6 Haziran 2015 Cumartesi

Saray Soytarıları, HDP, Seçimler ve İftiralar

Seçim sathı mailine girdiğimiz günden beri AKP cenahından HDP'ye çok çirkin, seviyesiz, adap dışı birçok suçlama yönetildi. Bunların çoğu mesnedsiz iftiralar olmakla birlikte, adeta münafıkça yapılan karalama kampanyalarıydı. Şimdi her birine teker teker açıklama getireceğim.
1. Selahaddin Demirtaş, “Taksim Kabemizdir!” dedi.
İktidar partisi en baştan beri bu yalanın arkasına saklanarak miting meydanlarında gerçekleri çarpıtmak suretiyle oy toplamaya çalışıyor. Demirtaş böyle bir şey söylemedi. Taksim'de ifade ettiği şey, ''Müslümanlar için Mekke'yi önemli kılan şey Kâbe'dir. Kendisini sosyalist olarak tanımlayanlar için de Taksim de orada ölüleri olması bakımından kutsaldır, bunu böyle anlamak lazım!'' minvalinde şeyler söyledi. Sözgelimi, “Hindular için inek ne kadar kutsalsa, Müslümanlar için Kâbe de o kadar kutsaldır” denilse, bu ineğe tapma mı oluyor, yoksa vakıanın daha iyi anlaşılması için verilen somut bir örnek mi? İftiralarınızda boğulun.
2. HDP Zerdüşt'ür, Müslüman olan arkasında durmaz!
En baştan söylemem gerekir ki, bu nasıl bir cehalet, bu nasıl bir aptallık. İki sayfa dinler tarihi okuyan biri bile, Zerdüşt olmak için Zerdüşt bir anne-babanın evladı olmak gerektiğini bilir. Yani, sonradan Zerdüşt olmak gibi bir şey söz konusu değildir. O yüzden Zerdüştlerin nüfusu statiktir ve her geçen gün erir, hatta bu yüzden yok olmaya yüz tutmaya başlamışlardır. Bildiğiniz üzere HDP içerisinde, başta Selahaddin Demirtaş olmak üzere, hiç kimsenin anne-babası Zerdüşt değildir. Evet, Zerdüştlük Kürdlerin ilk inançlarındandır, fakat Türklerin de ilk inancı Şamanizm'dir. Kimse Türklere “Şamansınız” diyor mu? He diyelim ki, Türkler Şamanlar. Bu aşağılanmayı, seçim meydanlarında malzeme olmayı mı gerektirir? Bir insan farklı bir dinden ve mezhepten olabilir. Önemli olan onun neye inandığı değil, ne yaptığıdır. Ancak, günümüzde yalancı, hırsız, iftiracı, üçkâğıtçı ve katil olmak, başka bir dinden, mezhepten, siyasi fikirden olmaktan daha evla geliyor insanlara.
3. HDP LGBT'yi savunuyor, bunlar Lut kavmi.
Bu iddia da diğerleri gibi tamamen bir çarpıtmaya mündemiçtir. Şöyle ki, eşcinselliği meydan meydan dolaşıp gündemleştirenler, bunu ahlaklı olmak adına, dindar olmak adına yapmıyorlar. Her şeyi, politik bir araç haline getirmekten imtina etmeyen bu anlayış, kerhanelerin hepsinden vergi alıyor. Yine kumar bunların döneminde kurumsallaşarak, adı iddia olan bir boyuta evrildi. Faizle kazanç, zirvesini, ahlak adına başkalarına saldıran bu güruh zamanında yaşadı. Ayrıca, eşcinselliği böyle öcü gibi lanse eden bu rantçı anlayış, eşcinsellerin örgütlenmesinin önündeki bütün engelleri bizzat kendi eliyle kaldırdı. Peki, hâl böyleyken, neyin davası güdülüyor? Amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek ve durmadan dayak yiyen bu bağcı, elbet zamanı gelince tepkisini ortaya koyacaktır.
4. Yasin Börü'yü Selahaddin Demirtaş öldürdü.
Hatırlarsanız, Kobani kuşatıldığında iktidar, adeta dalga geçiyor, “düşerse düşsün, bize ne Kobani'den” demek suretiyle de Rojava'da kimin tarafında olduğunu belli ediyordu. Çeteler sabah sınırlardan geçip gidip burada yaşayanların akrabalarına tecavüz ediyor, akşam ise hiçbir şey yokmuş gibi geliyorlardı. Hastanelerde tedavi oluyor, gerekli mühimmatı da sınırdaki müttefiklerinden alıyorlardı. Halkın 4 sene boyunca şahit olduğu bu tablo, bir de Kobani'deki kuşatmaya karşı lakayt ve umursamaz tavırla karşılaşınca, bir patlama noktasına geldi. O gün Selahaddin Demirtaş, “sokağa çıkmayın” dese bile insanlar sokağa çıkacaktı. Zira, psikolojik olarak çok yıpranmış, gerçekten gerginleşmiş olan Kürdler, sınırdaki kardeşleri için bir şey yapmak istiyorlardı. Netice de sokağa çıkıldı, o tepkiden sonra sınır kapıları sınırlı olarak YPG-YPJ'ye açıldı. Yani, söylendiği gibi 6-7 Ekim olayları, sonuçsuz eylemler dizisi değildir. Tam tersine işe yaramış, Türkiye'yi sıkıştırmıştır. Ancak istenmeyen olaylar da yaşanmıştır. Yasin Börü, bir evde sıkışmış, saatlerce polisi aramış, ancak kimsenin gelmemesi üzerine katledilmiştir. Bu katliamda bizzat derin bir anlayışın parmağının olduğu kanaatindeyim. Fakat, konumuz bu değil. Yasin'in ölümünü sabah akşam istismar edenler, kesinlikle bir çocuğun ölümünden duydukları üzüntüyü yansıtmıyorlar. Onların amacı Yasin üzerinden siyasi rant devşirmektir. Böyle olmasaydı, daha dün ölen Berkin'in annesini miting alanlarında yuhalatmaz; Roboski katliamında bedenleri ateşe verilerek yakılan çocukların aileleriyle ve Kürdlerle dalga geçilmez, bir roket atar mermisiyle paramparça olan Ceylan'ın katilleri bulunur, 12 yaşındaki Uğur'un bedenine 13 kurşun sıkan özel harekâtçılar aklanmazdı. Ancak ellerine yüzlerce çocuğun kanı bulaşanlar, çocuk edebiyatı yapınca iş açıkça riyâkârlığa kaçıyor. Çünkü, evleri camdan yapılmış olanlar başkalarının evlerini taşlıyorlar.
5. HDP'nin parti olarak seçime girmesi, üst akılın işi.
Geçen seçimi hatırlayanlar, bizzat Erdoğan'ın BDP'yi seçimlere bağımsız girmesinden dolayı korkaklıkla suçladığını bilir. Bugün ise tam tersine HDP parti olarak seçime girdiği için suçlanıyor. Sabah ayrı konuşup, akşam ayrı şeyler söyleyen insanlardan ne beklersiniz? Evet, bu noktada bir akıl devrede, ancak bu üst akıl değil, ortak bir akıl. Üst akıl arayanlar, AKP kurulmadan önce kurucularının Amerika'ya ve Süleyman Demirel'e gidişine baksınlar.
6. HDP silah zoruyla oy alıyor.
AKP için “kömürle oy alıyor” muhabbetinin daha farklı bir versiyonudur bu. Diyelim ki HDP silahla oy alıyor, devlet bunu bilmesine rağmen mahkemelere neden başvurmuyor? Böyle bir şey varsa, neden elindeki imkânlarla bunu engellemiyor? Seçmeninin yarısından fazlası Batı'da olan HDP bunu devletin tam hâkimiyet altına aldığı yerlerde nasıl yaptığını nasıl açıklayacaklar? Eğer böyle bir şey varsa, devlet acziyet içindedir, yoksa ise yalan söylüyorlar. Her iki durumda da suçlular.
7. HDP mağdur edebiyatı yapıyor, kendisini vurduruyor.
Bugüne kadar HDP'ye, özellikle batı illerinde, 120'nin üzerinde saldırı yapıldı. Bu saldırılarda birçok kişi yaralandı, HDP'nin binaları kundaklandı, bayrakları yakıldı. Ancak, bir kişi dâhil yargılanmadı. Olaylara geç müdahale edilmesine karşın, polisin önünde HDP'lilere saldırılanlar zevkle izlendi. Erzurum'da araç içerisinde HDP'li şoför cayır cayır yakılırken, yüzlerce polis bunu seyretmekle yetindi. Yaşlı, başlı kadınlara ellerinde satırlarla saldıran ırkçı çeteler hoşgörüyle karşılandı. Madem HDP bunu kendi kendine yaptırıyor, o halde devletin polisi ve askeri neden buna alet oluyor? Neden yüzlerce saldırı sonrasında kimse tutuklanıp yargılanmıyor? MİT ve emniyet istihbarat ne işe yarıyor? Bu saldırılar yapılmadan önce internetlerden örgütleniliyor. Koskoca devlet, bunu bilmiyor mu? Daha dün Amed'te bir patlama yaşandı. Orada yüzlerce insan da ölebilirdi. Zaten amaç da oydu, ancak her şeyden önce orada devlet ne iş yapıyor? Miting yapılacak yer haftalar öncesinden belli olmasına rağmen nasıl oluyor da devletin bütün birimlerinden habersiz bombalar oraya yerleştiriliyor? Demek istediğim, HDP'nin barajı geçmesi durumunda geleceği tehlikeye düşenler ülkeyi kana boğmak pahasına HDP'li tabanı sokağa çekmek istiyorlar. Ancak, planları ellerinde patlayacak.
8. Başörtülü bacılarımız...
Kendisine oy veren başörtülüler dışındaki bütün başörtülüleri sözde vatandaş olarak gören bu anlayış, Erzurum'da 70 yaşındaki başörtülü nenenin kafasının patlatılmasını görmez. Kendisini protesto eden başörtülü kadınlara ağzına gelen, söylenmeyecek şeyler söyleyenleri umursamaz. Defalarca polis tarafından yerlerde sürüklenen HDP'li başörtülü yöneticileri kabul etmez. Hayatını başörtüsü mücadelesine veren Hüda Kaya'ya “sözde” der ama daha dün kapanan yandaşlarını dört dörtlük başörtülü olarak görür. 
Anlayacağınız ikiyüzlü, ciddi anlamda seviyesi yerlerde, kaybetme korkusuyla din, mezhep, ideoloji, ahlakî değer kaygısı gütmeden her şeyi ayaklar altına alan, din-i İslam'i mübini siyasete alet eden bir anlayış ve algıyla karşı karşıyayız. Allah sonumuzu hayretsin. Daha fazla yazmak istemiyorum, zira sabah 5'te evimin polisler tarafından basılmasını arzu etmiyorum.
Behzat Fikrî Çözer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder