5 Haziran 2015 Cuma

Cenaze Fenerleri

Diyarbekir 'de miting saatlerinde İstanbul Bayrampaşa civarında bir berbere girmiştim.
Berber beni koltuğa aldığında TV’de de Esra Erol evlendirme programı vardı. Zevkle izliyordu berber, kalfası ve dükkâna girip çıkan kimileri...
Derken son dakika haberi ile gözüm ekrana kaydı. Patlama, yaralılar...
"Kim yaptı ise Allah belasını versin" dedim bağırarak birden; oysa nasıl da sessizdim. Berber bana baktı; kalfası ile... Ve;
“Kesin Pekaka yapmıştır. Oya ihtiyaçları var. Kendi halkını bombalıyor” dedi. Canı yanmadı, donmadı, şaşırmadı. Dünden hazırdı; berber. Fail belliydi. Asker polis öldüremeyince şimdi de halkını öldüren örgüt!
“Çıkmak istiyorum” dedim. Yarıda bıraktım tıraşı...
Dışarıdan, o sıra MHP seçim propagandası yapan araçlar geçiyordu; onlara da el sallandı. Selamları alındı...
Köşeyi dönerken aklıma Ç. geldi. Ardından K. ve İ... R. geldi. K. geldi...
Sevdiğim onca yüz, gülüşleri ile Diyarbekir'den sevdiklerim geldi...
Miting alanında olabilecekleri aklıma gelince yüreğim çırpınmaya başladı.
"Çiya" dedim usulca...
Ç. eksilse ki İstanbul eksilir yüzümde. Öyle güzel güler ki gülüşüne bir gamze oturur. Bir tarafım kıvrandı. Nefes alamadım o an.
K. Öyle mahcup, öyle serhad, öyle serhildan yüreklim... Eksilse ki omuzlarımı kesip güvercinlere atsam yeridir.
İ. vakarı ile dünyamın Amed kapısı. Sakallarında hep bir Sur içi... Eksilse ki ben sussam bir daha da konuşmasam. O denli...
Daha sayamadığım onca Amed insanı. Diyarbekir’den sessiz sedasız sevdiğim onca güzel insan. “Coğrafya kaderdir” derler. O kaderin içinde tanıdıklarım merak ettiklerim özlediklerim ve... “Artık kaderlerinde ölüm olmasın ne olur” dediklerim...
Orada bunlar olurken burada "o öyle demiş, bu böyle demiş, oynamıyorum ben”lerle telaşlı birileri.
İncir çekirdeği dolmaz alınganlıklar ile oyalanan kimi yakınlarımdakiler... Nasıl sıkıldı isem.
Dilime Sirya’yı seslendiren çocuğun sesi sarılıyor. Hep K.'nın sesindeki masumiyeti duyumsarım o şiirde:
Fısıldıyorum kendime:
"sensiz olmax neyse ne,
amaçsız olmax koyiyê sirya;
Sen dağlara gittin,
ben sokaklara döndüm.
Hangimiz haklı bilmiyem."
Yaralılar taşınıyor. 
İnsanlar nasıl da mutluymuş oysa... Tüpün içine bilye yerleştirip patlatmak da nedir?
Kimdedir bunca acının hesabı? Kitabı? Allah'ı?
Sonra Üsküdar oldum. Yağmur başladı. Yerde yatan yaralıya sarılanların fotoğraflarına bakarken dinledim kaç kez; Ahmet Kaya'nın sesinde sarılıyorum tüm yaralılara:
"başını omzuma yasla
göğsümde taşıyayım seni
gövdem gövdene can olsun
söyle bana ey
ölümün açıklayıcı pervanesi
hangi yavru tek başına yiğittir
hangi yangın bir başına söndürülür
ah herkes susuyor
hiç kimse bilmiyor içimin yangınını
ah herkes mi susuyor
kalbimi kalbine bağladım dostum
ah herkes mi susuyor
kalbi kalbimize benzeyen dostlar
bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya
hayatın ateş renkli kelebekleri
bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için
ah herkes mi susuyor
bağırsam içimdeki dehşeti
hırsım deler mi toprağı
beni
acısıyla onduran
dostumu
aşkla vurduran hayat
sana
yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım
dünyanın yeni baharına
çatlarken kadim güneş
bağrım delinirken fidanların kanıyla
anamın doğurgan karnıdır diye
sevgilimin sütlenecek göğsüdür diye
dostumun üretken gülüdür diye
sana bağlandım
sana sarıldım
beni umutsuz koma
tarihle avutma ben
çünki aşkla sınanmışım sana
sana yangınla, suyla, ateşle
ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım
ey yaşarken kanayan acı
şimşekli gök, tufan, kan fırtınası
uçurum kıyısında hızla büyüyen ot
yapraksız bir ölümün anısı için
körpecik kuzuların derisi için
beni tarihle avutma
umutsuz koma beni
akıtsam deliren sevdamı
köpürür mü hayatı besleyen su
ey benim
yedi başlı kartalım
her başını
bir dağ başlangıcında koyanım
senin
böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir
bizim aşkımızı solduranların korkusu
çünki elbette bir su
kendi akacağı toprağın sertliğini bilir
ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak
artık ırmak mı ne denir
işte devrim
ona benzer bir akışın hızına denir
yarın ne olur bilirim ben
bahar gelir, otlar büyür
ölüm de yapraklanır
bir dağ bulur uzun uzun bakarım
bir çam ağacı gölgesi
güzel kokular veren
bir damla güneş görünce
sana da gülümseyeceğim yarın
şimdi senin uzanıp yattığın otlarda
yarın yeni bir yeşillik büyüyecek" [Arkadaş Z. Özger]
Büyüyecek evet. Yeşiller, kırmızılar, sarılar, maviler, beyazlar. Kötülüğe inat, B A R I Ş büyüyecek. Sevdiklerimizi vuran her ölümün karşısında öldürülenlerin sevgisi ile büyüyecek. Mezarlar konuşacak bir gün. Şehrin dışına gömdüklerimiz aramıza gelip gözyaşlarımızı silecekler. Çıkacağız bu lanetli labirentten. Akıl verenler, nasihat verenler akıllarını ve nasihatlerini alıp gelecekler. Susacaklar. En büyük nasihat gülümsemektir. En büyük akıl sevgidir.
“Bugün bir kere olsun Diyarbekirli olun” derim. “Sonra sevdiklerinize sarılın” derim... İki üç kelimelik Kürtçe teselli öğrenin. “Geçecek” deyin. Her şey güzel olmasa da biz güzel kalacağız” deyin... Bu hayat Diyarbekir'de bu kadar incitilir mi? Şırnak'ta bu kadar kaybedilir mi? İstanbul'da bu kadar yorulur mu? Yok olmanın Kabe'sinde bu kadar tavaf edilir mi?
(Ç'yi tanıdığımda hep dağlara bakıyordu. Az konuşuyor ve dağlara bakıyordu. Bir şeye gülse sonra yine dağlara. “Olmuyor diyordu” hep. Ümitsizdi, öfkeliydi ama eli, kalbi hep yaşamı ve insanı savunmakla geçiyordu. “İnsanlık güzellikleri hak ediyor” diyor ve didiniyordu. Bir mum nasıl aydınlığını vere vere erirse, o da öyle... K de öyle... İ de...)
İlk defa ölmüyor insanlar ama neden son olmasın artık?!
Bir halk düşünün ki elinde cenaze fenerleri ile hayatı arıyor...
Namazgah - 04:02

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder