17 Haziran 2015 Çarşamba

Devletlü Gelenek ve Demirel

Demirel'in elli yıldan fazla süren politik hayatı, siyaset bilimi ve son dönem politika tarihimiz açısından onu her türlü duygudan uzak bir şekilde ve dikkatle incelememizi gerektirmektedir.
Süleyman Demirel'in başbakanlık makamına defalarca gelip gitmesi, akla Sait ve Kamil Paşaları getiriyor. Onlar Abdülhamit'in en değerli sadrazamları idiler ve defalarca sadaret makamına tensip edilmişlerdi.
Demirel, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devrolunmuş birçok kurum ve geleneklerden en önemlisinin, "devletlü" geleneğinin ünik değil ama tipik bir örneğidir.
Bu gelenekten olanların en önemli özellikleri, devletin her türlü menfaatinin "âlî" olduğunu, dolayısıyla bu "âlî"liğin devamı için çalışanlarında yüce ve devletlü olduğunu düşünmeleridir.
Bu noktada "bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz" cümlesini "devletin yüce menfaati için yapılan kıyımlara cinayet değil, kutsal mücadele demektir" şeklinde okumak lazımdır.
Bu anlayışta asıl olan devlet, tali olan tebaa/yurttaştır. Dolayısıyla yurttaşın en masum, en haklı ve en insancıl talepleri dahi devletin âlî menfaatlerine ufacık bir halel getirecekse karşılanamaz!
Onun döneminde vuku bulan MESS ve TÜSİAD rezillikleri ile daha birçok olayları anımsarsanız, bu tespite hak vereceksiniz.
12 Mart ve 12 Eylül ise layıkı veçhile tepki göstermemesi korkaklığından değil, yine devletin âlî menfaatlerindendir. Zira yeniçeri kazan kaldırır, bir iki kelle gider, ulufeler dağıtılır, sinerler. Bundan devlete bir şey olmaz. Ama zulümden, mütegallibenin tahakkümünden, kıtlıktan, açlıktan Anadolu ahalisini bir kez kıyam ederse onu tutmak mümkün değildir.
Dolayısıyla bırakın yeniçeri kazan kaldırsın, o hallolur, yeter ki halk kıpırdanmasın, o zaman da "bu vatana kastettiler" diye "üç genci" astırmak devletlü olmanın gereğidir.
Daha çok şey yazabilirim ama kısaca düşüncelerim bu minval üzeredir.
Demirel'in ardından bugün kimisi rahmet, kimisi de galiz küfür okudu... Ben ise sadece "Allah bilir" diyeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder