüphe etmekte zorlanacağımız bir mesele olarak ideolojik söylemin baştan çıkarıcılığının, bu tekliği, bilginin hakikatin ve gerçeğin aşkın kaynağındaki bu mutlaklığı kolaylıkla kabul edebilir görünmediği ile yüzleşiriz. Hakikate hakikat ortak etmenin getirdiği kaçınılmaz üst çatışmaya şahit olur, bölünmüş zihinlerdeki ilkelerin nasıl sağlamlık, kalıcılık ve etkililik peşinde özneleri baskıladığını görürüz.
Bütün sevimsizliğiyle hedef tahtamızda bulunan radikallikten biraz olsun sıyrılabilmek adına, yükleneceğimiz bir tanımlama yükü ile geniş ve farklı bir bakışın bize seslenmesini sağlayabiliriz: yalnızca Müslümanlara izafe edilmeyecek tarzda, bütün ideoloji takipçilerinin bir şekilde yakınlıkla, samimiyetle ilintili bir temelden hareket ediyor olduklarına dair kanaat edinmek çok zor değildir. İdeoloji, bütün uzaklığına, tek boyutluluğuna ve yıkıcı potansiyeline rağmen, çehresini değiştirmeye de oldukça eğilimli olarak bir haksızlığın görünürlüğünde yaşam alanı oluşturup isyan suretinde yükselir. Ve ideoloji ancak samimiyetini takınarak vicdanlarda yükselebileceğini bilir; ortada gerçekten yok edilmesi gereken şeylerin olduğu fikri bütün varlığın anlamına içkin kılınacak yoğunlukta bir samimiyetle anlatılır. İdeolojinin yöneldiği yıkım nesnesi günahkârlığı şiar edinmiştir ve söylemin kudretince uyarılmayı hak etmektedir. İdeoloji bir vurgudur: öznelere, öznelerin koşullarına, kolektiviteye yönelmiş, değişime odaklanmış öfkeli bir çözüm endişesidir. Ve her sorun bir ideoloji üretir; önemli olan, bu soruna yönelmekteki radikalliğin, tahammülsüzlüğün, iletişimin boyutudur. İdeoloji, böylece yaptığı seçime göre yıkıcılığın ya da yapıcılığın tarafında bir konuma yerleşir.
Tarih sahnesinde görünmeye başladıklarından beri, Müslümanların, sorundan münezzeh kılınamayacak en ciddi güruhlardan biri olduğunu söylemek için pek çok sebebimiz vardır. Sorunun varlığı ile ortaya çıkan zorunlu çözüm arayışının bizi ideolojiye yaklaştıracağını düşündüğümüzde, Müslümanlara onların dışında olan ama onları tanımlayabilen bir ikincillik atfetmek durumunda kalırız. İdeolojik bakışın dünyeviliği hiçbir mana ifade etmez artık: işimiz sadece dünyadadır, aşkın olan müdahalesini dünyanın dışında yapacaktır, ilkeler değişim için kullanılacak, aşkının ruhu dünyaya eylemin özünde yansıyacaktır. Müslümanlar değişime el attıkları her an, farkında olsunlar veya olmasınlar, ideolojinin sahasında yürümeye başlarlar. Ne seküler ne de ruhban olabilen Müslüman, dünyaya bağımlı idealinde ideolojiden iz bulmak zorundadır. İdeoloji, dünyayı, dünyeviliği boşluk bırakmadan kuşatmıştır, hem de samimiyetle kuşatmıştır. Rahatsız ediciliği ile reddedilmesi mümkün olmayan bir varlık sahası kazanan ve dünyadan olan belirli herhangi bir durum, bir haksızlık, ideolojinin öfkesinin nesnesidir, yöneldiğidir. Müslüman öznelerin, dünyada ekip ahirette biçecek olanlar olarak, bu samimiyetten tam korunmuş bir şekilde etkilenmeyeceklerini, etkilenmemeleri gerektiğini söylemek, bunu ısrarla telkin etmek, bir mutlak-kapalılığın, bulanık bir kibrin ifadesidir ve öznel olanın sınırlarına bir tecavüzü içerir: tanımlanmış, yönelinmiş olan bir haksızlığa takınılan samimi ve kuşatıcı bir karşı duruştan bahsedildiğinde özneden yalnızca yüz çevirmesini istemek kısıtlamanın belki de en acımasız olanıdır, hakikatin örtülmesine tehlike içinde zemin hazırlamaktır.
Burada karşımızda bulunan esasında bütün belirsizliğiyle bir ad sorunudur; özneleri, değiştirebilecek yegâne varlıklar olan bireyleri, vakaya yaklaşmamayı telkin edebilecek bir edilgenliğe sürüklemek için fırsat bekleyen ve ideolojik adın arkasındaki yapıcı aksiyonu öldürmeye niyetlenmiş bir tahriptir tehdit olunduğumuz, izm’e olan nefretle yoğrulmuş adi bir umursamazlıktır. Örneğin yoksulun hali bu adın arkasında sırt çevrilecek bir surete bürünebilir haldedir artık; kadın, ideolojikliği iman dolu bir tavırla cezalandırmanın kisvesinde kimliksiz, kişiliksiz, değersiz bırakılabilir olandır. Bu ahlaksız suç, yalnızca Müslüman kalmayı değil, Antikapitalist veya Feminist Müslüman olarak da anılmayı yeğleyen insanların sözde samimiyetsizliğine yıkılacaktır. Bir döngü olarak suçlu hem öteki görülen hem de eylemsizliği aklayan nesne olmuştur bu ad sorunun tahripkârlığında. Bu, böyle olmak zorunda değildir: Müslüman kimliğinin adı, güzelliği, tekliği ve yeterliliği üzerinden bir eylemsizlik tanımlamak akıl almaz bir kısıtlama, paradoksal bir çözümsüzlüktür. Müslümanlar ahirete aittirler, ancak değiştirilmesi gereken bir dünyada yaşamaktadırlar.
Ertuğrul Nehri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder